Şimdi ben Risale-i Nurla ilk denk geldiğim zamanlarda, Risale-i Nurun içerisinde dua bahsi geçmişti. Ve Risaleyi tanıdığım ve bana tanıtan kişi “Bu kitap imanın esaslarını konu alır” demişti. Şimdi dedim ki imanın esaslarını, temellerini, blokajlarını, rükünlerini ele almış bir kitap var elimde ve bu kitabın içinde dua bahsi var. Ne mana dedim ya? Dua bahsi olmasının ne ehemmiyeti var dedim. Birbirine müvafık gelmedi. Aradan biraz vakit geçti, bir gün birisi geldi yanıma duayla ilgili sorular sormaya başladı. Ama sorduğu sorular da yani Risale-i Nur’un içinde geçen dua bahsini hatra getirdiğinde çok basit cevaplanabilecek sorular. En son baktım Allah’a inanışında problem var, insanın konuşmasında belli oluyor ya, sorduğu soru aslında duayı da ilgilendirmiyor Allah’ı ilgilendiriyor falan. En son baktım dedim ki “Bir problem mi var temelde?”. Var dedi ben Allah’a inanmıyorum dedi. Neden inanmıyorsun dedim. Çünkü ben dua ediyorum benim duama karşılık vermiyor dedi. O gün Risale-i Nur içinde dua bahsinin neden geçtiğini anladım. Dedim ki: Evet bizatihi imanın altı rüknünden biri değil ama dolaylı olarak o altı rüknünün birinin altına giren bir rükün oluyor dedim. Şimdi aynı meseleyi otuz birinci sözde geçen, nedir otuz birinci söz? Yine böyle bir zaman dedim ki “Yav arkadaş, Miraç meselesi normalde Peygamber Efendimizin (a.s.m) o seyr-u süluk meselesi, değil mi? Kab-ı Kavseyn’i geçmesi, Allah azze ve celleyle o kurbuyeti bu hadiseleri anlatıyor. Şimdi bir siyer kitabında okusam çok şaşırmam ama Risale-i Nur bizzat imanın özüne bakan bir tefsirken Miraç’ın burada ne işi var dedim. Ve sonra yine aynı cevabı buldum. Miraç imanın altı şartından bir şartı değildir, ama altı şartından bir şartı Miraç’ın hakikatidir. Yani derine kazdığında bir insan Miraç gibi bir meselede şüpheye düşse itikadı yok demektir. İmanı problemli ve yok demektir, doğru mu? Demek ki Miraç aslında o altı rüknün altına baktığında, mesela biz binanın temeline bakıyoruz, temelin altına baktığında toprağında sağlam olması lazım. Toprağın altına da baktığında kabuk katmanın da sağlam olması gerekiyor. Mesela denizin üstüne üç metre toprak doldurulsa ona inşaat yapılır mı? Şimdi böyle altını kazdığında, insan kainata bu gözle bakması lazım, yani olayın arkasındaki manaya da bakması lazım. Baktığında o temel blokajın da sağlam olması lazım ve bu temel blokajlardan bir tanesi de Miraç Hadisesidir. Miraç uruc etmek demektir, ne demek uruc etmek? Yükselmek demektir. Yani ruhların Allah’ın katına yükselmesi ve Allah azze ve celleye muhatap olması demektir. Aslında Miraç dediğin hadise kişinin tam varlık sebebi. Allah azze ve celleye bir yakınlık bir kurbiyet hasıl olması, doğru mu? Miraç aslında baktığında yaratılışımızın özü, yaratılışımızın temel gayesi oluyor. Leyle-i Miraç, ne demek? Miraç gecesi demek, Leyle-i Miraç. Leyle-i Miraç için Üstad Hazretleri “İkinci bir Leyle-i Kadir gibidir” diyor. Leyle-i Kadir. Risale-i Nur’da diyor ki: Leyle-i Miraç ikinci bir Leyle-i Kadir gibidir. Yani Leyle-i Miraç’ta alınan sevaplar bizim hesaplarımızın çok üstüdür. Yalnız sevap dediğimiz hadise bir kupon biriktirme hadisesi gibi değildir. Sevap dediğimiz Allah’ın senden razı olduğunun ya da olmadığının bir belirteci gibi kullanılmaktadır. Yoksa en adi bir adam tutsa birisine sadaka verse o sadakasını da tam bir pazarlık ile verse bu adam bir sevap alamayabilir, yani o kupon gibi toplayamayabilir. Çünkü Allah bu işten razı olmayabilir, doğru mu? Şimdi o mantıkla bakmamız gerekir sevap dediğimizde. Allah’ın rızası gömülü Allah’ın rızası saklı dememiz lazım ve Leyle-i Kadir’den sonra Allah azze ve cellenin en razı olduğu gece Miraç gecesi oluyor, Uruc gecesi oluyor yani. Bir de Miraç gecesinin Kadir gecesinden ön planda olduğu bir artısı daha var. Aaa Leyle-i Kadir’den önde olduğu bir şey var mı? Evet var, Kadir Gecesi bir rivayete göre Ramazan’ın son on beş günü diğer rivayete göre son on gününde saklı, değil mi? Hatta bazı rivayetlere göre de gecelerinde saklı, ne zaman olduğu belli değil. Ama Miraç gecesinin ne zaman olduğu belli. Bu cihette Kadir Gecesinin bir puanla önüne de geçebiliyor hatta. Şimdi baktığımızda Miraç gecesi için hani sevabı hiç görülmemiş seviyelerde dedik ya Allah’ın çok büyük bir ikramı çok büyük bir lütfu diyebiliriz özellikle böyle bir ahir zamanı düşün günahlar normal geliyor mu normal gelmiyor köyde yaşadığın yapmak istediğin ve yapabileceğin yanlışlar bile sınırlıdır. Ama artık günümüz şu aktüel bir şekilde baktığında küresel dünyasında istemesen bile harama girebilme ihtimalin çok yüksek. Sokağa çıktığında bir ticaret yaptığında bir alış veriş yaptığında dikkat etmediğin an sen de o harama düşebilirsin. Şimdi böyle bir asırda böyle bir zamanda Por Çöz niteliğinde ekstra ekstra içerisinde sevaplar bulunan, ekstra ekstra içerisinde tövbeler aflar bulunduran bir de bir gece ihsan ediyor iltifatta bulunuyor yani seni bir insan bilmiş seni bir adam bilmiş bir de senin için buyur bak tövbe hükmünde böyle bir gece yarattım diyor. Böyle bir iltifatın geri çevrilmesi ne olur? Ukalalık olur. Sürekli bir şey tekrarlıyoruz nedir o? İltifat-ı Zat-ı Şahanenin reddi idamı muciptir. Yani sultan sana bir hediye verse sen onu geri çevirsen ne olur? ukalalık olur, neticesi belki idam olur. Peki Sultan-ı Ezel ve Ebed, Kainatın Sahibi, böyle bir sultan sana bir hediye ikramda bulunuyor gel bak böyle bir gecede bak böyle bir gecede ben binler günahlarını tek bir tövbenle sileceğim dediği böyle bir gecede yav lazım değil arkadaşlarımla görüşmem gerek diye yine ukalalıkda bulunuyorsun bunun karşılığı ne olur? Belki idamı gerektirir, idamı mücib olur, öyle değil mi? Bir ayette diyor ki, bu ayet bende çağrışım yaptı Taha Suresi’nde geçiyor. Ben şüphesiz senin Rabbinim. Bu ayet ne zaman iniyor biliyor musun? Allah azze ve celle Tur Dağı’nda “turi sina” , Tur Dağı’nda kimle görüşecek? Musa Aleyhisselam’la görüşecek ya tam görüşeceği zaman bu ayet iniyor bak. Allah Allah. Şimdi nasıl bir ayet iner sence? Mesela düşünsene, tam görüşmeye gideceksin Allah azze ve celle sana tecelli edecek mazhar olacak, ne gelir ayette? Nasıl bir şey olur? Çok büyük bir şey olur değil mi? Mesela dağlar taşlar yol olur, değil mi? Yıldızlar yazı olur Ey Musa yazar, öyle bir şey bekler insan değil mi normal şartlarda? Kainatın Sultanı seninle görüşecek bir ayet gelmesi lazım, bana gelirken hassas ol denmesi lazım mesela. İşte şu duaları oku öyle gel, şu dağları yarayım yol yapayım, yıldızlarla adını yazayım, de mi? Böyle şeyler olması lazım. “Ben şüphesiz senin Rabbinim. Ayağındaki pabucu çıkar” Ne diyor ayet? Pabucunu çıkar. “Çünkü sen kutsal bir vadi olan Tuva’dasın” diyor. Bak ayete bak! Ayet ne diyor? Neyi çıkar diyor? Ayağındaki pabucu çıkar diyor. Şimdi normal şartlarda bu pabuca çok mana vermiş müfessirler. Çok fazla mana vermiş. Şimdi biz hangi manayı verelim? Bu pabuç ne demek biliyor musun? Mesela tekneye bindik 4-5 kişi ama malzeme almışız böyle. Balıklar, mangallar tamam mı? Ayranlar, kolalar, buzlar, sular, ciğerler, şişler, kebaplar, tantuniler almışız böyle çat, birden böyle Sami panik yapıyor. “Abi gurban olam bi bak” diyor, lan Sami oğlum noldu? “Abi bak gurban oluyum”, lan Sami bırak şurda mangal yapıyoruz, “abi bak gözünü sevdiğim bu kayık batıyor” bir bakıyoruz kayık su almaya başlamış, ilk ne yaparız? Okyanusun ortasındayız. Çok güzel yani ağırlıkları atarız. Sami en ağır çünkü. Ne yaparsın ağırlıkları çıkarırsın tekneden, niye? Batmasın diye. Ya da bir gün kirveyle pilot olmuşuz. Mersin çocuğu öyledir kirve. Mersin’de havaalanı yoktur ama herkes pilottur. Kirveyle bir gün pilot olmuşuz, binmişiz uçağa. Ne alıyoruz yanımıza? Risalelerimizi, Kur’an’ımızı, cevşenimizi ve ciğer takımlarımızı mangalımızı, tabii ki. Çünkü belki bilmezsiniz cahillik varsa tepede rüzgar daha güzel mangalı yeller. Tam o arada mangalı yakacağız edeceğiz derken pilot Zeki koşuyor. “Abi abi yetişin!” Zeki dur şurda “Abi abi” lan Zeki noldu? Abi uçak ağırlıktan dolayı düşüyor. İlk ne yaparız? Zeki’yi atarız. Lan ne canisiniz, mangalı atın biraz da. Bütün ağırlıklardan vazgeçeriz değil mi? Yavaş yavaş aşağı atarız çat çat çat. Niye? Çünkü ağırlıklar atıldıkça biz uruç edeceğiz, yükseleceğiz. İşte o “Pabucunu çıkar” dan bir manayı müfessirler demiş ki, çıkar pabucunu seni Allah’a yükseltecek mani ve engel, seni tutan ne varsa, hangi takıntın hangi maddi yükün varsa. Şimdi normal standartlarda insan dünya malına tutkulu olur, değil mi? Ve bu dünya malına tutkusundan dolayı o ağırlık hükmüne geçer ve bu adama diyebilirsin, çıkar artık pabuçlarını. Vasatın üstüne, ifrad derecesinin düştüğün ne varsa bu sende o pabuç hükmünde bir ağırlık oluşturabilir. Bir virüse tedbir aldın ihtiyat ettin, çok güzel. Her noktada tedbirini alacaksın. Ne yapacağım ben? Ölecek miyim? Bu virüs bana geçecek mi? Şöyle mi olacak, böyle mi olacak, elin ayağına dolaştı. Sağlık dahi senin Allah’a yükselmeni engeller ve sana çıkar o pabuçları denir. Burada pabuçtan mana maksat Burak nedir? Seni dünyada tutkulandıran Allah azze ve celleye uruç etmeni, yani Miraç cihetiyle yükseltmene engel olan ne varsa, bu manada. Biz Miracı temelde uruç etmek olarak anlayacağız yani yükselme manasında anlayacağız. İnsanda ibret gözü olmak zorunda, ibret hadisatın arkasındakini manayı görme. Buna ibret gözü deniyor. Bizim basiret dediğimiz farklı bir şey ama, insanda böyle bir göz var. Hani mesela bir ateist bakıyor ki kainata, nerden görüyorsun Allah’ı? Ya ben ibret gözümle görüyorum yani. Bizim bahçede tavuk var, pat diye düşürüyor yumurtayı, daha geçen yedik yumurtayı. Salçada kavurduk yedik. pat diye düşürüyor yumurtayı, dönüyor arkasını yoluna gidiyor. Lan böyle bir yumurta böyle bir tavuktan çıkıyor, tavuk bile böyle bir şey çıkardığının farkında değil. Bir ibret gözünle baksana. Bir de fikret gözünle bakman lazım bu da fikirdeki derinlik. Biz bazen buna hatz diyoruz ya bir anda yıldırım çakar gibi “Evet, bu bu demek. ” O yumurta o tavuktan nasıl çıkıyor, tavuk bile ne bıraktığının farkında değil. Atıyor kümese gidiyor, orada bahçede otları kemirmeye devam ediyor. Demek bunlara biraz ibret biraz da fikret gözüyle baksak biz hayret edeceğiz ve diyeceğiz ki böyle hadiselerin arkasında muntazam düzen sahibi, icraat sahibi, ilim sahibi bir zat var ve ben bu sanatlı eserden sanatkara ulaşıyorum diyeceğiz. Bu ayrı bir konuydu. Sadece kainata bu gözle baksak dersimiz için hikmetli olur diye bir not almışım. Çünkü bu iki gözle neye baksan mucizedir, doğru mu? Ömer, sırr-ı azim dediği ne? Miraç. Miraç o zaman büyük bir hadise, ama bir de sırrı var. Nasıl oluyor bu sır? Üzerine bir hicab örtülmüş olayların. Peki bu hicab nasıl yırtılır, nasıl açılır? İbret gözüyle baksan açılır. Fikret gözüyle baksan açılır. Doğru mu? Demek biraz basiret istiyor. Yani olayların her biri bir mucize ama sırr-ı imtihan gereği üzerlerine bir hicab, hicab ne demek? Örtü. Onu kaldırdığın anda Aman Ya Rabbi, onda bu mana, bu sır vardır dersin. Sır varsa hafif bir saklanma var. Bakalım o hicabı kaldırıp sırr-ı azimi görebilecek miyiz? Dört temel soru var Miraç’la ilgili? Uruç ile ilgili. Devam. Ne gerek vardı da oldu bu Miraç? Tamam Miraç oldu Efendimiz o seyahatte bulundu. Ama bunun hakikati, gerçek manası nedir? Efendimiz Aleyhisselamın Miraç’tan benim işime yarayarak döndüğü şeyler nelerdir? Ki Üstad minimum 500 hikmeti var diyor Miracın, 500! Hani namazın farz olunuşunu sadece bir keseye koy. 500 hikmet var diyor Miraç’ta. Miraç risalesinde bahsediyor. Yani bana getirdiği meyve nedir? Sadece Leyle-i Miraç’ı ele alsan bir tövben kabul olsa akıllara zarar. Lüzum, lazım, gereklilik, muktezi, ihtiza, biraz birlikte deşelim ama hep gözleriniz dikkatiniz bende olsun. Miraç diye bir şey gerekli miydi? Bu demek yani. Efendimiz Aleyhisselam’ın Kab-ı Kavseyn’i geçip Allah azze ve celle ile buluşması. Biz temel manada buna Miraç diyoruz, genel manada ise herkes için Miraç vardır, yükselmektir, uruç etmektir. Şimdi bak bu soru niye biliyor musun? Sırr-ı lüzumu, şart mıydı sorusunun daha Türkçesini söyleyeyim mi Emre hazır mısın? Allah azze ve celle şu an bu mekanda mıdır? Neyiyle? Sıfat ve esması ile. Peki zatı ile hangi mekandadır? Münezzehtir. Bir: Zatı mekandan münezzeh bir Allah neden Efendimiz (a.s.m) ile görüşmek için o mekanı seçiyor? Aslında mekan değil. Anlayalım diye. La mekan. Devam etmem lazım. Ayette “kuluma madem şah damarından daha yakın, görüşmek için niçin Efendimiz Aleyhisselam’ı Miraca alıyor? Yakın değil mi yani? Orada olmaz mı o iş? Şimdi anladın mı sırr-ı lüzum? Zaman ve mekandan münezzeh olan Allah’la görüşmek için Miraç’a alması gerekli miydi? Madem şah damarımdan daha yakın o yakınlık içerisinde görüşemez miydi? Neden Miraç’ı tercih etti? Soru nasıl? Benim sorduğum soru ne biliyor musun? Sırrı anlamamış adam sorusu. Oldu mu? Neden Allah bize şahdamarımızdan yakınken Peygamber Aleyhisselam bunca bir yolculuk eylemiş? Soruyu unutursan konu kaçar. Anladınız değil mi meseleyi? Zaten veli bir kul onun kalbinde bile görüşebilirken Efendimiz Aleyhisselam hayli hayli görüşür. Yani ne gerek vardı o zaman o miraç zahmetine? Biz soruyu yine kendi sahamıza kendi cevelan sahamıza çekelim. Kuluna şah damarından dahi yakınken ne gerek vardı o Miraç hadisesine? Orada da o iş hallolabilirdi. Fehim: anlamak, anlayış, fehmetmek. Evet, hazır mısınız? İki çeşit mükâleme. Ne demek mükâleme? Konuşma. Mesela merhum Özal’ı ele alalım mı? Hem anmış oluruz. Rahmetli Turgut Özal nereliydi? Malatyalıydı. Şimdi rahmetli Özal reis-i cumhur iken iki çeşit görüşmesi vardı. Bu görüşmenin bir tanesine hususi görüşme denilir, kişisel, bireysel. Birisine umumi görüşme denir. Misal diyelim bir gün rahmetli Özal bahçesinde oturuyor Malatya’da, canı da mışmış çekmiş. Ne demek mışmış? Kayısı, Malatyalılar öyle diyor değil mi Muhammed abi? Bahçede mışmış sararmış çöle dönmüş, öyle miydi türkü Kerem? Yere düşmüş, he. Şimdi bak canı böyle mışmış çekiyor hatırlıyor böyle ortaokul arkadaşlarından birisi de o işi yapıyor. Arıyor böyle merhum, hele Ali diyor, şöyle elinde iki kilo mışmış yok mu benim eve getirebilir misin? Şimdi bu hususi bir görüşme mi umumi bir görüşme mi? Hususi bir görüşme. Canı çekiyor hususi bir görüşme yapıyor. Bazen bize bir ilham geliyor ya hani, sadece bize yönelik geliyor, o işte Allah’ın bizimle hususi bir görüşmesi oluyor. Ya nasıl aklıma gelmemişti bu diyoruz ya, orada hususi bir telefon açılmış Fatih. Merhum Özal’ın bahçesinde kayısı istemesi gibi. Velev diyelim yine merhum Özal’ın zamanında Allah evlerden ırak kırsın, şimdiki gibi koronavirüs vakası olmuş, bütün Türkiye’yi hatta hatta bütün dünyayı ilgilendiriyor. Ne yapar merhum Özal? Bütün bakanlarını alır, bir sürü kriz masası toplar, nasıl tedbirler alalım, nasıl önlemler alalım, şuna karşı ne yapalım, buna karşı ne yapalım alır ve bütün halka özel bir şekilde devlet reisliği makamında gereken koşul ve kriterleri de şartlı bir şekilde sunar. Bu nasıl bir görüşme olur? Umumi bir görüşme olur. Şimdi aynı konuda iki çeşit görüşmede başka örnekler verelim. Bir sultanın da iki çeşit görüşmesi olur mu? Olur. Biri hususi diğeri umumi görüşmesi olur. Mesela örnekleyelim. Diyelim ki sultanın kendi mülkünde Sedef diye gariban bir kulu var, bir gün sultanda tedbili kıyafetle gezerken bakıyor ki amaan benim kulum nasıl olur aç kalır diyor. Sonra geri dönüyor makamına oturuyor, bir tane askerini çağırıyor. Onu görevlendiriyor, memurunu. Diyor ki bana git Sedef’i çağır, ben Sedef’e bir kese altın vereceğim çünkü onun çok ihtiyacı var. Bu hususi bir görüşme mi olur umumi bir görüşme mi? Hususi bir görüşme. Peki bütün halk bunu duymak zorunda mıdır? Hayır, zorunda değil. Bak Muhammed abi, örneğe hazır mısın? Peki koca bir sultan bir gün bu şehre mesela Mersin’e bir kadı atayacak olsa, kadı ne oluyor? Hem dini hem de idari işlerin başı oluyor. Mesela şimdi vali diyorsun ya, onun şimdi birleştir ikisini, işte o şehrin kadısı oluyor. Kadı Sinani Sinobi, ey kadı, şimdi bu kadıyı bu memlekete atarken bir asker gönderip direkt vazifelendirip iş başı mı eder? Etse biz kadıyı tanımayız. Ne yapar? Dellal tutar, ferman yazar, kadıyı huzuruna çağırmadan önce merasimler hazırlatır, belki yemekli bir gece hazırlatır, belki o kadıyı herkesin tanıyabilmesi için reklamını yapabilecek belli başlı alanlar sahalar hazırlatır ve o kadı girer girmez “Sultanım merhaba” da diyemez. Önce o törenden geçer, sultan onu özel arabasıyla aldırır. Rahiyetini görür, payitahtını gezdirir ve bunun sonucunda kadı da ne kadar büyük bir sultanın karşısına çıktığını görür ve herkesin bütün halkın huzurunda ilan edilir, sultan onu şereflendirir, bu da benim kadımdır der. Bu hususi bir görüşme mi? Umumi bir görüşme, peki nasıl oluyor umumi görüşmeler? Kalabalık içerisinde ve cafcaflı olmak zorunda, doğru mu? Makam da var işin içinde. Demek bir sultanın iki çeşit görüşmesi var. Şimdi bu umumi görüşme neden önemli biliyor musun? Umumun belli başlı şeyleri bilmesi o makamın anlaşılması için şarttır Sinan. Şimdi sen benim odama çat kapı giriyorsun değil mi? Bir de orada çerez tabağını alıyon, Mehmet abi napıyon? Hangi videoyu atalım? Diyorsun, değil mi? Bir orgeneralin de odasına girebilir misin? Peki niye yani fark nerde? Sen onun makamını bir şekilde anlamışsın. Anlaman için o da bir şekilde anlattırmış. Makamın önemi burada çok elzem. Makamı bilen kişiyi de bilir. Mesela bir örnek verelim, diyelim ki bizim Ali Niğdeli değil de Kırşehirli olsun. Zaten hemşehri, yan yana değil mi? Oradan eminim kız alıp vermişliğiniz vardır. Bizim Ali Kırşehirli olsun, ama Kırşehir’in köyünden hiç çıkmamış İrfan. Öyle sultan, padişah bir şeyler duymuş ama başka bir şeyler anımsamıyor. Şimdi biz Ali’ye desek ki, bir padişah var, he duydum duydum. Nasıl bilirsin bu padişahı? Valla bizim köydeki ağa padişahın o gün bulgurla hangi yemeği yaptığını iyi bilir der. Koca padişah bulgurla yemek yapar mı ya? Onun yemeğini yapmak için ayrı fakülte var ya. Ama ne gözle bakıyor? Dünyayı bilmiyor makamını bilmiyor ya onunla kendini aynı düzeyde, bulgur pişiriyor zannediyor ama kaliteli bulgur pişiriyor zannediyor. Şimdi bu Ali o padişahı bizzat görse ama bir anda, hiç padişahla ilgili bilgisi var mı? Saltanatla alakalı bilgisi var mı? Birden padişahı görüyor, sultana ne der Ali? Sultanım kaç köyün var der, doğru mu? Başka ne der? Sultanım kaç kuzun var? İyi otlatıyon mu der. Niye? Çünkü padişah deyince aklına bir şey gelmediğinden, onun makamını bilmediğinden kendi köyü gibi düşünüyor. Köyden biri dese padişahı tanıyon mu? Ali der ki ben bilmem ama Neşet Ağa’mın amcaoğludur der. Çünkü en yüksek gördüğü Neşet Ertaş var. O da mutlaka onun amcaoğludur ki onu padişah yapmışlardır der. Öyle değil mi abi? Şimdi ne oluyor? Saltanatını görmediğinden makamını görmediğinden bir padişah nedir, onu anlayamıyor. Ama Ali’yi bir sultanın karşısına çıkarmak istesek ne yapmamız lazım? Üç kıta gezdirmemiz lazım. Doğru mu İrfan? Üç kıta gezdireceksin. Emrindeki adamları göstereceksin, hazineni göstereceksin, hakimiyetini göstereceksin, o hakimiyeti kurmak için yaptığın savaşları cihatları göstereceksin. Ve bunun sonucunda Ali’yi o padişahın huzuruna çıkarsan, Ali’nin dizlerinin bağı çözülür padişahın karşısında düşer. Bak, birinci gezdirme olmadan cevelan olmadan çıkardığın Ali, sultanım senin kaç kuzun var diye sorarken, ikinci onun saltanatını gezdirdiğin Ali çıkarmanın sonucunda ne diyor? Ya hu dizimin bağı çözüldü böyle bir sultana ne diyebilirim diye konuşuyor, O yüzden, Allah Efendimize (a.s.m) şahdamarından yakın olup orada da mukavelede bulunabilirdi ama yapmadı,saltanatındaki bütün makam ve mekanları gezdirdi. Bütün alemleri dolaştırdı, cenneti cehennemi, bizim bilmediğimiz kainat kitabı dışındaki binbir çeşit alemi gezdirdi ki asıl büyüklüğü ondan sonra ortaya çıksın diye. Miracın bir sırr-ı lüzumu budur işte. Eğer o gezinti olmasaydı saltanatını bilmeden bir sultanı tanıyacaktı. Ama o gezinti, o cevelan olduktan sonra sen artık Allah azze ve celleyi daha çok tanıdın, daha çok yakınlaştın ve saltanatını bildikten sonra ne yüce bir sultan olduğunu misli misli anladın, doğru mu? Abi miraç şart mıydı? Şarttı işte bu yüzden şarttı. Saltanat bilinmeden sultan bilinemiyor çünkü. Eğer bir velideki gibi hususi konuşma kalsaydı şahdamarından yakın konuşması o cevelan olmasaydı o dolaşma olmasaydı saltanatı gözükemez, kendi uluhiyeti bihakkın O’na verilemezdi. Ama o gezinti, yani yükselme, yani miraç olduktan sonra, Suphanallah, ne alemlerin Rabbi imiş meğer diye mağfiret, bilme, yakınlık daha misliyle ziyadeleşti. Mehmet Sedef’i gariban gördü, o hususi telefonuyla bunun ihtiyaçlarını giderin dedi. Birincisi bu. Bir: Hususi, böyle kodlayacaksın devam. Bu unvan varsa salnat- uzma ünvanı varsa umumu da ilgilendirecek. Demek ikinci ne? Umumi. Ne gibi? Kadı tayin etme. Bak anladın mı? Umumi olan görüşmesini sıradan biriyle yapamaz. Kimle yapar? Elçiyle yapar, sadrazamla yapar, vezirle yapar, bakanla yapar. Niye? umumu ilgilendiren bir olay var. Önüne gelenle yapılır mı? Hayır. Devam. Bitirdik biri. Şimdi aynı soruyu bir daha soralım. O kadara mesafe gerekli miydi? Yerinde görüşse olmaz mıydı? Devam edelim. Hakikat ne demek? Hakikat? Ahirete bakan yönü, gerçeği, bunda hikmet nedir olay nedir? Çok geniş bir konu. Devam. Miracın hikmeti nedir? Seyri süluk. Miracın hikmeti. Kodladın mı bu kelimeyi? Ne demek? Terakki etmek demek. Miracın hakikati ne Fatih? Adam askeriyeye girdi mi? Ne oldu? Onbaşı, yüzbaşı, yükseldi yükseldi yükseldi en büyük general oldu mu? Bunun adını seyri süluk denir. Şimdi bu Emre tıpta birinci sınıfı girdi okudu mu? Hakkıyla bitirip verdi mi? Bu da ince. İkiye geçti mi? Üç, dört, beş, altı. Biz o zaman ne diyorduk, doktor yamağı, yarım doktor, çeyrek doktor dalga geçiyorduk. Altıdan sonra diplomayı aldı mı? Böyle kapı gibi önümüze getirdi mi böyle? Seyri süluğu bitti. O yolda terakkiye ne diyoruz? Seyri süluk diyoruz. Mesela çocuğu verdin okuma yazma öğrensin diye, ilkokul bir, ilkokul iki, ilkokul üç. Ne oldu? Seyri süluk oldu. Yani Allah Resulü Aleyhisselamın bu noktaları hakikatli bir şekilde anlaya anlaya terakki edip yükselme kısmı tam seyri süluk oluyor. Şimdi az önce anlattığım sultan, umumi bir görüşme için elçisini yanına çağırmadan önce üç kıta bütün saltanatını gösterir ve gezdirir dedim ya, bu gezdirme ne oldu? Seyri süluk oldu. Bu kadar. Niye gezdirdi? Her meratipte ne oldu? Sultanı tanıdı. Aaa buralarında mı sahibi? Suphanallah. Buralarında mı sahibi? Suphanallah. Buralarında mı sahibi? Suphanallah. Mesela ben şurada birinin bir gün yanına otursam desem ben Mehmet Yıldız. Adam der ki napayım Mehmet Yıldız’san. Niye? Ya senin neyin var benim işime yarayacak? Ama bir adam otursa dese ki, ben şu Mersin Marina’yla Mersin Forum’un sahibiyim. Abiim, der başlar elini ayağını öpmeye. Neden? Çünkü adamın nelere sahip olduğunu gördükçe adamın makamını tanımış ve anlamış oluyor. Demek miracın hakikati ne oldu? O sultanı tam yaraşır biçimde tanıması için, seyri süluk, yani o gezintiyle terakki etme meselesi oldu. İnsan terakki etmeseydi, Ali’nin örneğini hatırlayın. Birincide Ali padişahı tanıdı ama bir ağa gibi tanıdı. Padişahım senin kaç köyün var derdi. Hele bizimki gibi pattiz var mı pattiz derdi. İkincide ne oldu? Gezdirildi, ve onun aman Ya Rabbi, ne yüce bir kudretmiş diye tanındı ve bu sefer dizlerinin bağı çözüldü esas padişahı esas saltanatını tanıdı. İşte bu tanıma için ne şart? Seyri süluk şart. Ne demek seyri süluk? Terakki. Şimdi miracın hakikati nedir? Seyri süluktur. Terakkidir. Neden? Çünkü seyri süluk ve terakki olmasa hakkıyla tanınmazdı. Bak size çok ilginç bir şey söyleyeyim İrfan. Şimdi İrfan, sınıflar artırılırken nasıl arttırılır? Bir yılda bir biter, iki yılda bir biter, üçüncü sınıf üç yılda biter, de mi? Zahmetli biter. Bir kitap var mı? Bir tane kitap versene bana. Şimdi mesela ben seyri süluk yapmak için bu kitabı alsam elime birinci sayfayı okusam, ikinci sayfayı okusam, her sayfayı da bir dakika da okusam Fatih, ben bunun sonuna gelmem için kaç dakika geçmek lazım İrfan? Bin sayfa bu kitap. Bin dakika geçmem lazım. Şimdi seyri süluk mesleğinde Efendimiz Aleyhisselam’ın seyri süluğu daha uzun sürmüştür. Niye çünkü her sayfa bir alem, her sayfada bir alem tanıyor. Her sayfada bu alemler içerisinde bizim hücrelerimizin içine kadar var Sinan, cin taifesinin içine kadar var. Anlayamayacağımız şeklide, demek ben bu kitabın başından sonuna bin dakikada geçiyorum, peki sonundan başına kaç dakikada geçerim? Hemen bir dakikada geçerim. Demek bir şeyin sonuna varmak zordur ama sondan başa varmak daha kolaydır . Bu yüzden seyri süluk kısmı Efendimizin dönüşünden daha uzun sürdüğünü söylüyorlar. Seyri süluk mesleği anlaşıldı mı? Kâinatta sergi olarak açılan her şey ama her şeyin temel amacı nedir? Miraçtır. Yani o sergi olarak açılan her şeyin temel amacı, bir telakki etme bir miraç. Mesela yumurtanın miracı nedir? Tavuk olmaktır. Çekirdeğin miracı nedir? Ağaç olmaktır. Ana rahmine yapışmış Sinan’ın miracı nedir? Doğmak Sinan olmaktır. Demek kâinatta her şeyin bir miracı var, ama birisi bize bu miracın hakikatini anlatması lazım. Demek bunun için bizim bir muallime ihtiyacımız var. Her muallim önce bir talebe midir? Allah Resulü Aleyhisselam bize ve kâinata muallimdir, ama Allah onu miraca yükseltirken bir talebedir. Orada talep ederek öğrendiklerini hocalık vasfıyla dönerek biz talebelere anlatıyor. Bakın bunların hakikati budur diye. Peki anlatması neden? Anlatması zorunlu mu? Şu an hala hakikat-i Miracı konuşuyorum. O seyri süluk değil mi? Seyri sülukta öğrenci miydi, öğretmen miydi? Seyri sülukta öğrenciliydi. Seyri süluğu geçti ve bir öğretmen oldu peki niye bu şarttı? Şu yüzden şarttı: Risale-i Nur’da bir cümle geçiyor ama manyak cümle diyor ki: Anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa manasız bir kağıttan ibaret kalır. Ben bu kitabı yazmışım bu kitap, ben bu arada ordinaryüs Mehmet Yıldız Matematik, Ordinaryüs Mehmet Yıldız matematik kitabı yazmışım, kitabın içerisinde ne var biliyor musun kirve? Üff, ne yok ki ya! Matematiğin en ağır meseleleri var. Bunu birden uzatıyorum bizim motorcu Ramazan’a veriyorum. Ramazan al bakalım bu kitabı ne anladın diyorum? Abi valla 300 arti ???? anlayabilir mi bu kitabı? Anlaman imkansız değil mi? İçinde mesela soyut matematik olsa anlar mısın? Topoloji olsa? Adını yeni duydum de lan. Top nedir lo? Topoloji, bu da bilmez yeryüzü bilimi demek. Matematik de öyle ciddi bir dal ki, anamızı ağlattılar o dalı bir geçene kadar. Şimdi ben bu kitabı verir vermez sen bu kitabı anlayamazsın, desem ki gel Ramazan kardeşim gel sana saati 300 dolardan ders vereyim desem ne olur? Bütün kitabı anlarsın niye? Para verdin çünkü. Anlatmasam da anlarsın artık. Bu kitap nasıl manalı oldu? Bu kitabın bir müellifi bir yazarı veya bir tanıtımcısı, tanıtımcısı sayesinde bak kardeşim bu kitabın ilk sayfası bu demek, ikinci sayfası bu demek, üçüncü sayfası bu demek diye sana anlattım. Ondan sonra bu kitap manalandı, doğru mu kardeşim? Demek anlaşılmaz bir kitap, başta neydi bu kitap? Anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa manasız ve boş bir kağıttan ibaret kalır. Peki bu kainat kitabı hiçbirinin hikmetini bilmiyoruz, tavuk neden yumurta veriyor bilmiyorum. İbret gözüyle bakmıyorum, fikret gözüyle bakmıyorum bilmiyorum. Peki bir muallim gelip bunların hepsi Allah’ın esma tecellisi asıl Rabbini tanıman için bu ilmede marifetullah ilmi denir diye anlatmasa bu kainat bomboş ve manasız bir kağıttan ibaret kalacaktı. Nasıl abi? Miracın hikmeti nedir? Allah Resulünün muallim oluşu. Miracın hikmeti nedir? Allah Resulünün seyri süluk ile muallim oluşu. Allah Allah! Ya bu çok acayip bir konu ya! Bir dakika, asıl soru şu: Ya Hu, dünyada birkaç dakika içerisinde geçmiş hadisede Allah Resulü binler sene mesafeyi nasıl kat eder diyorlar. Neden böyle diyorlar biliyor musunuz? Çünkü rivayetlerde şöyle geçiyor. Efendimiz Aleyhisselam ne ile? Burak ile, ne ile? Burak ile, onun bineği Burak ile miraca çıkıp geldiğinde daha yatağı soğumamıştı. Kolunun değdiği dal hala titriyordu. Betimlemelere bak. Şimdi insanın birinci anda İrfan anlayamaması normal mi? Gayet normal, problem yok. Onlar da diyorlar ki ya arkadaş, tamam bizim için bir iki dakika geçen olayı nasıl Allah Resulü binler sene çapında yaşayabiliyor, bunu anlayamıyoruz diyorlar sorulduğunda. Demek Miraç olup bittiğinde dünyada kaç zaman geçmiş, bir iki dakika. Peki Efendimiz Aleyhisselam’a binler sene cevelan etmiş. Nasıl oluyor bu? Soru anlaşıldı mı? Hız sorusu var burada. Şimdi önce şunu anlayalım diyor, Üstad’ın her zamanki taktiği, bir kainatın kitabını oku bir kainat kitabına bak şu saydıklarım içerisinde en yavaş olan şey sestir. Sesten daha hızlı olan bir şey vardır, ışık daha hızlı. Yıldırım da öyle olur mu? Önce ışığı görürüz, arkasından ne gelir? Gruuuuf. İnşallah, iyi ki böyle bir ses gelmiyor yani ???? Işıktan sonra ne geliyor? Ben Efe’ye güveniyorum zaten Sinan. Ne geliyor ışıktan sonra Sinan? Ses geliyor. Demek ki ışık sesten daha hızlı. Peki ışıktan hızlı bir şey var mı var, elektrik. Elektrikten hızlı bir şey var mı? Var, ruh. Ruhtan hızlı bir şey var mı? Var hayal, şimdi İrfan hazır mısın? Üç deyince istediğim yere gidiyoruz hazır mısın? Bir iki üç. Almanya Ülkücanların evi, oturdun mu mutfakta, baget ekmek geldi mi? Sürdün mü üstüne reçelleri? Bütün reçelleri ve yağı birbirine karıştırdın mı? He? Yaptın mı bunu? Ya tabakta karıştırma İrfan, bari ekmekte karıştır. Aç gözü baba. Şu hıza bak, Ülkücanların evine gittik geldik, Almanya’da, Deutschland’da. Cennetin tasfiri bu, ruh süratinde hayal vüshatinde. Suphanallah. İnanılmaz bir şey ya! Süre bile yok yani. Bir anda Ülkücanla, ve İrfan insan bir lezzet alıyor, farkında mısın? Nasıl bir lezzet? Müaccel. Cenneti de hayal et bakalım böyle, akıllarazarar. Şimdi o zaman şunu anlıyoruz, maddede herkesin hızı aynı mı? Aynı mı Salih? Senle benim hızım aynı mı lan? Sen o sıkma vücudunu kaldırana kadar ben on kez dolanırım burayı. Aynı madde hızı? Aynı değil. Şimdi öncelikle kainat hızını bir temaşa ettik gördük, bizim tavuklar ve köpeğin hızı aynı mı? Aynı olsa köpek o tavukların içinden geçer, öyle değil mi? Daha farklı hızları var. Ömer, muhtelif ne demek? Çeşitli, farklı. Demek kainattaki eşyaların hareketi farklı. Bir dakika, şimdi Efendimiz Aleyhisselamla ilgili bir şeyden bahsediyor. Efendimizin latif cismi neye tabi olmuş? Ruhuna. Nerede? Miraçta. Peki ruh mu daha hızlı, cisim mi daha hızlı? Peki normalde şu an benim ruhumla bedenimi düşün, odama gideceğimi düşün. Hangisi hangisine tabi abi? Ruhum bedenime tabi. Bu yüzden yavaşım, peki zıttı olsaydı? Bedenim ruhuma tabi olsaydı? Işık hızında olacaktı. Mesela içimizde generalden başka 1000 km hız yapabilecek var mı? Ramazaaaan kardo Ramazan 300 artiii pardoon. . Ramazan’dan başka 1000 km hız yapabilecek var mı içinizde? Yok, de mi? Şu bedeni 1000 km hıza ben ulaştırabilirim Süleyman. Hazır mısın? Formülü veriyorum, hazır mısın? Hazır mısın Süleyman, veriyorum formülü! Uçağa bin. Bedenimi uçağa tabi edersem 1000 km hıza ulaşır, bedenimi füzeye tabi edersem füzenin içine girsem 100 bin km hıza ulaşabilir belki. Neyin neye tabii olduğu çok önemli o zaman. Normal şartlarda bir insan dese ki, ya bende işte akşam işte 10 bin km hız yapacağım, ne derler? Yav bi git kardeşim. Ama beden uçağa tabi olunca ne oldu? Işık hızıyla oldu. Çok hızlı bir trene binse ona tabi olsa 450 km, yata binse 300 km. o zaman madem her şeyin hızı birbirinden farklı, bir şey bir şeye tabi olarak hızını artırabilir değiştirebilir. Efendimiz Aleyhisselam’ın da mübarek cismi ruhuna tabii olmuş ve ruh hızına geçmiş. Var mı bir problem? Nasıl? Miracın hakikati nasıl? Mükemmel ya, vallahi mükemmel! Allah Allah! İnsanın imanı artıyor şu derslerle ya. Görünemez, niye görünemez? Çünkü mübarek cismi asker ruhuna tabii olmuş. Nerede? Rüyada. Şimdi insan normalde şöyle arada daldığı oluyor değil mi? Bir uyanıyor, aman Ya Rabbi ya! Alem-i şehadette iki dk geçmiş, bura ne alemi? Şehadet, şahit olma alemi, şehadet. Değil mi? Bazıları rüya dediğin 7 saniye diyor. Ama misal aleminde çocuk büyümüş düğün yapmış evlenmiş torun yapmış Amerika’ya gitmiş Almanya’ya gitmiş Çin’e gitmiş Kenya’ya gitmiş gezmiş turlamış, üçüncü hanımı almış dördüncü arabayı almış, hepsini. Bir uyanıyor. Lan aa 7 saniye geçmiş diyor. Oluyor mu böyle bir şey? Oluyor. Yani misal alemi bedeninden yani şehadet aleminden çok daha hızlı çünkü. Tam bugün rüyamda gördüm, birisi bizi arıyor çok büyük bir inşaatı olan birisi İrfan Mersin’de, diyor ki abi lütfen yardımıma yetişin diyor. Biz de diyoruz ki ya bunun yardımına ne yetişelim diyoruz. Meğer içimizden birisi bunlardan kız almış . Senaryoya bak, kim olduğu belli değil tabi. Hayda, bari gidelim mi gidelim diyoruz, tamam mı? Tam da o anda bunların böyle canına kastetmiş bir adam geliyor, böyle büyük bir apartmana girmişiz İrfan, senle Fatih üst katındasınız, ben de bir alt katın alt duvarına saklanmışım. Adam yukarı bunlara zarar vermeye çıkıyor, o esnada ben de size işaret yapıyorum, Fatih geliyor falan diye. Bu Fatih bir atlıyor adamın üstüne var ya. Ben de o esnada bıçağı çekiyorum böyle, adama arkasından bir koyuyorum. Meğer o küçük çakı varmış cebimde yanlış çakıyı almışım, çakı böyle patates gibi bükülüyor eziliyor. Ama adam bir sallanıyor böyle, bir de zebellak gibi. Ben de diğer çakımı arıyorum, diyorum o büyük çakım nerde, büyük çakım nerde diye. O esnada Fatih bir çıkıyor meydana, tamam mı? Kardeş diyor böyle, şak şak şak, adama bi çakıyor böyle. Rüyadan bir uyanıyoruz tabii rüyanın içerisinde geliyor inşaatçılar bize teşekkür ediyor, o oluyor, bu oluyor falan. Bir uyandım şöyle, birkaç saniye geçmiş. Demek rüyada böyle şehadet alemindeki iki üç saniye rüyada yıllar hükmüne geçiyor. Şunu anlatmaya çalışıyor hala, maddeye göre zaman farklıdır. Bazen aynı zaman dilimini yaşarız, rüya öyle değil mi? Şehadet aleminde iki saniyedeyim, dilim olarak aynı. Rakama takılma. Misal aleminde yıllar geçmiş gibi. Dilim aynı zaman dilimi, aynı vakit geçmiş. Orası önemli. Hepsinde farklı süratler var, var mı sıkıntı? Şimdi bak sakın kaçırmayın, bir anda ders bitecek. Aç kolları, aç kolları. Cihat saati taktık mı? Saatte kaç ibre var? 10 ibre var. İlk ibre: Saat. Bir sonraki: Dakika. Bir sonraki: Saniye. Bir sonraki: Salise. Onuncuya da aşire deniyor. Nereye kadar gittik aşireye kadar. Taktık on tane iğne var mı? Var. Çok iyi tefekkür et. En üstteki saati gösterdi. Şimdi bir dakika, bir şey sormak istiyorum. Şu benim saat ibrem. Kaça bölünmüştü? 12 ye bölünmüştür. Şu saat ibrem. Şu ne demek? Bir saat git, hangi ibrem? Saat. Benim saat ibrem şu hareketi yaptığımda dakika ibrem de böyle mi yapar? Hayır, ne yapar? Bak, aynı zaman diliminde mi geçtiler? Ama farklı hareketler yaptılar. Geliyor bekle bekle. Çok güzel, de mi? Saat bunu yaptı Sinan, ne gitti kirve? Dakika ne yaptı? Bunu yaptı. O esnada saniye ne yapar? 3600 devir. Salise ne yapar? Çarpı 60. Peki buradan aşire gitsem, o esnada şöyle yapalım. Bir şey diyeceğim, hepsi aynı zaman diliminde oluyor değil mi? Sinan saat ibresine oturmuş, yaptığı hareket bu kadar. Cihat o esnada dakikaya oturmuş, bütün mekanları gezdi. İdris o esnada saniyeye oturmuş, vuuuu diye gezdi. Bu 300 arti ön kaldıran motorcu Ramazan’da aşire oturmuş, ne kadar mekan gezer o esnada? Çok. Soru neydi soru? Birkaç dakika da, kime birkaç dakika? Bize. Niye? En üstte oturduk. Birkaç dakika da binler sene mesafeyi nasıl geçer diyor? Cevap oldu mu? Var mı en ufak şüphe? Problem var mı? Sübhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ inneke entel alimul hâkim ve ahiri davana enilhamdulillahi rabbilalemin El-Fatiha meas salavat.
Tebliğ et!