Buraya aslında gün içinde gelen insanlarla ilgilenen de aslında önemli bir ekip var. Biraz da ondan… onlardan bahsetmek lazım. Bizim burada zaten çay dağıtan, perde arkasında çalışan, mutfakta çalışan; bizim mutfak dediğimiz kavram biraz daha geniş tabi. Mesela videoların montajını yapan adam da mutfakta çalışıyor bizim deyimimizle, işte kameraya kaydeden arkadaşımız da mutfak elemanı olarak. Mesela buranın teknik işlerini yapan bir sürü arkadaşımız var. Elektriğinden, gerçekten suyuna, tesisatına; harıl harıl. Hani burda gördüğünüz dekor da mesela el emeğidir pek çoğu. Kendi gayretleriyle kardeşlerimiz yapıyorve gerçekten de bir topyekün aslında bir ekip çalışması var. Hafta içinde kardeşlerimiz sokağa iniyorlar, kart dağıtıyorlar, broşür dağıtıyorlar. İnsanlara ALlah’ı anlatıyorlar. Bir fırsatını bulup Allah’ı anlatabilir miyiz? Derdimiz bu yani. (Gümleme sesi) Bir fırsatını bulup heryerde Allah’ı anlatmaya çalışıyor kardeşlerimiz. İniyorlar, Risale bastırdık 20.000 tane bunları dağıtıyorlar. Büyük bir kısmını dağıttılar falan. Kardeşlerimiz koşturuyorlar, mücadele veriyorlar. Hani nerde bir belki Cenab-ı Hak fırsat yaratırda orada bir kişinin imanına vesile oluruz diye. Elhamdülillah Çınaraltı açıldığından beri yüzlerce böyle ateistin iman ettiğine şahit olduk. Namaz kılanların sayısı, namaza başlayanların sayısı; gerçekten biz de bilmiyoruz. Kaç rekat namaz kıldıklarını hele Batuhan! hiç bilmiyoruz. Elhamdülillah çok güzel imani faaliyetler yapılıyor ve burdaki kardeşlerimiz samimane çabalarıyla.. Aynı zamanda burdaki ekipte de bir renklilik var; onu farkedersiniz. Gelir gelmez yani ekipte bir hareket var yani; bir aksiyon, bir renkli yani simalar. Yani burda yaşadığımız gün içinde o kadar çok güldüğümüz hadise oluyor ki. Bu aslında benim bir duamın sebebiydi, kardeşlerimiz çok iyi bilirler. Hatta hemen gülmeye başladılar. Burası açılmadan önce ben Cenab-ı Hak’ka şöyle bir dua etmiştim. Elhamdülillah duam kabul oldu. Tabi önceleri çok şükrediyordum ama şimdi farklı bir açıdan yani, iyi mi ettik kötü mü ettik onu da bilmiyorum ama. Açılmadan önce şöyle bir dua etmiştim. Dedim ki: “-Ya Rabbi” hani ben farklı yerlere de gittim, farklı ortamları gördüm, hani Çınaraltı hiç bir yere bağlı olmasın falan diye üğraştık. Tamamen gençlerin kendi projesi olsun tamamen kendi gayretleriyle, hiç bir yere tabiri caizse sırtını yaslamaksızın, tamamen Allah’a yönelerek böyle kendi imkanlarıyla, hani herkesin gelebileceği; şucu bucu denilmeyen. O yüzden bir yere bağlı değil. Yoksa bir cemamate bağlı olmak kötü bir şey değil. Bu aralar çünkü böyle bir yafta atılmaya çalışılıyor. Tam tersi bu milleti güzelleştiren en temel unsurlardan birisi bu tarz çalışan insanlar. Allah için uğraşan, Allah Rızası için çalışan kardeşler her tarafta var. Çınaraltı hiç bir yere bağlı değil. Hani şu manada bağlı değil. Şucu, bucu denilmesin diye; tamamen üniversiteli gençlerin böyle kendi girişimleriyle oluşturduğu bir proje ve gerçektende elhamdülillah mâkes buldu, karşılık buldu. Ve ben açılmadan önce tabi çok tereddütler içindeyim. Yaa olur mu, olmaz mı? İmkan yok, para yok, kimseyi tanımıyorsun. Nasıl yapacaksın felan. “Ve hüve ala külli şey’in kadir” “Allah’ın gücü her şeye yeter” Osman. Allah’ın kazinesi sonsuzdur falan. Yapar mıyız, yapamaz mıyız? Derken Cenab-ı Hak etrafımıza böyle bir ekip oluşturdu. Çok şükür. Sosyal medyadan, duyan, gelen, ben de varım diyen. Konuştuğumuz her kesin kalbinde bir heyacan uyanmaya başladı ve elhamdülillah Cenab-ı Hak; 8 aylık bir çalışma, bir gayretin neticesinde, bir kuracak bir ekip oluştu ve kuruldu. Ama kurulmadan önce ben şöyle bir dua etmiştim. Dedim ki:”Ya Rabbi ben çok farklı ortamlara girdim çıktım, bazı ortamlarda hani ehli dünya iken; eski hayatımda iman etmeden önce çok sıkılıyordum. Girip çıkıyordum böyle ortamlara ama çok sıkılıyordum. Ya böyle sıkılmayacağım, sıradışı insanların olduğu bir yer nasip et Ya Rabbi. Ekibimiz sıra dışı olsun.” dedim. Arkadaş bir tane normal adam yok yaa. (Hayal kırıklığı müziği arka fonda). Yani kime elimi uzatsam, kimle böyle omuz omuza gelsem, kimle böyle bir dertleşeyim desem adam deli çıkıyor. Yani demekki yani bu yolda da böyle bir şey de var tabi. Hani gerçekten de şu ahir zamanda Peygamber Efendimiz’in(s.a.v.) hadisi var ya. Ona mazhar oluyorlar. Gerçekten “Ahir zamanda dini yaşayana ‘mecnun’ diyecekler” diyor Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam. Yani demekki dini yaşamak o kadar anormalleşecek. “Olur mu yaa. Sen işini gücünü nasıl kaptıracak bir riske girebilirsin.” “Aman oraya gitme. Mimlenirsin, fişlenirsin” Ne demek bu işte bak? “Deli misin öyle bir yere gidiyorsun” Dünya menfaatini kaçırıyorsun. “Ahiret, ahiret. Ser seccadeni kıl namazını ya. Karışma kimseye.” Bu asrın değil mi? mottosu bu. Sloganı bu. Niye? Şeytan çok güzel bir taktik bulmuş. Müslümanları böyle göbeğinin altında ezdirecek, müslümanları dünyevileştirecek ve müslümanları müslüman kimliğinden koparacak; artık sıradan, dünya için yaşayan bir insan haline çevirecek bir projenin içinde. Şeytan. İşte o yüzden ne yapmak lazım? Burada bir parça böyle sıradışı olmak lazım. Dediğim gibi çok renkli kardeşlerimiz var. Bu gün Canberk’le falan bir konuştum. Ya dedim kardeşlerimizin böyle şeyleri var… hikayeleri, yaşadığımız garip şeyler. Hangisini anlatsak? Ya liste uzadıkça uzadı. Ben artık aklıma hangisi geliyorsa onu anlatacağım. Mesela Emin. Emini anlatayım. Bizim Emin diye bir kardeş var. Görmüşsünüzdür böyle iki metreye yakın boy, esmer felan Şimdi şehir dışında kendisi. Kardeşimiz böyle Twitter’a bakıyor. Twitter’dan sorumlu. Bir özelliği var. Geceleri…buna karabasan geliyor… Yani burda iki metre boyunda, hani kapı genişliğinde, enine doğru da bir metreden fazla, yani Batuhan’dan 30 tane yan yana, üst üste koy. Öyle bir şey. (Salon gülüşüyor) Ya bu…cüssede birisini düşünün ve bu adamın uyur gezer olduğunu düşünün ve aynı zamanda karabasan geldiğini düşünün ve onunla salonda yan yana yattığınızı düşünün. Yani kardeşlerimiz burda ne filimler çekiyorlar. Sefa yatıyor. Bir kere anlattı bana böyle. Hee Sefa’nın boyutlarını da söyleyeyim. Sefa burda mı? Sefa bir gelsene Sefa. Çağırsanıza bir Sefa’yı. Sefa’yı da gelsin. (Gülüyor) Sefa iki metre.(Yanlış söylüyor) Birisi Sefa’nın yanında…Ali Osman bir Sefa’nın yanında ayağa kalksana. Sefa’nın hani. (Salonda gülüşmeler) Ha 1.95 lik Okan var. Okan lütfen. (Gülüşmeler devam ediyor). Emin! Okan’dan iki tane olduğunu düşünün böyle bir adam. Sefa yatıyor, Emin yatıyor. Gece böyle bir yarım saat, bir saat geçiyor. Yani şöyle bir karartı düşün üstünde 2 metre boy yani 110 kilo felan bir cüsse, devasa bir surat Gecenin karanlığında Sefa gözlerini bir açıyor. Oturabilirsiniz bu arada. Batuhan senin ne işin var orda? Hemen gittin. Nerde bir boy ölçüşme var hemen gidiyorsun. (Batuhan bir şeyler söylüyor) Tabi karabasarken o da görüyor yani. (Gülüşmeler ve Batuhan’ın kınuşması devam ediyor.) Yalnız bu kara olan Emin’mi onu bilmiyorum yani. Hakkaten. Ama basan bişey var. Şimdi Sefa’yı düşün. Yatıyor, gözünü bir açıyor, karşısında böyle devasa bir adam. Sefa’ya diyor ki, yaklaşıyor böyle: “Turuncu tişörtlü nerde?” diyor. (Gülüşeler) Turuncu tişörtlü kimse yok! Gece diyor, ağabey diyor, bir buçuk saat boyunca turuncu tişörtlü birisini aradı diyor. ve ben varım o var. Kimse yok diyor yani. Nası? korkunun boyutlarını düşünsene; devasa bir adam karanlığın içinde yürüyüp duruyor. (Gülüyor) Sürekli. Turuncu tişörtlü birisini arıyor. Abi resmen…yani..bir…cinayet hikayesi gibi yani. (Salondan birisi bir şey söylüyor) (Gülüyor) Hayır o cüsseden sevgi beklemiyor yani Sefa o an. Sonra neyse uyuyorlar felan. Bir kaç saat geçiyor. Sefa gene bir gürültüye uyanıyor. Bir kalkıyır. Yani bu iki metre boyundaki dev cüsseli adam salonun ortasında ellerini açmış sürekli yuvarlak çizerek koşuyor. Güm Güm Güm.(Salon gülüşüyor, Osman gülüyor) Sefa…ondan sonra işte evlenmeye karar verdi. (Kahkaha atıyor. Salon gülmeye devam ediyor.) Ancak kendimi böyle kurtarabilirim. Gerçekten Emin’le yaşanan hikayelerin sayısı çok. Bir sürü hikaye var. Bazıları hani RTÜK kapatabilir. O yüzden anlatamam. Sıkıntılı hikayeler de var. Yani kardeşlerimiz gerçekten burada çok ciddi gayretin içindeler. Hem bir yandan böyle gün içinde Cenab-ı Hak’kın yaşattığı bir süre tevafuk var, hani haletler var. Hani Cenab-ı Hak’kın yani bir şeyi denk getirmesi demek. Normalde olmayacak sıradışı bir olay. Mesela atıyorum; ben Nuri’den bahsediyorum, Nuri 3 aydır gelmemiş, pat bir anda Nuri geliyor. Bu bir tevafukdur mesela. Bu 1,2,3,4,5 hani sürekli tekrar edince anlarsın ki bu alelade bir iş değil. Demekki tevafuk alameti makbuliyettir. Cenab-ı Hak diyor ki yani, kulum sizin burda genç halinizle gayret etmenizden ben memnunum, razıyım diyor adeta. Böyle bir işaret hissediyoruz. Bunun gibi tevafukvari olaylar oluyor. Tabi kardeşlerimiz şevke geliyor, gaza geliyor. Biz burda işte; yeni geliyor adam bir ay, iki ay, üç ay, dört ay, artık risale okuması için. Kardeşim diyoruz ki yaa: beni dinleyerek nereye kadar devam edebilirsin. Videolarımızı artık hani iki yıldır izliyorsan ve hala daha risale okumamışsan bir daha izleme lütfen çünkü beni anlamamışsın diyoruz. Esas mesele biz fragman anlatıyoruz, hani filmin devamı burada. Sürekli fragman izleyerek de film anlaşılmaz, o yüzden Risale-i Nur’a yönlendiriyoruz. Özellikle yeni gelenlerde de bu çalışmayı yapıyoruz. Biz de böyle anlatıyoruz ya; gün içinde ateist geliyor, deist geliyor, konuşuyoruz, anlatıyoruz, iman edenler “Allahu Ekber” falan şahadet getirenler böyle. Bizim Berkan’da gaza geliyor tabi. Yaa diyor Osman Ağabeyler anlatıyor, ben niye anlatamayayım yaa falan diyor. Gidiyor bir gün bir evrimci ateist, okuldaki arkadaşının yanına; Canberk’de tanıyor. Oturuyor bunlara, Berkcan diyor anlat diyor bu ateizm dediğin, hani meseleni anlat bakalım diyor. Çocuk anlatmaya başlıyor. Bu ilk başta hani girecek yer arıyor tamam mı? Bu çocuk anlatıyor, bu da girecek yer arıyor. Bana anlattı meseleyi aynen böyle. “Ağebey” diyor “giremiyorum konuya bir türlü; çocuk şakır şakır anlatıyor, şakır şakır anlatıyor. Bir süre sonra geriye yaslandım” diyor. (Salondan ve Osman’dan gülmeler) “Dinliyorum çocuğu, baktım çocuk çok mantıklı konuşuyor” diyor. (Salonla karşılıklı gülmeler) “Kardeş sen haklısın yaa” dedim diyor. “Kalktım gittim” Yani artık Berkan öyle bir hale geldi ki adam ateistle konuşunca ateistin kafirliği artıyor. Yani imansızlığı güçleniyor. İmana getirecek yerde adamın iyice imansız olmasını sağlıyor. Yani artık biz de ters etki olarak; ateiste anlatma müslümana anlat imanı kuvvetlensin falan. Yani adam gidiyor çocuğa anlatayım derken tam tersi ava giden avlanır oluyor. Sen haklısın kardeşim diyor. Ben de geldiği zaman bana anlatınca; kardeşim dedim sen şehadet getir yaa sen bildiğin adamın imansızlığına hak vermişsin. Şimdi tabi Berkan’ın da kendisi burda değil. Şu an nerede bilmiyorum ama yani artık inşallah anlatacak seviyeye gelmiştir. Kardeşlerimizden böyler tabi çok farklı haletler var işte ne bileyim; Sefa’nın mesela böyle özlü sözleri olur. Bir araya geliriz atıyorum. Bir mütala yaparız. Bir beyin jimlastiği, beyin fırtınası, bir konuyu ele alırız felan. O anda böyle bir şey olur. Hani herkesin sofistike olduğu bir an olur tamam mı? Hani kardeşlerimiz; bir gün böyle bir oturuyoruz. Bir on onbeş kişi felan var. Bir önceki yerimizdeyiz. Eski yerimizdeyiz daha doğrusu. Oturuyoruz böyle hararetli bir muhabbet. Her kes böyle tefekküri bir haz almaya başladı. Allahu Ekber felan. Her lafın sonunda birisi Sübhanallah diyor. Bir pencere açılıyor falan. Gerçekten çok felsefik, derin bir sohbet ama çok da tefekküri. Böyle konuşuyoruz, bir yandan okuyoruz falan. Her kes bir şey soruyor tamam mı? Ama her kes çok kritik sorular soruyor. Soru cevap gidiyoruz. Bir de böyle kardeşimizin birisi ismini vermeyeyim. O da böyle dinliyor tamam mı?… Çok böyle felsefik bir duruşla. “Osman ağabey” dedi, “bir şey sorabilirmiyim?” dedi. Buyur kardeşim dedim. Ama konu apayrı bir konu. Allah’ın bambaşka bir ismini konuşuyoruz. Dedi ki “İnsan eti yemek caiz mi?” (Salondan kahkahalar) Bir an dondum. Yani (gülüyor) bir insan böyle bi..bir şeyi niye merak eder. Yaa insan eti mi yiyeceksin? Derdin ne senin? İnsan eti yemek caiz değil arkadaşlar. Sakın denemeyin. Bir gün böyle kampa gittik. Sabahları bilirsiniz belki böyle; hani bizim ekip gibi bir ekiple bir kampa gittiyseniz. okuma kampı, kamplarda sabahları erken uyanmamız gerekir ki günü verimli geçirelim. Sabah namazını kılıyoruz, kerahat vakti işte güneş doğana kadar bekliyoruz. Sonra arkadaşlara kahvaltı hazırlanana kadar falan bir uyumaya izin veriyoruz. Kahvaltıyı da hani belki yarım saat uyuyup uyandıktan sonra nöbetçiler kalkıp hazırlar. Dolayısıyla aramızda her gün iki kişi nöbetçi seçilir. 10 kişinin iki kişisi dönerli olarak nöbetçi oluyor. İstanbul’dayız, böyle bir kamptayız. Bizim Enes ve Obey, iki kardeş. Dedik ki yarın sen nöbetçisin. Tamam mı? Tamam. Ağabey şunu yapacağım, ağabey bunu yapacağım. Tamam sabah görüşürüz. Bakalım ne yapacaksınız. Sabah 9’da uyandırması gerekiyor. Ben bir uyandım sabah, saat olmuş 11. Bir baktım bu ikisi fosuur fosur uyuyor. Sinirlendim, Enes dedim kalk çabuk. Ne yaptınız, bak 2 saatimizi yediniz. Bir sürü kitap okuyacaktık. Sizin yüzünüzden sevabından…vebalindesiniz. Çabuk hazırlayın kahvaltıyı falan filan. Bunlar korktu, hemen kalktı işte birbirlerine çarpıştı falan derken; gittiler mutfağa hazırlamaya. Hazırlıyorlar, biz de kardeşlerle uyandık falan. Bizi uyandırmaları gerekiyordu, uyandırmamışlar, neyse. Okuyoruz falan. Neyse dedim artık nasip. Okuyoruz, cık arkadaş yarım saat geçti. Hani geç kaldın ya 10 dakkada bir şeyler hazırla getir bari. Cık Allah yarım saat geçti, kırk dakka geçti, elli dakka geçti. Nerdesiniz? Ağabey geliyor, ağabey geliyor. Bir saat geçti. En sonunda geldiler, sofrayı kurdular. Kardeşim dedim, ne yaptınız kral sofrası mı hazırlıyorsunuz? falan. Bir getirdiler. İki tane yumurta kırmış. (Salondan gülüşmeler) Yaa dedim olum 10 kişiyiz ne yaptın? Neyse artık peynir, zeytin yeriz falan. Çay yaptınız mı? Haa çay dedi. Getireyim ağabey içerde dedi. Getirdi termosu. Şimdi sistemimiz basit kardeşim. Hazır demlik poşet çaylarımız var. Onlardan bir termosa 3 tane atıyorsun, üstüne kaynar suyu döküyorsun, 5 dakika bekliyorsun, o hazır oluyor. Yani uğraşmamak için sistemimiz bu. Basit. Binlerce kere gördü. Yani bir insanın çay yapması ne kadar zor olabilir? Bir saat geçmiş bir de. Ne yaptılarsa o bir saatte. Yani bu kadar düşünecek te bir şey değil. Bir getirdi, bardağa bir döktüm, su! Sadece su akıyor. Olm dedim ya, bunun içine nasıl çay atmazsınız yaa falan. Ağabey dedi işte ben şey yaptım. Birbirlerine döndüler, kavga etmeye başladılar. Sen atcaktın, hayır sen atcaktın felan. Sonra bir baktım bu çaydan duman çıkmıyor. (Salondan gülüşmeler) Çayı aldım bi içtim…sudan daha doğrusu. Bir baktım buz gibi su… Yaa ağabey bari kaynat. Yani çayı atmadın bari kaynat… İşte yani bir işe iki el karışırsa ne olduğunu bariz bir şekilde görmüş olduk. Yani tam tersi değil mi? Emir komuta zinciri iki elde olunca; iki komutan olsa mesela bir ordunun başında, savaş kaybedilir. Çünkü çift başlılık olur. Yani burda kardeşlerimizde orjinalite var. Ama işte bazen olumlu, bazen olumsuz yansıyabiliyor. Ne bileyim bazen işte şu ortamda dediğim gibi, sofistike bir ortamda Sefa’ya bir pencere açılıyor diyor ki:”-Sirke kanın tineridir” diyor. (Gülüşmeler) Bir anda bir aydınlanma. Özlü söz yani. Ata…ataların unuttuğu bir söz söylemiş oluyor. İşte arkadaşlar bu şekilde ne olacak biliyormusunuz? Allah nasip eder de gidersek, Cennet’de, böyle çarşılar olacak. O çarşılar da karşılıklı böyle Cennet anılarını birbirimize anlatacağımız köşkler, tahtlar olacak, sohbet meclisleri olacak. Orada insanlar o tahtlara oturasa…oturacaklar, karşılıklı böyle dünyevi hatıralarını anlatacaklar. Dünyevi maceralarını birbirlerine anlatacaklar. Bu da Cennet’deki en keyifli şeylerden birisi olacakmış. Şimdi bu bilgiyi alınca ne oluyor Batuhan? Çok böyle mutlu oluyoruz değil mi? Yaa ne güzel Cennet felan, keyifleniyoruz yani. Keyfimiz yerindeyken gelin şu keyfimizi biraz bozalım. (Gümleme sesi) Cennet’i anlattık biraz bir parça ama! Peki ya Cehennem!(Cızırtı sesiyle yazı geldi) Cehennem nedir biliyormusunuz?(Yazı cızırtıyla kayboldu) Bir insanın sadece ateşle azap görmesi değil. Bakın bir gün açlığa dayanamıyorsunuz, bir yıl değil binlerce yıl, milyonlarca yıl açlık var orada. Susuzluğa!! yarım gün dayanamazsın. Orada bir gün değil, iki gün değil, binlerce yıl susuzluk var. Ateş, kötü koku, korkunç görüntüler, korkunç sesler. Yani beş duyu organının beşiyle de sürekli ızdırap görülen, azap görülen bir diyar. Bu Cehennem’e gitmemek için insan! varını yoğunu ortaya koyması gerekmez mi? Her şeyi yapıp o cehennemden korunması gerekmez mi? Cennet bu kadar güzelken, Cennet’de bu kadar güzel hatıralar, anılar, olaylar anlatılırken, yaşanırken, lezzetle tadılırken, oraya gitmek varken; ora ıskalanıp da Cehennem’e gitmek kadar akıldan uzak bir şey var mı? Bakın ne diyor? Bediüzzaman Hazretleri çok önemli bir konuya değiniyor. Diyor ki: “Cihan Harbi’nden” O zamanlar 2. Dünya Savaşı var. Bediüzzaman Hazretleri hiç sormuyor, araştırmıyor…merak etmiyor. Diyo…diyorlar ki yani bunu niye araştırmıyorsun? niye hiç radyoları dinlemiyorsun? Bazı imamlar artık camileri bırakırlarmış Radyo dinlemeye koşarlarmış. Bakalım Almanya İngiltere ne yaptı? Birbirlerini bombaladı mı? Benzerleri şeyleri bu günleri de…bu günlerde de yaşıyoruz. Derbiler vesaire veya Şampiyonlar Ligi maçları falan. İnsanlar böyle Dünya’yı tercih edebiliyor. İşte Bediüzzaman Hazretleri’ne bunu soruyorlar. O da diyor ki: (Yankılı olarak) “Bu Cihan Harbi’nden daha büyük bir hadise ve bu zemin yüzündeki hakimiyet-i amme davasından daha ehemmiyetli bir dava, herkesin ve bilhassa müslümanların başına öyle bir hadise, öyle bir dava açılmış ki; her adam eğer İngiliz ve Alman kadar kuvveti ve serveti olsa, aklı da varsa o tek davayı kazanmak için bila tereddüt” tereddütsüz bir şekilde “sarfedecek” (Yankı bitti. Gümleme sesi) İngiliz ve Alman kadar servetin bulunsa, aklın da varsa bu meseleyi kazanmak için yani Cennet’i kazanmak için harcaman lazım. Cehennem’den kendini kurtarmak için, Dünya’nın en büyük serveti sende olsa, hepsini harcasan gene yetmez. Bu kadar büyük bir hadise. Yaa ateşe dayanamıyorsun değil mi? Ocağın yakarken, yani yarım saniye elin ocağa değince, elin yanıyor. Semaveri yakayım derken elin yanıyor, perişan oluyorsun değil mi?…Yani insan ne kadar bu…ateş…karşısında o ateşin ızdırabına dayanamıyor; e şimdi Cehennem ‘de bir sene, iki sene değil bu kadar azaba, ızdıraba nasıl dayanabilirsin? Şimdi kendimiz için bunu çok yakıştıramıyoruz değil mi? Yaa ben ne girecem bu girsin, hemen yanındakini gösteriyor adam. Bu yansın falan. Millet hep başkasını görüyor. Kardeşim o cihetle de hiç kalbimiz sızlamıyor mu? Bakın sokaklara. Taylan birinci derste çok güzel anlattı değil mi? Sokaklarda gençler akın akın belki böyle gurup gurup Cehennem’e yuvarlanacak bir haletin içindeler. Yani sanki sokaklarımız sel olmuş; Cehennem’e dökülüyor, Cehennem’e akıyor. Bu insanları kim kurtaracak? Ben bir gün seminere gittim. Benim için en zor seminerlerden birisiydi. Salonda bayaa 400 kadar genç var. Bir okulun böyle bir konferans salonu gibi bir yer. Yalnız bu gençler dinlemiyor. Bir şeyler anlatmaya çalışan birisi için dünyanın en zor durumlarından birisidir. Dinlemeyen bir kitleye anlatmaya çalışıyosun. İlgilerini çekmeye çalışıyorsun ve onların pek çoğunun içinde ateist olduğunu öğrendim. Dininde sıkıntı yaşadığını öğrendim Müslüman olanların da. Salonun yarısı, 200 kişi beni dinlemiyor rahat. 200 kişi de dinlemeye çalışıyor falan. Bazıları..hani..görüyorum..etkileniyorlar falan. Cık ama bakıyorum, bir türlü öbürlerinin dikkatini çekemedim. Bildiğim ne kadar teknik varsa denemeye çalıştım. Yok. En sonunda artık hoca kalktı. Bizi oraya davet eden ilçe milli eğitim müdürü. Kalktı bağırdı. Sonra dinlemeye başladılar. Ben de 45 dakikalık konuşmamı 15 dakikaya sıkıştırdım. Biraz veryansın, biraz damara dokunmaya çalışarak, sitem ederek bir anlatım yaptım ve gerçekten çok zorlandım yani. O kadar efor sarfettim ki. Çok yoruldum ve gerçekten benim için biraz moral bozukluğu oldu böyle bir şey yaşamak. Kendi kendime hani, nefsime ağır geliyor ya böyle zor bir şeyin altına girmek, yükün altına girmek. Böyle şeytan vesvese veriyor. Gelmeseydin falan diye. Bir hafta sonra bir mesaj geldi ağabey dedi o günkü seminerde sen anlattıktan sonra bir sürü kişi içkiyi bıraktı, namaza başladı. Elhamdülillah dedim yaa. Bak demek ki Cenab-ı Hak o sıkıntıya karşılık meğerse büyük bir mükafat vermiş. Bir sürü orda, yani bir üç beş kişiden bahsediyor. Bir sürü kişi derken. Elhamdülillah dedim, şükrettim. Aradan bir hafta daha geçti. (Yankılı konuşma başladı) Çocuk bir mesaj daha attı. Dedi ki ağabey o gün seminere gelmeyenlerden bir grup genç, beş tane arkadaşım, alkol içtiler, sarhoş oldular, arabaya bindiler, hız yaptılar ve trafik kazası geçirdiler. Ağabey arkadaşlarımın hepsi içki içmiş bir vaziyette, sarhoş bir şekilde öldü. Onlara dua etsem duam kabul olur mu ağabey? (Gümleme sesi) (Yankılı konuşma bitti.) Kardeşim dedim tabii ki et. Son hallerini bilmiyoruz. Allah’tan ümit kesilmez. Sen dua et. Ama ağabey yüreğim parça parça oldu. Bu benim milletimin evladı, bu benim ecdadımın torunu, bu benimle Cennet’e girmesini arzu ettiğim kardeşim, Cennet’de olmak istediğim, beraber olmak istediğim, candaşımi yoldaşım. Benim vatandaşım, benim aynı ümmetin ferdi olduğum arkadaşım, kardeşim. Ben ona ulaşamadım. Belki ulaşsaydım o da içkiyi bırakacaktı. Belki o gün o trafik kazasını geçirmeyecekti. Belki ölmeyecekti. Belki şu an namaza başlamıştı. Yani bu hissiyatı bilmiyorum; yaşayan bilir sadece. Zübeyir Gündüzalp Ağabey, Bediüzzaman Hazretleri’nin yani şu eserlerin müellifi olan Bediüzzaman Said Nursi’nin kainata değişmem dediği talebesi Zübeyir Gündüzalp ağabey bakın ne diyor. İşte gerçek bir kahraman, İslam kahramanı. Diyor ki: “Teessür ve ızdırap karşısında kalpten bir parça kopacak olsa idi; bir gencin imansız gitmesi karşısında, kalbim atom zerratı adedince parçalarına ayrılırdı.” diyor. Yani her üzüntüden dolayı kalpten bir parça ayrılacak olsa, fiziksel olarak; bir gencin imansız gitmesinden daha büyük bir üzüntü yok. Kabre imansız gitmesi ne demek? Kabir azabı görmesi, Cehennem’e girmesi ne demek? Bakın Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın buna benzer bir hikayesi var. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam bir gün bir mecliste bulunurken, bir sahabe efendimiz geldi ve Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’a haber verdi. Ya Rasulallah -Aleyhisselatü Vesselam- “Komşumuz olan şu yahudinin çocuğu var ya, hani arada bir gelir mescidimizi temizler, arada bir gelir senin hizmetinde bulunurdu ya. İşte o genç ölüm döşeğinde Ya Rasulallah(s.a.v.) ölmek üzere…. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam cübbesini toparladığı gibi fırladı koştu. Niye biliyormusun? Yüreğinde bir ümmetin imanı, bir insanlığın imanı yatıyor. (Gümleme sesi) Bir kişinin seninle beraber kurtulması demek, bir kişinin seninle birlikte hidayete gelmesi demek “Güneşin üzerine doğup battığı herşeyden daha hayırlı” demek. (Gümleme sesi) Kendisi söylüyor Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam bunu. Dünyanın en büyük mal varlığında daha büyük…Çünkü bu dünyada yedi milyar insan varsa, yedi milyar âlem var kardeşim. Bir kişinin ebedi hayatını kurtarmak, bir âlemi kurtarmak demek. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam bu hissiyatla koştu. Hemen eve girdi. Ölüm döşeğinde, ölmek üzere, son anlarını yaşayan o gencin yanına vardı. Dedi ki: “Ne olur Eşhedü enlaa ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden rasulullah de, Allah katında senin için şefaatçi olayım. Laa ilahe illallah de, Allah katında senin için senin kurtuluşun için, ben aracı olayım, vesile olayım. Ne olur iman et.” Çocuk belki son can havli, son hareketi belki, son hareketleri, son anlarıbabasına döndü baktı. Babası dedi ki: “Yavrum, Ebul Kâsım(s.a.v) ne diyorsa onu yap.. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın bir başka ismi, bir başka künyesi bu. Ebul Kâsım.(s.a.v.) Biliyor yani, hak yolun, kutuluşun o olduğunu biliyor. Baba kendisi Yahudi de olsa, çocuğunun Müslüman olmasını; ancak bu şekide kurtulabileceğini biliyor. Olmasını istiyor ve çocuk şehadet getiriyor ve son nefesini veriyor. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam oradan çıkarken gözyaşları…gözünden akıyor. Bir sevinç var yüzünde ama gözyaşları da akıyor diyor ki: “Elhamdülillah” diyor. “Şu yavrucağı Cehennem’den kurtaran Allah’a hamdolsun. Benim vesilemle Cehennem’den kurtaran Allah’a hamd olsun.” Aradan bir zaman geçiyor. Gene bir sahabe Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’a geliyor diyor ki: “Ya Rasulallah(s.a.v.), Falan genç ölüm döşeğinde, ölmek üzere yetiş.” Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam gene aynı hissiyatla cübbesini topladığı gibi kalkıyor, koşmaya başlıyor. O gencin evine yaklaşırken bir de bakıyor ki o evden gencin cenazesi çıkıyor. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam, bir anda hüzün çöküyor yüzüne. Diyor ki: “Yetişemedik, elimizden kayıp gitti. Yetişemedik, elimizden kayıp gitti. Yetişemedik, elimizden kayıp gitti” Arkadaşlar bu gün sokaklarda elimizden kayıp giden bir sürü genç var. Bir fırsatını bulup Allah’ı anlatmaya çalışan şu Çınaraltı’nın renkli kardeşlerine belki bir al, bir omuz daha uzanmadı diye. Belki bir anlık gaflete düştük diye, belki evde oturmayı tercih ettik diye, belki okumadık diye, anlatmadık diye, yetişemediğimiz bu şekilde ölen ne kadar insan var biliyor musunuz? Her gün bakın not aldım. Her dakika 243 kişi ölüyor. Her dakika! Her saat 14583 kişi ortalama…ölüyor…Türkiye’de günde 1380 kişi ölüyor. Kaçı imalı gidiyor sizce?…Her gün 350.000 insan ölüyor. Bebek ölümleriyle birlikte. 350.000 insan ölüyor her gün. Acaba yarınki 350.000 kafilede ben var mıyım? Allah ya benden sorarsa, “Ey Talha ben sana imanı nasip ettim,…ben sana şu hakikatleri nasip ettim. Bak!…Karşında müthiş bir yangın vardı. Bak ne diyor: “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum.” Bak şehrin üstünde alevleri göklere yükselen bir yangın var…Yangın var Ağabey yanıyor her yer. Sokaklar alev alev. Evlerin üstünde, şehirlerin üstünde, semtlerin üstünde. Her yerde. Alev göklere yükseliyor. “Milletimin evladı tutuşmuş yanıyor.” Sen koşmazsan, Mustafa anlatmazsa, Allah sormaz mı sanıyorsun? Ben hidayetimi senin dudaklarının arasına koymuştum. Anlatmadın. O genç yakana yapışmaz mı? Niye anlatmadın, niye bana bildirmedin? Senin anlatacağın bir cümleye öylesine muhtaçtım ki. Bakın arkadaşlar, kritik bir karar, nefsinize ağır geliyor biliyoru ama…gittim o ulaşamadığım gençler var ya gece yatmadan önce aklıma geliyor. Bu gençlere ulaşamadım ben. Ulaşamadığım kimler var belki. Belki bir kardeşim bana yardım etse, birisi gelse daha güzel montaj yapsa, birisi gelse daha güzel video çekse, birisi gelse daha güzel sohbet yapsa. Bir gencin gönlüne girsek, onu cehennemin ateşlerinden kurtarmış olmuyor muyuz?(Gümleme sesi) Vesile olmuyormuyuz buna. (Gümleme sesi) Allah hidayeti dudaklarımızın arasına koymuş. Tebliğ herkese farz. Sadece bana değil, sadece ona değil; hepimize farz. Yaa anlatmazsan ne oluyor gör. (Bağırarak) “Vicdanın varsa rahat uyu” Uyuyabiliyor musun bakalım? Ha vicdanın yoksa, sızlamıyorsa veya o vicdanı harekete geçirecek bir iman şuuru, ahiret imanı sende yoksa zaten bizim seni kurtarmamız lazım…Buna koşmamız lazım…Sen hala katiyyen öldükten sonra bir ahiretin geldiğine kuvvetle iman etmediysen zaten vicdanın sızlamaz. (Yüksek sesle) Ama imanın tamsa ahirete, kesinlikle bu gençleri gördüğün zaman; Yaa birisi şunlara ulaşsın dersin. Şu sokakları gezin kurban olayım. Ya boş verin gerçekten, Dünya’nın şatafatını, şusunu, busunu, nimetini, beş dakika sonra izleyeceğin şeyi boş ver yaa. Kardeşim bakın sokaklarda gençler namazsız. Benim bacılarım bunlar. Allah’ın rızasına aykırı yaşıyorlar ve bunlar bu şekilde ölürlerse 40-50 sene sonraki hayatlarını görelim, düşünelim; kabirde azap çekecek kimisi. 3-5 tanesi kaldıysa da o da yürüyen mezar gibi olacak. Sevmek beklediği nazarlardan nefret görecek. Bu insanlara ulaşsan, Dünya ve Ahiret’ine vesile oluyorsun. Dünya-Ahiret saadetine vesile oluyorsun. Ne kadar önemli. Kardeşim Bu gün başımıza ne geliyorsa işte bananecilikten geliyor. Emin ol ya ağabey ekonomik krizle, dolarla bunun ne alakası var? Emin ol bire bir alakası var. Allah yardım ettiği için bu gün bir yerlere gelebiliyoruz bir parça. Demek ki Allah tam inayetini gönderse, ecdad gibi şahlanırız. Biz üçün beşin hesabında, biz kendi nefsimizin altında ezildiğimiz için, günahlara çabucak düştüğümüz için. Halbuki koşsak milletin imanına. Gelin Çınaraltı’na, bakın bir sürü faaliyetimiz var. Risale dağıtıyoruz, bir sürü broşür dağıtıyoruz, kart dağıtıyoruz. Şu ekibin içine girin. Hem helal dairede eğleniyoruz. Keyif de var yani, lezzet de var. Hem gelin ilim elde adin, hem Allah’a yaklaşın. Hem de belki bir iki kişinin imanına vesile olursunuz. Kurban olayım, bakın sokaklar…yanıyor. Yetişemiyoruz. Allah Rasulu(s.a.v.) bu gün olsa; “Bu ne?” diyecek. Bir gün pat diye Allah Rasulu(s.a.v.) karşına çıksa senin yüzüne bakacak; belki sen onun yüzüne bakabilecek misin? “Ümmetim bu haldeyken sen ne yapıyorsun?” diyecek… Sen ne yapıyorsun? Kendine bunu sor yaa. Dünyalık zevklerin peşine mi düşüyorsun, böyle adileştin mi? Unuttun mu ümmeti, insanlığı unuttun mu? Komşunu unuttun mu? İnsanlara merhamet etmezsen, Allah’ın sana merhametini bekleme.(Kuvvetli gümleme sesi) “Eğer yerdekilere merhamet etmezseniz gökdekilerin size merhamet etmesini beklemeyin” (Giyotin sesi) Altyazı M.K
Tebliğ et!