oooo İstanbuldan gelen semt çocukları var osman bey selamun aleyküm osman ayağa kalkta arkadaşlarda bi görsün osman ayağa kalkarmısı. he kalktın mı? 🙂 (farketmiyor hocam zaten) osman. İstanbulun semt çocuğusunuz herhalde doğru mu? (yok abi yaa) kendi halinizde mi (kendi çapımızda böyle) Allah Allah.. Osman bizim istanbul ofisten arkadaşlar. yavaş yavaş mersinde demlenmeye başladılar böyle düşmeye başladılar osman mersinin haracını almak için heralde tam amaç neydi osman 🙂 (yok abi keşife geldik öyle) neyin keşfi tam 🙂 (insan keşfi) irfanla ilgili bir projen vardı ama mahallenin abisi yapacağız falan.. (Mahallenin abisi yapacağım onu ya abi sıkıntı yok) (süreç devam ediyo:):)) istanbulda nerede oturuyorsunuz osman (sultanbeylide abi) osman mikrafonuda şöyle tutabilirsen (abi etikete gerek yok ya) osman sen zaten markasın ne etiketi :):) (yok abi estağfirullah) osman sen zaten markasınsenin adın marka:):) (senin yanında ) memleket nere osman (sivas abi) arkadaşta sivaslı değil mi? (aynen abi) Eküriniz öyle değil mi ? 🙂 -Anlaştık ya abi He ona sözüm var Osman sana yürüyeceğim. Tamam abi buyur Biraz anlat Osman hakikatlerle yeni mi tanıştın naptın? Önceden zaten bi inceden bi şeyler vardı ondan sonra irfan abilerin yanına geldik işte -İstanbul ofise mi? Aynen abi. – Bir ay falan mı oldu? -Aynen abi üç ay falan oldu -ondan önceki hayat nasıl? -Ondan önceki hayat… – Biraz parçalı bulutlu mu? Esiyor muydun Osman? -Aynen abi parçalı bulutluydu. -Esiyor muydun Osman? -Ya abi oluyordu -Şimdi şey mi Osman “tövbekardelikanlı_33” mü 🙂 aynen abi -eyvallah -ama yavaş yavaş – sen o zaman videoları önceden izliyordun öyle mi? -Videoları önceden fazla izlemiyordum ki abi. -İstanbul ofisi nasıl buldun? -Ben de icraat olayının içine geldim abi. -Yani biri mi vesile oldu, biri bi şey mi dedi? -Yoo biz Burak’la gidiyorduk -Onun adı Burak mı gerçekten – He Burak da biz tilki diyoruz abi. (gülerler) -Biz de size Burakla Cengo diyoduk da tutturmuşuz yani. -Abi buna Burak diye hitap eden yok hep tilki diyorlar. -Tilki. Senin lakap ne birader? -Ben de lakap yok abi. -Vardır. Burak, olmaz olur mu ya? Vardır bi lakabı -Yok abi vallahi yok. (Gülerler) -Adamı konuşturmuyon ama ya. -Konuş kardeşim. (Gülerler) -Burak okusana biraz adamı. Bi lakabı vardır elbet. -Osman’a komple yürek diyorlarmış. 49 kilo. -Öyle mi? O zaman Osman 50 kilo, 49’u yürekten. Öyle mi? Osman nasıldı eski hayat birader? -Abi eski hayat…biraz tehlike vardı yani. – Oğlum asayiş yok alıp götürmezler, rahat ol. -Ondan değil, yabancı falan. -Hepsi abiler kardeşler. Sen ilk kez görüyorsun. Aaa karamel göbekli Sabri Bey tanımıyor musun? Yılda bir gelen Şamil tanımıyor musun? -Gördüm abi. – Hakikat duyup namaz kılmaz tekin tanımıyor musun? Hepsi lakaplı oğlum. Duvar ustası Doğan Baba, tanımıyor musun? -Tanımıyorum abi -Allah Allah hiç videoları izlememişsin o zaman. -Abi ben fazla video izlemedim ki. -Tamam bunların tanıtımını yaparız inşallah sana. Risaleleri duymuş muydun peki? -Abi duymuş-tum. Ama fazla hepsini duymamıştım. (gülerler) -Hepsi derken osman? -abi şimdi bölüm bölüm ayrılıyor ya isimleri değişiyor ya Lemalar onlar şunlar bunlar. Hepsini bilmiyorum yani. Lemalar onlar şunlar bunlar öyle mi? -Bir kaçını duymuştum abi. -Evet. -Ben dedim bunu okuyacağım. -Okudun mu Osman? -Okudum abi. Ama bir abi dedi ki sen dedi bundan anlaman. Dedim niye anlamıyım herkes bunu anasının karnında öğrenmiyor dedim. (Gülerler) -Salak mıyız lan biz deseydin. -Niye anlamıyoz dedim abi ondan son şimdi yavaştan bir girişim yaptık abi. -Nasıl anlaşılıyor muymuş? -Anlaşılıyor abi. Anlaşılmayan yerin İrfan abiye soruyorum açıklama yapıyor. -İrfan nasıl bir açıklama yapıyor peki Osman? -İrfan abi beni açıyor ya. -Sizin ilk tanışma biraz cazlı cuzlu mu geçti biraz birader? -Abi irfan abi bizi… -Anlat anlat. -Anlat baba rahat ol ya. -Abi gittik derneğe şimdi biz Burakla. Bizim oradan yol iki saat falan tamam mı? Ondan sonra İrfan abi geldi girdi hastaydı abi. Geldi ortama şöyle saçları atmaya başladı şöyle. Bi telefona baktı whatsapp matsap şekli yaptı galiba Ondan sonra “Kardeş hoş geldin” dedi “hoş bulduk abi” dedim. Yav bura da dedim bizim oraya çok uzak keşke bizim oralara yakın olsaydı dedim. Kardeş bizim buraya açma amacımız farklı dedi Tamam abi dedim ben de. (gülerler) ondan sonra sen dedi bizim videoların hepsini izle dedi öyle gel dedi. Tamam abi dedim. La ilim yoluna geldik adamla papaz olcaz kavga yapcaz dedim. Ondan sonra bi çay geldi çay irfan abiyi yumuşattı galiba. -Elleriyle di mi? -Ondan sonra anlaştık manlaştık derken o günden beri beraberiz ya. -Evet, Allah razı olsun. İrfanı da kardeşliğe mi kabul ettin o günden beri? -İrfan abiyi abiliğe kabul ettim. -Allah razı olsun. Peki bu burak ne ayak birader? Abi burak şimdi etiket olmak istemiyor yoksa o da şey değil yani. Az cazgır değil o. -Niye davşandan mı izin çıkmamış memlekette? -Hee bunun bi şeyi var abi. -Var di mi? Sizin alemdeki delikanlılar bi onlardan korkuyor biliyon mu Osman? -Yoh abi bu korku değil. Bu biraz ne biliyon mu… çekinme daha doğrusu. -Peki kılıbıklık denmez mi mesela ona? -Abi bunda kılıbıklık yok abi. -Mesela Burak aşağıda anlattı abi dedi bizim bir komşu var kılıbık, ne zaman balkonu yıkamaya çıksam onu çamaşır asarken görüyorum onu dedi bana. -Abi bu ondan değil ya -Öyle değil mi? -Bu…abi şimdi yenge izliyor da ayıp olur. Kötü olur yani. -Yenge derken evli herhalde. -Bu mu? Abi nişan takıyorlar bi kaç güne galiba. (Gülerler) -Ali Osman sanki biraz… patinaj var he? Ali Osman ne diyon birader? -Abi bu videoyu atıyor ya canlı videoyu atıyor dinlesin diye. Şimdi belki izliyordur ayıp olmasın abi. -Tamam Ali Osman o konuyu geçiyorum o zaman. -Yoksa bunda da bi R yok abi. -Öyle mi ilerden mi dönüyorum? -Bu da R’yi küçükken aldırmış abi. -Ali Osman kafanda bir proje falan var mı? Bi kaç gün burada kalacaksın Hayal’e misafir geldin. -Aynen abi. – Biraz derslere girersin bakarsın ortama. Ondan sonra herhalde ahirete yönelik şekillenir mi biraz daha? -Şekillenir abi. -Ama ondan sonra da imtihanlar bırakmayacak adamı hazır mısın Ali Osman? Şimdi bundan üç ay beş ay sonra şeytan başlayacak uğraşmaya. Bi önüne dünyayı atacak bi de önüne Allah için seçilecek bir yolu atacak. Tam onlara hazırlığın var mı Osman? -Abi şimdi imanı biraz sağlamlaştırmak lazım bir canımız var onu da Allah için vermedikten sonra ne anlamı var? -Osman işte canı vericez de ne şekilde vericez kaça gidecek? Hakkını ahirette alabilecek miyiz acaba? O konular o kısımlar benzemiyor biraz. -Abi verek de biz hakkını alırız ya. Ben öyle umuyorum. -Allah’tan hakkını alırım diyorsun he? -Aynen abi. Biz de hak kalmaz. Biz de derken orda hak kalmaz yani abi. – Peki senin hakkım dediğin şey de Allah’ınsa? -Tabii o da O’nun abi. -Bizim bedende hiçbir şeyimiz yok da -O zaman O hakkını isteyecek senin de alacak bir hakkın olmayabilir. -Aynen abi -Güzel bir başlangıç yaptık mesela ahirete yönelik. Doğru mudur? Osman Allah razı olsun. -Amin abi. -Var mı söylemek istediğin bir şey abilere kardeşlere? -Yok abi. -Sivaslılara? -Yok abi. (Gülerler) -Abiler hepiniz hoş gelmişsiniz daha doğrusu ben hoş geldim abi. Ben geldim istanbuldan. -Doğru sen misafirsin. -Sabri Abinin seni yedirip içirmesi lazım. -Osman teşekkür ediyorum. -Var mı başka şehir dışından gelen? Adam size ümit ve enerji verdi. Abi sen Mersin’de mi yaşıyorsun? Seni niye ilk kez gördük şehir dışından gibi? İlk mi vesile oldu. Hoş gelmişsin isim neydi? Bahri abi memleket neresi? Adıyaman, neresinden? Kahta mı? Serçevan bahri abi. Çıtki. Bana sormayacan mı abi sen nasılsın diye. Ya insanlık var ya 🙂 20 kelime Kürtçem var abi her yerde geçiyor. Abiler abiler tekrardan hoşgelmişsiniz. Şehir dışından gelen var da çok el kaldırmak istemiyor galiba. İsim neydi arkadaki? Heh sen Adıgüzel, adın neydi? -Niyazi Muti – Niyazi nerden geldin? -Erdemliden geldik abimle. -Erdemli de yurt dışı sayılmaz mı Niyazi? -Yörüksün. -Kralıyız abi yörüğün. -Nasıl oluyor kralı, mesela 6 vakit mi kılıyor? (Gülme sesi) Evet abiler hoş gelmişsiniz. Şimdi insan buraya gelirken belli başlı Osman imtihanlardan geçiyor, şeytan bırakmıyor yakasını Mutlaka bir yerlerden tutacak, bir yerlerden çekecek. İmtihan dediğin olay, Allah kulun önüne… …iki tane seçenek sunuyor. Seçeneğin bir tanesinde Yücel abi dünyayı tatlı ve lezzetli gösteriyor. Kişi eğer dünyayı seçerse keyfe yaşa, istediği gibi rahatınca yaşıyor. Tercihin ötekinde ise Allah, kendisine daha çok yaklaştırabilecek bir adım sana sunuyor. Kişi ise o adımı seçerse Allah’a daha yaklaşmış bir hal alıyor. Yani imtihan dediğin olay kaç seçenekle oluyor? İki seçenekle. Kişi ya nefsinin, canının, hevasının istediğini seçiyor Ya da Allah’a yaklaşacak olan ikinci seçeneği kendisi tercih ediyor. Yani Osman, Allah’a yaklaşmak ne demek? Bir kişi maddeten Allah’a yaklaşabilir mi Turgay abi? Maddeten yaklaşamaz değil mi? Neden? Çünkü Allah zamandan ve mekandan münezzehtir Osman. Madem zamandan ve mekandan münezzehtir, biri O’na maddeten yaklaşamaz. Peki biri manen mertebe olarak Allah’a yaklaşabilir mi? Haşa öyle de yaklaşamaz, çünkü Allah mertebeden de münezzehtir. Haşa bir mertebesi olsaydı biz üç mertebe atladığımızda O’nun mertebesine yaklaşmış olabilirdik. Ama öyle kıyaslanabilecek bir mertebesi de mevcut değildir. O zaman Allah’a yaklaşmak ne demek? Başıma gelen imtihanlarda her seferinde doğru olanı seçersem eğer Tekin, ben Allah’a nasıl yaklaşırım? Allah’a yaklaşmak O’nu bilmek ile, yani marifetullah ile önüne gelen seçeneklerde sürekli Allah’ın yolunu tercih etmen sonucunda O’nunla aranda bir perdenin aralanması kalben imanın bir terakki etmesine Allah’a yaklaşmak deniyor. Şimdi bizler başımıza bu tür imtihanlar gelmeden kendimizin Allah’a çok yakın olduğunu zannedebiliyoruz. Ama Allah, O’na ne kadar yakın olduğumuzu Osman gösterebilmek için bizi imtihana tabii tutuyor. Allah bizim hangi halimiz olduğunu bilmiyor mu? Hepsini biliyor. O zaman Yücel abi, bizi bize gösteriyor. Bizim bize, ne mal olduğumuzu göstermek için bizi imtihana tabii tutuyor. Amerikalı bir arkadaş var ismi Caroline, bu bayan arkadaş doktor. Babası doktor, dedesi doktor bunlar Amerikada yaşıyor. Bu Caroline’ın bir gün halası vefat ediyor. O zaman tabii ateist bütün aile. Hatta Caroline Türk olduğunu bile bilmiyor. Halası vefat edince Türkiye’ye dönüyor. Bir bakıyor ki meğer bunlar Türkmüş babası hiç anlatmamış. Türk olduğunu, Müslüman olduğunu. Baba ateist zaten, zır ateist, anlatmamışlar. Geliyor halasının cenazesine, babasının ikiz kız kardeşine. Cenazeye geldiğinde öğreniyor işte, meğer Türklermiş, Müslümanlarmış. Halası da İslamı anlatınca iman ediyor bu Caroline, ismini de Ecem yapıyor. Tam tevafuk tam o zamanda bizim Hayalhanem’in Kocaeli İzmit’te kermesi oluyor. Kermese halası bu bayan arkadaşı da götürmüş Ecem’i, orda işte halası kafasına takılan soruları sordurmuş etmiş. Türkçesi çok iyi değilmiş yarım konuşan bir arkadaşmış. Halası aklına takılan soruları sordurmuş etmiş falan derken bu Ecem kardeş tesettüre de giriyor orada. Ardından Risaleleri alıyor kafasına takılan soruları Hayalhanem’i arayıp onun iletişim hatlarından soruyor soruyor soruyor. Ramazan’da beş hatim yapıyor. 10 ayda da dört kere Risale-i Nur Külliyatını deviriyor. Öyle iştahlanıyor. Babası tahammül edemiyor tabii, babası ateist. İyice ayar oluyor iyice gıcık oluyor. Ondan sonra bir gün Amerika’ya çağırıyorlar, Caroline çabuk Amerikaya gel diye. Kız da herhalde diyor acil bir şey var apar topar gidiyor. Meğer bacısı trafik kazasında ölmüş. Annesi de öyle ölmüş trafik kazasında. Bir gidiyor kilisenin içerisinde… babası başörtüsüyle görünce milletin içinde dövüyor kızı. Kız diyor ki abi o kadar çok kafama vurdu ki diyor başörtümdeki bütün iğneler başımın içine girdi. Çıkardığımda kan revan içindeydim diyor. Sonra tekrar Türkiye’ye geliyor, dedesinin yanında yaşamaya başlıyor. Çünkü İslam’ı tanımış, İslam’ı öğrenmiş. Dedesi de sahip çıkıyor. Dedesi dediğim ateist olan babasının babası. Tabii orda ona tahammül edemiyorlar bir türlü sürekli sataşıyorlar sürekli bulaşıyorlar.Amerikadan tekrar arıyorlar, Caroline çabuk buraya gel. Kız bir de doktor. Ortapedi cerrahı mı neymiş kız da. Arıyorlar çabuk buraya gel falan, bütün konsey toplanmış amerikada. Babası, dedesi, atası, bütün doktorlar toplanmış diyorlar ki Caroline; sen bu başörtüyü çıkarmazsan tekrar inançsız bir hale gelmezsen sana bu mirastan zırnık koklatmayız karar aldık diyorlar. Yediğim bir tas yemek, içtiğim bir bardak su değil mi? Benim Rezzakım Allah değil mi? Siz de kimsiniz diyor, geri dönüyor İzmit’e. İmtihan ne demek anlıyor musun? Nerelerde Allah seçime sunuyor anlıyor musun Sabri abi? Geri dönüyor İzmit’e, tabii babası durmuyor zır ateist. Kafası gitmiş bir adam. Annesinin vefatından sonra da daha yeni evlenmiş babası. Yeni evlenmiş Amerikalı bir kadınla. Bir iki hafta önce Türkiye’ye geliyor, bu anlatacağım olay daha yeni Sabri abi. İçmiş içmiş içmiş bu Ecem kardeşin olduğu evi basıyor. Kızı odaya kitliyor, saçını başını yolmuş. Kolunu bacağını da kırmış. Şu an kolu bacağı alçıda arkadaşın, bu Ecem dediğim kardeşin. Dedesi yetişmiş imdadına dedeyi de dövmüş. Babasını şimdi içeri aldılar, şu an hala hapiste babası. Darp suçundan işte. Sen o başörtünü çıkaracaksın, sen o imandan vaz geçeceksin diye, kolunu bacağını kırıyor. KİM? Babası kırıyor. Allah kendi yoluyla dünyayı tercih ettireceği esnalarda nasıl iki seçenekler sunuyor ortaya, bunları anlıyor musun Tekin? Bizler bu imtihanları yaşamadan çok havadan sallamıyor muyuz? Allah’a böyle yakınım, imanım bu kadar yüksek, aslında benim kalbimde bir iman var görsen şaşırırsın diye bol keseden sallıyoruz. Ben imtihan olmadan Allah’a yakınlığını konuşarak ispatlamaya çalışan adamlardan sıkıldım ve bıktım. Daha geçen gün yolda yürüyorum. On dakika içerisinde iki kardeş tanıdı geldi Allah razı olsun. Tanıdılar geldiler. Kardeşler yarım saat boyunca, abi vallahi biz Allah’a o kadar bağlıyız, o kadar samimiyiz diye ispatlamaya çalışıyorlar. Biz de var ya böyle bir ahlak. Karşımızdakine kendimizi ispatlayacağız. Allah’a değil, karşımızdakine ispatlayacağız. Dakikalarca ispatlamaya çalıştılar, bir tanesi diyor “ağabey ben vallahi ben aslında çok mertebeli bir sülaleden geliyorum. Vallahi benim dedem suyun üzerinde yürüyordu. Abdest alamayınca bıraktı o kerameti diye böyle anlatıyor duruyor, anlatıyor duruyor dakikalarca. İki arkadaşa da dedim kardeşim sizde namaz var mı namaz? Hani şu iman olursa otomatik ortaya çıkan şey. Zorla yapılan şey demiyorum Onur, anladın mı? İman olursa otomatik olarak ortaya çıkan şey var ya NAMAZ, imandan sonraki en önemli hüküm. Abi vallahi bi namaz yok dediler. Sonra 10 dakika daha konuştuk, ne namazı! Olmayan hiçbir menfi olay yok ne yazık ki arkadaşlar. Madem sizin imanınız başınızı secdeye götürmeye dahi yaramıyor, siz hala Allah’a yakın olduğunuzla kendinizi nasıl kandırabiliyorsunuz? Hakikaten inanılır gibi değil. Ben bu olayları gördükçe üzülüyorum, içim sıkılıyor ve daha üzücü bir şey söyleyeyim: Allah, bu tür arkadaşların bir çoğuna ne durumda olduklarını hissettirmiyor. Bu bir günahtan daha büyük bir sıkıntı. İnsan bir günah işler vicdan azabı duyar, buna çözüm yolu arar. Ama bu tür arkadaşlar nasıl bir durumda olduklarının bile farkında değiller ve hala imanlarının muazzam bir şekilde iki cihanda onların saadetini garanti edeceğinin arkasına sığınıp anam hacıydı, babam atam hacıydı diyip maalesef arkasına sığınıp maalesef gitmeye çalışıyorlar. Biz nasıl bu hale geliyoruz? Bizler sürekli sahabe anlatırken nasıl bu hale geliyoruz? Doktor biz sürekli sahabe anlatıyoruz ama sorumluluk almıyoruz sorumluluk! Bakın sizlerin içinde defalarca buraya gelmiş abilerim kardeşlerim var. Ne zaman Allah için bir sorumluluk almak için yelteneceksiniz?! Size de sorayım böyle hep uzaklardan konuşmayalım kendi içimize sorayım biz de gireceğiz o kabre. Nasıl imtihan olmayı bekliyorsunuz Osman? Güneş bugün tenimi fazla bronzlaştırmış, canım da biraz yandı ama Ya Rabbi senden geldi ya olsun razıyım. Boş boş konuşuyoruz ya böyle. Boş boş. Nasıl imtihan olmayı bekliyorsun? Sürekli sahabe konuşuyorsun, bir tane sorumluluğun altına girmiyorsun. Girsen bile ilk terk ettiğin ilk vazgeçtiğin Allah’ın yolu oluyor. Neden böyle oluyor, neden çeklerinden vazgeçmiyorsun, neden işlerinden vazgeçmiyorsun? Sıkıştığında neden sen Allah’ın yolunu bırakmayı tercih ediyorsun? Marketten aldığın süt yoğurt kadar bu kadar ucuz mu bu din? Neden elini ilk bunlardan çekiyorsun? Sorumluluk almayan adamın kendini nasıl kandıracağı da belli mi? Belli. İnternetten bir cümle alacak, o cümlenin altına da bir tane felsefeci adamın yapıştıracak. Günlerce böyle felsefi felsefi, entelektüel entelektüel konuşmalar yapacak ki kendisini İslam namına tatmin edebilsin. Bu asırda Aristotales, Descartes yaşasaydı asla iş bulamazdı, neden? Onlar bizim yanımızda felsefeci mi? Kim onlar kim yani değil mi? Bu asırda iş bulamaz. Biz internetten bulduğumuz bir cümleyi saatlerce konuşur dururuz. En üzücü olan da din adına konuşmalar. O noktada zaten efsaneyiz. Koskoca alimi allemeyi daha Kur’an’ı bir kez hatmetmemiş adam öyle efsane eleştirebiliyor ki. Şahane ya! Sorumluluk yok bir şey yok. İmtihan? İmtihan hiç yok, sen oturduğun yerden eleştir. Sen bu adamın böyle olduğunu nasıl anladın birader? Abi ben onun sarığını takış şeklinden bile anlarım. Şahane! MR cihazının son teknolojisi kafa var adamda. Bir alimi baktığı yerden anlatıyor. Az önceki olayıma geri döneyim. Hani dedim ya abi bizim sülalede çok mertebe var, hani suda yürüyor falan yarım saat boyunca konuşuyoruz dinliyoruz Osman ve konuşma şöyle sonlanıyor: Vallahi Mehmet abi sana son sahabe Hz. İsa’dan bir örnek vereyim. Ondan sonra hani liseli çocuk matematik testiyle saatlerce bakışır ya, öyle saatlerce birbirimize bakışıp kalıyoruz. Üzücü bir durum. Farkında olmaması ise kızılacak bir durum. Düştüğü durum üzülecek, farkında olmayıp hala ispat yapması kızılacak bir durum. Allah’tan hayatımda sürekli yeni sıkıntılar çıkıyor da bu eski sıkıntıların sürekli üstü örtülüyor hızlıca unutuyorum Allah’tan. Bizler sürekli sahabelerin hayatlarını konuşuyoruz ama onların yaşadığı sıkıntıların hiç birini yaşamadan nasıl oluyor da tercihlerimizi Allah için sunmadan kendi imanımızdan bu kadar emin olabiliyoruz, nasıl? Onların hangi yaptığı bize çarptı ve biz az önceki Caroline’nın yani Ecem kardeşin seçebildiği delikanlılığı babayiğitliği seçebildik? Filmin birinde şey diyor Kabadayı filmiydi “Hepiniz bir sürmeli etmezsiniz” diyor ya hani, kusura bakmayın nefislerimize konuşalım, kaç taneniz şu Ecem’in yaptığını yapar? Patronu sıkıştırdı diye namazı bırakıyor adam. Neden? Vakit varsa eğer, müsait vakit Müslümanı olduk. MÜSAİT VAKİT MÜSLÜMANI OLDUK. Vaktim varsa Allah için de köşede bir şeyler yapabilirim, ama masada sahabe konuşuyorduk ne oldu? Güzel güzel anlatıyordun. Ben çoğu zaman gecelerce sabahlarca Hayalhanem’de kalıyorum. Diğer arkadaşlar diyor ki neden bu kadar saat Hayalhanem’de vakit geçiriyorsun? Çünkü masada herkes sahabe. Kimin delikanlı olduğunu bir olay olmadan anlamanın imkanı yok. Biz konuşmayı çok seviyoruz. Biz müsait zaman Müslümanı olarak anlatmayı konuşmayı çok seviyoruz. Ama bir müsibet bize dokunduğunda Allah’ı seçebilecek miyiz Turgay abi? Dokunsun da bir görelim bakalım nasıl olacakmış. Efendimizin (a.s.m) Veda Hutbesinde 120 bin sahabe var, Veda Hutbesi’nde bu 120 bin sahabenin 5000 tanesinin mezarı Hicaz bölgesinde. Kalan diğer 115 bini nerde birader? Hicret etmişler. 20 bin kilometre Çin sınırına kadar dayanmışlar. Bizler bunca hakikatleri mesh etmişiz almışız, benim nasıl ihtiyacım varsa empati yaparaktan kıyas-ı nefsi ederekten başka insanların da ihtiyacı vardır diye oralara taşımışlar. Ve size çok ilginç bir şey söyleyeyim mi? Veda Hutbesinde 120 bin sahabenin kaç tanesi hafızdı biliyor musunuz? 500 Kaç tanesi fakih idi biliyor musunuz? 100-120 tanesi. Hz. Ömer hafız değildi biliyor musunuz? Sahabelerin bir çoğu şehadet öyle bir vakitte geliyor ki, Kur’an’ın tamamını görememişler bile. Mus’ab bin Umeyr (r.a) kaç tane ayetle Yezrib’i Medine’ye çeviriyor? 16-17 Bugün burada hafız kardeşlerimiz var. Belki bir çoğundan daha fazla malumat ve bilgimiz var. Neden onlarla aynı aksiyona giremiyoruz? Çünkü kalbimiz onların yanında pas tutmuş ,iki kuruş etmiyor maalesef o şekilde. Sahabeleri konuşuyoruz ama onların o manasını yaşayamıyoruz yaşatamıyoruz. Onların öyle bir ortak özelliği varmış ki, başlarına hangi imtihan gelirse gelsin kalp ritimleri hiç değişmemiş. Tercihlerini her zaman Allah’ın yolunda seçmişler, ve o tercihlerini imtihanlarının sonucu o iki seçenekli tercihlerini her sefer “Allah böyle mi diyor? Resulallah böyle mi buyuruyor? O zaman Lebbeyk Lebbeyk Lebbeyk diye hep Allah için olanı seçe seçe kalplerinde bir perde kalmamış. Sanki Allah bizzat onlara emir buyurur gibi hitap almışlar. Kalplerinin ritmi hep aynı atmış. Allah yolunda bir hakikat meselesi olduğunda tereddüt etmemişler Osman. Biz aylarca buraya girip çıkıyoruz daha sorumluluk ne almıyoruz. Bu ümmet proje ümmeti bunu anlamıyoruz. Yatak ümmeti gibi olmuşuz. Hevaperest, şehvetperest, haneperest, yatakperest.. Öyle ölünür mü usta, he? Bir sorumluluk almadan, o sorumluluk elindeyken acı duymadan imtihana girmeden, sen Allah’ı tercih etmeden ölünür gidilir mi be arkadaş? Sahabenin yaşadığı bir imtihan daha var Tebük seferi. Hicretin 9. Yılı yani Medine’nin 9. Yılında, haber geliyor Rum hükümdarı Heraklüs ordu toplamış 40 bin kişilik savaşacak. Allah Resul’ü (a.s.m) hemen haber veriyor Müslümanlara toplanın diyor. Müslümanlardan 30 bin sahabe toplanıyor. 30 bin sahabe. Kaç tane binek var biliyor musun Yücel abi? 10 bin tane binek var, kaç tane sahabe var? 30 bin. Kaç binek var? 10 bin. Tekrarlayın ya! Halil kaç sahabe? 30 bin. Kaç binek var? 10 bin. Kilometre kaç? 700 kilometre Osman. Biz bugün araba çalışmıyor diye sohbete gelmeye üşeniyoruz ya, ne sorumluluğundan bahsediyorsun ya? Enişten gelmeyince derse gelmeye üşeniyorsun, ne sorumluluğunu ya? 30 bin sahabe 10 bin binek. Daha ilginç bir şey anlatayım mı? Tam o dönem hurmaların hasat zamanı, sefere çıkıyoruz dediği dönem Allah Resul’ünün. 700 km Tebük’e sefere çıkılacağı dönem hurmaların hasat zamanı. O hurmaları topladıklarında ne kadar geçinecekler Cihat? Bir yıl boyunca. Yazın hasat edebilecekler bir yıl geçinebilecekler. Hanımları bu zahmetli işi yapabilir mi? Yapamaz. Hurma toplamak zahmetli bir iş, ancak erkekleri yapabilir. Ve gidip diyorlar; “Ya Resullallah, bize müsaade et sefere bir hafta sonra çıkalım.” “Hayır şimdi geleceksiniz diyor.” Ulan biz işimizi namaza feda edemiyoruz ya, çalışıyorum diye namaz kılamıyoruz. Müsait zaman Müslümanıyız biz ya. Hurmaları hasat etmeden geleceksiniz diyor. Neden? İmtihan tam da böyle bir şey çünkü Turgay abi. Öyle iki seçenek gelecek ki, nefsin için olanı mı Allah için olanı mı seçeceksin? Biz iş güç var diye Allah’ın yolunu terk ediyoruz ya. Ne bahaneler, ne bahaneler. Hasat zamanı geleceksiniz diyor. Bir hafta daha mühlet vermiyor. Biz çalışma uğruna, çalışmak ibadettir dedik. Bütün ibadetleri çalışma uğruna felc ettik terk ettik! Çok samimiyiz be! Çalışmak ibadettir diye, halk ediliş gayen yaratılış amacın olan Rabb’ini tanıma ve onun istediği şekilde amel etme kısımları el tersiyle itilir mi be?! Bu kadar gaflet olur bu ya? Hani böyle hastanede felçli bir adam yatar, hastane yanar böyle. Ordan hemşireler koşa koşa kendini kurtarmaya çalışırken bağırırlar adama. Ulan hastane yanıyor, kalksana kaçsana diye. Bu adam hastanenin yandığını biliyor di mi? Kaçması gerektiğini de biliyor di mi? Ama felçli hareket edemiyor, tam bu haldeyiz felçli tavuk gibiyiz. Biliyoruz, duyuyoruz, kabul ediyoruz, ikna oluyoruz ama amel edemiyoruz. Kalpte bu kadar put varken nasıl “La ilahe illallah” diyip amel edeceksin ya? Para putu, ev putu, rahat putu, yatak putu. Gece vakti hizmet var deyip bi adamı yataktan kaldırmaktan zahmet çekiyoruz biz artık ya! Sonra oturalım boş boş sahabe konuşalım. Münafıklar Tebük’e gelmemek için türlü türlü bahaneler uyduruyorlar. Türlü türlü böyle. Ve 80 tanesi Tebük’e gelmemek için bahaneler sunduğunda Allah Resul’ü kim hangi bahaneyi sunsa kabul ediyor. Eminim içlerinde ya bana mail bile gelmedi diyenler olmuştur, çünkü Süleyman şunu diyen olmuş: Aaa sefer mi vardı, hiç duymadım. Bunu diyen olmuş. Efendimiz (asm) savaş hazırlığı emreder, lakin sahabede bir isteksizlik hasıl olur. Neden? Hurmaların hasat zamanı, bir yıllık geçim derdi var ortada. Tam yaz mevsiminde herkesin aklında olan istek, bir hurma ağacının altına uzanayım onun gölgesinde serinleyeyim. Ceziret’ül Arab’ı düşün. Biz Mersin’in sıcağına dayanamıyoruz, Ceziret’ül Arab’ın sıcağına nasıl dayanacak insan. Hele bir düşün hele bir hayal et. Allah Resul’ü (asm) bu konuda dertlenirken bir ayet nazil oluyor. Tevbe Suresi. Tevbe Suresindeki birçok ayet Tebük seferine binaen inmiştir. Ayette şöyle diyor: “Ey iman edenler!” sen iman edenlerden misin kardeşim? İsim neydi? Ahmetciğim iman eden bir kardeş misin? O zaman ayeti üstüne alınacaksın. Sadece sahabeye inmiş gibi davranmayacaksın. Onlar bizi rol model alıyormuş gibi göstereceksin. Bu imtihan sana geldiğinde, nasıl davranacağını hareketlerini ortaya koyacaksın Ahmet. Olur mu? Bu ayet kime indi Ahmet? Sana indi Ahmet. İsim neydi? Metin. Bu ayet kime indi Metin? Evet, başta kime Metin?r. Başta sana Metin. Sen kullanamadıktan sonra diğer iman edenlerle de bir ilişkin kalmıyor Üstüne alınacaksın Metin. Ey iman eden Metin! Biz hep bu ayetleri masada, sahabelere inmiş gibi konuşuyoruz. Bizim rolümüz, sorumluluğumuz nerede burada? “Ey iman edenler! Size ne oluyor da Allah yolunda cihada çıkın denildiğinde bazılarınız ağırdan alarak bulunduğunuz yerden kıpırdamak istemiyorsunuz?” Olmuyor mu aynı şey Osman? O kadar sorumluluk var niye kıpırdamıyoruz yerimizden? Gerçekten ahirete böyle azıksız gitmeye yüreğiniz yetiyor mu ya? Sadece konuşup Allah’ın karşısına dikilmeye yüreğiniz yetiyor mu ya? “Yoksa siz ahireti bırakıp sadece dünya hayatına mı razı oldunuz?” hesap defterlerimizi ezbere biliyoruz, Kur’an’da nerde ne var bilmiyoruz. Allah Resulü’nün hayatını bilmiyoruz. Tabii ki biz dünyayı seçmişiz. “halbuki dünya hayatının geçici zevki ahiret saadeti yanında pek değersizdir.” Efendimiz (asm) ellerini açar her gün dua eder, “ Ya Rabb, senin yolunda senin uğrunda giden bu bir avuç insanı helak edersen, yeryüzünde sana ibadet eden kalmaz. Bizi affet, bize yardım et” diye. Sahabe bu niyazı bu duayı duyunca, hepsi canla başla yardıma koşarlar. Önce sefere hazırlık için ne lazımdır? Mallarını infak etmek lazımdır. Hepsi böyle bir telaşe tutuşurlar mallarını infak etmek için. Hz. Ömer gelir 4000 dirhem verir, Hz. Ebubekir gelir 4000 dirhem verir. Allah Resulü (asm) sorar: Ya Ebubekir, 4000 dirhem verdin sana ne kaldı? Hanımına çocuğuna ne bıraktın? Ya Resulallah, ben hanımıma ve çocuğuma Allah’ı ve Resulünü bıraktım. Hiç böyle bir tevekkülle evden çıkabildin mi usta? İsim neydi? Beşir, merhaba Beşir. Böyle bir tevekkülle evden çıkabildin mi? Gideyim de Allah yolunda şu kenar mahallelere kurban dağıtayım on gün boyunca, Allah’ı ve Resulü’nü eve bırakayım o tevekkülle gideyim diye. Şimdiye kadar etti mi Beşir? Çıkınca ölürsen sıkıntı çıkar biliyor musun Beşir? O çok sıkıntı işte. İyi anlayalım Beşir baba. Bizzat üstüne alın Beşir baba, bu kadar yapılacak iş ulaşılacak adam varken sorumluluk almıyoruz. Üç kuruş etmez patronun her dediğini yapıyoruz, delikanlılık mı bu? Bir düşünelim Beşir baba, kabirde işimize yarasın. Hz. Ebubekir bu cevabı verir, koşar Abdulrahman b. Afv gelir 8000 dirhem verir. Hz. Osman gelir 300 deve, 100 at, 8000’de altın dirhem bırakır gider. Varlığı olmayan sahabeler ne yapmış peki? Tamam onlar verdi biz geri çekilelim demişler mi? Hani böyle oluyor ya abi, hani burda 5-10 kişi koşturuyor da diğerleri de çekiliyor ya bize gerek yok diye. Öyle yapmamışlar. Utana sıkıla da olsa, gece gündüz infak etmek için, ne demek infak etmek? Vermek, çıkarmak demek değil mi infak? Elden çıkarmak, vermek. İnfak etmek için canla başla yarışmışlar. Sahabenin bir tanesi koşmuş sarığını infak etmiş. Sarığını, abi görüyor musun? Yani bende de hiçbir şey yok aman evde rahatıma bakayım dememiş sarığını infak etmiş. Ebu Kays gitmiş sabaha kadar su çekmiş. Ulbe bin Zeyd elinde üç kuruş belki bugünün parasıyla üç beş liralık bir mal varlığı varmış ve bakıp sürekli utanmış. Ben bunu Resulallah’a (a.s.m) nasıl vereceğim İnsanlar o kadar şeylerini infak ederken ben bunu nasıl vereceğim Resulallah’a (a.s.m) diye diye utana sıkıla gitmiş: “Vallahi Resulallah elimde bu var bunları al Tebük için azık olsun demiş. Ertesi sabah Resulallah (a.s.m) yanına çağırmış: Sen sadakası kabul olunanlardansın demiş. Biz bugün malımızı zaten infak etmiyoruz. Zekata uysak fakirlik kalmayacak onu geç. Vaktimizi infak etmiyoruz, rahat yatağımızı infak etmiyoruz, döşeğimizi infak etmiyoruz, O’nun için bir şeyler okumak için gözlerimizi infak etmiyoruz. Nasıl yetişeceğiz bu sahabelere? Size çok ilginç bir şey anlatayım. Ulema infakla nifak kökünü birbirine zıt saymış. Nifak ne demek? Ayrılık, iki yüzlülük di mi? Peki nifakla ilgili bir kelime geliyor mu aklınıza? Münafık. Aynı kökten di mi nifakla? Ulema diyor ki; kim ki canını, malını, gözünü, rahatını, uykusunu Allah için infak ederse, nifak ondan o kadar uzaklaşır. Zıttını düşünelim Bir adam hiçbir şeyini infak etmezse nifak, yani münafıkla aynı kökten gelen nifak, yani iki yüzlülük ve riya demek olan nifak, onun kalbine o kadar fazla yerleşir diyor. Bizim için önemli değil tabii, bunları ders bittikten sonra unutalım tamam mı? Ders bitince kapatacağız bunları. Yine gülelim yine eğlenelim. Yani ben vaktimi Allah için infak etmezsem ben de nifak olur mu? Sakın böyle bir şey düşünmeyelim. Biz üniversite testleri düşünelim. Biz ailemizin bize biçtiği 30 yıllık dünya gömleğini giymeyi becerelim. Evde sürekli sütün daha kalitelisi için mücadele edelim, ahiret azığı bizler gibi kurtulmuş adamlara lazım değil. Sakın yanlış anlamayın abiler. Varlıklı sahabeler ne kadar fazla infak etse de 30 bin adam Tebük’te hiçbirisine yetmemiş ve Asr-ı Saadet’te ağlayanlar diye 7 kişi Allah Resulü’nün yanına gelmiş: Ya Resulallah, vallahi biz cihada gitmek istiyoruz ancak elimizde avucumuzda hiçbir şey yok bize binek ver biz cihada gidelim demişler. Allah Resulü (asm) üzülerek ağlayarak duygulanarak “Vallahi o binek bende de yok” diyerek onları mecburen göndermiş üzüle üzüle. Ve o esnada yine Tevbe Suresi’nden bir ayet daha gelmiş: “Cihada çıkabilmek adına binek için sana geldiklerinde size verecek bir binek bulamıyorum dediğinde gözleri yaşla dolu geri dönenlere bir sorumluluk yoktur.” Siz hiç soru sordunuz mu? İsim neydi? Mahsum, hoş gelmişsin. Diyarbakırlı mısın? Mardin. Mersinde mi yaşıyorsun? Kaçıncı gelişin buraya? İlk. Eyvallah. İstanbul’a? İki kere de oraya gittin, toplam üç etti. Hani böyle bir tabir vardır ya Allah’ın hakkı üçtür diye, üç olmuş. Sordun mu hiç yapılacak bir sorumluluk var mı diye? Sordun mu? Ne dediler cevap? Buraya niye sormadın? Ayette ne diyor? “Onlar kararlarını meşveretle alırlar.” diyor. Sana söyleyeyim mi? Önce deliler gibi buraya gelip okuma yapman lazım. Namazlarda jilet gibi olmak lazım. Devamını da inşallah bir gün sorarsan Mahzun, bu dersin hakikatini anlarsan devamını da konuşabiliriz. Durumu olmayanlar bile ümidi ve mücadeleyi hiç bırakmamışlar. Gelip sürekli yapılabilecek bir şey var mı diye sürekli sormuşlar. Bizler varlık içerisinde Rabbini bulamayanlar, yokluk içerisinde Allah’la bu kadar imtihanlarla yaklaşabilenleri anlayamazlar. Anca böyle hikaye gibi dinleriz. Böyle dersi hikaye gibi dinleriz. O dönemin baş münafığı Abdullah bin Ubey ibni Selül, yine yerinde durmamış, münafıklığını yapacak. Etrafa başlamış korku salmaya. Haşa Muhammed Roma’yı ne zannediyor? Heraklius onu esir alacak, onunla dalga geçecek, onunla alay edecek diye içeriye korku salıp durmuş. Şimdi de var mı bu korkular? Allah için bir mücadeleye girdiğinde etraf bu korkuları veriyor mu? Olur mu canım, olmaz ya, altından bu çıkar üstünden bu çıkar. Veriyorlar mı aynı korkuları? Meşrebi kimin meşrebi bunların? İbn Selül’ün meşrebi. Yapamazsın, edemezsin, İslam için yürüyemezsin diyenlerin bak bakalım meşrebi kime benziyor? 80 kişi özürsüz bir şekilde sefere katılmayı reddediyor, yani bahane sunuyorlar, Allah Resulü (asm) de ne sunsalar kabul ettim diyor. Bir tanesi Osman nasıl bir bahane sunmuş biliyor musun? Hazır mısın Osman bahaneyi dinlemeye? Çünkü bizler bahanelere imanda çok iyiyiz. Bahanelere imanda çok iyiyiz, ne için çalışıyorsak yaradılış gayemiz o bizim. İş ön plandaysa o bizim yaradılış gayemiz, o yüzden bahanelere imanımız iyi olduğundan bu ders bizim için önemli. Ne diyor biliyor musun abi bir tanesi gelip? “Ya Resulallah beni Tebük’e cihada götürme. Ben Rum kızlarını görürsem fitneye düşerim.” diyor. Lokum gibi bahane, koy cebe ilerde lazım olur. Hakkı tutup halkın arasına karışacağımız zaman bu bahane lazım olur. Yapamam Rum kızlarını görürsem fitneye düşerim diye. Sonra ayet ne diyor biliyor musun hocam, yine Tevbe Sure’si: “Bana izin ver beni fitneye düşürme diyordu. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir.” Kim hangi bahaneden dolayı ortaya bir sebep sunuyorsa o bahanenin fitnesine düşmüş demektir zaten. “Şüphesiz cehennem kafirleri kuşatıcıdır.” diye ayet devam ediyor. Nasıl bahane Osman? Perfecto. Bir ayet daha iniyor, yine Tevbe suresi “Cihaddan geri kalanlar Allah’ın Resulü’ne muhalefet ederek oturup kalkmalarına sevindiler. Allah yolunda canları ve mallarıyla cihad etmeyi hoş görmediler. Bu sıcakta savaşa çıkmayın dediler. De ki, cehennem ateşi daha sıcaktır. Yaptıklarının cezası olarak artık az gülsün çok ağlasınlar.” Yani şimdi, Allah sana yapılabilecek bir kapı açmışsa, sen de bahaneyle bu kapıyı elinin tersiyle itmişsen bu ayet seni cehennemle mi ikaz etmeli? Evet. Zamanında yapılması gerekenlerin yapılmayınca çok büyük günahlardan daha çok kalbe zarar verdiğine şu kardeşiniz çok şahit oldu. Ve her seferinde dedim ki “Vallahi Ya Rabb bu kapıları açan senmişsin, çünkü bu kapıları sen açtığında insanlar elinin tersiyle ittiğinde bu kadar sinirlenemezdi normal bir şey.” Doğru mu? Mevsimi geldiğinde baharda meyveyi vereceksin Osman. Sonbaharda Allah o meyveni elinde de kurutabilir. Bir de Tebük seferinden, bu 80 kişiyi anlattık ya abi, bir de üç tane sahabe var. Ben bunların bir tanesini anlatacağım. Bir tanesi Ka’b bin Malik. Duymuş muydun abi Ka’b bin Malik’i? Tebük seferinde 80 kişi özür beyan ediyor ve Allah Resulü (asm) “Tamam, sizi Allah’a havale ettim.” diyor ya üç tane sahabe çok pişman oluyor. Ben bu üç kişiden bugün Metin, Ka’b bin Malik’i anlatacağım sana, dinliyor musun beni? Ka’b bin Malik diye bir sahabe var, hurmaların hasatı gelsin biraz daha şu ağacın kavuğunda gölgeleneyim diye oyalanıyor. Bütün ordu sefere çıkıyor, aradan bir iki gün geçiyor zaten peşlerine yetişirim diye yine oyalanmaya devam ediyor. Oyalanmaya devam ediyor. En sonunda bir bakıyor ordu gitmiş kendisi geride kalmış. Henüz Efendimiz (a.s.m) mescid-i saadetlerindeyken özür beyan etmeye geliyorlar. Ka’b bin Malik de geliyor. 80 sahabe o esnada hangi özrü beyan etse Allah Resulü diyor ki “Tamam, senin işini Allah’a havale ettim.” diyor. Ka’b bin Malik sıraya geliyor. Bakıyor ki Allah Resulü kim ne söylese kabul ediyor ve işi Allah’a havale ediyor. “Ya Resulallah,” diyor “Senin yerinde karşımda kim otursaydı ben onu ikna edebilirdim. Ama ben bugün burada seni ikna etsem sen de kabul etsen, yarın Allah mahşerde sana hakikati gösterdiğinde bana orada kızacaksın. Madem bana mahşerde kızacaksın, sen bana burada kız ama Allah beni affetsin.” diyor. (Efektli bir şekilde) “Ama Allah beni affetsin.” diyor “Vallahi Resulallah hiçbir zaman şimdiki kadar güçlü ve imkanlı bir şekilde hayat yaşamamıştım. Ben bu seferi ihmal ettiğimden kaçırdım, hiçbir bahanem yoktur.” diyor. Allah Resulü de diyor ki Ka’b bin Malik’e ve diğer iki arkadaşına “Gidin, size hüküm gelene kadar gidin ve Medine’de hiç kimse size selam bile vermeyecek. Yasak.” diyor. Osman cezayı anladın mı? Allah Resulünün terbiye metodolojisini anladın mı? Kendinden uzaklaştırarak bir sahabeyi terbiye ediyor. Ka’b bin Malik 50 gün sürecek süreçte gidiyor, sahabeler selam veriyor mu ona? Hiçbir sahabe selam vermiyor. Ka’b bin Malik biraz genç olduğundan dolayı zaman zaman mescide iniyor, sahabelerle birlikte oturup kalkıyor. Namazdan sonra onlara selam veriyor ve uzaktan şöyle Resulallah’ı izliyor acaba dudakları kıpırdayıp o da bana selam verecek mi diye? İsim neydi? Burak. Bir hayal etsene. Dünyada en sevdiğin insan seni kendisiyle cezalandırıyor. Ve daha güzelini söyleyeyim mi? Ka’b bin Malik hiç ümidini kesmiyor. Neden biliyor musun? Hani Kur’an’a iman etmiş ya biliyor ki ancak kafirler Allah’tan ümit keser. Ya… Devam ediyor, Ebu Katade diye bir amcaoğlu var. Bir gün amcaoğlunun bahçesine atlıyor Ka’b bin Malik. Çok özlüyor çünkü acaba o benimle konuşur, o bana selam verir mi diye. Ebu Katade’nin bahçesine atladığında selam veriyor ona, tebessüm ediyor. Ebu Katade yine onunla konuşmuyor ve sonrasında naklediyor. “Ka’b bin Malik’in sesini duydum az kalsın dönüp ona bakacaktım. Ve ona baksaydım eğer dayanamazdım. Onu çok severim onu çok özlerim ama eğer dayanamasaydım, onunla konuşsaydım, Allah Resulünün sözünü yere düşürürdüm sadakatimi kaybederdim.” diyor. Yine de doğru olanı tercih ediyor. Ömrünüzde üst üste bu kadar doğru adımı atma doğru imtihanda doğru tercihi seçmeyi yaşadınız mı hiç? Devam ediyor, Gassan hükümdarı var Cebele bin Eyhem diye bir adam. Tabii Ka’b bin Malik büyük bir şair olduğundan zamanında, Gassam hükümdarı tanıyor onu. Bir mektup gönderiyor Ka’b bin Malik’e. Bak bu kadar imtihan yaşamış bir adama bir mektup geliyor. Mektupta ne yazıyor biliyor musun abi? “Ey Ka’b bin Malik, duydum ki sahibin sana zulmediyormuş. Sen bizim diyara gel. Gassan’a gel, buraya gel. Senin gibi bir şaire layığınca hizmet edeyim.” Nasıl imtihan? Tam da Allah Resulü’nün kendisiyle ve herkesle konuşmayı yasakladığı bir evrede karşısına çıkan imtihana bak. Ne yapıyor biliyor musun? Şöyle mektubu eline alıyor, şöyle. “İmtihan herhalde.” diyor. Dönüp kalbi teveccüh bile etmiyor. Biz patron bir şey der, biri ispiyonlar şöyle olur böyle olur işimizden oluruz diye, aman memuriyetim, esnaflığım elimden gider diye sohbet dinlemekten aciz bir hale gelmişken koca hükümdarın mektubunu paçavra gibi ortaya atmış. İmtihanda nasıl bir adım atmış Engin abi? Yine Allah tarafını seçmiş. Biz olsak ne yapardık Engin abi, koy kendini yerine. Koy ki ders işimize yarasın Engin abi. Çilenin 40. Günü, Allah Resulü (a.s.m) bu kadar imtihan yaşamış bu adama bir haber daha gönderiyor. Bahri abi bir haber daha gidiyor biliyor musun Ka’b bin Malik’e? Ne diyor biliyor musun? “Haber verin, hanımı da evi terk etsin.” Anladın mı? Evli misin? Haber geliyor, hanımı da evi terk etsin. Çok acayip değil mi? Ka’b bin Malik ikiletmeden hanımını babasının yanına gönderiyor. Çileli ve ızdıraplı bir şekilde bekliyor ama sadakatinden asla ödün vermiyor. İşin sonunda 50 gün sonra ayet nazil oluyor. Yine Tevbe suresinde Ahmet, ne diyor biliyor musun ayette: “Geri bırakılan üç kişiyi de Allah bağışladı. Çünkü o derece bunalmışlardı ki yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıkmıştı. Ve Allah’tan kurtuluşun ancak Allah’a sığınmakta olduğunu anlamışlardı.” Sabah Zübeyr bin Avvam gelir bu müjdeyi verir, Ka’b bin Malik sevincinden üstünü çıkarır ona hediye eder. Koşar Medine’de bütün sahabeyi kucaklar. Ka’b bin Malik olayı tamam, Tebük’e devam edeyim. Tebük seferinde 700 kilometre yol yapıldıktan sonra sahabeyle birlikte Heraklius’un kalbine korku düşer. Yani münafık İbn Selül’ün dediğinin tam tersi olur ve cihad olmadan korkup geriye dönerler. Ama Tebük’ten önce bir vaka yaşanır, bu vakanın adına Mescid-i Dırar deniyor. Duymuş muydun? Mescid-i Dırar. Medine’de münafıklar toplanacak rahat bir yer bulamazlar. Derler ki, biz bu toplantılarımızı nasıl yapacağız? Kendimize bir mescid inşa edelim derler. Ve Allah Resulüne derler ki, “Ya Resulallah, biz Medine’deki mescide yaşlılarımız ve ihtiyarlarımız gelemiyor zorlanıyorlar. O yüzden bu mescidi yaptık ki onlar cemaat namazını da kaçırmasın diye.” derler. Bir de kılıfına da uydururlar. Ve derler ki, “Ya Resulallah, lütfen bir gün gelip bizim mescitte bir namaz kıldırır mısın?” Neden namaz kıldıracaklar? Allah Resulü orada namaz kıldırırsa devlet başkanı, mescidin resmiyeti tanınmış olacak. Allah Resulü Tebük seferine gidiyor, Tebük seferinden dönerken yine Tevbe Suresinden bir ayet nazil oluyor. Ayette diyor ki, “Ey Nebi! Bu mescitte sakın namaza durma.” ila ahir. Ayet devam ediyor. Ve Allah Resulü döndüğünde bu mescidi yıktırıyor. Bu mescide Mescid-i Dırar deniyor Yücel abi. Peki burdan almamız gereken ders ne? Her şey göründüğü gibi değil demek Sabri abiciğim. Çok isterdim ama her sakallıya güzel diyemem. Çok isterdim ama her sarıklıya güzel diyemem. Çok isterdim ama uzaktan sureti güzel olan her şeyin siretini bilmeden ona da güzel diyemem. Ve çok ilginç bir durum, Allah Resulü (a.s.m) İbn Selül gibi bir münafığı Tebük hariç bütün seferlerde yanında götürüyor başkalarına da zararı olmasın diye. Bu kadar basiretli ve bu kadar bir çile insanı. Tebük seferi bir zorluk seferidir ve farkındaysanız ufak tefek zorlukları gören maalesef bütün münafıklar bu seferlerde dökülür. Bizler neden imtihan olmak zorundayız anlıyor musun? Allah azze ve celle hamlarla hasları ayıklamak için, altın mı bakır mı vurup ayıklamak için, elmas mı kömür mü ayıklamak için, onlar o zaman ne yaşadıysa farklı isim farklı şekillerde bize de o Tebük’ü yaşatacak. Kimi zaman evimizin içinde yaşatacak, kimi zaman işyerimizde ciğeri üç kuruş etmez bir adama tamah ederken Allah’a layık olamadığımız cihette yaşatacak. Kimi zaman uykudan yaşatacak, bu saatte yataktan kim kalkacak şimdi diye. Ama mutlaka bu imtihanlarla O’nu mu seçeceksin yoksa dünyayı seçip keyfe ma yeşa devam mı edeceksin bunu sana gösterecek. Tebük seferi bahanelerle bahanesi olmayanların ayrıldığı bir imtihanın adı. Kumaşımızın kalitesi nedir, bunları bize turnusol kağıdı gibi göstermenin adı. Bizler böyle imtihanlar karşısında daha sorumluluk almamışken nasıl imtihan olabiliriz? Ben soruyorum size. Gerçekten bu kadar boş mu yaratıldık? Tek derdimiz bir akademik kariyer midir? Tek derdimiz bizi ailemizin şöyle bir ilerden alkışlaması, benim evladım da ne kıymetli ne kaliteli bir evlatmış demesi mi, yoksa bunların rızasının ve tebessümünün hepsi kabirde geçicidir benim için Allah’ın razı olması yeterlidir demek mi? Bizler sorumluluktan kaçıyoruz. Şurada bir adamın üstüne biraz okusana kardeşim diye gittiğimizde, dünyada yapmadığı korkaklığı ve çekingenliği burada yapıyor. Şu derslere gelsene dediğimizde, bir sorumluluk vermeye çalıştığımızda, sizler bunları elinizin tersiyle ittiğinizde kime benziyorsunuz farkında mısınız? İnadına ne demeniz lazım, farkında mısınız? Akif gibi, “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol. Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol. Ne güzel demiş değil mi? Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol. Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol. Bizler şehirleri ve dünyada birçok ülkeyi geziyoruz. Bu hakikatleri gönül dünyasında duymaya muhtaç çok fazla insan varken bu uykular inanın bizlere haram Bahri abi. Allah, onlara denk geldiğinizde yardım edin diyor, biz de onları gördüğümüzde Allah size yardım etsin diyoruz. Allah bize yap diyor, biz de onları gördüğümüzde hayır Allah’ım sen yap diyoruz, haşa ortak gibi! Bu nasıl bir çelişki? O bize yardım et diyor, biz onları gördüğümüzde de Allah sana yardım etsin diyoruz. Sorumluluk almak istemiyor musun? Dünyada rahat yatak, rahat döşek mi tercih etmek istiyorsun? Kabul. Şeytanın seni kandırmayı başarabildiği zamanlarda dünyadan istediğin lezzeti alabilirsin. Ta ki Allah belanı verinceye kadar! Sübhaneke la ilmelena illa ma allemtena inneke entel alimul hakîm. Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn el-Fatiha.
Tags: 2 seçenekli tercihAbdullah bin Ubey ibni SelülAllah a yaklaşmakAristoateistçalışmak ibadettir kılıfıCarolineCebele bin Eyhemcihattan geri kalanlarEcemhayalhanemHeraklüsibretlikimtihaninfakKa’b bin MalikkomikMarifetullahMehmet YıldızMescid-i DırârmünafıkMusab bin Umeyrnamaznamaz kılmaknifakOsmanpatrona imanputputlarRezzakriyaTebük Seferitefekkürvicdan azabızulüm
Tebliğ et!