Ölüm hepiniz için kaçınılmaz bir gerçek. Ölümü düşünmek kimisini tedirgin ediyor, kimisini sevindiriyor. Tabii bu kişinin ahirete olan inancındaki kuvvete de bağlı. Peki ölümden sonra bir hayatın yani ahiretin varlığı aklen de ispat edilebilir mi? Görür gibi inanmak herhalde daha güzel olurdu. Şimdi her gün karşılaştığımız ama belki de fark edemediğimiz 7 farklı işaretle ahiretin ispatını yapalım. Bir binayı ilk defa inşa etmek mi daha zordur yoksa ona benzer 2. bir binayı inşa etmek mi? Veya bir orduyu ilk defa düzenleyip kurmak mı daha zordur yoksa dinlenmek için dağılmış olan bir orduyu tekrar bir araya toplamak mı? Elbette bir şeyin ilk defa yapılması daha zor, 2. defa yapılması daha rahat ve kolaydır deriz. Peki evrendeki bütün atomlar emrinde birer ordu gibi çalışan… “Allah bu orduyu dağıtıp 2. defa tekrar toplayamaz.” denilebilir mi? Evreni 1. defa zaten yaratmış olan Allah’ın bunun tekrar bir benzerini yaratması neden akıldan uzak olsun? Ayrıca Allah her saniye nice varlıkları yaratarak zaten dikkatimizi çekiyor ve yeni bir yaratılışın delillerini bizlere sürekli sunmaya devam ediyor. Etrafınıza bakmanız zaten bunları görmeniz için yeterli. Her bahar yeniden yeniye tazelenen yeryüzünü, çeşit çeşit bitkileri, çeşit çeşit hayvanların yaratılışlarını bir düşünün. Kışın ölen yeryüzünün her bahar yeniden canlanması, yeni bir yaratılışın da işareti aslında. Üstelik sonsuz güce sahip olan Allah için kolaylık ve zorluk gibi kavramlar zaten yokken, yeni bir yaratılış elbette Allah için sonsuz kolaylıkta olacaktır. Yani evrende gördüğümüz tüm yaratılışlar, yeni bir yaratılışın da delilidir. Cömert bir insan zenginliği derecesinde ikramlarda bulunur. Mesela cömert bir öğrenci bir bardak çay ısmarlayabilirken, cömert bir padişah ise geniş ve zengin bir sofra ile ikramlarda bulunur. Yani cömertliğin ve zenginliğin seviyesi arttıkça, ikram da o nispette artar. Peki ya cömertlik ve zenginlik sonsuz olursa? İşte sonsuz zenginlik ve sonsuz cömertlik sahibi olan Allah’ın ikramının da sonsuz olması gerekir ama bu özellik bu dünyaya sığmıyor çünkü bu dünya geçici ve sınırlıyken, insanın kendisi de geçici ve sınırlıdır. Mesela 2. baklavadan sonra 3. baklavayı ne kadar istese de insan yemekte zorlanır ya da insanın ruhunda sonsuzluk isteği varken ne kadar istese de bu nimeti tadamaz. Yani bir yanda Allah’ın sonsuz zenginliği ve sonsuz cömertliği varken, diğer yanda ise kısıtlı bir dünya ve kısıtlı bir insan yapısı var. O zaman mantık çıkarımıyla diyoruz ki: ”Allah’ın bu sonsuz cömertliğinin ve sonsuz ikramının tecelli edeceği bir ahiret diyarı gereklidir.” Ebedi bir güneş ebedi yansıyacak bir aynayı gerektirir. Dualar sadece dil ile yapılmaz. İhtiyaçlarımızın varlığı da aslında bizim dualarımızdır ve ihtiyaçlarımızın karşılanması da dualarımızın kabul edildiğini bize gösterir. Mesela bir bitki suya ve güneşe ihtiyaç duyarken, tam da gereken şekilde yağmur ve güneş onun yardımına yetiştirilir veya güçsüz yavru bir kuş. Hayatta kalmak için yiyecek ve korunmaya ihtiyaç duyarken, annesine verilen şefkat hissiyle tüm istekleri karşılanır veya insanın sadece midesinin ihtiyacı bile binler çeşit yiyeceklerle karşılanmış. Demek ki her bir canlının ihtiyaç duaları, ince ince ayarlanarak şefkatle kabul edilir. Kimsenin duasına sessiz kalınmıyor. Bir insanın sadece midesinin ihtiyacı için bile milyon çeşit yiyecek sunan Allah, o halde insanın en büyük isteği olan ahiret ihtiyacını, sonsuz bir hayatın varlığı ve sevdikleriyle orada buluşma duasını hiç kabul etmez ve görmezden gelir diyebilir miyiz? Küçücük bir sineğin bile küçücük isteklerini karşılayan Allah, varlıkları arasında en kıymetli olan Peygamberimiz (asm)’ın en büyük duasını kabul etmez denilebilir mi? Evrende gördüğümüz tüm dualar ve onların kabul edilmesi, ahiret duasının da kabul edileceğine birer delildir. Dünyaca meşhur Mimar Sinan seneler sürecek masraflı bir iş almış ve yeni bir saray yapıyor olsun. Şimdi Mimar Sinan’dan bahsetsek, herkes onun ne kadar mantıklı işler gören birisi olduğunu zaten bilir. Yapacağı yeni saray için de 19 sene uğraşmış, geriye sadece çatıyı yapmak kalmış olsun. Bu durumda biri çıkıp gelse dese ki ”Mimar Sinan çatıyı yapmadan, işi tamamlamadan burada bitirecek. Yani her şeyi heder edip sarayı da yağmura, rüzgara hedef yapıp bırakıp gidecek.” dese inandırıcı olur mu? Tabii ki olmaz. Hayatında hep hikmetli işler yapan Mimar Sinan’ın böyle mantıksız ve israflı bir iş yapması elbette beklenemez. Özellikle 19 sene uğraşıp, bunu boşa çıkaracak bir adım elbette atmayacaktır. İşte buradaki mesele hikmettir. Allah ise Hakim-i Mutlak’tır. Yani yaptığı her işte en hikmetli olanı yapar. Organlarımızın görevlerinden tutun tüm canlılara verilmiş ayrı ayrı kabiliyetlere veya gezegenlerin düzenli hareketine kadar her yerde hikmet delillerini görebiliriz. Dünya gibi bir sarayı inşa eden Allah içerisine sayısız masraf yapıp büyük amaçlar için varlıkları yaratmış. Elbette bu sarayın çatısını yapmadan yani ahireti getirmeden, bir sonuca bağlamadan yaptığı tüm masrafları boşa çıkarmayacaktır. Yani israf yapmayacaktır. Her işinde hikmet imzasını gördüğümüz Allah, hikmetin tam tersi böyle bir israf elbette yapmaz. Yani kısaca, kainat sarayının çatısı olan ahiret elbette gelecektir. Şimdi çocukluk anılarınızı bir düşünün. Belki 5 yaşında yaşadıklarını hatırlayanınız bile vardır. Anılarımızda ve hafızamızda saklanan bu bilgilerin aslında ahiretin ispatı olabileceğini hiç düşündünüz mü? Evrende gözümüze çarpan bir muhafaza edilme, saklanıp korunma delili var. Allah her şeyi koruyup saklıyor. Mesela bir sonraki baharda çıkacak meyveler tohum ve çekirdeklerinde ya da hayvanlar yumurtalarında, insanların hayat boyu yaşadıkları anıları ise hafızalarında saklanıyor. Demek Allah evrende her ayrıntıyı muhafaza ediyor ve önemsiyor çünkü bir şey korunuyorsa, onun değerli olduğuna işarettir. O zaman madde itibariyle geçici ve önemsiz görünen şeyler bile böyle düzenli bir şekilde korunup muhafaza edilirse, en kıymetli varlık olan insan öldükten sonra muhafaza edilmez diyebilir miyiz? Ve insanın her yaptığı amelleri hiç korunmaz olur mu? Hafızamızda geçmişte yaşadıklarımızın bir defter gibi kaydedilmesi ahirette büyük bir hesap defterinin varlığına delildir. Bir tohumun toprak altında korunup baharda tekrar yeşerdiği gibi insan da toprak altında korunup ahirette dirilecektir. Allah Adil-i Mutlaktır. Yani tam bir adalet sahibidir. Zaten en ufak bir haksızlıkta bile içimizde oluşan adalet arayışı, Allah’ın kendisinin adil olduğunu anlamamız için bizlere verdiği bir histir. Allah’ın adaleti 2 türlü tecelli eder. Birisi her şeyi bir ölçü içinde yerli yerinde yaratmasıdır ki bunu her yerde görebiliyoruz. Havadaki oksijen azot dengesinden tutun veya gezegenlerin bir ölçüyle dönmesi ya da canlılara verilen belli miktarlarda güç ve özellikler buna örnek olarak verilebilir. Adaletin diğer tecellisi ise haksız ve zalimleri cezalandırmaktır. Kavimlerin helak edilmesi birçok insanın yaptığı zulümlerin karşılığını dünyada bulması da yine buna örnek olarak verilebilir ama dünya üzerine baktığımızda nice zulümler nice haksızlıklar dünyada tam olarak karşılığını bulamayabiliyor. Düşünün milyonlarca insanı öldürenler bu dünyadan rahatça geçip gidebiliyorlar ya da tam tersi hayatı boyunca iyilik yapan masum insanlar birçok haksızlıkla ve zulüm görerek buradan göçüp gidebiliyorlar. Demek ki tüm olaylar adaletin tam bir şekilde gerçekleşmesi için büyük bir mahkeme salonuna erteleniyor. Burada hesabı görülmeyen her mesele orada tam bir adaletle karşılık bulmayı bekliyor. Küçük suçlar küçük mahkemelerde, büyük suçlar büyük mahkemelerde görülür. Mesela iki kişi aralarında ufak bir tartışma yaşasa hemen o anda barıştırılabilir ama birbirini yaralamayla biten ciddi bir tartışma varsa bu artık daha büyük bir mahkemeye taşınır. Bunun gibi de dünyada gerçekleşen büyük suçlar hemen dünyada değil daha büyük mahkemeye erteleniyor. Evrende her yerde gördüğümüz Allah’ın Adl isminin tecellisi de bize ahireti ve oradaki büyük mahkemeyi ispat eder. Yangında esir kalmış bir çocuk düşünün. Annesi de hemen gelip yangından çocuğunu kurtarıyor. Devamında ise tüm ihtiyaçlarıyla birebir ilgileniyor. Sağlığından tutun yemesinden içmesine kadar her ihtiyacını gideriyor. Hatta ona özel 10 katlı bir ev alarak hayatı boyu mutlu olacağı bir ortam hazırlıyor. Annesinin çocuğuyla bu kadar ilgilendikten sonra evin 10. katına gelip de bir anda çocuğunu terastan aşağıya atması beklenir mi? Elbette beklenmez. Bu çok mantıksız olur. Eğer böyle bir niyeti olsaydı zaten yangından hiç kurtarmaz ve bunca ikramlarda bulunmazdı. Annenin şefkat duygusundan hiç bahsetmiyorum bile. Yani böyle bir şey asla beklenemez. Aslında insanda bu örnek gibi yokluk karanlıklarından varlık alemine getirilip, hayatı boyunca birçok ikramla karşılaşır. Eğer ölümden sonra yeni bir hayat olmazsa yapılan tüm ikramlar, gösterilen tüm şefkat hiçe iner. Aynı 10. kattan çocuğu atmak misali insana bu kadar kıymet verip onu ebedi hiçliğe atmak da mantıksızdır. Hem eğer insan yokluğa gidecekse neden varlık alemine getirilmiş olsun? Bu mantıklı değildir. Zaten şefkate de ters düşer çünkü şefkati şefkat yapan ahiretin varlığıdır. Allah madem şefkatli olduğunu sayısız nimetleriyle bildiriyor, annelere şefkat özelliğini veren dahi madem ki Allah’tır. O zaman elbette insanı ölümden sonra hiçlik karanlıklarına bırakmayacaktır. Çok güzel bir söz var aslında tüm olayı özetliyor:
Tebliğ et!