“Günahlarımdan bir türlü vazgeçemedim. Ağabey bazı gizli günahlarım var. Ne yaptıysam olmadı. Öyle ibadetler ediyorum. Takvamı zinde tutmaya çalışıyorum ama bir anda oluyor, kendimi günahın içinde buluyorum. Nasıl olacak, nasıl kurtaracağım kendimi? Ne olur artık bana tutunacak bir dal gösterin. Tövbe ediyorum bir daha günaha giriyorum. Artık Allah’ın karşısına çıkacak bir yüzüm kalmadı. Nasıl olacak? Kaç kere tövbe edeceğim? Kaç kere Allah’ım bir daha yapmayacağım diyebilirim ki? Ben yine yapıyorum. Yine yapıyorum. Defalarca yaptım. Bir daha nasıl çıkacağım Allah’ın huzuruna?” diyen kardeşlerimiz oluyor. Defalarca bu günahlara girdim ama vazgeçemiyorum. Kardeşim hiç merak etme. Bunun bir çözümü var ve bir cevabı var ve bununla alakalı ben size 2 kural, bir tane de olaydan bahsedeceğim. Bu 2 kural ve bu olayı hayatımıza geçirebilirsek, emin olun bu haletten bu vaziyetten kurtulacağız ve o günahlarımızdan da inşâAllah sıyrılacağız diyelim ve başlayalım. Bununla alakalı çok böyle müthiş 2 tane tespitimiz var. Onları sizinle paylaşacağım ve bir tane de olaydan bahsedeceğim. 2 kural, bir tane de olay ama ondan önce şundan bahsedeyim. Bediüzzaman Hazretlerinin böyle derslerine gelip giden, hatta 100 defa belki dersini dinleyen, oturan, kalben tasdik edip, dersleri anlayan böyle heyecanla, aşkla, şevkle giden gelen birisi var ve bu adam gün geliyor, zaman geçiyor bir gün öyle bir hata ediyor ki şeytanın o kadar basit, o kadar küçük bir hilesine aldanıyor ki bir anda kendini bambaşka bir halette, bambaşka bir vaziyette buluyor. E şimdi bakıyorsun bu adam defalarca derslere geldi. Defalarca sohbet dinlendi. İşte ibadetlerini, takvasını en güzel şekilde ilerletiyor. Yürütüyor, yürütüyor, yürütüyor… Birdenbire küçücük, şeytanın küçük bir hilesiyle tepetaklak oluyor. Bam diye aşağılara düşüyor. Bediüzzaman Hazretleri şu sözü söylüyor: Şeytanın küçük bir hilesine aldandı. Nasıl bir düşüş, nasıl bir vaziyet olduğunu daha sonrasında Bediüzzaman Hazretleri anlıyor. İçinizde de ”Ben bu hali yaşadım. İbadetler on numara giderken, takvam on numara giderken veyahut ağabey tövbe ettiğim olaya… Gözyaşlarına boğuldum ya ben ona tövbe ederken. Aradan 3 gün, 4 gün, 5 gün geçmedi. Ben yine o günahın içinde buldum kendimi. O zaman ben samimiyetsiz miyim? Acaba ben imanımı mı kaybettim de defalarca aynı günaha giriyorum demeye başladım kendi kendime. Aynen senin anlattığın olaydaki gibi hissediyorum kendimi ağabey. 100 defa belki 1000 defa dersleri, hakikatleri dinlememe rağmen, Cenab-ı Allah’ın anbean hazır ve nazır olduğunu kabul edip, iman etmeme ve emir ve yasaklarına harfiyen detaylı bir şekilde bilmeme rağmen, bile bile gittim o günaha girdim. Nasıl oldu? Ben de anlamadım ağabey.” diyen kardeşlerimiz şu an bu hikayede kendisini bulmuş olabilir. Bediüzzaman Hazretleri zaman geçti ve bu meseleyi şöyle anladım diye izah ediyor. Diyor ki: Bak ne? Cevap bu. Nasıl oluyor da ben bir anda günahın içinde buluyorum kendimi ben ağabey? Cevap şu: ”Şeytan, cüz’î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar.” Çok ağır günahların içinde bir anda bıraktırabilir. Ne demek bu? Yani bir işi yaptırmamakla uğraşıyor. Bu yüzden şeytan bir anda bizi kandırabiliyor. Çünkü şeytanın yaptırmaya çalıştığı şey çok kolay, fakat bizim yapmaya çalıştığımız iş, Cenab-ı Allah’ın bize emrettiği vazifeler, ibadetler, takva gerçekten zor olabiliyor. Nefsimize çok ağır gelebiliyor bazen. İşte yatsı namazının sünnetini kılmak bazen bize çok zor gelebiliyor fakat yapmamak çok kolay. Şeytanın yaptırmaya çalıştığı iş kolay olduğu için, aldanmak da çok hızlı ve çok kolay olabiliyor. Mesela bir bina düşün. Binaya bir tuğla koydun. Bir tuğla daha, bir tuğla daha, bir tuğla daha… Binlerce tuğla koyup binayı yapıyorsun fakat o binayı yıkmak dibine bir tane dinamit koyarsın, bir dakikada patlatırsın, yıkarsın. Bir dakikalık yıkma işleminin karşılığında, binlerce dakika yapma işlemi var. Aynen öyle de şeytan yıkmakla meşgul, biz yapmakla meşgulüz. Bu sebeple şeytan bir anda seni aldatıp, bir anda o vaziyetin içinde bulundurabiliyor. Peki bu gerçekten çok dehşetli bir düşüş mü? ”Eyvah ben bittim. Ben perişan oldum. Ben Rabbim’in huzuruna nasıl çıkarım? Ben zaten… Bak daha 3 gün önce, 5 gün önce o kadar yalvardım, yakardım. Gözyaşı döktüm. 3 gün geçti 5 gün geçti tak bir anda o günahın içine tekrar girdim. Benden adam olmaz. Benden adam olmaz. Ben bu saatten sonra iflah olmam. Yok ağabey ben bu günahları bırakamayacağım. Bu sefer şeytan seni ümitsizliğe sürüklüyor. Halbuki şeytanın sana yaptırdığı şey çok kolaydı, bir binayı yıkmak gibi ve bu olaydan sonra şeytan sana bunu şöyle gösteriyor. Senin takva ve maneviyat kalenin, takva ve maneviyat binanın tamamen çöktüğünü ve bittiğini ve sıfırlandığını hissettirmeye çalışıyor ki ümitsizliğe düşesin diye fakat biz ne yapacağız? Ümitsizliğe düşmeyeceğiz. Devam edeceğiz, devam edeceğiz çünkü niye? Çünkü bizim takva ve maneviyat binamız yıkılmadı. Bir günahla yıkılacak bir bina değil o ve aynı zamanda girdiğimiz bu günahlar, bu hatalar, işlediğimiz yanlışlar imansızlıktan veyahut imanın zayıflığından gelmiyor. Ne demek bu? Yine 13. Lem’a da şöyle bir cümle kullanıyor: Akıl sana diyor ki: Bak bu günahları işleme. Bu günahlarının neticesinde cehennemde bir azap var. Kalp sana diyor ki: Bak bu günahları işleme. Rabbin razı değil bu günahları işlemenden. Akıl ve kalp seni bu günahtan men ediyor fakat hisler ön plana çıktığı vakit aklı ve kalbi dinlemiyor. Böylelikle ne oluyor? Hissiyat ön plana çıktığı zaman akıl ve kalp mağlup oluyorlar ve sen hislerinle o günahlara giriyorsun. Hissiyat, mesela kuvve-i gadabiye ve kuvve-i şeheviyye. Nedir bunlar? Kuvve-i Gadabiye. Mesela öfke. Adam öfkesine yeniliyor. Bir anlık bir öfkeyle adam gidip katil oluyor. Adam öldürüyor ama halbuki şunu normalde düşünse, aklıyla hareket etse ”Ya ben niye adam öldürüp 30-40 yıl hapis yatayım.” diyecek. Vazgeçecek. Fakat hisler, kuvve-i gadabiyye ön plana çıktığı için bir anda o işi yapıyor ve ”Bir anda yaptım. Nasıl oldu anlamadım.” diyor. ”Normalde olsa ben böyle bir şeyi zaten yapmam.” diyor. Kuvve-i şeheviye yani şehvet hissiyatı. Bir anda galip geliyor ve aklın muhakemesini dinlemiyor. Normalde dünya hapsinden korkup, kanuna aykırı hiçbir iş yapmayan sen, Allah’ın kanunlarına aykırı iş yapabiliyorsun. Acaba Allah’tan mı korkmuyorsun? Acaba imanını mı kaybettin? Acaba imanın zayıfladı da haberin mi yok? Farkında değilsin, yavaş yavaş imanın tükenmeye mi başlıyor? Hayır, aklın ve kalbin önüne geçmiş. Sebebi bu çünkü imanın mekanı, konağı kalp olduğu için senin harekatın da oradan çıkmıyor. Sen şunu demiyorsun: ”Kardeşim ne olursa ben bu günaha girerim. Umurumda değil.” Bunu demiyorsun zaten. ”Ağabey bir anda içinde buldum kendimi bu günahın.” İşte hissiyat devreye girmiş. Hissiyat aklın ve kalbin önüne geçmiş, sen de bu günahın içinde kendini bulmuşsun. Ne yapacaksın? Hemen tövbe edeceksin. Cenab-ı Allah bir sûre hariç bütün sûrelerin başında ”Bismillahirrahmanirrahim” dedirtiyor. Doğru mu? Neden? Çünkü daimi olarak bize hatırlatıyor. Siz hislerinize mağlup olursunuz. Aklınız ve kalbiniz ”Rabbim var ve ben Rabbim’in emir ve yasaklarına uymak istiyorum. Ben Rabbim’in razı olduğu bir kul olmak istiyorum.” dese de, hisleriniz galip gelir ve günaha girersiniz diyor. Siz günaha girersiniz. Biz insanız. Böyle yaratıldık. Nefsimize bir anda aldanabiliriz. Şeytana bir anda aldanabiliriz çünkü şeytan çok kolay bir iş yapıyor. Yıkmakla mükellef. Yıkmak kolaydır, yapmak zordur. Sen yapmaya çalışıyorsun. Yapamadığın zaman ümitsizliğe düşme. Cenab-ı Allah her sûrenin başında, bir sûre hariç her sûrenin başında ”Bismillahirrahmanirrahim” dedirtiyor bizlere. Her işimize başlamadan önce Bismillahirrahmanirrahim dedirtiyor. Neden ağabey? Neden durmadan besmele çekiyoruz? Neden Cenab-ı Allah her yere besmeleyi koymuş? Çünkü Cenab-ı Allah bize hatırlatmak istiyor. ”Ben Rahim’im. Rahman olan benim. Merhametliyim. Bağışlarım. Yeter ki tövbe edin.” Cenab-ı Allah bizden devamlı olarak tövbe etmemizi istiyor. İşte sebebi bu. Ne yapacağız o zaman? Tövbe etmekten vazgeçmeyeceğiz. Devamlı olarak tövbe etmeye devam edeceğiz. Günaha girdik bitmedi. Senin manevi binan bütün bütün yıkılmadı. Sen devam edeceksin inşa etmeye. Şimdi ağabey bir gün Hüsrev Altınbaşak bir hapse atılıyor. Afyon hapishanesinde 6 tane koğuş var o zamanlar. 6 tane koğuştan en şiddetlisi, en canilerin, en azılı katillerin olduğu koğuşa Hüsrev Altınbaşak’ı koyuyorlar ki orada bir arbede çıksın. Arada onu da öldürsünler veyahut arada onu da yaralasınlar, ona da zarar versinler diye. Hüsrev Altınbaşak koğuşa giriyor ilk girdiği gün. Selam veriyor. Hiç kimse selamını almıyor. Gidiyor. Bir tane taşın köşesine oturuyor kardeşim. Orada ibadetlerini yapıyor. Birinci gün geçiyor. Bir yatak falan vermiyorlar. İkinci gün geçiyor. Üçüncü gün geçiyor. Üçüncü günün sonunda koğuşun ağası Hüsrev ağabeyin yanına geliyor. Böyle heybetli, iri yarı bir adammış. ”Hoca Allah beni affeder mi?” diyor. ”Ben 15 kişiyi öldürdüm. İşlemediğim suç kalmadı. Türlü türlü suçlar işledim. Birçok suçtan dolayı şu anda ceza aldım. Allah beni affeder mi?” diyor. Hüsrev ağabey naif bir şekilde ”Gel buyur kardeşim otur.” diyor. ”Sen nerelisin?” diyor. Adam oturuyor. Koğuşun ağası yani. Sağlam adam böyle cüsseli. Oturuyor Hüsrev ağabeyin yanına. ”Ben Karadenizliyim.” diyor. ”Kardeşim Karadeniz’in suyundan, denizinden ben şöyle bir avuç alsam Karadeniz’in suyu eksilir mi?” diyor. ”Yok nasıl eksilsin? Koca Karadeniz. İstediğin kadar al.” diyor. ”Aynen öyle de kardeşim Cenab-ı Allah’ın merhamet okyanusu, bağışlama okyanusu sonsuzdur. Senin günahlarını bağışlamış. Onun merhametinden bir şey eksilir mi? Eksilmez. Allah seni de bağışlar. Seni bağışlamasıyla O’nun merhametinden hiçbir şey eksilmez.” diyor ve o adam bunu duyduktan sonra böyle bir heyecana geliyor. Birdenbire bağırmaya başlıyor. Bütün koğuşu böyle ayağa kaldırıyor. ”Heyt” diye bağırıyor böyle. Yani o şekilde anlatılıyor hakikaten. ”Kalkın!” diyor. ”Allah benim günahlarımı bile bağışlarmış. Sizi mi bağışlamayacak.” diyor. Bütün herkese ”Kalkın abdest alacağız.” diyor. Bütün koğuşa. 60 kişilik yaklaşık bir koğuşmuş ve herkes abdest alıyor ve bütün koğuş abdest alıyor. Daha sonra Hüsrev ağabeyle beraber o gün işte öğlen vaktiymiş. Öğlen namazını kılıyorlar. Hatta zaman geçiyor. Günler geçiyor. Bir noktadan sonra Hüsrev ağabeyin böyle başında sarık var. Adamlar böyle ”Biz de senin gibi yapacağız.” deyip, çarşafları yırtıp sarık yapıyorlar falan. Bu hadiseler böyle baya güzel bir şekilde kayıtlara geçmiş. Bizim buradan anlayacağımız mesele ağabey şu: Cenab-ı Allah’ın merhamet okyanusu sonsuz. Senin günahının ne olduğunun bir önemi yok. Senden Cenab-ı Allah tövbe etmeni istiyor. Sonsuz merhamet sahibi. Sonsuz rahmet sahibi olan Allah, senin de günahlarını bağışlar. Hiç merak etme. Yalnızca tövbeyle gitmen lazım. Cenab-ı Allah bunu bekliyor senden. Evet ağabey. Eyyüb (as)’ı bilirsiniz. Eyyüb (as) yara bere içerisinde, ömrü hastalıklarla mücadeleyle geçiyor değil mi? Vücudundaki kurtlar, vücudundaki hastalık öyle bir hale, öyle bir vaziyete geliyor ki bir noktadan sonra, diline zarar vermeye başlıyor. Diliyle ne yapıyor? Allah, Allah, Allah… Zikrediyor. Bir şekilde zikrine o hastalık engel olmaya başlıyor. Engel olduğu vakitte Eyyüb (as) dua ediyor. ”Allah’ım bu hastalık benim lisanıma, zikrime ve ibadetlerime dokunmaya, zarar vermeye başladı. Bu hastalığı benden al.” O vakte kadar o duayı etmiyor. O zikirlerini ve ibadetlerini yapabilmek için o duayı ediyor ve Cenab-ı Allah bir anda onun duasını kabul ediyor ve neticesinde Eyyüb (as) iyileşiyor. İbadetlerine engel olduğu vakit Allah’a dua ediyor ”Allah’ım benim bu yaralarımı temizle.” diye. Aynen öyle de bizim bâtınî yaralarımız var. Yani manevi yaralarımız var. Neden günaha giriyorsun? Hani dedik ya hissiyatın aklının ve kalbinin önüne geçiyor. Aklının ve kalbinin önüne geçmemesi için ne yapman lazım? Şimdi bunu konuşacağız. Eyyüb (as)’ın zahiri yani görünürdeki yara bereleri gibi bizim iç alemimizde yaralar var. Doğru mu? Manevi alemlerimiz berbat durumda. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Eyyüb (as)’ı parlak, nurani bir vaziyet alacakken, biz Eyyüb (as)’ın yaralı, hastalıklı vücudundan bin derece daha hastalıklı ve yaralı görüneceğiz. Doğru mu? Öyle günahlarımız var ki, öyle ağır yanlışlarımız, hatalarımız var ki, iç dışa dış içe bir çevrilsek Eyyüb (as)’dan daha hastalıklı görüneceğiz. O halde Eyyüb (as)’ın ettiği duaya biz bin derece daha muhtacız değil mi? ”Allah’ım günahlar manevi alemimi, ruh alemimi öyle dağladı, öyle perişan vaziyete getirdi ki artık ibadetlerden uzaklaşmaya başladım. Namazlardan uzaklaşmaya başladım. Namaz kılarken hissedemiyorum hiçbir şey. İbadetleri yapmak istemiyorum. İbadetlerden kaçmaya başladım. Kur’ân-ı Kerim’den uzaklaşmaya başladım. İslamiyetten uzaklaşmaya başladım. Sohbetlerden, iman hakikatlerinden uzaklaşmaya başladım Allah’ım. Günahlarımdan dolayı ortaya çıkan bu manevi yaralar benim bütün alemimi, bütün halimi, bütün vaziyetimi perişan etti ve artık ibadetlere yönelemez oldum Allah’ım.” Aynı Eyyüb (as)’ın maddi yaraları, onun diline, zikrine ve ibadetlerine iliştiği gibi, bizim manevi yaralarımız, kalbimize, aklımıza ilişmeye başladı. Eğer kardeşim biz günahımızın ardından hemen tövbe etmezsek o günahlar, hani dedik ya ”Günahlar imansızlıktan gelmiyor.” Doğru fakat günahlar bizi imansızlığa ve iman zaafına götüreilir kardeşim. Niye? Çünkü sen o günaha hemen tövbe etmezsen, hemen silinmesi için Cenab-ı Allah’a müracaat edip, yalvarıp yakarmazsan, o günah bir noktadan sonra büyüyor büyüyor ve manevi bir yılan olup senin bütün ruh alemini, bütün maneviyatını ısırıp ve kalbine ilişebiliyor. Kalp neresiydi? İmanın merkeziydi. Eğer o günah büyüyüp senin kalbine ilişirse ve imanına ilişirse, senin imanını da elinden alabilir kardeşim. O halde biz günahın ardından hemen tövbe edenlerden olmalıyız. Cenab-ı Allah günahın ardından tövbe edenleri sever ve aynı zamanda Eyyüb (as)’ın zahiri, görünürdeki yaraları 30-40 yıllık dünya hayatını tehdit ediyordu. En fazla olsa olsa dünyevi hayatı perişan olacak o yaralardan dolayı fakat bizim o günahlardan dolayı aldığımız manevi, iç alemimizdeki yara ve bereler, bizim ebedi olan, sonsuz olan ahiret hayatımızı tehlikeye atıyor. Ebedi, sonsuz bir ahiret hayatı söz konusu. Belki de o günahlarına hemen tövbe etmediğin için cehennemde kendi yerini hazırlıyorsun. Hemen tövbe edenler kazanır kardeşim. Şimdi videonun başında söylemiştik. 2 kural, bir tane de olaydan bahsedeceğiz. Bütün meselenin çözümü. ”Ağabey ben defalarca tövbe etmeme rağmen günahlarımdan bir türlü vazgeçemiyorum.” diyen kardeşlerim için iki kural, bir olay söyleyeceğiz. Bu iki kural ve bir olayı gerçekleştiren ve hayatına geçiren kardeşimiz emin olun bu meseleden de kurtulacaktır. 1. Kural: Yeise düşmemek. Yeise düşmemek nedir? Arkadaşlar yeis. Yeis demek ümitsizlik demek. Hiçbir zaman ümitsizliğe düşmeyeceksin. Cenab-ı Allah’ın sevmediği şey kulunun ümitsizliğe düşmesi. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek. Hatta Zümer Sûresi 53. Ayette Cenab-ı Allah buyuruyor ki: Ayrıntı verdi mi? ”Şu günahı bağışlamam, bu günahı bağışlamam…” ”Allah bütün günahları bağışlar.” diyor. Cenab-ı Allah bize söylüyor. ”Ümidinizi kesmeyin.” diyor. Ağabey 1. Kural neymiş? Ümidimizi kesmeyeceğiz. Yeise düşmeyeceğiz. Başka bir ayette Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor. Bak kimler ümidini keser Cenab-ı Allah’ın rahmetinden. Yusuf Sûresi 87. Ayet: Kimlermiş Allah’ın rahmetinden ümit kesecek olanlar? Kafirler. İşte biz onlara benzemeyeceğiz. Allah’ın rahmetinden asla ve asla ümit kesmeyeceğiz. Tövbe etmeye devam edeceğiz. 2. kural ise ağabey: Mücadeleyi bırakma. 1. Kural: Yeise düşme, ümitsizliğe düşme 2. Kural: Mücadeleyi de bırakma. Şimdi ağabey bak. Ben lisede bir sınava girdim. Sınavdan düşük not aldım. 50 aldım. Daha sonra bir sınava daha girdim. Ondan da 50 aldım. Bir sınava daha girdim. Ondan 60 aldım. Bir sınava daha girdim. Ondan 30 aldım. Şunu der miyim? Ya benim sınavlar çok kötü gidiyor. Ben bir daha sınava falan girmeyeyim. Bundan sonraki sınavlardan da zaten başarısız olacağım. Bunlara da çalışmıyorum. Aman ne hali varsa… der mi? Ne kadar mantıksız değil mi? Ne olacak? O sınavların hepsinin ortalaması alınacak. Bana ortalama bir netice verilecek. Şimdi aynen öyle de, biz her daim imtihandayız. Bu dünya imtihan dünyası değil mi? Biz öyle kabul etmedik mi? Dünya imtihan dünyası. Her gün imtihan oluyorsun. Her an imtihan oluyorsun. Bazen ailenle imtihan oluyorsun. Bazen çevrenle imtihan oluyorsun. Bazen bir fakiri görüp ona yardım edip etmemekle imtihan oluyorsun. Bazen namazınla imtihan oluyorsun. Bazen bir zikrini, ibadetini yapıp yapmamakla imtihan oluyorsun. Bazen bir günaha girip girmemekle… Defalarca imtihan oluyorsun. Kimisinden düşük not alıyorsun, kimisinden yüksek not alıyorsun. Düşük not aldın diye bütün sınavlarını iptal edip, sıfırlayacak bir durum yok. Böyle bir şey olmuyor yani. Senin imtihanların devam ediyor. Kimisinden yüksek alacaksın, kimisinden düşük alacaksın. Yüksek almaya çalışacaksın. Bir de şöyle bir avantajın var kardeşim. Eğer Rabbine yalvarır, yakarır, tövbe edersen geçmişte yaşadığın bütün sınavlarının ortalamasını yükseltebilirsin. Böyle bir imkanımız var. Elimizde böyle bir imkan var. Dua gibi bir imkan, tövbe gibi bir imkan var. O halde mücadeleyi asla bırakmayacaksın. Düşeceksin, kalkacaksın. Düşeceksin, kalkacaksın çünkü biz imtihan olmaya geldik. ”Zaten bir kere tövbe ettim. Oo bir daha bu günaha girmeyeceğim.” Böyle bir şey olsa zaten bütün günahlara bir kere tövbe ederiz olay biter. Olay kapanır. Bitti gitti. Evet ağabey 2. Kural: Mücadeleyi asla bırakmayacaksın. İmtihan dünyasındayız çünkü. 1 olay… 2 kural, 1 olay dedik. 1 olay ise kardeşim aczini anlayacaksın. Eğer aczini anlayabilirsen, seni o günahlardan Cenab-ı Allah kurtarır. Acz ne demek? Acz ne demek ağabey? Acz, zayıflık demek. İnsan zayıftır kardeşim. Şeytanın küçük bir desisesine aldanıp, birdenbire çok büyük dehşetli bir günaha girebilir evet. Böyle olmadı mı zaten? Bu hale girmedik mi zaten? O çok ağır günahlara küçük bir desiseyle, küçük bir hile ile bir bakmakla batmadık mı zaten? O halde biz zayıfız. Biz aciziz. Yunus (as) bir vakit kavminden ayrılıp bir gemiye gidiyor ve gemide bir noktadan sonra öyle bir hadise, öyle bir olay yaşanıyor ki Yunus (as)’ı denizin ortasında bırakıyorlar. Gece karanlık, dalgalar dehşetli ve deniz dağdağalı. Ortam çok zor şartlar yani oradan kurtulması çok zor. Hiçbir yer görünmüyor. Kapkaranlık bir yer. Kapkaranlık bir ortam. Yunus (as) böyle bir vaziyetteyken, bir balık geliyor onu yutuyor. Haydi bakalım… Artık tutunacak bir dalı kaldı mı? Artık tutunacak hiçbir dalı kalmadı. Gece karanlık, deniz dalgalı. Bir tane de balık onu yutmuş vaziyette. İşte Rabbine yöneliyor. Allah’ım ben aczimi anladım. Allah’ım ben aczimi biliyorum. Ben kendi hatalarımdan dolayı bu hale, bu vaziyete düştüm. Beni bu vaziyetten kurtaracak olan da sensin Allah’ım. Bak kusurunu biliyor, hatalarını biliyor, aczini anlıyor ve o zayıflığını hissetmenin neticesinde öyle bir dua ediyor ki Cenab-ı Allah o balığı onun için bir gemiye çeviriyor resmen. O balık Yunus (as)’ı alıp sahil-i selamete çıkarıyor. Yani Yunus (as)’ı o vaziyetten bir anda kurtarıyor Cenab-ı Allah. Halbuki hiçbir sebep artık olmuyordu yani. Gitmiyordu. Hiçbir sebep yoktu yani. Onu o vaziyetten kurtarabilecek hiçbir hal, hiçbir vaziyet yoktu. Kim kurtardı? Cenab-ı Allah. Nasıl oldu? Yunus (as) aczini bildi, kusurunu anladı. Sen de artık kabul et kardeşim. “Allah’ım ben böyle günah işledim. Allah’ım ben böyle hata ettim. Allah’ın beni anbean izlediğini, gördüğünü bile bile ben bu günaha girdim. Anbean beni izlediğini bile bile açtım o ayıp görüntüleri izledim. Allah’ın beni anbean izlediğini ve gördüğünü bile bile, emir ve yasaklarını bile bile gittim kumar oynadım. Allah’ın beni anbean izlediğini ve gördüğünü bile bile şunları yaptım, bunları yaptım.” diye Cenab-ı Allah’a itiraf et. “Allah’ım, şeytan beni aldattı. Ben zayıfım, ben acizim. Artık nefsime engel olamıyorum. Yunus (as)’ı yutan balık gibi nefsim beni yutmuş. İstediği yere götürüyor, istediği günaha sürüklüyor Allah’ım. Yunus (as)’a o balığı hizmetkar ettiğin gibi, nefsimi bana hizmetkar eyle. Nefsimi bana bir gemi hükmüne getir ki, nefsim beni sahil-i selamete çıkarsın. Senin razı olabildiğin bir kul vaziyetine gireyim Allah’ım. Allah’ım ben nefsime söz geçiremiyorum. Yunus (as)’ı yutan balığın sahibi de sensin Allah’ım, beni yutup bu günahlara sürükleyen nefsimin sahibi de sensin Allah’ım.” Bunu de, aczini anla ve Rabbine yönel kardeşim. İşte o bir olay aczini anlamak. Aczini anlayıp öyle yalvarırsan Rabbine; günahlarını, kusurlarını itiraf ede ede Rabbine yalvarırsan, Cenab-ı Allah senin nefsini bir anda sana hizmetkar edip seni sahil-i selamete çıkarır. Emin ol, tövbe et ve vazgeçme. Asla pes etme kardeşim. Rabbim Yunus (as)’ın ettiği dua gibi bizleri sahil-i selamete çıkarsın, ahirette cennete kavuştursun. Rabbim hepimizin günahlarını affetsin. Allah’a emanet olun arkadaşlar.
Tebliğ et!