Efendimiz (asm)’ın mescidinden, Mescid-i Nebevî’den, Ravza-i Mutahhara’dan selamun aleyküm arkadaşlar. (müzik) Burası Efendimiz (asm)’ın mescidi. Burası en değerli yerlerden birisi, burası kainatın gözbebeğinin olduğu yer. Burası o kadar değerli ki o yüzden benim tavsiyem Mekke’ye gitmeden evvel önce Medine’ye bir uğramanız. Efendimiz (asm) ile dertleşmeniz, ona zaman ayırmanız, ona yüreğinizi dökmeniz, ona en güzel selamlarla, en güzel salatlarla muhabbetinizi ifade etmeniz, onunla bizzat konuşmanız çünkü Efendimiz (asm) burada, yanı başınızda olacaktır. Medine’de sabah bir başkadır. Burada Cenab-ı Hakk’ın cemali tecellisi olduğu için huzur hakim. Burası huzurun merkezi aslında. Yani kainatta buradan daha huzurlu bir yer bulacağınızı sanmıyorum. Gerçek manada imanınız ölçüsünde burada buram buram bir tatlı esinti, buram buram sabah ezanının ayrı bir tadı, buram buram öğle namazının ayrı bir serinliği vardır. Yani her namaz vaktinde kendine ait huzuru en mükemmel şekilde burada Medine’de hissedeceksiniz. Burada ibadetin lezzeti bambaşkadır. Genelde önce Mekke’ye gidenler Mekke’de bir namaz 100 bin namaz kadar sevaplı olduğu için ve orada sürekli tavaf, sürekli hareket olduğu için Medine’ye geldiklerinde sanki adeta bir dinlenme yerine geçmiş gibi rehavete düşebiliyorlar. Ama önce Medine’ye gelenler burada Efendimiz (asm) ile dertleşiyor ve burada Kabe’ye hazırlık yapıyor, kalben, ruhen Kabe’ye hazırlık yapmış oluyorsunuz. Tabiri caizse finale onu saklıyorsunuz. Efendimiz (asm) gibi, o da Medine’den Mekke’ye doğru hareket etmiş, umresini böyle yapmıştı. Dolayısıyla buranın önce bir tadını çıkarmak lazım. Özellikle benim Medine’de en sevdiğim vakit güneşin batmak üzere olduğu ikindi vaktidir. Şöyle bir bahçede oturursunuz, etrafınıza şöyle bir bakarsınız, adeta cennetten bir manzaraya bakıyormuşçasına hissedersiniz. Sanki baktığınız yer dünyaya ait bir yer değil, geçen insanlar sanki cennet insanları, sanki sahabeler hala yanı başınızdan geçiyor gibi hissedersiniz. Gerçek manada burada Medine’nin havası çok başka çok tatlıdır. Yani yaşamak için dünyada daha güzel bir yer var mı bilmiyorum yani. Gerçekten bizim için… Eğer Çınaraltı gibi böyle islama hizmet ettiğimiz bir yer olmasa herhalde düşünmeden gelip yerleşeceğimiz nokta Medine olacaktı, böylesine güzel. Efendimiz (asm) burada daha ne olsun. İnsan ondan ayrı kalmak istemiyor, onun yanı başında olmak istiyor, onunla konuşmak istiyor. Buraya gelince aklıma bir şey geldi. Selman-ı Farisi, Efendimiz (asm)’ın en yakın dostlarından biri; İlmi ledun’u, gizli ilimleri öğrettiği çok alim bir sahabe. Gerçekten Efendimiz (asm) ona çok değer vermiş. Mesela bir gün sahabeler, arasında oturup konuşurlarken Selman-ı Farisi şöyle bir ifadede bulunuyor: Her sahabe kendi kabilesini, kendi ırkını anlatıyor. Araplarda bu meşhurdur, kendi kavmiyle iftihar ediyorlar. Mesela birisi diyor ki: “ben Haşimoğulları’ndanım”, birisi diyor ki: “ben Abdimenafoğulları’ndanım”, şöyle faziletli işler yaptık, islam namına böyle hayırlı işler yaptık. Birisi diyor ki biz Evs’deniz, öbürüsü diyor biz Hazriç’teniz böyle şerefliyiz. Herkes kendi kabilesini anlatınca Selman’a soruyorlar; “Selman sen hangi kabiledensin?” Selman-ı Farisi onlara bakıyor, tebessüm ediyor, diyor ki: “ben Millet-i İslamiyet’tenim, benim milletim İslamiyet’tir” diyor. O kadar önemli bir şey söylüyor ki… O sırada Hz. Ömer kalkıyor, tekbir getiriyor, diyor ki: “Vallahi benim milletim de Selman’ın milletidir.” Kalbinde bütün müslümanların kardeşliğini hisseden esas milliyeti yakalamış olur. Esas kardeşlik Hucurat Suresi’nde söylediği gibi “Müminler ancak kardeştir.” Evet, biz müminlerle esas kardeşiz, birinci milliyetimiz aslında İslamiyet’tir. İşte o Selman-ı Farisi’ye Efendimiz (asm) diyor ki: “Selman benim Ehl-i Beyt”imdendir.” Kendi ailesinden kabul ediyor yani Selman-ı Farisi’yi. Bakın ne kadar önemli. Yıllar sonra Hz. Osman ile beraber yürürken öyle bir ağacı silkeliyor ve meyveleri yere düşürür. Hz. Osman’a dönüp soruyor: “Neden böyle yaptım Osman bilir misin” diyor. Hz. Osman diyor ki: “bilmiyorum, söyler misin neden yaptın?” Selman-ı Farisi şöyle bir geçmişe gidiyor, şöyle bir mazinin nefesini sanki ciğerlerine dolduruyor. Efendimizin hasretiyle o ciğerini doldurduğu havayı tekrar bırakıyor ve diyor ki: “bir gün Efendimiz (asm) ile böyle yürüyorduk. Yürürken Efendimiz (asm) bir ağacın dalını tuttu ve silkeledi ve yere yemişler, meyveler döküldü. Efendimiz (asm) sordu, dedi ki: “Ya Selman neden böyle yaptım bilir misin?”, ben de dedim ki: “Allah ve Resulu daha iyi bilir, neden böyle yaptınız Ya Resulallah?” Efendimiz (asm) dedi ki: “bir müslüman güzelce abdest aldığında, güzel bir niyet edip, dosdoğru bir şekilde namazını kılarsa günahları da bu ağacın yemişlerinin döküldüğü gibi dökülür.” İnşallah bizim günahlarımız da dökülür. Şimdi kiminiz Ankara’da kiminiz İstanbul’da kiminiz İzmir’de kiminiz Antalya’da güzelce niyet ederek dosdoğru bir abdest alıyorsunuz, dosdoğru bir namaz kılıyorsunuz, işte aynen öyle günahlarınız dökülüyor. Peki düşünün Medine’ye gelseniz bir namazın bin namaz kıymetinde olduğu, yani iki rekat namaz kılıyorsunuz ya tıpkı iki bin rekat namaz kılmış gibi sevap kazanıyorsunuz. Acaba Ankara’da namaz kılan kardeşimin namazıyla döktüğü günahları şöyle bir düşünecek olursak bu Medine’de acaba ne kadar daha fazladır! Rabbim gelip burada, Medine’de, Efendimiz (asm)’ın yanında namaz kılıp yüz bin kat daha tesirli bir namaz kılarak günahları dökmeyi ve yüz bin kat daha fazla sevap kazanmayı bizlere nasip eylesin inşallah. Evet, burada yaşandı her şey, burada Efendimiz (asm) sahabelerine ders verdi ve burada Efendimiz (asm) son nefesini verdi. Burada Hz Aişe, Efendimiz (asm)’ın vefatını ilan etti, haykırdı. Burada yaşandı her şey. Evet, Efendimiz (asm) belki 632’de vefat etti ama hala taptaze hala kalplerimizde dipdiri ve hala burada bütün tasarrufuyla bütün maneviyatıyla bütün ruhaniyetiyle burada. İşte ben artık lafı daha fazla uzatmayayım. Zaten sosyal medyada binlerce mesaj geldi, mesaj yağıyor sürekli. Herkes Efendimiz (asm)’a selam yolluyor. Şöyle bir şey yapalım mı; İsterseniz ben ekrandan çekileyim, Efendimiz (asm) ile sizi baş başa bırakayım, kendi selamınızı kendiniz iletin. Buyrun (ses)
Tebliğ et!