Bütün ümmetlere, Allahü Teâlâ, bütün kavimlere peygamber gönderdi. ”Peygamber göndermediğimiz kavme azap etmeyiz.” buyurdu, ayet-i kerimede. (İsrâ, 15) Bu ne demektir? Küçük gruplardan bazıları, peygamber göndermediği küçük gruplar var. Bunlara azap olacak mı? Hayır. Teklif yok ise, onlara tanıtan bir peygamber yok ise bu kavimlere azap olmayacaktır. Her zaman sorulan bir sualdir. Davetle tanışmamış, İslam hakkında hiçbir haber, hiçbir tebliğ almamış bir adam öldüğünde, bu adamın durumu ne olur? Ehl-i sünnette iki tane hüküm vardır: Birisi Eş’ari grubudur. Eş’ari grubu zikrettiğim ayet-i kerimeyi delil olarak söyler. ”Peygamber göndermediğim hiçbir kavme azap etmem.” dediği için bu adamlar toprak olur, der. Maturidi grubu yani Hanefiler ve Malikiler. Eş’ariler, Hanbeliler ve Şafiilerdir. Maturidiler, Hanefiler ve Malikilerdir. Ehl’i sünnetin iki ana omurgasıdır. Maturidiler ne der? Onlar da şöyle derler: “Bir adama Allah Teâlâ akıl verdiyse, kârını ve zararını hesap edebiliyorsa; bu adam Allah’ın bir olduğunu sadece aklıyla, yaratıcısının bir olduğunu, bir Rab olduğunu, bütün bu kainatı yaratan bir zat olduğunu bilebilir. Sadece aklıyla. Sadece aklıyla bunu bilmesi ve Allah’a iman etmesi bile, ona bir şeyi ortak koşmaması bile kurtulması için yeterlidir.” derler. İslam’ın hiçbir hükmünü yerine getirmese bile… Çünkü davet almamış, bilmiyor, peygamberle tanışmamış. Sadece bildiği tek bir şey var. Bütün bu kainat tesadüf eseri oluşamaz. Muhakkak bunu bir ilah yaratmıştır, bir yaratıcı yaratmıştır. Kardeşler be! Bir minibüs şoförü muhabbeti yapayım size. Allah rızası için sıkışın biraz daha kardeşim be! Kapıda bir sürü insan kalmış. Gelebildiğiniz kadar gelin kardeşim bu tarafa doğru. Yasin kardeş, gel biraz daha yaklaş. Bunu oraya koymanızı söylemiştim, köşeye almanız lazımdı bunu, yanlış yapıyorsunuz. Gelebildiğiniz kadar gelin kardeşim. Yani, hiçbir peygamberin tebliğini işitmemiş olanlar, bunlara fıkıhta ”Fetret ehli” denir. Fetret ehli: Hiçbir peygamberle muhatap olmamış, İslam’a davetini duymamış adam. Maturidiler neden sadece aklın yeterli olduğunu söyler? İbrahim Aleyhisselam’ı anlatan ayetler sebebiyle söyler. İbrahim Aleyhisselam’a daha peygamberlik gelmediği anda biliyorsunuz, yüksek tepelerde otururdu ve Ay’a bakardı. Derdi ki: “Benim Rabbim bu olabilir mi?” Bunları bize Kur’an ayetleri anlatır. Ama Ay söner, Güneş çıkar. Güneş çıktığı zaman küçük olan ışık söner. Yıldızlar, küçük ışıklardır. En büyük ışık çıktığı zaman onlar sönüyor mu? Sönüyor, gidiyor. İbrahim Aleyhisselam ne diyor? ”…kâle lâ uhibbu-l-âfilîn’.’ (En’âm, 76) Ben batıp giden şeyleri sevmem. Ay benim ilahım olamaz. Bir ilah var, bir yaratıcı var, müthiş bir resim var çünkü önümde. Bunu birisi yaptı. Ay olabilir mi? Olamaz! Çünkü batıp, gitti. Benim ilahım öyle bir ilah olmalı ki… Daha vahiy almamış, peygamberlik tevdi edilmemiş, bunu sadece düşünerek buluyor. Benim ilahım öyle bir ilah olmalı ki her an iş başında olmalı. Hiçbir şey onu gölgeleyememeli, onu batıramamalı. Güneş çıkıyor sabah. İbrahim Aleyhisselam diyor ki: ”Ya, bütün alemi aydınlatan bir Güneş var önümde. Acaba benim ilahım bu Güneş olabilir mi?” Sonra ne oluyor? Gece bir daha geliyor. Güneş, Dünya’nın diğer tarafına gidince, gece bir daha gelince diyor ki: ”Ben batıp giden şeyleri sevmem. Güneş de benim ilahım olamaz.” En sonunda idrak ediyor ki bir yaratıcı var. Gücü, iradesi bütün iradelerin üstünde, aşkın bir zat var. “Ben bu zata iman ettim.” diyor. Daha peygamberlik gelmeden sadece aklıyla yaratıcının tek olduğunu biliyor ve ona iman ediyor. Bakın bu İbrahim Aleyhisselam’dır. Hanefi ve Maliki mezhebinde yani Maturidi akidesinde olanlar, sırf bu ayet-i kerimeye dayanarak derler ki: ”Sadece akıl, tebliğ almasa bile Allah’ı bulmak için, tek olduğunu idrak etmek için yeterlidir.” derler. Ve fetret ehli olsa bile, peygamber ulaşmasa bile muhakkak bunların Allah’ın bir olduğunu idrak etmesi, iman etmesi gerektiğini söylerler. Hiçbir şeyi ona ortak koşmaması gerektiğini söylerler. Hanefi ve Maturidi akidesinde olanlar… Bir de doğuştan itibaren zihin özürlü olanlar vardır. Bunların hesabı nasıl olacaktır? Adam doğmuş fakat aklı yok. Allahü Teâlâ bazen böyle bin kişide bir kişiye aklını vermez. Dokuz yüz doksan dokuz kişiyi akıllı yaratır, akıllı bir şekilde yaratır, bütün azaları yerindedir. Bin kişiden bir kişinin gözlerini alır. Bazısının elleri çalışmaz, bazısının bacakları çalışmaz, bazısının aklı çalışmaz. Her mahallede böyle rahatsız olan, özürlü olan insanlar vardır. Bu bütün diğer sağlıklı kullara ibret olması için Allah Teâlâ’nın ona ve ailesine verdiği bir sınavdır. Onlar, bu verilen ağır sınava güzel bir sabırla, sabr-ı cemille karşılık verirlerse mükafatı diğer Müslümanlardan çok daha fazla olacaktır, ebedi olan âlemde. Allah’ın akıl vermediği kimselerin durumu nedir? Bu adamların durumu A’raftır. Cennet ve cehennemin ortasında, Allahü Teâlâ, A’raf suresinde A’raf’ı anlatır. İkisinin ortasında bir yer. Bu zihinsel özürlü insanlar, iman edemedikleri için, tekliften haberleri olmadıkları için, anlayamadıkları için… Çünkü zihin yok, beyin yok. A’raf’ta tutulurlar. Bir süre A’raf’ta kaldıktan sonra cehennem ehline bakarlar. ”Allah’a şükürler olsun biz onlardan değiliz.” derler. Ve bulundukları yeri beğenirler, severler. Cennet ehline bakarlar ve şöyle derler: “Selam olsun size, iyi eğlenin cennette.” (A’râf, 46) Bu Kur’an ayetidir. ”Selam olsun size ey cennet ehli!” derler. Bu selamdan sonra Allahü Teâlâ ne yapar? Allah’ımız onları da alır ve cennete koyar. Orada tutmaz, İmam Gazali’nin görüşüdür bu. Çünkü mahşerden sonra, cennet ve cehennemden başka üçüncü bir durak yoktur. İki durak arası bir durak yoktur. Dolayısıyla A’raf kısa bir müddettir. Onlar kısa bir müddet orada dururlar. Ondan sonra Allah Teâlâ alır, bu zihinsel engelli insanları da cennetine koyar. Bu, Allah’ın zenginliğine daha yakışan bir görüştür. Yine ehl-i sünnetteki başka bir görüş de: ”Onlar da toprak olurlar. Allah Teâlâ onları yok eder, hesaba çekmez ve yok eder.” diye de bir görüş vardır. Fakat Allahu alem en doğrusunu bilir. İmam Gazali’nin görüşü bana çok daha yakın geliyor, çok daha güzel geliyor. Allah’ın zenginliğine daha fazla uygun olduğu için. İşte peygamberlerin vazifesi, bu durumları bize bildirmek, bize aktarmak, Allah’ın yarattığı meseleleri bize bildirmek ve yaşamamızı istemek, örnek teşkil etmektir.
Tebliğ et!