Bir türlü memnun edemediğimiz, geçinemediğimiz, anlaşamadığımız, ya bunu niye yaptın dediğimiz insanlar… Bununla ilgili bir hikaye var. Beni çok duygulandıran bir hikaye. Konya’da metfun, Osmanlı ulemasından bir zat var. Hadimi hazretleri. Şu minvalde bir hikaye anlatır. Talebeleriyle birlikte otururken, durup durup şu cümleyi söylüyormuş: “Ah ah çoban… Kazandı çoban. Hem de ne kazandı.” Duruyor böyle. Birkaç gün geçiyor. Tekrar aynı şey. “Ah ah… Çoban ne kazandı. Ah ah… Hem de ne kazandı o çoban.” diyormuş. Talebeleri bir gün karşısına almışlar, demişler ki: Efendim yani bu anlattığınız, bu bahsettiğiniz şey kimdir? Bu çoban kimdir? Bize anlatın.” deyince anlatmaya başlıyor. Diyor ki: “Vaktin birinde biz bir yolculuğa çıktık. Üç kişi yollarımız kesişti. Yolculukta giderken bir yerde bir ara verdik. Abdestimizi aldık, namazımızı kıldık. Sonra ben dedim ki: “Arkadaşlar, gelin birlikte bir dua edelim. Efendimiz (asm) buyurur ki: “Duası kabul olanlardan birisi de yolculardır.” Hani yolcunun duası makbuldur ya. Beraber bir dua edelim, hep beraber bir Amin diyelim. Başlıyor. İlk önce kendisi dua ediyor. Ellerini açıyor, herkes eşlik ediyor ona. “Ya Rabbi, ben medrese ilimlerini aldım. Bu medrese ilimlerini başka nesillere aktarmak istiyorum. Talebeler yetiştirmek istiyorum Allah’ım. Bana şöyle güzel, havadar bir yerde bir medrese nasip et. Orada da talebeler ver. Ben de senin için talebeler yetiştireyim Allah’ım.” diye dua ettim. Herkes “Amin, amin, amin.” dedi. Sonra ikinci kişi bir tacirmiş. Demiş ki: “Ya Rabbi, beni görüyorsun. Gidiyorum, geliyorum ama ciddi bir şey kazanamıyorum. Bana böyle kayda değer bir şeyler kazanabileceğim iyi bir ticaret nasip et Allah’ım. Ticaretimi arttır.” diye dua ediyor. O istiyor, o istiyor. Adam işte sayıyor orada tacir neler istediğini. Çobana geliyor sıra. Çobanın hiçbir şeyi yok tabii. Koyunları var. Bir şeyi yok. Şöyle duruyor, duruyor. Şöyle bir yutkunuyor. Diyor ki: “Allah’ım ben senin verdiklerinden razıyım, sen de benden razı ol. Bir şey istemiyorum Allah’ım.” diyor. Herkes “Amin.” diyor. Ama çok hoşuma giden onun böyle bir kanaatkârlığı. “Allah’ım bana vermiş olduğun hayattan ben razıyım, sen de benden razı ol. Ben bir şey istemiyorum Allah’ım.” diyor. Sonra anlatmaya devam ediyor Hadimi hazretleri. Diyor ki: “Gel zaman git zaman, Allah bana bir medrese nasip etti. Sizin gibi talebeler nasip etti. Duam kabul oldu. Sonra duydum ki o tacir, o günden sonra ticaretine bir bereket gelmiş ve çok iyi ticaretler yapıp, iyi paralar kazanmış.” diyor. Yani arkadaşlar, o gün yapılan dualar makbulmüş. Çoban ne dedi: “Allah’ım ben halimden memnunum, ben halimden razıyım. Sen de benden razı ol.” Yani duanın makbul olduğu saatte ve şartlarda, çoban en güzel duayı etti. “Ah çoban kazandı ah! Hem de ne kazandı…” diye bu zatın sözünün hikmeti buymuş. Hikayedeki diğer insanlar da tabii ki kötü niyetler beslemiyorlar ama adam en son ucu istemiş çünkü bir insan medrse alimi olup, Allah’ı razı edemeyebilir. Bir insan çok para kazanıp, yoldan çıkabilir. Ama adam en başta istenmesi gereken, en önemli şeyi isteyerek çok makbul bir dua etmiş. Düşünsenize, “Razı ol. Allah’ım benden razı ol.” Bu iki kelimeyi alan her şeyi alıyor. Yani Dünya gamından kurtuluyor, kabir azabından kurtuluyor, Cennet’ül firdevs’te ebediyen Resulullah (asm)’la görüşecek, peygamberlerle görüşecek, Rabbinin makarr-ı saltanat-ı ebedisinde onun huzurunda müşerref olacak. Bu “Razı ol.” kelimesinin içinde her şey var. Peki soru ne? “Ağabey Allah benden nasıl razı olur? Ne yaparsam razı olur? Hani bunun böyle bir formülü var mı? Alayım, ya uygulayacağım ya. Ben bunu uygulamak istiyorum. Bunun bir formülü var mı?” Evet var. Allah’ın bir kulundan razı olmasının bir formülü var. Burada onu anlatacağım. Ama ondan önce Hz. Ebubekir ile ilgili çok enteresan, çok güzel, çok duygu yüklü bir hatıra var. Onu aynen okumak istiyorum size. Hz. Peygamber (asm) bir gün oturuyordu. Yanında Hz. Ebubekir (ra) vardı. Ebubekir’in sırtında bir aba vardı. O abayı da göğsüne bir dikenle iliklemişti. Bir dikenle iliklemişti. O anda Hz. Peygamber (asm)’a Cebrail (as) geldi. Allah (cc)’dan ona selam getirdi. Sonra “Ey Allah’ın Resulü, ne oluyor?” “Ebubekir’in göğsünde bir dikenle iliklenmiş aba giydiğini görüyorum.” dedi. Hz. Peygamber (asm) da cevap veriyor. Hz. Ebubekir’in bütün malını Mekke’yi fethinden önce bütün malını verdiğini söylüyor. Cebrail (as) şöyle diyor: “O halde Allah’tan ona selam söyle. Ve de ki: “Rabbin sana soruyor. Bu fakirlik halinden, benden razı mısın, değil misin?” Allah soruyor. Hani razı mısın? Burada memnun musun mânâsında. Allah-u Ekber ya. Allah’ın bir kuluna “Ey Ebubekir, bu fakirlik halinden, benden razı mısın, değil misin? Hani böyle bir isyan boyutunda mısın yoksa halinden memnun musun?” O çobanın hali gibi. Hz. Peygamber (asm) Ebubekir’e dönerek, “Ya Ebubekir, Cebrail burada. Allah’tan sana selam getirmiş. Ve Rabbin senden, ‘Bu fakirlik halinden , benden razı mısın, değil misin?’ diye soruyor.” Bunun üzerine Hz. Ebubekir-i Sıddık ağladı. Hakikaten ağlanacak bir an değil mi? “Ben Rabbime nasıl öfkelenebilirim? Ben Rabbimden razıyım, ben Rabbimden razıyım!” dedi. Allah-u Ekber ya. Bizim işte sormamız gereken soru burada çıkıyor beyler. Yani çoban hâlinden memnun. Aslında orada ne anlatılıyor? Kardeşim, sen Allah’tan razı mısın? deyince sana şunu soruyorum aslında: Hâlinden memnun musun? İbrahim, Allah’ın sana verdiklerinden ve Allah’ın sana vermediklerinden memnun musun, hâline kanaat ediyor musun? Bunu soruyoruz aslında. Herkes kendisine bir sorsun. Hayatından memnun musun? Allah’ın kader planında seninle ilgili takdir etmiş olduğu şeylerden razı mısın yoksa “Bu niye böyle?” diyerek, içinde isyan kara bulutları mı dolaşıyor? Bak Hz. Ebubekir-i Sıddık bunu, her şeyini verdikten sonra söylüyor. Dikenle iliklenmiş ve diyor ki: “Allah’ım, ben hâlimden memnunum.” Çoban ne diyor? “Allah’ım, bana verdiklerinden ben memnunum. Başka bir şey istemiyorum. Benden razı ol Allah’ım. Bunu istiyorum.” diyor. Ne olur kardeşim, Allah’tan razı ol ya. Niye Allah’tan razı değilsin? Bunu kendine bir sor. Biliyorum garip geliyor şimdi. “Allah’tan ben razıyım.” Hayatından memnun değilsen, “Allah’ım, niye benim hayatım böyle?” diyorsan, bu şu demek: “Allah’ım, kader planında benimle ilgili vermiş olduğun şeylerden ben memnun değilim.” demek. Razı ol. “Ama benim hayatımda şu yok, ama benim hayatımda böyle bir problemim var…” Sen Allah’ın milyonlarca nimetine mazhar olmuşsun ama denizin içindeki balık gibi suyun kıymetini unutmuşsun. Denizin içindeki balık şey demiyor. “Ya su var. Ne güzel ya.” demiyor. Niye? Suyun dışını görmemiş. Suyun dışına çıkarken, çırpınırken “Aa su vardı.” diyor. İşte biz o kadar odaklanmışız ki sanki Allah bizi yaratmış, Allah bizi mükemmel bir şekilde yaşatmak zorundaymış gibi, sanki bu bizim hakkımızmış gibi bir iddiada bulunuyoruz içimizden. Ya sen kimsin? Senin neyin vardı? Her şeyin, bütün mülkün sahibi Allah. Sen hiçtin, sen yoktun, sen 0 bile değildin. Bir divanhane sahibi var. İçeriye iki kişi giriyor. Dışarısı buz gibi. İçeriye giriyorlar, ısınıyorlar. Kapıdan girdiler içeri. Bir tanesi ufak bir iskemleyi alıyor, kapının girişine oturuyor. “Ben hâlimden memnunum.” diyor. Ötekisi içeriye giriyor. O soğuktan kurtulmuş. Sanki bu nimet ona yetmiyormuş gibi. Gidiyor yukarılara tırmanıyor. “Bunu da istiyorum, Şunu da istiyorum. Bu niye yok?” diyor. Divanhane sahibine isyan ediyor. Divanhane sahibi de bakıyor, kapıda durmuş öteki adamın kanaatkâr hâline bakıyor. “Ben sadece soğuktan kurtulsam, bu benim için yeterlidir. Zaten bir hakkım yok.” diyor. Öteki adamın hâline bakıyor divanhane sahibi. Sanki bir hakkı varmış gibi, “Bana bunu niye vermedin, bana şunu niye vermedin?” diyor. Bu sefer divanhane sahibi ne yapar Ali? O kendinde bir hak varmış gibi zannedeni, alır en aşağıya indirir. O kanaatkâr olup, kapının önünde duran adamı da “Gel bakalım. Seni daha fazla nimetler de boğmak istiyorum, sana daha fazla Allah’ın nimetlerini vermek istiyorum.” der değil mi? Aynen öyle de biz hâlimizden memnun olduğumuz zaman, Allah ne yapıyor nimetini Emir? Arttırıyor. Bir hakkımız varmış gibi “Bu niye böyle, bu niye şöyle, ben bundan memnun değilim?” diye itiraz edince de, Allah nimetini azaltmaya başlıyor. “Nimet şükür görmezse gider.” diyor. Yani kardeşlerim, çoban gibi olalım. Şöyle diyelim: Allah’ım, benim sesimi duyduğunu biliyorum Allah’ım. Ben bana verdiklerinden ve bana vermediklerinden, hepsinden memnunum, razıyım. Ban hiçbir şey de vermeyebilirdin, ben yine bir hak iddia edemezdim. Bugün sokakta da yatabilirdim, yine bir hak iddia edemezdim çünkü mal sahibi, mülk sahibi değilim ben Allah’ım. Ben senden razıyım Allah’ım. Tek bir isteğim var. Sen de benden razı ol Allah’ım. Benden memnun ol Allah’ım. Bunu istiyorum diyelim. Peki Allah benden nasıl razı our? Bunun bir formülü var mıdır? Benim de Hz. Ebubekir-i Sıddık gibi her şeyimi tasadduk mu etmem gerekiyor? Allah’ı razı etmenin muhtelif yolları vardır kardeşim. Mesela bir ayet-i kerimeyi okuyalım. Allah’ı nasıl razı edeceğimizin en genel formülü bence burada. Âl-i İmrân Sûresi 31. ayette diyor ki Allah: Ey Muhammed de ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun (Resulullah (asm)’a) tabi olun. Tâ ki Allah da sizi sevsin.” Yani Allah, Resululah (asm)’ı bir model hükmünde yaratmış. Hani bir teorik bilgiler vardır, bir de uygulamadaki bunun hâli vardır değil mi? Allah bizden birtakım şeyler istiyor, bunu Kur’ân-ı Kerim’de söylüyor. Tamam. Peki hani bunun böyle bir modeli, uygulanmış hâli yani fiziğe dönmüş bir hâli var mıdır? Allah’ın bizden razı olması için söylemiş olduğu şeylerin işte bir model hükmüne geçmiş, bu zata benzeyin dediği bir model var mıdır? Vardır. İşte Resulullah (asm) odur. Allah onu yaratmıştır, ona birtakım özellikler vermiştir. Ona benzeyenlerin kurtuluşa ereceğini yani Allah’ın onları seveceğini, yani Allah’ın aslında onlardan razı olacağını bu şekilde Âl-i İmrân Sûresinde ifade etmiştir. Yani nasıl razı edebilirsin Allah’ı? Şöyle razı edebilirsin: Resulullah (asm)’ın sünnet-i seniyyesine bakarsın, onun sünnetini öğrenirsin, onun gibi yaşarsın. Onun gibi namaz kılarsın, onun gibi haramlardan uzak durursun, onun gibi nafile namazlarını, ibadetlerini yaparsın. Onun sünnet-i seniyye âdabını, su içmesinden uyumasına kadar taklit ederek ona benzediğin kadar Allah seni sevecek. Hani hemen şu kafaya da girmeyin: “Ya bir peygambere benze diyorsun.” Peygamber ol demiyorum sana. Peygamberin aynısı ol demiyorum. Olamayız. Ama ona benzediğimiz nispette… Bak sen busun, Resulullah (asm) bu. Ona benzediğin, ona yaklaştığın nispette Allah da seni sevecek demesi, senden razı olacak olarak da anlaşılır. Ve Allah’ı nasıl razı edeceğimizin de formülünü öğrendik. Ne yapacağız? Resulullah (asm)’a benzeyeceğiz. Onun sünnet-i seniyyesine sımsıkı yapışacağız. Onun dediklerini ve onun yaptıklarını yapacağız. Namazımız 5 vakit değise, 5 vakit kılacağız. 5 vakitin varsa Teheccüd’e kalkacağız gibi hayatına bir şeyler koyacaksın kardeşim. Evet inşâAllah yayını izleyen kardeşim… Bir gün Allah’ın “Ben bu kulumdan razı oldum.” dediği kulu da biz oluruz. Allah’a emanet…
Tebliğ et!