Düşünsene, Twitter’a girdin, birkaç kelimelik bir tweet yazdın ve gönderdin. 15 Milyar Dolar para kaybettin. Dünya’nın parasını 15 Milyar Dolar’ın işte hisse değerlerini düşüren bir cümle oluyor bu. Kim o? Elon Musk. Tesla’nın kurucusu. Daha Dolar bak TL’ye çevirdim. 156 Milyar 645 Milyon 500 Bin TL’lik parayı, atmış olduğu bir Tweet’le adam kaybediyor. Ne yazmış, insan merak ediyor değil mi? Şu… Türkçe’sini okuyorum. “Tesla hisseleri çok pahalı bence.” Bu. “Tesla-hisseleri-çok-pahalı-bence.” 5 kelime. Bu mesaj üzerine Tesla’nın hisse değerleri 144 Milyar Dolar’dan 129 Milyar Dolar’a sert düşüş gösterdi. Hatta ABD Menkul Kıymetler Borsa Komisyonu da şu anda bir soruşturma açabilirmiş ki daha önce böyle bir şey olmuş. 33.4 Milyon takipçisi varmış adamın. Daha önce sen böyle bir şey yaşadın, bari kullanma Twitter’ı diyesin geliyor değil mi? Belki de bir tweet’le de o kadar para kazanıyordur. O da ayrı bir mesele. Daha önce de Tesla’nın borsadaki geleceğine dair bir tweet atmış ve ABD Menkul Kıymetler Borsa Komisyonu, 20 Milyon Dolar para cezasına çarptırmış. Yani adamın yediği ceza bile 20 Milyon Dolar. Ya düşünsene ağabey, biz… 15 Milyar Dolar kaybediyorsun, hadi onu anladım neyse… Ama hayatına normal bir şekilde devam edebiliyorsun. Ya şurada 200-300 TL’miz kaybolsa yolda, hayat bize zindan olur. Bir tweet atsan mesela, 3 bin lira paran gitse, onun acısıyla ömrün boyu yaşarsın. Hayatın boyunca kendini affetmezsin belki ama… Düşün, adam bir tweet atıyor ve 15 Milyar Dolar para uçuyor, hisseleri düşüyor şirketin ve hayat devam edebiliyor. Yani çayını, kahvesini tekrar içip, çaydan kahveden tekrar lezzet alabiliyor. Ne kadar hissesi onun bilmiyorum ama sonuçta şirketi bayağı bir değer kaybediyor ama hayat devam ediyor yani hakikaten enteresan. Aynı adam Elon Musk, bir açıklama daha yaptı bu Corona Virüs olaylarıyla alakalı. Demiş ki karantina önemlerinin, sosyal mesafenin ana yasaya aykırı olduğunu savunmuş ve bunun faşistçe olduğunu öne sürmüş. Ve şöyle demiş: “Amerikalılara kahrolası özgürlüklerini geri verin!” Hani böyle Türkçe’ye çevirilen yabancı filmlerde kahrolası kelimesi gibi. “Amerikalılara kahrolası özgürlüklerini geri verin!” demiş. “İnsanlara anayasal hakları aykırı olarak zorla evlerine hapsediyorsunuz.” demiş. Corona virüs tedbirlerine… “Yanlış ve korkunç yollarla insanların özgürlüklerini ellerinden alıyorsunuz. Bu, insanları Amerika’ya getiren ya da Amerika’yı inşa ettiği değerlere aykırı.” diye bir açıklama yapmış, konuşmuş. Benim çok garibime gitti yani bu açıklaması. Çünkü Amerika’da her gün 1000 kişi, 2000 kişi, 3000 kişi ölüyor ve şu anda rakamlar 100.000’e doğru yaklaşıyor. Milyonlarca insan… Hatta bir tahmine göre 30 Milyon insanın bu işten işsiz kalacağı söyleniyor. Yani Amerika şu anda batıyor. Şimdi bu kadar insanın öldüğü bir ortamda ki tedbirlerin şu anda alınmasına rağmen günde 1000 kişi, 2000 kişi, 3000 kişi ölüyor. Tedbir alınmasa, o toplamda olmasını bekledikleri 100 bin ölü, Vietnam Savaşı’nın 2 katı kadar ölü, 500 bin, 600 bin, 1 milyon olacak belki de. Ama adam bütün bunlara rağmen çıkıyor ve diyor ki: “Corona virüsle aldığınız tedbirler özgür Amerika’ya, bu anayasaya aykırıdır.” Ya dedim nasıl bir kafa yani… Şu an tedbirler alındığına rağmen bile bu kadar insanlar ölüyorsa, tedbir alınmadığı zaman ne kadar insanın öleceğini öngöremiyor musun yani? Neden böyle bir açıklama yapıyor? Düşündüm, düşündüm sonra altında çok farklı bir psikolojinin yattığını fark ettim. Yani insan bazen kendi özgürlükleri ve kendi zevki ve rahatı uğruna Dünya’nın yanması bile onun umurunda olmuyor. Yani Dünya’daki bütün insanlar yansın, böyle acılar çeksin, sana bir şey olmasın mı yoksa sana bir şey olsun, biraz zarar gör ama Dünya’daki insanlara bir şey olmasın mı? Tercihini yaparken her insan sizin gibi, bizim gibi düşünmüyor arkadaşlar. İşte bize medeniyetin, şu anki medeni olmayan medeni düzenin bize anlatmış olduğu sistem bu. “Ben hazzımı, ben zevkimi, ben keyfimi alayım, başkası açlıktan ölmüş mü, kalmış mı, acı mı çekiyor? Hiç bunlar benim umurumda değil.” Bize şu anda verilen Dünya düzeni bu arkadaşlar. Hani bizi Komünizm mutlu eder mi? Etmez. Kapitalist düzen, sömürge düzeni mutlu eder mi? O da etmez. Şimdi Komünizm’in çıkışına bir bakın, Komünizm en güzel nereden yakalıyor insanları? “Sen fakirsin, acı çekiyorsun, karnın aç. Bak millet zevk-ü sefa içinde, zenginliklerin içinde yaşıyor. Niye biz böyle acı içinde yaşıyoruz? Biz bu coğrafyada, biz bu ailede doğmuşuz, o başka bir ailede doğmuş. Niye böyle?” Peki İslamiyet’in içinde, Komünistlerin asıl aramış olduğu şey var mı? Evet var. 40’ta 1 zekat var. Yeni hasattan 10’da 1, birikmiş maldan 40’ta 1 zekat veriyorsun. Ahmet Akgündüz’ün bir açıklaması var. İslam Hukuku Profesörü. Diyor ki: “Bugün alem-i İslam’daki zenginler, zekatının zekatını verse Dünya’da aç insan kalmaz.” Yani 40’ta 1’in 40’ta 1’ini verse. Demek ki bu zekat düsturunun veya bu Müslüman değilse zekat deme sen bunun adına. İnsani yardım faaliyetleri de. Demek ki bu paylaşım kültürünün oturmamasından kaynaklı olarak Dünya’da bir problem var. Yani düşünsene, Afrika’da şu an açlık sınırında yaşayan insanlar, Dünya’nın farklı yerlerinde evsiz bir şekilde çok düşük hayat standartlarında yaşayan, bir yudum suya muhtaç olan insanlar var. Savaş mağdurları var. Etrafında annesini, babasını kaybeden insanlar var. Evet birtakım insanlar gülerken, Netflix’te sezon sezon dizileri bitirip, komedi bölümlerine kahkaha atarken, bir kısım insanlar Dünya’nın bir yerlerinde acı çekiyor. Şimdi sen böyle eğlenirken, yanında birisi acı çekse, kıvransa, çığlıklar atsa yediğin yemekten lezzet alabilir misin? Bir insan en fazla 40 gün aç yaşayabiliyor biliyorsun. Adam 38 gün boyunca gözünün önünde kıvransa, rahat rahat yiyebilir mi? Yardımcı olmasa bile kendi iştahı kaçar değil mi? E gözümüzün önünde olmayınca bir yerlerde bir şeyler olmuyor mu zannediyoruz? Bir yerlerde acı çeken insanlar var. O yüzden Dünya barışı sağlanmalı diye bağırıyoruz, bununla ilgili içerikler üretiyoruz. O yüzden zekatın bir düstur şeklinde uygulanması gerektiğini, sadaka gibi mevzulara riayet edilmesi gerektiğini o yüzden anlatıyoruz. Afrika’nın fakirliğinin sebebi ne biliyor musunuz arkadaşlar? Afrika’nın zenginliği. Afrika’nın fakirliğinin sebebi, Afrika’nın zenginliği. Yani ne demek bu? Afrika’nın kaynak olarak çok üst düzey bir ülke olması. Petrol, altın ve elmasta inanılmaz kaynaklara sahip. Peki ağabey o zaman niye fakir bunlar? İşte zengin oldukları için fakir. Yani o yüzden sömürge devletlerinin onlara çökmesi, Orta Doğu’daki savaşların sebebi şey mi? “Orta Doğu’ya özgürlük ve demokrasiyi götüreceğiz.” Bu mu, kim inanıyor buna ya? Buna Amerikalılar bile inanmıyor artık. Orada birtakım kaynakların sömürülmesi lazım. Niye? 1 insan, 50 insan kadar tüketirse ne olur? Şunu söylemeye başlar: “Kendi ülkemdeki kaynaklar bana yetmiyor, başka ülkelerin kaynaklarına dadanacağım.” Bunu söylüyorsun. Halbuki hayatındaki israfı tüketmediği, çöpe attığı şeyleri çöpe atmasa, kendi tükettiği miktar da ona yetecek. İşte bu açlık yüzünden, bu israf yüzünden Dünya ağlıyor. İşte bu yüzden Afrika’da kakao bahçelerinde çalışan işçilerin hayatında bir kere bile çikolata yemediği bir Dünya düzeninin içinde yaşıyoruz. Peki sizi rahatsız etmiyor mu? Beni rahatsız ediyor. Hatırlamadığım zaman normal bir şekilde hayatıma devam edebiliyorum ama hatırladığım zaman insanın gerçekten bir neşesi kaçıyor. Bediüzzaman hazretleri bir tespitte bulunuyor. Diyor ki: “Dünya’daki bütün bu ihtilallerin sebebi, bütün bu kargaşaların sebebi 2 cümledir: Birincisi: Bunun açılımı nedir? Faizdir. Faiz sistemi şöyle bir sistem arkadaşlar: Zenginin durduk yere zenginleştiği, parasını çevirdiği, fakirin de daha da fakirleştiği bir sistem. Yani zenginle fakirin arasındaki uçurumu, gelir dağılımı eşitsizliğini en çok açan şey nedir? İşte bu faiz sistemidir. Onlar zenginleşir, fakirler çalışır, daha da dibe batarlar. Onun dışında 2 cümlesi Bediüzzaman hazretlerinin tespiti. Diyor ki: Yani bu hangi bakış ya, bu hangi medeni düzen? İşte bu şu an Dünya’daki medeni düzen arkadaşlar. Dünya’nın birbirini kemirmesindeki, Dünya’nın birbirine hayatı berbat etmesindeki, savaşların olmasındaki sebep. Ya şöyle düşünüyorum, İslamiyet’in ortaya koymuş olduğu düsturlara bakıyorum, şu anki medeni düzenin düsturlarına bakıyorum. Hakikaten mimsiz medeniyet deniyor ya, mimi çıkardığın zaman ne kalıyor? Deniyet kalıyor. Deniyet alçaklık demek. Mimsiz medeniyet. Şu anki düzene bakıyorum ve İslamiyet’in 1400 sene önce getirmiş olduğu düzene bakıyorum, ne kadar üstün olduğunu tefekkür ediyorum. Şu anki medeni düzen insanları mutlu etmiyor. Mutlu değil şu an insanlar. Dünya’nın refah seviyesi… En yüksek ülkelerinde bile insanlar mutlu değil. İntihar oranları oralarda çok yüksek. Mesela zina. Değil mi? Şu anda medeni düzenin bize önermiş olduğu sistem bu. Sağda, solda bütün dizilerde özendirilmeye çalışılan, filmlerde özendirilmeye çalışılan şey. Yani evlilik dışı ilişki. Bu insanı mutlu edebilir mi? Yani bir insana desen ki “Ya kızın 5-6 tane erkekle cinsel hayat yaşıyor.” Ya bir baba bundan mutlu olabilir mi ya? Ama şu anda normalleştirilmeye çalışılıyor. Anlatabiliyor muyum? “Bu normal bir şey. Ne var ya?” gibi. İçki mesela. Değil mi? Alkol veya esrar, uyuşturucu… Amsterdam gibi birçok yerde uyuşturucunun serbest olduğu, uyuşturucunun yasak olduğu yerlerde de uyuşturucuya müsamahalı davranıldığı bir Dünya’da yaşıyoruz. Gözünüzün önünde değil mi? Yani alkolü kullanan birisi, akli melekelerini kaybedip akıl dışı bir şey yapabilir. Hapishanede yatmış bir tane tanıdığım vardı, demişti ki: “İçeride yatanların tamamına yakını, kafası yerinde değilken o suçu işlemiş.” Bu sefer ne oluyor? Senin özgürlüğün, benim özgürlüğümün sınırlarına içine girip bana müdahale ettiğin zaman o özgürlük olmuyor. Ama medeni düzen, kendi zevk almak için, kendi hayatını daha iyi, daha böyle kafası güzel geçirmek için buna müsaade ediyor. Yani şu andaki düzen, nefisperest bir düzen. Mutluluğu arzuluyor gibi, özgürlüğü arzuluyor gibi gözükse de aslında insanların elinden mutluluğu almış. Yani içki müptelası olan insanlar mutlu mu? Geçen kumarla alakalı bir video izledim. Kumar oynamak bir hastalık arkadaşlar. Adam anlatıyor bunu… Kumarhane düzeneği nedir? Diyor ki: “Her zaman kasa kazanır. Hiçbir zaman gelip de kumar oynayan birisinin zengin olması mümkün değil.” Yani şöyle bir illet: Parayı kazandığın zaman onun tadını aldığın için daha fazla oynamaya başlıyorsun. Daha fazla oynayınca da, oradaki algoritmaya göre eninde sonunda senin kaybetme ihtimalinin yüksek olduğu bir şeye yatırım yaptığın için sen kaybediyorsun, kasa kazanıyor. Kaybettiğin zaman kumarda ne oluyor? “Tekrar kazanacağım ve o enayilik psikolojisinden çıkacağım.” diye daha hırsla saldırmaya başlıyorsun. Ve adam bunun bir hastalık olduğunu anlatıyor. Adamın biri gelmiş bunların takıldığı kumarhaneye. Kaybetmiş, her şeyini kaybetmiş. Eski zamanda olan bir şey bu. Kumarhane sahibi de böyle racon sahibi bir adam. Sonra adam parası kalmayınca gidiyor eve, tekrar geliyor. Açıyor böyle kanlı küpeler var. Kumarhane sahibi diyor ki: “Ne yaptın sen?” “Gittim eve. Karımın küpelerini istedim, vermedi. Ben de kulaklarından asıldım, kan revan içinde aldım getirdim. Hadi oynamaya devam edeceğiz.” diyor. Kumarhane sahibi de işaret çakıyor. Adamı bir temiz, bir temiz sopadan geçiriyorlar. Ağzına, burnuna, her yerine. Sonra da küpeleri alıyorlar, gönderiyorlar. Adama da kumar oynama yasağı getiriyorlar. Eskiden racon sahibi insanlar bu işi yapıyormuş. Peki kumar oynatıyorsunuz da insanları mutlu ediyor mu? Mutlu etmiyor. Kaybediyorlar, her zaman kaybediyorlar. Ve onların etrafındaki aileler de kaybediyorlar. Peki bu medeni sistemin bize önermiş olduğu bir şey mi? Evet. İşte ben şuna şaşırıyorum: Ya bizi mutlu etmeyen bir sistem bize öneriyorsunuz. Afrika’daki birtakım insanlar sömürülsün, birtakım insanlar mutlu olsun diye… Ya hani etik değerleriniz ya? Hani ahlak felsefesinden bahsederdiniz; erdemli olmak, işte Dünya barışı… Yani güzel bir söz var. Aynası iştir, kişinin lafa bakılmaz değil mi? Ama İslamiyet’te bakar mısınız 1400 sene önce, insanların bedeviyette olduğu bir dönemde kurallar geliyor. Bunlar, bunlar, bunlar yapılcak, bunlar, bunlar, bunlar yapılmayacak. Faiz haramdır, işte zekat 40’ta 1’i vereceksin gibi düsturlar. İşte zina ile ilgili hükümler… Bir sürü mesele. 1400 sene önce direkt en gelişmiş hali geliyor. Hani yavaş, yavaş gelişen telahuk-u efkarla değil de zınk diye. Haa insanlar, telahuk-u efkara muhtaçtır. Fikirlerin birleşmesiyle gelişmesi… Ok, mancılık. Ama Allah buna muhtaç olmadığı için, 1400 sene önce şu anki Dünya düzeninin ve Dünya barışının nasıl sağlanabileceğini Allah Kur’ân-ı Kerim’inde vermiştir. Bu arada bu anlattığımız şeyler teori değil yani uygulayalım çok güzel olacak ya, bak göreceksiniz değil. Daha önce uygulanmış. Endülüs Emevi Devleti, Osmanlı’nın o şaşaalı döneminde uygulanmış, başarıya ulaşmış, insanları mutlu ve huzurlu etmiş, gerçekten fakirle zenginin arasındaki uçurum kapanmış. Hatta sadakayla ilgili insanların sadaka verecek, insanların zekat verecek insan bulma konusunda zorlandıkları bir dönem yaşanmış. Peki ne yapabiliriz, Dünya barışı nasıl sağlanabilir? Gerçekten ben de çok dertlendim. O Esed’in zindanlarında acı çeken insanları görünce ne yapılabilir diye… İşte bu yapılabilir kardeşim. Bu faaliyetlerin yapılması lazım. Yani şu Kur’ân’ın hakikatlerinin, İslam’ın hakikatlerinin Müslüman olmayanların kalbine girip, onların şu düsturlarla hemhal olup Müslümanca düşünmesi lazım. Yani bizim yeni çıkacak Elon Musk’ları İslam kültürüne göre, İslam medeniyetine göre büyütmemiz bütün olayı çözecektir. İnşâAllah İslam’ın hakim olduğu bir Dünya düzenini dua ediyoruz, arzuluyoruz. Ve bunu hem kavli, hem fiili olarak da duasını yapıyoruz. Allah’a emanet olun.
Tebliğ et!