Birisi size okuduğumuz Kur’ân’ın hiç değiştirilmeden geldiğinin ispatı var mı? diye sorsa, ona ne cevap verirdiniz? Aklınıza gelen yanıtları yazabilirsiniz. Biz de 8 farklı ispat ile videomuza geçelim. “Kur’ân-ı Kerim günümüze kadar değiştirilmiş olamaz mı?” “Bunu nereden biliyoruz?” Bu soruyu bir ateist sormaz. Yani soramaz. Çünkü binanın olmadığını düşünen birisi, o binanın içeriğiyle alakalı ayrıntılı bilgileri hiç sorar mı? Elbette hayır. Peki kainatın yaratıcısının varlığını bile kabul etmeyen birisi, onun gönderdiği kitapla alakalı polemiklere girer mi? Elbette girmez. Yani girse bile, bizim önce belli temelleri anlatmamız gerekir. Öyleyse önce konuşulması gereken bir yaratıcının varlığı konusudur. Eğer varlık kabul edilirse, devamında gönderdiği kitap hakkında soru sorulması mantıklı olabilir. Öyleyse bu videoda muhatap ateist kesim değil. Onlara ilk önce ateizmle alakalı videolarımıza yönlendiriyoruz. Peki Kur’ân’ın değiştirildiğini iddia edenlerin… Elbette hayır. O zaman neden insanlar bu soruya takılıyor diye sorabilirsiniz. Bunun sebebi aslında şeytandan gelen bir vesvese. Normalde bu konu İslam’a saldıran insanların pek kullandıkları bir argüman da değildir. Çünkü zaten Kur’ân’ın değiştirilmediği konusunda… Bu şeytanın genellikle Müslümanlara verdiği bir vesveseden ibaret. “Ya böyleyse, ya şöyleyse…” gibi. Burada önemli nokta, vesveseli insan imkan-ı zati ile imkan-ı zihniyi iltibas eder. Yani birbirine karıştırır. Yani bir şey zatında mümkünse onun zihnen, ilmen de mümkün olduğunu zanneder. Mesela ben size bugün Güneş batmayacak desem, bu siz de bir paniğe sebep olmaz ve bu iddiaya inanmazsınız. Çünkü kanıt yok ve dayanak yok. “Kur’ân değiştirildi mi, ya değitirildiyse” iddiasında da aynen böyle sadece sözden ibaret. Yani dayanaksız ve delilsiz bir söylemdir. Öyleyse bunun da bir önemi yoktur. Kur’ân-ı Kerim hem hafızalarda ezberlenen, hem namazlarda sesli olarak her gün tekrar edilen, hem de dua niyetiyle sürekli okunan bir kitaptır. Elbette İslam’ın geldiği ilk dönemden itibaren bu böyleydi. Peki bu özellik bize ne gösteriyor? Bu özellikleriyle de aslında Kur’ân’ın tam bir korumayla günümüze kadar geldiğini rahatlıkla anlayabiliyoruz ve bunların üstüne Kur’ân-ı Kerim 42 tane vahiy katibi tarafından ayetler indikçe bez, deri parçaları, taş, tuğla ve kürek kemikleri gibi maddelerin üzerine yazılmıştır. Ve asırlar boyunca da her dönemde binlerce hafızın sürekli ezberlediği bir kitaptır. Sahabe efendilerimiz Kur’ân’ı ezberlemekle ve yazmakla kalmamış, aynı zamanda hayatlarına da geçirerek aslında Kur’ân’ı yine bizlere aktarmışlardır. Bir de Kur’ân-ı Kerim’in her bir harfinde 10 ve bazı gecelerde binler sevap bulunduğu için bu fırsatla Kur’ân’ın tekrar tekrar okunmasını sağlamış ve ayetlerin muhafazasını da kolaylaştırmıştır. Kur’ân’ın bir arada toplanması meselesine gelirsek de bu işlem üç aşamada gerçekleşir: Kur’ân-ı Kerim Peygamberimiz (sav) zamanında yazılıp, Hz. Ebubekir (ra) zamanında bir araya toplandı ve Hz. Osman (ra) zamanında da kitap haline getirilerek çoğaltıldı. Burada şu soru akla gelebilir: Çünkü Peygamberimiz vefat edene kadar yani 23 yıl boyunca vahiy sürekli gelmeye devam ettiği için, doğal olarak da kitap haline getirilmemiştir. Peygamberimiz vefat ettikten sonra da ona canını ve malını feda edebilen sahabelerin elinde, Kur’ân’ın son hali zaten vardı ve binlerce de hafız vardı. Asr-ı saadetten günümüze kadar hafızlık geleneği artarak devam etti. Günümüzde bile 100 binlerce hafız, bu vazifeyi Dünya’nın birçok yerinde yapıyor. Ayrıca 1400 yılı aşkın süredir devam eden bir gelenek var: Mukabele. Hani özellikle Ramazan’larda yaptığımız karşılıklı Kur’ân okuma ibadeti. Bu ibadetin kökeni asr-ı saadete kadar dayanır. Hz. Cebrail (as), her Ramazan ayında Efendimiz’in yanına gelir ve Kur’ân-ı Kerim’in o ana kadar nazil olan ayetlerini baştan sona karşılıklı mukabele tarzında okurlardı. Peygamber Efendimiz (sav) vefat edeceği yılın Ramazan ayında ise Hz. Cebrail (as), 2 defa gelip Kur’ân-ı Kerim’i baştan sona 2 defa mukabele tarzında karşılıklı okudular. Hakim olan Allah, Efendimiz’in gidişine yakın Kur’ân’ın sıhhatini bir bakıma 2 kat pekiştirdi. Aslında bu mukabele geleneğiyle beraber de, Kur’ân’ın sürekli hafızalarda sağlam kalmaya devam ettiğini görüyoruz. Hayatlarını Kur’ân’a ve Peygamberimizin sünnetini anbean gözlemlemeye adamış sahabeler, elbette Kur’ân’daki en ufak bir değişiklik anında hayatlarını feda edercesine mücadele edeceklerdi ve susmayacaklardı. Hem hadislerin günümüze gelmesi dahi son derece titizlikle sağlanmışken ve sahih hadisler özel bir çaba ile korunmuşken, elbette hayatlarının en önemli meselesi olan Kur’ân’ın her harfi korunmuş ve günümüze kadar gelmiştir. Dünya’nın en çok okunan kitabı nedir? Kur’ân-ı Kerim ve Kur’ân’ın Dünya üzerinde sayısız nüshası vardır ve bu nüshalara baktığımızda hepsinin aynı olduğunu görürüz. Endonezya’da bir camiye gitseniz veya Hollanda’da bir camiye gitseniz, elinize Kur’ân-ı Kerim’i aldığınızda aynı olduğunu göreceksiniz. Yani bu ihtilaflı, ümmeti ikiye bölmüş bir tartışma değildir. Yani böyle bir tartışma ortada bile yok. Farz-ı muhal bir değişiklik olsaydı, bir ağacın dalları gibi dallana budaklana günümüzde binlerce farklı içeriğe sahip Kur’ân’lar olurdu. Kelamın sahibinin vadettiği gibi Kur’ân korunacaktı. “Hiç şüphe yok ki Kur’ân’ı biz indirdik. Elbette onu yine biz koruyacağız.” Böyle bir değişikliğe teşebbüs dahi edilse elbette Müslümanlar ortalığı ayağa kaldıracak ve bu olay illaki duyulacaktı. Bakın şimdi çok ince bir mânâya değineceğim. Müslümanların en günahkârı bile Kur’ân-ı Kerim’i kimseye abdestsiz bile dokundurmazken onun bir harfinin değiştirilmesine nasıl göz yumulsun, nasıl buna kayıtsız kalınabilsin? Özellikle de asırlardır gelmiş ve geçmiş olan ve her dönemde bulunan fedakar İslam büyükleri buna hiç sessiz kalır mıydı? Tercüme üstüne tercüme olan İncil’in birçok farklı nüshası var. Bu konu Hristiyanlar tarafından da aslında bilinen bir mesele. Tahrif edile edile kısmen de olsa nefislerin hoşuna gidilecek bir din haline getirilmiştir. Hani günah çıkartma meselesi gibi. Ancak Kur’ân’a baktığımızda durum hiç de öyle değil. Nefsin hoşuna gitmeyen; her gün namaz kılmak, oruçla beraber aç susuz kalmak, zekat vermek gibi yoğun ibadetler Kur’ân’da vardır. Yani eğer ki Kur’ân’a saldırı olup değiştirilmiş olsaydı, her halde ilk önce bu nefse ağır gelen ibadetler ortadan kaldırılmış olurdu. Günümüzde yapılan araştırmalarla, eski tarihlerden kalma Kur’ân nüshaları incelendiğinde, günümüzdeki Kur’ân’la tamamen aynı olduğunu görüyoruz. Ve ayrıca Karbon-14 testinin varlığıyla yapılan testlerle de Kur’ân’ın değiştirilmediğini yine görmüş oluyoruz. Hz. Osman (ra) tarafından değişik vilayet merkezlerine gönderilen nüshalar, asırların geçmesiyle kaybolmuştu. Günümüzde halen onlardan bir tanesi İstanbul Topkapı Müzesi’nde bulunuyor. Ayrıca son dönemde İngiltere’de Birmingham Üniversitesi’nde bir Kur’ân bulundu ve yapılan Karbon-14 testiyle de Kur’ân’ın en az 1370 yıllık olduğu söyleniyor. Bu sayfalarda herkesin görmesi için dijital ortama aktarmışlar. Bu nüshalar, günümüzdeki Kur’ân-ı Kerim’le harfi harfine uyum içindedir. Yani yapılan tüm araştırmalar, eski nüshaların incelenmeleri ve Karbon-14 testiyle yapılan testlerle de Kur’ân’ın hep aynı olduğunu görebiliyoruz. Şimdi farklı ve ince bir tespit sunacağım. Kur’ân’ın içerisindeki tekrarlı kelimelerin sayılarında inanılmaz bir uyum vardır. يوم Mesela Yani ‘Gün’ kelimesi 365 defa geçerken, ‘Ay’ kelimesi 12 defa geçer. ‘Ceza’ kelimesi 117 iken, ‘Mağfiret’ kelimesi tam 2 katı 234 defa geçer. Veya ‘Kadın’ ve ‘Erkek’ kelimeleri 23’er defa, ‘Dünya’ ile ‘Ahiret’ kelimeleri 115’er defa, ‘Şeytan’ ile ‘Melek’ kelimeleri 88’er defa geçer. ‘Cennet’ ve ‘Cehennem’ ise 77’şer defa tekrarlanmıştır. Daha bunun gibi çok fazla örnek sayabiliriz. Bunun gibi tekrarat ile sayıların aynı olması ve kelimelerin bile inanılmaz bir hassas denge içerisinde olması, aslında bize şunu gösteriyor: Kelimelerde en ufak bir değişiklik olsaydı… Bunca denge ve ahenk Kur’ân’ın değişikliğe uğramadığı ispatımıza aslında kuvvet veriyor. Allah insanlara emirleri ve bilgileri gönderdiği peygamberler aracılığıyla bildirir. Dinlerde tahrif olması durumunda da yeni bir peygamber ve kitap göndererek insanları tekrar gerçeğe yönlendirir. Şimdi, Hz. Musa (as)’a Tevrat indirildi. Tahrif edilince de Hz. Davud (as)’a Zebur geldi. O da tahrif edilince Hz. İsa (as)’a İncil indirildi ve son olarak da onun da tahrif edilmesiyle beraber Hz. Muhammed (asm)’a Kur’ân indirildi. Şimdi Kur’ân değiştirildi diyen kişiye soruyoruz. Kur’ân değiştirildiyse haşa yerine hangi kitap geldi? Hz. Muhammed (sav) yerine haşa hangi peygamber gönderildi? Bu hikmet penceresinden bakınca dahi bu sorunun mantıksızlığını yine görmüş oluyoruz. Zaten elbette… Madem evrenseldir, öyleyse… …tüm ayetleriyle beraber…. Öyleyse tek bir ayet bile değiştirilmeden günümüze kadar gelmiştir. Tüm bu delillere bakınca Kur’ân’ın değiştirilmediğini ve asla da değiştirilmeyeceğini görüyoruz. Kim bilir belki de “Kur’ân değiştirildi mi?” sorusunu fitne çıkarmak niyetiyle soranların birçoğu, Kur’ân’ı 1 defa bile okumamış ve tefsirine bakarak da anlamaya çalışmamışlardır.
Tebliğ et!