Tedavi sürecinde ne gibi zorluklar yaşadın? Benim bağışıklık sistemim çöküyordu. Çok çabuk enfeksiyona kapılma riskim yükseliyordu yani bayağı sıkıntı oluyordu. O yüzden çıkamıyordum dışarı. Ve sürekli maske kullanmam gerekiyordu. Peki bir gün iyileşeceğini düşünüyor muydun? Dedim ya hani askerdesin, yalnızsın, tek başınasın ve doktora gidiyorsun. Doktor sana kanser olduğunu söylüyor. Ben hakikaten bayağı bayağı üzüldüm. Çünkü ailemden uzağım, sığınacak hiçbir yerim yok. Peki hiç intihar etmeyi düşündün mü? Bizim bir teras var işte. Oraya çıktım böyle. Yani dedim ki herhalde ya öleceğim, ya öleceğim. Çünkü o psikolojideydim. Çıkamıyordum içerisinden. Nurkan Yartürk. 25 yaşındayım. 2016 yılında tıp dilindeki ismi Hodgkin Lenfoma, halk dilindeki ismi ise Lenfoma (lenf kanseri) diye bilinen bir hastalığa yakalandım. Şu anda da burada bu hastalığı insanlara anlatmak için bulunuyorum. Hastalığını ilk ne zaman öğrendin? Hastalığımı ilk şöyle öğrendim: Bir gün berbere gittim. Dediğim gibi, benim boynumda bir şişlik vardı. Ben bunu hep yağ bezesi diye işte geçiştiriyordum sürekli. İşte geçer. Herkeste var falan. Gittim berbere. Berber de bana şu cümleyi kurdu: Tıraş ediyordu. Eli değmiş galiba, görmüş. Dedi ki “Bizim bir arkadaş vardı. Burada müşterimiz. Gelip gidiyordu işte. Ve aynı senin gibi böyle bir şişlik vardı. Ve kanser oldu. Vefat etti.” dedi bana. Tabii ben bunu duyunca bir şok oldum. Ondan sonra hastaneye gittim. Hastanede doktor dedi ki “Tetkik yapmamız lazım. Direk bunu anlayamayız.” Tetkik yaptı ve olumsuz çıktı. Ya sonuç olumsuzdu. Yani kanser değildim. Ve ben bu haber üzerine tabii çok sevindim. Askere gittim. Ve askerde ben bir tekrardan acaba hani durum nedir diye doktora gideyim diye sorduğumda yani izin aldığımda komutanlarımdan. Gittim ve oradaki doktor bana kanser olduğumu söyledi. Hastalığından biraz bahseder misin? Tabii ki. Şimdi şöyle: Bu hastalık Lenf kanseri diye geçiyor. Şimdi şöyle bir olay var: Şundan veya bundan dolayı sen kanser oldun denilemiyor. Tam bir kesin nedeni yok. Evet işte sigara deniliyor, işte Akciğer kanseri için… İşte başka kanserler için başka nedenler var ama benimkisi için tam bir yani teşhis konulamadı. Ya şundan dolayı sen kansersin denilemedi. Ağır bir hasatalık. Kimilerinde çok ağır seyrediyor, kimilerinde hafif seyrediyor. Benimkinin yani on iki türü var. Benimki biraz daha tam orta kısımda diyeyim ben size. Üçüncü evredeydi benim hastalığım. Ve bu hastalık, birden çok yere sirayet ediyor. Lenf bezleri dediğimiz… İnsan vücudunda bulunan bir lenf sistemi var. Vücudun giriş ve çıkış kısımlarında bulunuyor. Örnek veriyorum; boğaz kısımları, yemek yediğimiz kısımlar, işte ter bezlerinin olduğu koltuk altı ve kasıklar. Buralarda bulunan lenf bezlerine, bu kanser hücresi yapışıyor. Ve orada tabir-i caizse bir casus gibi büyümeye başlıyor ve bunu vücudumuzun bağışıklık sistemi fark edemiyor. Fark edemeyince, ona karşı bir önlem alıp veya onunla savaşamıyor. Savaşamayınca da büyümeye başlıyor ve orada bir tümör oluşturuyor. Tabii bu da vücudu kötü bir şekilde etkiliyor. Peki hastalığını öğrendiğinde ilk tepkin nasıl oldu? İlk tepkim şöyle oldu: Dedim ya hani askerdesin, yalnızsın, tek başınasın ve doktora gidiyorsun. Doktor sana kanser olduğunu söylüyor. Ben hakikaten bayağı bayağı üzüldüm. Çünkü ailemden uzağım. Sığınacak hiçbir yerim yok. Hatta yanımda bir teyze vardı. Doktora bir şey sormak için girmişti galiba içeri o esnada. O beni teskin etmeye falan çalıştı. Hani tabir-i caizse böyle kaynar sular başımdan aşağı döküldü derler ya, aynı o şekil duruma girdim ve bayağı üzüldüm. İşte dışarı çıktım. Komutanlara durumu anlattım. İşte böyle böyle diyorlar. Beni sevk edeceklermiş. Ailemi aradım. Onlar bayağı üzüldüler. Bayağı bir üzüldüm ya açıkçası. Tedavi sürecinden biraz bahseder misin? Tedavi sürecim şöyle gelişti: Beni askerden sevk ettiler İzmir’deki bir hastaneye. Orada doktorlar “Parçayı almamız gerekiyor.” dediler. Parçayı aldıktan sonra sonuçlar pozitif çıktı. Ondan sonra bana dediler ki “Sana biz kemoterapi tedavisi uygulayacağız.” Tabii ben de kemoterapi deyince, hep insanlar… Biliyorsun yani kemoterapi, kanser falan. Bayağı bir korktuk. Kemoterapi nedir, ne değildir bilmiyorum. Biraz araştırdım falan hatta. Sonra bu şekilde kemoterapiye başladık. Kemoterapi çok sıkıntılı bir ilaç gerçekten. Çünkü insanın sadece hastalıklı bölgesine zarar vermiyor. Aynı zamanda diğer sağlıklı hücrelerine de, sağlıklı bölgelerine de zarar veren bir ilaç. O cihetten beni çok rahatsız eden bir dönem oldu benim için orası. Tabii gidip gelmeye başladım. 15 gün aralıklarla kemoterapi almaya devam ediyordum. Ve şöyle bir olay var: Kemoterapi, ben de bir yan etki yaptı. Bu yan etki ise, sürekli benim kaşınmama sebep oluyordu. Ya morlaşıyordu göz altlarım. Sürekli vücudumun eklem yerleri ağırıyordu. Bu tarz sıkıntılar çıkardı ve meydana getirdi. Çok ağrılı, çok sancılı, çok sıkıntılı bir… Gerçekten çok yani. Şu an düşündükçe bile, o kemoterapinin tadı geliyor ağzıma. Öyle söyleyeyim size. Çünkü yani bir ilacın, damardan aldığın bir ilacın insanın ağızına tadı gelir mi? Benim yani… Öyle kötü bir ilaç gerçekten. O şekilde bir tedavi sürecim oldu. Tedavi sürecinde ne gibi zorluklar yaşadın? Birincisi, evden çıkamıyordum. Çünkü kemoterapi aldığım zaman benim bağışıklık sistemim çöküyordu. Ve çok çabuk enfeksiyona kapılma riskim yükseliyordu yani bayağı sıkıntı oluyordu. O yüzden çıkamıyordum dışarı. Ve sürekli maske kullanmam gerekiyordu. Şunu da söyleyeyim: Herhalde yanlış bir algı var. Yani şurada, maske takma olayında. Burada amaç, hastanın kendini diğer insanlardan koruması. Çünkü bağışıklık sistemi düştüğü için dışarıdan gelecek enfeksiyonlara açık oluyor hasta. O yüzden maske takılıyor. Yani insanlar bunu galiba yanlış biliyorlar. Mesela ben taktığımda kendimi kötü hissediyordum. İnsanlar benden kaçıyor diye yani takmak istemiyordum. Yani kötü gözüküyorum falan. Yani siz beni hasta etmeyin diye ben aslında o maskeyi takıyorum. Amaç bu yani. Tabii belki bilmiyorlardır. Orasını da tam bilmiyorum. İkinci olarak da şunu söyleyeyim: Az önce anlattım ya. Bir kaşıntı şeyi vardı. İşte o alerji ben de çok bayağı büyük bir etki bıraktı. Yatamıyordum. Geceleri kesinlikle uyuyamıyordum. Her tarafım kaşınıyordu. Hatta kafam falan böyle bayağı bir şişmişti. Bir gün hatta gözüm kapandı. Öyle gittim doktora yani. O şekilde bir sıkıntı çıkartıyordu bana. En büyük yaşadığım iki zorluk buydu. Hastalık anında yaşadığın en zor an neydi? Şimdi, hastalık zamanında yaşadığım en zor an herhalde çaresizliğimi ve acizliğimi anladığım andı. Hatta şöyle bir şey söyleyeyim: Hastalığımın açıklanacağı gece yani sonuçlanacağı gece, işte Patalojiye gitmiş parça. Cevap bekliyoruz. O kadar kötü oldum ki… Bizim bir teras var işte. Oraya çıktım böyle. Açık bir hava. Yani dedim ki herhalde ben ya öleceğim, ya öleceğim. Çünkü o psikolojideydim. Çıkamıyordum içerisinden. Ve ellerimi açtım. Yani belki şöyle söyleyeyim sana: Yarım saat ağlayarak dua ettiğimi biliyorum. O çaresizliğin vermiş olduğu etkiyle. O an çok kötüydü benim için. Ama elhamdulillah hastalığın ne olduğunu, önemini, mahiyetini tam olarak idrak ettikten sonra bu acizliğimin bile aslında güzel olduğunu anladım. Çünkü acizlik, biliyoruz ki insanı Rabbine yaklaştıran bir materyal. Öyle söyleyeyim sana. İnsan acizliğiyle Rabbini biliyor, acizliği nispetinde Rabbini tanıyor. Ben bu şekilde Rabbimi tanıdım. Yani o yüzden de bir cihetle hastalığı sevdim diyebilirim. Peki bir gün iyileşeceğini düşünüyor muydun? Yani evet düşünüyordum. Vücut… Dedim ya hani kemoterapi kötü bir illet. Zaten hani kötü bir durumdasın, sıkıntılı bir durumdasın. Bir de şimdi insan kendisine “Zaten ben öleceğim, ya çok kötü bir haldeyim…” Bu tarz kendine telkinlerde bulunursa zaten daha kötü bir hale gidiyor. O yüzden her zaman yani “Ben iyileşeceğim, evet ben bu hastalığı yeneceğim.” diye böyle hem moral, motivasyon olarak kendini diri tutarsa, hem de böyle manevi yönden de kendini böyle desteklerse ve şey de çok önemli bence… Ailenin desteği. Burada hani yine söylüyorum. Etrafında bu tarz böyle hastalık geçirenler varsa, kesinlikle ailenin desteği de çok önemli. Ve insanın kendisinin de aynı şekilde. İşte “Ben bu hastalığı yeneceğim, ben artık ne olursa olsun bu saatten sonra çabalamaktan vazgeçmeyeceğim.” diye devam ederse inşâAllah bu hastalığı da atlatıyor yani. En büyük ilaç bence moral. En sevdiğin kişinin kanser olduğunu öğrenseydin ne yapardın? Öncelikle ülkemizde şöyle bir algı var: İşte her kansere yakalanan sanki ölecekmiş gibi. “Bitti. Tamam artık. Onun hayatı sona erdi.” Böyle bir algı var. Bence bu algıyı kırmak lazım. Çünkü her hasta olan, her kanser olan ölmüyor ki. Yani bu yanlış. Velev ki vefat etti. Yani iyi de, ölüm yok mu? Hayır. Sonuçta bir ahiretin olduğuna inanıyoruz. İman ediyoruz sonuçta bunu. Biz biliyoruz ki “Bir daha görüşülmeyecek. İşte yokluktur, budur..” Böyle bir şey yok. Bir ahiret var. Orada tekrardan görüşeceğiz. Tekrardan sevdiklerimizle beraber olacağız. Bunu düşünmek, bunu bilmek yani ne kadar evet üzülsem bile o kişiyle tekrardan görüşeceğini bilmek veya hastalığın yenilmez bir şey olmadığını bilmek beni rahatlattığından dolayı muhtemelen çok da fazla kendimi harap etmezdim. Peki hiç intihar etmeyi düşündün mü? İntihar etmeyi hiç düşünmedim. Çünkü sabretmeyi biliyordum. İntihar edenlerin çoğu nasıl sabredileceğini bilmiyor. Yani intihar eden insanların… Şimdi karşında bir musibet var. Sana bir hastalık gelmiş. Ve sabredemiyorsun, dayanamıyorsun. Dayanamayınca bu sefer psikolojikman insan kendini intihara sürüklüyor, intihara hazırlıyor. Yani “Yeter artık. Kurtulayım bundan. Bir an önce bitsin.” dercesine… “İntihar edeyim direkt kurtulayım.” Ama işte sabırsız olmamak lazım. O yüzden sabır kuvvetini geleceğe dağıtmamak lazım. Hatta şöyle bir şey söyleyelim: Nice hastalar var ki… O başında bekleyen hasta bakıcıları veya o akrabaları belki ondan önce vefat ediyorlar. Yani bunu da bilmek lazım. Sen kendini “Ben öleceğim, ben bittim, şöyle oldu, böyle oldu…” diye hazırlıyorsun ama bilemiyorsun. Hayat, kader karşına neler çıkaracak hiç bilemiyorsun. O yüzden sabır kuvvetimizi her zaman bu an için tutmak lazım. Sabrını dağıtmadığın sürece o sabır sana yetiyor zaten. Ölümle burun buruna gelmek nasıl bir duygu? Baktığın zaman Dünya üzerindeki bütün insanlar ölümle burun buruna şu anda. Kimsenin ben “1 dakika sonraya benim garantim var.” diyebilme şansı var mı? Yok. Aslında bütün insanlar ölümle burun buruna. Ama farkında değiliz. Yani evet ben ilk başlarda korktum. Yani çünkü böyle bir hastalığın emaresi vardı ben de, ölümün. Hastalık geçirmiştim. Ama şu var: Ölüm evet, burun burunayız. Ama ölüm bir son değil. Ölümün sonrası var. Önemli olan orası zaten. Ahiret. Yani evet öldük diyelim. Haydi bitti mi? Bu muydu, bu kadar mıydı yani? Bundan sonrası bizim için önemli olan. İşte ben orada kendimi hazır hissetmediğim için zaten problem oydu benim için. İşte bu sıhhat vesilesiyle yani bu hastalık bana gözümü açtırdı. Ölümden korktum. O korkmak, beni hayata çevirdi, hayata döndürdü tekrardan. Ama şunu söylüyorum: Herkes bu hayatta ölümle burun buruna. Herkes her an ölebilir. Bunun farkında olmamız gerekiyor. Şu an kabirlerinde belki 15 yaşında, 20 yaşında, daha gencecik insanlar var. Yok değil. Var. Bunu biliyoruz. O yüzden her an ölecekmiş gibi yaşamamız gerektiğine inanıyorum. Seni hasta olanlar da izleyecek. Onlara ne söylemek istersin? Hasta olanlara en başta şunu söylemek isterim: 1- Merak etmesin. Gerçekten bir insan ne kadar merak ederse, ne kadar kafaya takarsa o hastalığı, o hastalık ondan daha fazla tezahür etmeye başlıyor, daha çok çoğalıyor. Yani o maddi hastalık, manevi hastalık olan meraka dayanarak daha da artıyor. Bir de biz biliyoruz ki mülk sahibi Allahtır. Yani biz hangi uzvumuzu, kolumuzu, bacağımızı, hangi pazardan, hangi marketten aldık? Öyle değil mi? Mülkü veren kim bize? Allah. Mülkün sahibi Allah. O zaman mülk sahibi mülkünde istediği gibi tasarruf eder? Yani senin bundan kalkıp şekva etme, şikayet etmeye hakkın yok? Bir diğer husus da şu var: Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in bir hadisi var. Diyor ki “Ermiş ağacı yani meyveleri olmuş bir ağacı silkelediğiniz zaman nasıl ki o meyveler düşer ya. Aynen öyle de o hastanın o titremesi var ya, o hastalıktan dolayı, o elemden dolayı. O titremesi, günahlarının dökülmesine vesile olur.” Bu kardeşlerimize de inşâAllah bu cihetten bakıldığı zaman gerçekten tam bir teselli… Bana da mesela çok büyük bir teselliydi bu. Ve ben diyordum ki kendi kendime “Ya elhamdulillah, bak günahlarım dökülüyor. Ya bak işte, hasta oldum. Belki günahkar gidecektim ama belki Allah bu şekilde beni Cennet’ine kabul edecek.” Yani günahsız bir şekilde gideceğim. Elhamdulillah diyordum yani kendi kendime böyle moral, motivasyon buluyordum. Bunu tavsiye ediyorum. Rabbim bütün hasta kardeşlerimize hem maddi, hem manevi olarak acil şifalar versin.
Tebliğ et!