Birkaç gündür şeyi düşünüyom böyle, zihnimde, İrfan. Şimdi bi tane lahika mektubu var da, Kastamonu 25’te. Onu okuyacaz ama onu okurken bu sefer kafanda şunu düşün: Muhabbetin ne kadarı kâfî? Ben böyle şeylerde böyle bi denge bulduğumda kendi adıma çok mutlu oluyorum. Neden mutlu oluyorum? Çünkü bunlar metodoloji. Anladın mı? Biri bana mesela: “Al bulaşıkları yıka” diye cif verirse, bu cif bittiğinde ben ona yine muhtaç olurum. Ama cifin nasıl yapıldığını öğrenirsem başka birine muhtaç olmam. Bunlar da bana bu yüzden denklem gibi geliyor. Bu denklemi bildiğimde, artık bu denklem üzerinden bütün ilişkilerimi yönlendirebilirim. Mesafenin nasılı makbûldür, neyden sonra muhabbet güzeldir? Neyden önce muhabbet hızlı zâyi olur, sathîdir? Belki çiğdir belki içinde sunîlik vardır Anlatabildim mi demek istediklerimi? Ardından, şeyi düşündüm yani; arkadaş dedim, bazı insanlar var adam, hayatımda gördüğüm en güzel siyeri anlatıyor belki. Belki, dedim hayatımda gördüğüm en güzel Risale-i Nur’u anlatıyor. Bazısı var hayatımda gördüğüm en güzel Kur’an’ı okuyor belki de mi? Var de mi abi böyle adamlar? Şahane siyer anlatıyor. Şahane Risale-i Nur okuyor. Şahane Kur’an okuyor. Ve aynı zamanda bu adam hayatımda gördüğüm en basiretsiz aynı adam diyorum bazen, oluyo mu sizin de öyle? Bir adam görüyorsun, Allahım ya Rabb’im. Anlattığı siyer meselelerini hani kitap kurcalamayla da ilgisi yok. Onla onu bağlamak ayrı bir yetenek. Yani siyerdeki o meseleyle o meseleyi çok düzenli bir şekilde bağlamış. Bir bakıyorsun adamın anlattığı siyer muazzam seviyelerde. Mükemmel düzeyde ama adam bu kadar yüksek dozda siyer anlatmasının yanında hayatımda gördüğüm en basiretsiz adam. Ya da başka bir şekilde, de mi başka örnek görüyorsun. Bir Risale-i Nur dinliyorsun, kelimelerle raks ediyor adeta. İşte Risale-i Nur’un şurasındaki şu kelime, şuradaki şu cümleye de bakıyor, falan diye. Hayatında gördüğün en güzel Risale-i Nur’u anlatıyor belki adam ama bunun yanında aynı adam, hayatında gördüğün en yüksek fitnelere sebeb olabilen bir adam oluyor. Allah Allah diyorsun ya. Sebebi ne biliyor musun? Adamda esas var ama usûl yok. Şimdi derler ki ”Usûl esastan mukaddemdir.” Bu cümleyi yazabiliriz. Şimdi Risale-i Nur Külliyatı kaç sayfa abi? 6000 sayfa. Bu 6000 sayfa içerisinde Külliyatı 3 temel noktada tasnif edebiliriz, sınıflandırabiliriz. 1. kısma “İman meseleleri” diyebiliriz. Yanılmıyorsam 130 parça iman meseleleri var. Onun haricinde “Müdafaalar” var. Onun haricinde “Lahikalar” var. Bu iman hakikatlerinin bahsedildiği kısım toplamda 3000 sayfa oluyor. Yani diğer 3000 sayfa yani Risale-i Nur Külliyatı’nın diğer yarısı ne? Müdafaa ve lahika Bizim burada esas dediğimiz olay, iman hakikatleri, usûl dediğimiz yani bu iman hakikatlerini şöyle kullanman lazım dediğimiz olay da; lahika mektupları oluyor. O yüzden bir insanın sadece ve sadece iman hakikatlerinin bilmesi, hakikati anlamasında asla yeterli değil. Bir insan sadece iman hakikatlerini bilse, hakikati anlayamaz ve kesinlikle anlatamaz. Bunun için “Usûl, esastan (nedir?) mukaddemdir.” Yani bu işlerde usûl minimum, esas kadar kıymetli. Şimdi sizle hayal edelim, esas cihetinde bir tren düşünelim. Dünyanın görmediği teknolojide bir tren yaptık. Saatte 500 km hız yapıyor bu tren ve trenin içerisi hayal edebileceğiniz bütün saraylardan daha lüks bir tren. İçinde havuzu var, lokantaları var, aynı otel tarzında bir tren yaptık. Mükemmel yani. Dünya görse herkes diyecek ki “Böyle bir trene sahip olmam lazım!” diyecek. En az bu tren kadar, tren rayı önemli midir değil midir? Önemlidir. Burada esas, tren mi tren rayı mı? Esas tren. usûl ne? Tren rayı. O treni ne kadar kıymetli ve güzel yaparsan yap, hatta tren de Hicaz bölgesine gidecek diyelim. Sen o rayları güzel döşemek hatta güzel bakımını yapmak ve gideceğin istikamete doğru güzel sürmek zorunda mısın? Zorundasın. Tren kazalarına baktınız mı? Bu tren kazalarının kimileri böyle ilginç doğal afetlerden, birçokları da tren rayından dolayı yoldan çıkmış başka bir şey olmuş. Yani tren kazalarının ekseriyesi, tren rayından dolayı problemler çıkarak olmuş. Yani esası nasıl Ömer? Çok iyi! Ama usûlü nasıl? Usûlü berbat o yüzden tren napıyor? Raydan çıkıyor. Mesela 2004’te Sri Lanka’da bir tren kazası oluyor. 1700 kişi ölüyor. Bu tren kazasında bir doğal afet, tsunami de rol oynuyor. Bu yüzden halk, hareket eden trenin önüne-arkasına saklanmış. Tren raydan çıkınca hepsini birden ezmiş o yüzden 1700 kişi. Anladın mı sadece tren içindekiler değil, raydakilerle birlikte ezmiş. Ardından Hindistan’da, onların kutsalı olan inek, o kutsala çarpmayayım, diye yine raydan çıkıyor. Başka bir şey oluyor trende bu sefer noluyor? 800 kişi ölüyor. Bunun gibi o kadar çok haber var ki, ben 2 tanesini örnek gösterdim. İçi ne kadar kıymetli de olsa o esasın, mükemmel de olsa -bizim esastan örneğimiz neydi? İman hakikatleri. Burada örneğimiz neydi? Tren. Usûlden örneğimiz nedir? Lahikalar, metodoloji. Burada örneğimiz nedir? Ray. Demek ki bir insan ne kadar muazzam esas bilirse bilsin, yani tren, mükemmel esas biliyor; Siyeri biliyor, Sîret-i Nebî biliyor, Megâzî biliyor, Risale-i Nurları biliyor, Kurtubi biliyor, İbn-i Kesir biliyor, Kütübü Sitte biliyor, Tabâkât’ı ezbere biliyor. Yani aklınıza gelip gelebilecek neler var ya, hepsini muazzam bir şekilde ezbere biliyor; bir bakıyorsun hayatında gördüğün en basiretsiz, fitneye en müsait, aldanmaya en müsait, egoya en müsait, kibre en müsait adam Şaşırıyorsun diyosun Allah Allah bu kadar bilgiyle bu adam nasıl bu hale düşmüş, diyorsan adamda esas var mı var, usûl var mı? Usûl yok! Bu yüzden kimse diyebilir mi “Ya ray da çok önemli değil, burada önemli olan trendir.” ? Madem o kadar önemli değil 5 metresini koymayalım istiyorsan. Ray, en az tren kadar önemlidir. Yani o ray olmadan tren ne kadar kıymetli olsa içinde neler olursa olsun bunun hiçbir önemi kalmayacak. Kendi bildiğinize göre namaz kılabilir misiniz? Ha? Ya namaz çok güzel. Namaz nedir bu arada? Esastır. Kılınışı nedir? Usûldür. Mesela Kur’an’da namazdan bahseder, esasından bahseder. Usûlü nereden alınır namazın? Hadis-i Şeriflerden. Cibril-i Emin, Efendimiz’e (s.a.v.) öğretmiştir. “Ya Muhammed (asm)! Namaz bu şekilde kılınır.” diye. Şimdi bir insan dese ya ben burada esası aldım, namazı. Namaz çok güzel çok kıymetli ve ben bildiğim metodlarla kılmak istiyorum, dese o namaz kabul olur mu? Olmaz. Demek namaz kadar nasıl kılınacağı da aynı seviyede önemli mi? Önemli hatta biz buna ne diyoruz? Tadil-i Erkan diyoruz. Hiç kimse diyemez de mi “Ya ben esası aldım arkadaş, usûlün ne olduğu önemli değil.” Demek ki bir insan sadece iman hakikatlerini muazzam şekilde bilse, o İslam’ı o dini yaşayıp muazzam bir mü’min olduğunun garantisi midir? Değildir! Aynı ölçüde, usûlü de öğrenmesi lazım yani lahikaları da bilme zorunluluğu var. Risaleleri de bilmek yetmez Lahikaları da bilip nasıl anlatacağın da aynı derece önemlidir. Mesela, ne diyor ayette? Hz.Musa’ya ve Harun’a, Allah Azze ve Celle, Firavunun yanına giderken nasıl davranılıyo biliyor musunusuz abi? “kavli leyyin” ile. Kimin yanına gidiyor? Firavunun yanına gidiyor. Nasıl bir insan Remzi, Firavun? Zalim, zalim oğlu zalim. Şimdi Firavun, kralların o dönemdeki genel ismi. O dönem gittikleri Firavunun adı, Amnofis. Amnofis’in yanına giderken nasıl davranılıyor? Kavli leyyin ile yumuşak bir dille davranılıyor. Şimdi, bir insanın elinde mükemmel bir hakikat olsa ama gitse yumuşak dille değil de “Öğrensene lan bunu, namaz işte! Namussuz adam kılsana lan!” dese, yani esası çok iyi biliyor, ama usûlde hata yapıyor. Sizce bu onun için bir tebliğ olur mu yoksa ne tebliği, adamın günaha bile girme ihtimali var mı? Demek bir insan, elinde ne kadar kıymetli bir esasa sahip olduğu usûle sahip olmasıyla, minimum eşdeğer eşittir. Bu yüzden derler ki; “Usûl, esastan mukaddemdir.”. Lahika ne demektir, lahika, ek demektir, ilave demektir, zeyl demektir, eklenen gibi manaları vardır. İstilahi olarak burada daha çok tetimme yani büyük bir mektubun tamamlayıcısı, bütünleyeni manasındadır. Yani neyin bütünleyeni lahikalar? İman esaslarının, iman hakikatlerinin bütünleyicisi, yani o olmadan olabilir mi? Hayır, asla! O olmadan olamaz yani. Aynı imanla eşdeğer görmek icap eder. 3 ana lahika vardır: Barla Lahikası, Kastamonu Lahikası, Emirdağ 1 ve Emirdağ 2 Lahikası Ben Emirağ 1 Emirdağ 2’ye bir dedim. Bir de Şuaların bir kısmı gene lahikalardan sayılıyor. Mesela 13.Şua, Üstad Hz.nin genel hayatındaki önemli mektupları derç ediyor.(topluyor) 14.Şua da Üstad’ın Afyon’da başına gelenleri anlatıyor. O yüzden lahikalar deyince insanın 12.Şua, 13.Şua ve 14.Şuayı da unutmaması lazım. Peki bu lahikaların bütününü toplasak bu bütüne ne diyim Koyuncu ben? 27.Mektup Yani lahikaların tamamı aslında 27.Mektup diye geçer. Yalnız belki biraz daha nazar-ı dikkati celbedilsin, önemi daha fazla ortaya çıkabilsin diye, onları böyle ayrı müstakil bir şekilde kitaplaştırmış Üstad Hz. o dönemde. Şimdi benim lahika deyince, metodoloji deyince, harekat tarzı deyince, yürüme metodolojisi deyince; Üstad Hz.nin Zübeyir Gündüzalp isminde bir talebesi var, Haydar duymuş muydun? İşte hep Zübeyir Abi geliyor aklımıza, bir de bizim buradaki arkadaşların çoğu, onun hayatıyla ilgili çok fazla eser, çok fazla kitap ve Zübeyir Abinin tâ zamanında bir talebesine verdiği notlar var. O notları da okuduk biz yani. Çok karışık kitaplar halinde notlar var, onları da okuduk. O yüzden Zübeyir Gündüzalp dediğimde böyle benim aklıma mükemmel, her şeyde yapıcı bir yol bulabilen, kumandan, kilosu ne kadar zayıf olsa da şöyle dik durduğunda Dünya’yı belki yörüngeden çıkarabilecek kadar kararlı bir insan geliyor benim aklıma. İşte Zübeyir Gündüzalp, bu lahikalarla ilgili: “İman bahisleri okuyanlar, ehl-i takvâ ve ehl-i salâhat (yani kurtuluşta olurlar) fakat başka cereyanlara aldanabilirler.” Ne demek bu abi? Yani birisi iman hakikatlerini okumuş, muazzam bilgileri var, sen belki neyi söylesen her konuda ıttıla var, malumatı var. Sana bir dönüt veriyor: “Evet ya bu konu böyleydi bak zamanında bu iş böyleydi, şu tefsirde de böyle geçiyor.” diye. Ama böyle insanlar Allah’ın herhangi bir imtihanına giriştiğinde, yahut değişen gündemler, meselelere giriştiğinde, Anında o cereyanlara kapılabiliyor.Neden kapılabiliyor? Çünkü usûl, yani lahika noktasında zafiyetleri var. Tren nasıl? On numara. Ray var mı? Ortada ray yok. (Sol üstü okuyor.) Nerede geçiyor bu? Risale-i Nur’da geçiyor. Şimdi hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Peki nasıl gözüküyor? Suret-i haktan. İnsanlar o noktada muazzam gözüküyor. İşte, lahika bilmeyen birisi, suret-i haktan gözüken, “Bizim amacımız İslam’a şöyle şöyle şunu şöyle yapmak, bunu böyle yapmak!” diye insanları ifsad edenlere aldanmaz. Eğer bir insan lahika bilirse. Ama bir insan lahika, yani metodoloji bilmese, İslam’ın iman hakikatlerini ne kadar iyi bilirse bilsin, böylelerine aldanır mı? Mükemmel şekilde aldanabilir. “Onlar da suret-i haktan görünen bazılarına kanabilir.” Kimler kanabilir Volkan? Usûl bilmeyen de mi? Ama esas noktası nasıl? Şahane. Zübeyir Abi diyor ki: “İman bahisleri okuyanlar, ehl-i takva ve ehl-i salâhat olurlar. Fakat başka cereyanlara aldanabilirler. Müdafaa okuyanlar, davasının müdafaasıyla mücehhez olurlar.” (mücehhez=donanımlı) “Hayır kardeşim benim davam haktır ya!” Yani Risale-i Nur noktasında, iç dünyasında mutaassıp bile olabilir. (mutaassıp=bağnaz) Anladın mı? “Bu benim davam ya, bitti bu mesele ya!” Risale-i Nur budur yani, Risale-i Nur hakikattir. Anlatabiliyor muyum demek istediklerimi? İç dünyasında mutaassıp bile olabilir yani. Neden? Müdafaaları tam benimsemiş, anlamış. “Amma en elzemlerinden lahika okuyanlar, hadiseler karşısında nasıl hattı harekette bulunacağını öğrenmiş olurlar.” Bütün dünya yandı kavruldu, hayatında görmediğin imtihanlar, fitne ateşleri ortalarda savruluyor, lahikayı bilen bir insan, kökleşmiş, 600 yıllık Çınar gibi yerinde sabit kalabilir… Neden? Çünkü onların her biri geçmiş zamana bakan meseleler değil her zamanı ihata eden, metodoloji ve formüller. -Mesela şöyle abi, diyelim ki Allah’ın varlığı – birliği, meleklere iman, hepsinde ayrı ayrı ispatımız var. Çok güzel bir şey ama elbette bu hizmette bir şeyler yaşanıyor, yürüyor. Bir anda herhangi bir zorlanabileceğim bir şey çıksa eğer usûl olmazsa hiçbir faydası… ya Allah’ı biliyom, tamam meleklere imanım var da nasıl gidecem, öyle kalıyon yani. +Evet, aynen öyle. – Belki de fitnelere dalabiliyorsun, usûl olmazsa. +Aynen öyle. 1-) Burada Dünya’yı mı tercih edeyim mesela? Bu metodolojidir. 2-) Önce hangisini ön plana almam lazım, bu bir metodolojidir. 3-) Diyelim 3-5 tanesinin dişi salyası sana bulaşıyor. Ben onla mı uğraşmam lazım, işimle mi uğraşmam lazım? Bu bir nedir? Bu bir metodolojidir mesela. Bu ve bunun gibi ya da 2 kardeş arasında akıllara zarar olaylar oldu. Mesela bir örnekleyelim. Ömerle ben tartışıyoruz. Ben de tamamen haksızım. Tamamen ya, ısrar ediyorum ya. “Kardeş olur mu bu böyle” diyor Ömer de haklı bir adam. Hangimizi tutarsın, normal standartlarda? -Normalde Ömer’i +Ömer’i tutarsın, niye; adam haklı. Üstad diyor ki: Ben ise haksız olanı tutarım. Çünkü haklı adam zaten insaflı olur, diyor. Umûmun hakkı için geri çekilir diyor. Haksızı tutarım ki o sussun, diye diyor. Nasıl bir olay? Şimdi bu, kazdığımızda sahabelerin yaşantısındaki en ince vakalardan alıntı meseleler. İsâr ruhu. Kardeşini, kendi nefsine tercih etme. Risale-i Nur’da da nasıl geçiyor? Fâni olmak, tefâni mesleği. Yani onun nefsini kendi nefsime tercih ederim. Bu, ahiret cihetiyle istediğin kadar adamın nefsini kendi nefsine tercih et, %100 senin faydanadır. Sen nefsini eline almış oluyorsun, sen ihlasını arttırmış oluyorsun, sen ahiretini genişletmiş oluyorsun, sen mertebeni yükseltmiş oluyorsun, sen, Peygamber (a.s.m)’a komşu olma ihtimalini arttırmış oluyorsun… Yani belki 5 dk için, biri görse der ki: “Ya, kardeşim ya bak yoruldu da biraz afal.” Ama 5 kattrilyon yıllık bir süreyi şöyle genişlettiğimizde sen bu hareketinle kendin, Allah’ın rızasını o kadar güzel bir şekilde KAZANIYORSUN Kİ… Tarif edilmez bir olay. Bu neyle kazanılabilecek bir şey? Usûlle. Mesela esas düşünelim, benim elimde bir muazzam bir tarihî eser var. Bu esas mı, tarihî eser? Esas. Nasıl bir tarihî eser olsun? 1.Murat Hüdavendigâr’dan kalma, hançer var elimde. Yani şöyle bir şeyin bende olduğunu söylesen ne olur? Dünya sıraya girer para almak için doğru mu? Esasım nasıl esasım? Çok güzel. İrfan’la da konuştuk “Yav gardaş bunu napak?” diye İrfan da dedi ki “Yav şu bit pazarının yanında Demirciler Çarşısı var, gel orada okutalım.” dedi. Gittik, şimdiki zamanın parasına göre 20 TL para verdiler, bir tane tantuni parası. Esasım çok iyi, usûlüm nasıl? Leş gibi. Bak nerede aldandım abi? Usûlde aldandım. Demek usûlle esas, minimum eş derecede birbirine eşit. Zübeyir Abi de onu diyor: “Lahika okuyanlar hadiseler karşısında nasıl hattı harekette bulunacağını öğrenmiş olurlar.” “Lahikalarla meşgul olan birisi, insî ve cinnî şeytanların vartalarına düşmezler Zübeyir Abi.” Yani bir insanın artık kendisi lahika olmuşsa, bu arada tabii ki herkes lahika okuyor yani burada hakkıyla okuyan mesleği mevcut. Yani şey çok komik mesela, İhlas Risalesi’nin 2.düsturunda “Kardeşinle uğraşma.” derken, başka bir yerde “Madem imanı var o noktada kardeşimiz” derken, Risale-i Nur’un başka bir yerlerinden cımbızla kelime çekse, insanları birbirine düşman etse, bu zaten usûlsüzlüktür otomatikmen. O usûlün en temelinde ne var, Risale-i Nur için? En temelinde şu var, Hizmet Rehberi’nde geçiyor Esas umde (ilke), İhlas ve Uhuvvet Risalesi, diye geçiyor. Şimdi bir insan Risale-i Nur’un tamamına vakıf olamaz de mi? Çok zordur yani, olamayabilir. Peki tamamına vakıf olmasam, karşımda da tamamına vakıf bir olsa, beni bilmediğim bir şeylerle susturabilir. Peki bir insan tamamına vakıf olmazsa onun savunma mekanizması nasıl olmalı? İhlas ve Uhuvvet Risaleleri olmalı. Demek Risale-i Nur’da insan İhlas ve Uhuvvet Risalelerini çok iyi bir şekilde bilmek zorunda. Karşıdan gelen yorumlar ve cümleler, İhlas ve Uhuvvet Risalesine uyuyorsa 3 yaşında çocuktan da alıp baş tacı edebilirsin. Karşıdan gelen yorumlar ve cümleler, İhlas ve Uhuvvet Risalesine uymuyorsa böyle yılan gibi zehir atıyorsa, sürekli tefrikaya sebep oluyorsa, insanları ifsad ediyorsa, muazzam konuşsa almayacaksın. “Lahikalarla meşgul olan birisi, insî ve cinnî şeytanların vartalarına düşmezler Zübeyir Abi. İnsan. Kâbız ismi…” Allah’ın bir ismi. Kabza giriyor musunuz hiç? De mi? Kalpte bir darlık yaşanıyor mu? Bu da Kabız ismi tecellisi. “İnsan, Kabız ismi tecellisine uğrasa bunun da en güzel ilacı, gene lahikalardır.” Burada kalbin ona uyumlu olması çok önemli. Bazısı, ezbere bilir, hayatında gördüğün en basiretsiz adamdır. Bazıları böyle belki cümleleri söyleyemez ama öyle güzel yerleri, anlamış, yakalamış, tutmuştur ki; o adam etkilenmiyor yani. Hakikatten başka bir yol tutamıyor artık. Lahika mektupları, nuranî bir meclistir. Hiç, bu cihetten de baktınız mı? Lahika mektuplarında kaç insan birbiriyle yazışmış, sayısız. Ve içinde bahsedilen çok fazla insanlar var. Bir sürü mukarrebîn var, evliya var, asfiya var. Bunları da hesapladığında yüzlerce insan var o mektubun içerisinde de mi İhsan? “İslam’a dair metot bilmemeye bir örnek de şudur ki: Piyasada…” Mesela, piyasada bir insan tanıyorsun de mi? Hak namına çıkıyor. Ben bu insanı yapıcı işlerinden dolayı mı tanıyorum? Gerçekten ortaya güzel bir şeyler bırakmış, böyle mi tanıyorum? Yoksa şuna laf çakmış, öbürüne laf atmış, öbürüne bilmem ne demiş, ben bu adamı böyle mi tanıyorum? Eğer 2. şekil tanıyorsam bu benim hiç hoşuma giden bir tanıma şekli değil. Çünkü menfî bir cihette tanınan biri, müsbet bir hakikati nasıl bahsedip herkese anlatıp yetiştirebilecek? Ama ben o insanı yaptığı bir eserden dolayı tanıyorsam, bir güzellikten (cemalden :)) dolayı tanıyorsam, birilerinin gönlüne dokunmuşsa, birilerine, belki mazlumlara yetişmişse, bir yerlerde insanların karışmış fikirlerini böyle örmüş, düzeltmişse mesela, dün duydum, Erdemli’de bir zat varmış, tâ 1940’larda orada yaşamış, onun adında da bir camii varmış, Erdemli’de. Dedi ki: “Erdemli’de niye bu kadar Kur’an Kursu falan var biliyor musun?”dedi, “Bilmiyorum” dedim; İşte o zat 1940’ta gelmiş, Erdemlinin bütün boyasını böyle, manevî ritmini değiştirmiş, Erdemliler de onun adında bir camii yaptırmış. Noldu, nasıl tanıdık bu insanı? Yaptığı müsbet bir iyilikle de mi? Ortaya bıraktığı güzel bir eserle tanıdık. Ama öteki türlü tanısaydık: “Aa bu adam buna laf çakmış, aa bu adam buna giydirmiş!” falan diye. Bu benim hoşuma giden bir tanıma şekli değil. Piyasada dolaşan laf atmalara bakınız. Maksadı, laf attığı insanları çürütmek değil kendisinin daha isabetli olduğunu anlatma çabasıdır. Mesela sen burada vazifedârsın Ömer. Böyle bilindik de bir vazifedâr. Birileri sürekli sana laf atıyor. İnan, maksadı sana laf atma değil. “Ya bu kötü ki, bak ben daha iyiyim bunu iyi bil.” demek yani. Bu, demenin başka bir şekli. Doğu’da bir laf var: Erkekliğini babasını asarak ispat ediyor, falan derler. Duydun mu hiç? Şimdi dışarıda bakkala git, 2 tane ters laf söyle, ekmekle kovalar seni. Ekmekle kafana vurur vurur durur. Ama baba öyle değil ki kıyamaz. Baba, çocuğuna kıyamayacağından; çocuk, babaya kıyabilir. “Kendi kemalâtını başkalarının noksanlıkları üzerine bina etmek demektir bu. Kendisi, bir levhanın altında oturmuş; ama hiçbir düsturu içinde yaşamazlar. Burada bize düşen, internetten hoca seçmemektir. Neden? Çünkü eskiden birileri dert çekermiş, birileri gidip dert çekenlerin videolarını çekermiş. Şimdi biz de dahil olmak üzere evet, herkes video çekebiliyor ama arkasında dert var mı acep? Bunun için ne yapmak lazım? Ona şuna buna öbürüne değil, gelip ehl-i insaf şekilde bir çay içmek, en güzel çözüm yolu olur değil mi? İnsan kendisi bizzat tahkik etmiş olur. “Çünkü bir tanesi kendisine hareket tarzı olarak muhalefeti seçebilir.” Ne demek bu muhalefet seçmek? Sürekli birilerine reddiye, sürekli birilerine karşı gelme, bunları hareket tarzı olarak seçebilir. “Ama, sen seçmediğin için ona cevap veremezsin. O sana onu yapsa da sen ona cevap veremiyorsun. Umarım 2 tarafı da dinleyenlerin ruhlarında anarşi yoktur. Çünkü anarşi varsa nereyi seçeceği belldir. Ama İslam, tahrip değil tamir içindir. Şimdi bir esas var bir de usûl var. İkisi birbirinden az önemli değil, hiçbiri! Demek bir insan ne kadar muazzaam seviyelerde iman hakikatleri de bilse, bak biz yıllardır ne yaptık mesela? Bir iman hakikatinden ders yaptık, bir lahikadan ders yaptık. İman hakikatini ders yapmak ve neşretmek ne için önemlidir biliyor musun Sedef? Dışarıda bu kadar değişen gündemler, bu kadar değişen cereyanlar, belki birbirine laf atan, belki arada sana laf atan insanlar varken; sen sürekli iman hakikatlerini neşredersen, hem gönüllere yapıcı olur, hem inanıyorum ki, Rıza-yı İlahi bununla kazanılır. Yani ben iman hakikatlerinde neşretme noktasında ısrarcı olmanın, en büyük yapıcılık olduğu kanaatimdeyim. Çok tahrip olmuş bir hale düşmüş diyelim, bir şeyler. Gene bunun çözümünü nasıl yapalım, derseniz, bunun en güzel çözümü gene sıfırdan hep iman haikatlerinin neşri olacağı kanaatindeyim kendi adıma. O yüzden insan en kuvvetli enerjisini buraya vermesi lazım ve video cihetiyle düşünecek olursak, iman hakikatlerinin neşredilmiş şekilde bir videonun 50.000 izlenmesi, Sadece magazinsel ve geçici gündem olarak izlenmiş bir videonun 1.000.000 izlenmesinden hayırlıdır. Sadece bazen o iman hakikat videosunun fazla izlenmesi için geçici gündem videosunu da tetinme olarak kullanırız. O cihette o hayırlı olabilir yoksa saf bir şekilde eline aldığında bir faydası olmaz. Yani ben iman hakikatlerini anlatmak, neşretmek kadar büyük bir yapıcılık bilmiyorum. Peki artık iman hakikatleri deyince lahikalar da aynı önemi, zihnimizde ve kalbimizde yer aldı mı, aldı. O zaman şu an anlattığımız noluyor? Kardeşim sen bir önceki videodaki iman hakikatini anca bu lahika ile kullanabilirsin. Üstad Hz.nin bu mektubu yazdığı dönemlerde müslümanlar, safderûn bir halde. Ne demek bu? Allah ile ilgili inançları biliyorlar, meseleleri biliyorlar, ama usûl bilmiyorlar. Neye çok müsaitler? Kandırılmaya çok müsaitler. Üstad Hz. olayı fark ediyor, görüyor İslam’a zarar veren belli başlı yapılara sürekli, zarar vermesin, diye “Allah’ım bunların önünü kes, bunların yolunu kes!” diye dualar ediyor. Bir bakıyor ki dualarının hiçbiri kabul olmuyor. Çok garip de mi Sinan? Yani hayır bir şey için dua ediyor Üstad. Ama dualar kabul oluyor mu? Kabul olmuyor. En son bir bakıyor, diyor ki: “Aa, dualarımın neden kabul olmadığını anladım!” diyor. “Esas noktasında bir şeyleri bilen ama usûl noktasında bilmeyen safderûn müslümanlar, kandırılmış ve benim perişan olsun diye dua ettiğim şeye, Allah’ım sen onu koru, diye dua ediyor.” O dua onu koruduğundan, diyor; benim duam kabul olmadı, diyor. (Sol taraf okunuyor…) Bak bir de Ramazan’da. Ne diyor? Dualar ettik, dualar ettik, Allah Allah, dualar kabul olmadı ya! Aşikâre zahirde gözükmüyor bu dualar. Kimler? Ehl-i sünnetin selameti ve necatı kurtuluşu için yani, ortada kurtuluş varsa durum vahim demektir. Ortada İslam’ın kurtuluşuna dair bir şey varsa temel ve esaslarına taavvuz (?) vardır, tazyikat vardır. Şimdi bu şekilde müslümanlar, umum müslümanlar, dua ediyor. Ne için? Selamet ve necat için dua ediyor Alllah’ım! Çok sıkıntıdayız, perişan olacaz. Bize kurtuluş ver bu cihette, diye bir olay için dua ediyor. Ve o dualar kabul görmüyor. A aa niye kabul olmuyor? Devam abi. Şimdi insanların bu asırda en ciddi kalplerindeki hastalık nelerdir? Bugün bir arkadaşla konuştum, arkadaşım dünya namına çok ağır işler yapıyor. Yani böyle, “Ben benim!” diyen 3 adam bence yapamaz o işi. O kadar disiplinle yapıyor ki Ömer, aklın çıkar yani. 2 mesleği var, ikisi de birbirinden ağır çok ağır ve o meslekler için, yani günlük hayatını çok muazzam tanzim etmesi gerekiyor ve hepsini beceriyor. Ama bu adam 5 vakit namazı, bu kadar ağır işi yapan bir adam için 5 vakit namaz ne biliyor musun? Molasından bile daha hafif bir şey. Ama bunu yapmıyor. Neden? Namazı namaz bildiği halde, elması elmas bildiği halde, kırılacak cam şişeleri tercih ediyor. Dünya namına istikametini muvaffakiyetini, elde edeceği şeyleri o kadar ön plana o kadar önceliğe koymuş ki namazı namaz bildiği halde bu onun için bir önem arz etmiyor. Demek ki bir insanın hakikati duyduğu anda kalbinin yönünü hakikate çevirmemesi, yani elması elmas bildiği halde cam şişelerini tercih etmesi otomatikman usûlünü iptal eder. Kalbinin basiretinde sukut oluşturur, o adamın yürüyebileceği yol harekatını belirleyeceği tayin edebileceği hiçbir şey onun kalbinde bırakmaz! Buna dair istek bırakmaz. Buna entelektüel enerji deniyor. Hani bizim spor enerjimiz varya İrfan, kas kuvvet. Buna entelektüel enerji deniyor. Onu yapabilme isteği. Böyle bir istek dahi içinde kalmaz. Devam edelim… Üstad’ın o bahsettiği asırda, Ehl-i İslam’ın temel özelliği neymiş? Safderûn. Ne demek safderûnluk? Yani çok güzel bir şeyi zikrediyorlar. Ama zikrettiklerinin zıttıyla amel ediyorlar. Esas çok iyi, usûl tam zıttı. Yani, Üstad diyor ya: “Çokları vardır ki, iyilik zannıyla fenalık eder.” diyor. Tam o işte. İyilik zannıyla fenalık ediyor. Safderûnluk bu abi. Devam edelim… Şimdi bak; Ehl-i İslam’ın fevkalade bir iki kusuru varmış. 1-) Safderûnluk: Bir elması bilir, camı tercih eder. 2-) Safderûn 3-) Cânileri affeder. Âl-i cenab ne demek? Yüce gönüllülükle. “Çok dehşetli câniler ama o da böyle bir babayiğitti işte!” falan diye affediyor yani adam, belki İslam’ın tam zıttı bir adam. Ama dünyevî cihetlerde yaptığı 3-5 tane hayır var, o hayır da onun işine yaramış. O yüzden affedebiliyor. Bu menfaatin karşılığı değil mi? Devam edelim… Yani ortada kötü bir adam var, adamdan bir iyilik görüyor mu? Görüyor. Muhtemelen menfaatine dokunan bir iyilik. Ardından adam, umûmun hukukuna tecavüz edercesine ortalarda icraatlar yapmış. (Devam et anlamında el hareketi) Yine de o adama taraftar çıkabiliyor. Neden? Hak cânibinden bakamadığı için. Allah cânibinden bakabilse, İslam’a aidiyet hissetse “Bu tavırların umûm-u İslam’a zarar verir, bana cüzzî ne kadar menfaati olursa olsun!” diyebilecek bir gönle sahip olacak. Ama bizim bu Mersin’de bir tabir var: “Ufakçı” derler. Hani mesela eve girer, evde ne indirir böyle? Peçeteyi çalar diyorum, atıyorum 10 yıl yatar peçete çalmaktan. “Ufakçı” olur. Anladın mı? Mesela 2 tane dost edinir Sedef, amacı nedir? “Lan bunlar da bi yemek ısmarlasa kardeşim.” diye. Yani kendisine değen bir ufak menfaat var, ama umûma teşmîl edildiğinde, başta İslam’a hukuk-u ibâda yani umûm kullanım hukukunu komple mahvediyor. Ama bu asrın bir hastalığı, insanlar ona taraftar çıkabiliyor işte… Devam… Ne demek ekall-i kalîl? Küçüğün küçüğü manası de mi? Azın da azı. Kılletten geliyor. Devam… Bak şimdi normalde yoldan sapmışlar, nüfusu fazla mı? Değil de mi? Nüfusu az, ekall-i kalîl. Devam… Yani kendileri, delalet ehlinin kendileri çok mu? Hayır az. Ama safdil dedik ya az önce; esası biliyor, usûlde yanlış yapıyor. Onlar ona taraftar olduğundan ekseriyeti teşkil etti. Allah Allah… Bak düşünelim: Ömerle İrfan, kötü iki tane adam, İslam’a zarar verici mahiyette. Tamam mı? Şu İrfanların oturduğu koltuk, İdris de dahil 1, 2, 3, 4, 5, 6, onlar da Üstad’ın öyle İslam için dua ettiği bir heyet, gibi düşünelim. Onlar da hep İslam’ın mukadderatını geleceğini düşünüyorlar: “Allah’ım İslam’a zelal verme!” diyorlar. Şimdi normalde bunlar 2 kişi, bunlar 6 kişi. Normalde bunlar bu arkadaşları döver. Ama baktığında şu bölge komple taraftar olduğundan ekseriyet teşkil etmişler. Fazlalık olmuşlar. Devam… Şimdi, o ikisi ifsata meyilli, onlar da taraftar oluyor; İrfanlar 4-5 kişi koltukta, hakikat yalnız kaldı.. Kader diyor ki: “Madem ekseriyet, bilmesi gerekeni bilmiyor. Safderûnluğuyla aldanıyor, ehl-i dalalete taraftar çıkıyor, ben de bu musibetin uzamasına fetva veriyorum!” diyor. Sonra diyoruz ki: “Bu depremler niye?” “1 ayda başa gelen musibet 10 yılda gelmedi, bunlar niye?” Devam… (Tercih edilse’den sonra) Bak korku da girebiliyor işin içine. Evet… Başta diyordu ki ya: ” Küçük bi menfaatten dolayı taraftar olur.” diye; onda da bunu söylüyor işte. Korkudan dolayı, tama’dan dolayı, hevesten dolayı, bir ihtiyacından dolayı böyle yapsa bir de tokata müstehak olur diyor. Peki umûm, ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlete ittiba etse, ekseriyet teşkil etse, yenilecek tokat kaçına gelir? Umûma gelir. Onlara bile gelir. Devam… (Affedebilir’den sonra) Bir kişi sadece bana zarar verse ben bunu affedebilir miyim? Edebilirim. (Hakkı var) Sadece benim hakkım söz konusu ise vazgeçebilir miyim? Vazgeçebilirim. Yani umûmun hakkı çiğnenmiş ama ben onu affediyorum, o babayiğittir demeye hakkı yoktur. İşte birçoklarının kalpleri bu yüzden, paramparça olur. Kime taraftar ise onun hissedarıdır insan. Sen, Allah cânibinden tâ tepelere kadar mertebe cihetiyle çıkarılmış bir insana taraftar olursan, onun hayrına da şerik, ortak olmuş olursun. Sen, Allah katında zalim diye isimlendirilen birisine taraftar olursan, onun zulmüne de şerik olmuş olursun, ortak olmuş olursun. Konuştuğunuz insanların kalplerindeki tevhide bakın, muhabbetin sonunda da kimlere muhabbet edip, taraftar olduklarına bakın. İkisi mutlaka ve mutlaka birbirine uyumlu olacaktır. (Üstü okuyor…) Sübhaneke lâ ilme lenâ illâ mâ a’llemtenâ inneke entel a’lîmül hakim ve ahiru de’vehüm enilhamdülillahi rabbil âlemin. El-Fâtiha maes salavat (Altyazıda hatam olduysa affola, selametle… :))
Tebliğ et!