ODTÜ’de Psikoloji okuyorum. Ben bu tesadüfler zincirinin insanı oluşturduğunu düşünüyorum. Din yönünde kesinlikle dinlerin var olduğunu düşünmüyorum. …ve konuşan ateistlerin kendi fikrini savunamadığını fark ettim. Bilinçsiz ateistlerle konuştuğumuzu söylüyorsun. – Evet. Ben bilgisiz olduklarını düşünüyorum. E şimdi o zaman şunu desek olmaz mı? Ya evet. İslam’ı kabul edip, İslam’ın içerisinden soruları açmak daha mantıklı olmaz mı? Neler yapıyorsun? ODTÜ’de mi okuyorsun sen de? – Evet ODTÜ’de Psikoloji okuyorum. Bugün konumuz yine inançlarla alakalı. Senin inancın neydi biraz anlatır mısın? Ee ben ateistim ama daha öncesinde bundan 2-3 yıl öncesine kadar Müslümandım. Ve hani günümüz Müslümanları gibi sözde Müslüman değildim. Gayet namazımı kılıyordum, Kur’ân’ı okudum, Arapça Kur’ân okumayı öğrendim, Kur’ân’ın mealini okudum, orucumu tutuyordum. Yani Müslümandım, gerçek bir Müslümandım ama sonradan biraz araştırma yaptıktan sonra aklıma takılan bazı soru işaretlerinden sonra aslında bana ters gelen bazı şeyler fark ettim ve inanmamaya başladım. Denk geldim birkaç videonuza ve konuşan ateistlerin, inanmadığını söyleyen insanların kendi fikrini savunamadığını fark ettim. Çünkü bilmiyorum. Belki gençler biraz daha ateizme farklı bakıyor ve araştırmadan, bilgi sahibi olmadan ateist olduğunu fark ettim çoğu insanın ve inançlarını savunamıyorlardı. Aslında söylenmesi gereken şeyleri söyleyemedikleri için sanki ateist olma konusunda haksızlar. Öylesine, havalı görünmek için falan ateist gibi görünüyor gibilerdi. Bilinçsiz ateistlerle konuştuğumuzu söylüyorsun. – Evet. Ben bilgisiz olduklarını düşünüyorum. Peki sen bilgili misin ne diyorsun? – Ben kendi araştırmamı yaptım. Yani kendi aklıma takılan soru işaretleriyle şey yaptım. Ve kesinlikle tünel bakış açım yok. Dar görüşlü değilim. Birisi çıkıp bana aklımdaki tüm soru işaretlerini sıralasam, o da her birine gerçekten mantığıma yatacak açıklamalar yapsa neden tekrardan herhangi bir inanca dönmeyeyim? Anladığım kadarıyla delil seven, ispat seven birisin. Akli yönden de gitmek istiyorsun. Peki Allah’ın yokluğuna yani bir yaratıcının yokluğuna dair bana bir tane delil söyleyebilir misin? Ya da yokluğuna dair bir işaret? – Bunu tam olarak, kesin olarak yaratıcı yoktur diyemiyorum. Aslında Tanrı yönünde biraz agnostiğim ama din yönünde kesinlikle dinlerin var olduğunu düşünmüyorum. O zaman önce yaratıcıya bakalım. Mesela ben sana desem ki, bu üniversitede kaç tane öğrenci var? desem, “Bilemeyiz.” dersin. Buna dair bir delil bulsak, bir özellik bulsak bir kağıtta bize belge verilse artık bilinmezlik ortadan kalkacaktır. Doğru mu? – Hı hı. Yaratıcının varlığı noktasında da ben sana bir delil sunsam, aklî ve mantıkî ama net bir delil sunsam, bununla beraber o bilinmezlik olayından artık bir karara bağlayalım mı? – Yani direkt bunu yapamam. Öncelikle araştırmam gerekir ama… Ben sana delil sunacağım. – Tamam dinliyorum. Delil de şu an zaten mantıklıysa şu anda da karar verebilirsin. – Evet söyleyin. Diyelim ki Selimiye Cami’nin önündeyiz. Bizzat maddi ve somut bir örnek vereceğim. Selimiye Cami’nin önündeyiz ve beraber bu caminin nasıl yapıldığını aklen bulmaya çalışıyoruz. Önümüzde 4 temel seçenek var. 1- Ya diyeceğiz ki, bu caminin yanında hem sağır, hem kör, hem de akılsız olan bir grup insan, bu camiyi aralarında anlaşarak yapmışlardır ve inşa etmişlerdir diyeceğim. Veya ikinci seçenek: Caminin tuğlaları kendi aralarında anlaşıp, “Ya beyler ne duruyoruz gelin bir cami yapalım.” diyerek, bu camiyi tuğlalar kendileri inşa etmişlerdir diyeceğim. Veya üçüncü seçenek: Diyeceğim ki caminin içerisinde proje kitabı, caminin yapım aşamalarını anlatan proje kitabını görüyorum. Bu proje kitabı camiyi inşa etmiştir diyeceğim. Veya dördüncü seçenek: ”Bir mimar vardır, Mimar Sinan gibi. Bu ilmiyle, iradesi ve kudretiyle beraber bu camiyi bir mimar, Mimar Sinan gibi bir deha yapmıştır diyeceğim. Sen olsan bu seçeneklerden hangisini seçersin? – Ya şüphesiz Mimar Sinan’ı seçerim. Şimdi aynen öyle de insan dahi, her bir insan dahi bu Selimiye Cami’nden daha intizamlı, daha kompleks bir yapıya sahiptir. Doğru mu? – İnsan, evet. Şimdi bu insana ben baktığımda da yine aklen ve mantıken beraber şu soruyu sormamız gerekiyor. Bu insana baktığımda, insan yaklaşık olarak yüz trilyon hücreden oluşuyor. Ve her bir hücrenin içerisinde dahi sekiz yüz tane baraj var. Yani mitokondri. Ve 10 bin tane de fabrika var. Yani ribozomlar. Her bir hücre inanılmaz bir yapı içerisinde sistematik olarak ilerliyor. Biyoloji profesörü Michael Denton’a göre, diyor ki: “Her bir hücre, New York gibi bir şehir hükmündedir.” Bizim vücudumuzda kaç hücre var? 100 trilyon tane New York hücresi var. E şimdi ben böyle kompleks yapıya baktığımda yine aklen bunun nasıl yapıldığını bulmam gerekiyor. Hatta bizim hücrelerimiz, bizim vücudumuz, insan, bir cami gibi bir kere yapılıp bırakılmış değil. Her an yenileniyor mu vücudumuz? – Evet yenileniyor. Saniyede 10 bin tane alyuvar yaratılıyor. Saniyede 50 milyon tane hücrem anbean tazeleniyor. Ve kafamızda, beynimizde 10 üzeri 16 işlem her saniye gerçekleşiyor mu? Gerçekleşiyor. Ben bu kompleks yapıya baktım ve aklen yine bu soruyu soracağım. Bu insanın her gün, anbean, sürekli yapılarak inşa edilmesini aklen nasıl yapıldığını bulmak için önümde yine 4 tane seçenek var. 1- Bu insanı hem sağır, hem kör, hem de akılsız olan tabiattaki bu doğa olayları aralarında anlaşarak yapmışlardır diyeceğim. Ama bu mantıksız. Neden? Çünkü hem kör, hem sağır, hem akılsız olan bu olaylar nasıl olur da kendi aralarında anlaşıp insanı yapmayı ve anbean sürekli yapmayı devam etmeyi tercih edebilir ve yapabilir? İlk başta biz dedik ki cami yapılamıyorsa elbette bu da yapılamaz doğru mu? – Bahsettiğiniz şeyler yapamaz. Veya ikinci seçenek: Diyeceğim ki insanın vücudunun oluşturan atomlar, kendi aralarında oluşmuşlardır. Birleşerek şunu söylemişlerdir: “Ya beyler ne duruyoruz. Gelin şu insanı oluşturarak yapalım.” demişlerdir. Ve anbean yapmaya devam ediyorlardır diyeceğim. Ama akıl bunu da kabul etmez. Neden? Nasıl ki başta dedik ki ya tuğlalar birleşerek camiyi oluşturamaz. Elbette cansız olan atomlar da kendi aralarında anlaşarak şu insanı oluşturmayı irade edemezler diyeceğim. Bunu zaten en başta yine kabul etmemiştik. Veya üçüncü seçenek: Dedik ki caminin proje defteri, proje kitabı camiyi oluşturamaz. Çünkü o kitaptır dedik. Bunun gibi de insanın DNA’sı da elbette insanı oluşturamaz derim. Neden? Çünkü DNA bir kitaptır, yazar değil. O zaman diyeceğim ki DNA’da insanı oluşturan olgu olamaz. Aynı proje kitabı gibi. Veya yine dördünce seçenekteki gibi. Diyeceğiz ki evet dördüncü seçenekte bir mimar vardır. İnsanı anbean yaratan. İlk başta yarattığı gibi sürekli yaratmaya devam eden. İlim sahibi, iradesi olan, tercih yapabilen, kudreti olan, hayatı olan bir zat vardır. Nasıl ki Mimar Sinan o camiyi yapıyordu, aynı onun gibi de kainatın yaratıcısı insanı yaratmıştır ve anbean yapmaya devam eden bir mimardır derim. O zaman ilk başta sorduğum gibi sana bunu soracağım yine. Birinci örnekte, bir mimarı kabul ettiğimiz gibi bu örnekte de insanın yapımında da sadece senin gibi değil, milyarlarca insanın yaklaşık sekiz milyar insanın ve gelmiş geçmiş tüm insanların yapımını anbean yaratan anbean programlayan bir yaratıcının, bir zatın, bir mimarın olması gerekmez mi? – Bence gerekmez. Ben bu tarz şeylerin belli bir tesadüfe dayalı olduğunu düşünüyorum. Hani ben bu tesadüfler zincirinin insanı oluşturduğunu düşünüyorum. Ben o yüzden bu şekilde insanın da bir yaratıcı olması gerektiği zorunluluğuna katılmıyorum. Saniyede 5 insan, günde 350.000 insan, insanları bırak tüm canlılar, belki milyonlarca canlı her gün yaratılıyor. Yapımı sürekli devam eden bu inşaatın sıfatının sahibi kim diye soruyorum. Bunu yapan fail kim? Anbean… – DNA’m bunu yapar. Ama dedik ki bak birinci örnekte, proje kitabı binayı yapamaz. Bir mimar projeye göre binayı yapar dedik. Bunun gibi DNA’da bu inşaatı yapamaz. DNA kitabına göre mimar olan zat, o insanı ayarlar ve yaratır dememiz lazım. Çünkü sen en başta kabul etmedin. – Evet bu işi zaten DNA yapmıyor ki, DNA insanı ortaya çıkarmıyor ki. Atıyorum her hücremizde bir DNA var, çekirdeğimizde. Mesela kalp kasındaki hücrenin DNA’sı bu şekilde atmasını söylüyor ve bu şekilde atıyor. Buna delilin ne, mesela buna emir verdiğine dair delilin ne? DNA çünkü kitap. İçerisinde emir veren bir komut yoktur. DNA sadece bilgi yüklü bir sistemdir. Bunu Biyoloji dersinde görmüşsündür belki. – Ama bunu alıp kullanıyor sonuçta hücremiz. Kullanmıyor. Kim kullandırıyor? Bu yapım aşaması var. Ama bunu yapan kim? Ben sana bu sıfatın sahibini soruyorum. E DNA değil diyorsun. Kim o zaman? – İşte tamam diyelim ki bir şey bir şekilde bir araya geldik. Bu şekilde bir araya gelebilmek için illa bir yaratıcıya mı ihtiyacımız var? Bunu söylüyorum zaten. Hani bunu illa bir yaratıcı yenilemek zorunda değil ki. Bak ama sen sıfatı havada bırakamazsın. Sen diyeceksin ki: “Evet tamam. Yapamıyorsa DNA, o zaman ne diyeceğiz?” diyorsun. Ben de diyorum ki tamam bunu konuşalım. Ben sana sıfat saydım zaten. Bilemeyiz diyemeyiz. Bunu bir kere halledelim. Ama deriz ki bu sıfatların sahibi birisi olması lazım. Neden? İlmi olayan bu işlemi yapamaz. Çünkü bilgisinin olması lazım. İradesi olmayan, tercih yapıp yapmamayı kontrol edemeyen elbette yine bunu yapamaz. Kudreti olması lazım. Yani gücünün kontrollü bir şekilde devam etmesi lazım ve hayatının olması lazım. Neden? Çünkü hayatsız olan bir madde elbette bu işlemi yapamaz deriz. Ve bu özelliklere, bu sıfatlara sahip olmayan bir şey bu insanı yapamaz. Ve sadece bak insandan örnek veriyorum. Bu insanı yapamaz ve yapmaya da devam edemez derim. Çünkü bu sıfata sahip bir şey olması lazım. Ben doğaya bakıyorum. Cansız mı? Cansız. İlmi var mı? Yok. Kör, sağır ve akılsız. Birinci örneği tekrar hatırla. Bu cami yapamaz dedik. Ben bu somut olayın, her gün karşılaştığım olayın sıfatının sahibi yani bu fiilin faili kim diye sormak istiyorum. DNA değilse, e havada da kalmaz. Birisinin olması lazım. O zaman sen dersen ki hocam şu anlık x diyelim. Bir soru işareti koyalım sıkıntı yok. Ama dört sıfata sahip bir kişinin, bir zatın, varlığı olan birisinin olması lazım. Dört seçeneğin üçü kesinlikle imkansız olamaz dedik. Beraber bulduk zaten mantıken. Geriye zaten bir tane seçenek zorunlu kalıyor. – Tamam diyelim ki kabul edelim. İnsan yaratılmak zorunda diyelim ki. Peki gerçekten Müslümanların bahsettiği gibi bir Tanrı mı olması lazım? Mesela bebekler. Bir bebek öldü. O bebeğe ne olur? Günahsızdır. Cennete gidiyor. – Peki günahsız bir bebeğin ölünce cennete gitmesiyle benim sınav kağıdı kalmadı diye öğretmenimin beni 100 aldırma meselesi arasında ne fark var? Sonuçta bu sınavı geçmek durumundayız. Gireceğiz veya kalacağız. Peki bir aday sınava geliyor. Diyorlar ki: Senin sınav kağıdın kalmadı. Senin sınavın bitti.” ve onu direkt geçiriyorlar. Sizce bu adaletli bir yaklaşım mı? Önce bunu bir konuşmamız lazım. Neden? Çünkü adaletten bahsedebilmemiz için bizim karşılığında bir şey vermemiz lazım. Mesela sen gittin telefon aldın. Tamam mı? Bir mağazadan telefon aldın. Verdiği telefonun bozuk çıkması halinde sen karşılığında para verdiğin için bunu gidip Tüketici Hakları’na, mahkemeye başvurabilirsin. Doğru mu? – Evet. Neden? Çünkü karşılığında bir şey verdin. Ama mesela bir adam geldi buraya, bizim muhabbet ettiğimizi gördü. “Ya gençler ne güzel muhabbet ediyorsunuz.” diyerek geldi sana 2 tane araba verdi hediye olarak. Tamam mı? Bana da geldi, 5 tane villa verdi. Şimdi sen burada çıkıp şunu diyebilir misin? “Ya kardeşim, hayırdır.” “Nasıl olur da bana 2 araba, ona 5 villa. Yaptığın adaletsizliktir. Seni mahkemeye gidip şikayet edeceğim.” desen, hakim sana ne der? Bunu gibi bir insan da çıkıp da bir noktada itiraz edemez. Bu niye buraya gidiyor? Neden? Çünkü insan karşılığında hiçbir şey vermedi. Ve karşılığında hiçbir şey vermemesiyle beraber, kendisine hediye gelen nimetle beraber Dünya’da nimetlenmeyi ve sonucunda Cennet’e gitmeye bağlandı. E demek diyeceğiz ki, karşılığında bir şey vermediğim için adalet kavramı için geçerli değil. Ama dersen ki: “O zaman neden o Cennete gidiyor. Benim riskim var.” Ben şimdi sana çıkıp şu montunu çıkar kardeşim, bunu ters giyeceksin desem ve bu montunun rengini değiştireceksin desem, sen bunu kabul eder misin, mantıklı olur mu? – Hayır. Neden? Çünkü mülk senindir. Mülk sahibi istediği gibi tasarruf eder. Bunun gibi de Dünya da, Cennet de, Ahiret de Allah’ın mülküdür. Mülk sahibi mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Mesela bir bitkiyi direkt Dünya’da da yaratabilir veya Cennet’te de direkt bitkiyi dikebilir. Buna itiraz edebilir miyiz? Hayır. Ne alaka? Burada da gül var, oraya da gül dikebilir. Bunun gibi de bir bebeği… Bir bebek gülünü düşün mesela. Bebeği direkt buraya da getirebilir veya burada insanlara gösterdikten sonra, mutlu ettikten sonra direkt o gülü Cennet’e de alabilir. Burada ben itiraz edemem. Neden? Çünkü bana dokunan bir yanı yok. Çünkü Allah ayetinde buyuruyor ki… Bak dedik ya İslam’dan bahsedeceğiz diye. Allah ayetinde, Meryem Sûresi’nde buyuruyor ki: “Siz ferden huzuruma geleceksiniz.” Fert. Yani bireysel olarak. Yani herkesin sorgusu bireysel olarak çekilecek. Mesela sana verilen özellik neyse, Allah senden onu soracak. Benden, bana verdiklerini soracak. Bunun gibi de bizim fiillerimiz, bireysel olarak bize verilen noktalarda sorumlu kılıyor bizi. E şimdi, bebek de öyle. Bebeğin buraya gelip gelmemesi, direkt Cennet’te olması, bunun benim adaletimi etki eden bir noktası yok. Biz de diyoruz ki, ya burada Allah bireysel olarak yaratıyor. Bireysel olarak ne verdiyse, onu adaletli olarak istiyor. E demek ki bu kavramlar içerisinde biz bunu değerlendirip, bu adalet kavramını böyle düşünmemiz lazım. Diyelim ki İslamiyet’te bir şey aklımıza yatmadı. Bir şeyin mantığımıza yatmaması, onun yanlışlığına delil değil. Neden? Diyelim ki biz Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşıyoruz, tamam mı? Fatih Sultan Mehmet döneminde her yerde turralar var. Osmanlı turrası. Ve bir ferman yayınlıyor. Diyor ki: “Hiç kimse 5 yıl evinden çıkmayacak.” Mantıklı mı? – Değil. Mantıklı gelmedi. Ben şu an mantıksız gelip, şunu söyleyebilir miyim? Fatih Sultan Mehmet yoktur. Böyle bir sonuca varabilir miyiz? – Hayır varamayız. Varamayız. İkinci örnekte de şunu diyebilir miyim? Ya her yerde Osmanlı turrası var. Böyle bana göre mantıksız bir kural geldi. O zaman Osmanlı yönetimi yoktur diyebilir miyim? Diyemem. Neden? Her yerde turra var. Mantıksız gelmesi, bize şunu sordurur: Fatih Sultan Mehmet neden böyle bir şey yaptı, yönetiminde neden böyle bir kural getirdi? Bunu sorgularız. Aynı bu örnekteki gibi de, Allah da İslamiyet’le beraber kurallar getirmiştir. E dersen ki: “İslamiyet’teki bu örneği mantığıma yatmadı.” Ama buradan şu sonuç çıkmaz: Bu kural varsa demek ki Allah yoktur, sonucu çıkmaz. Allah’ın verdiği kuralı beğenmemem, onun yönetimi olan İslamiyet’in yanlışlığına da delil değil. Neden? Çünkü her yerde turralar var. Mesela Rum Sûresi’nde gelecekten bahseden bir ayet var. Diyor ki: Rumlarla Perslerin savaşı oluyor. Ve gerçekten Rumlar yeniliyor. Herkes yenileceğini düşünürken devamında gerçekten Rumlar Persleri yenerek galip geliyor. Ve gelecekten bahseden, tam da 9 yıl sonra gelecek olan olaydan bahseden bir ayet. Ben de diyeceğim ki bu benim için bir turradır. Nasıl olur da bir insan gelecekten haber verebilir. Elbette bir insan gelecekten haber veremeyeceğine göre bu turranın sahibi, bu mührün sahibi yani İslam’ın sahibi olur. Demek ki bana mantıksız gelen kurallar, İslam’ın yanlışına delil olmadığı gibi, Allah’ın yanlışına da delil olamaz. E şimdi o zaman şunu desek olmaz mı? Ya evet, İslam’ı kabul edip, İslam’ın içerisinden kapıları zorlamak, İslam’ın içerisinden soruları açmak daha mantıklı olmaz mı? – Yani şu şekilde: Bence düşünülmesi gereken şeyler bunlar. Hani böyle bir insan aklıyla çok çabuk oturup karar verilecek işler değil. Sen de düşüneceğim diyorsun. – Yani hep düşündüm şimdiye kadar dini konular üzerinde. Yine de düşünmeye de devam ediyorum. Yaptığınız iş, düşünmemi yönlendirdi. Bazı yönlere yönlendirdi, çeşitlendi. Farklı şekillerde düşünürüm, incelerim. Ya ben çok mutlu oldum.
Tebliğ et!