Acın gitti mi? Acısı gitti mi? Sinan’ın bileği hastaydı da ona bir ilaç verdik daha doğrusu sen ilaç istedin doğru mu? Niye istedin, niye kendin doğadan toplamadın? Mesela senin bileğine sürdüğün şey nebatattan terkip olunuyor, değil mi? Yani doğada şu ot, şu bitki, şu tür. Şu bakteri falan, bunların terkibi sonucu oluyor doğru mudur? Sen aracı olarak beni seçtin. Ben aracı olarak eczaneyi seçtim. Yıldız eczanesi mi? Eczacı ablamı seçtim. Ablam aracı olarak ilaç deposunu seçti. İlaç deposu aracı olarak büyük ilaç yapım firmalarını seçti. O büyük ilaç yapım firmaları da muhtemelen aracı olarak bunları deneyler yaparak insanlığa nasıl daha şifalı olur diye üreten profesörleri seçti, doğru mudur? Kimyagerleri, profesörleri, bu deneyleri yapan kimlerse. Yani baktığında senin bugün bileğine sürdüğün ilaç bir sürü deneyden geçmiş. Şimdi maddi düzene baktığımızda biz çok fazla aracıya ihtiyaç duyuyoruz o zaman. Bugün mesela benim dizde bir sorun var bir bant takıyorum az önce saydığım şeyler o bant için de geçerli. Ve muhtemelen bandın içindeki bütün şeyler kimyasal varsa bilemiyorum hep doğadaki nebatattan tertip edilerek yapılmış şeyler. Ya da az önce Uğur grip oldu, Uğur bir ilaç içti. Onun içtiği ilacın içindeki aynı şekilde. Şimdi insana bir gün desek ki, mesela Uğur geldi yanıma dedi: Ya Mehmet abi, Çok grip olmuşum, ellerinden öpmüşüm şöyle sende Belçikadan getirdiğin o ilaçlardan var mı? Bu arada ilaç sektörünü geliştirdim yani Belçikalarla çalışıyorum. Ben de dedim ki Uğur’a: Kardeşim bunların hepsi bitki değil mi zaten Git kendin topla dedim. Çok saçma, mantıksız, vicdansız, merhametsizce olur değil mi abi? Hatta bizzat muhal olur. Yani içimizde hiç kimse yılları hatta asırlarını, çünkü bazı ilaçlar yıllar geçmiş değil de yeni geldiğinde bulunabiliyor değil mi? Sürekli gelişim halinde bir sektör. Yıllarını, asırlarını, hatta bir organizasyon içine girmeden üç tanesi bir noktasına yardımcı oluyorsa diğer beş profesör başka bir noktasına yardımcı oluyor. Çalışanlar üretimine yardımcı oluyor. İlahir, çok uzun zahmetli bir süreç. Yani hiç kimsenin ağrıyan bir yerini aracı kullanmadan tedavi edebilme ihtimali yok. Hatta bırak aracı kullanmayı, bileğin ağrıyor ya, bileğin ağrıdığında hangi aracı olan ilacı kullanman gerektiğini öğrenmen için bile aracı olan bir doktora gitmen gerekiyor. Doğru mu abi? Yani maddi düzen tamamen aracılık üzerine gelişmiş mi? Gelişmiş. Mesela ben geçen gün Ozan’a bir gömlek sözü verdim. Gruptaki soruyu sen bilmiştin, di mi? Fünun-u Cedide sorusunu. Neyse ondan sonra dedim Ozan sana bir gömlek hediye falan. Şimdi Ozan gelse dese ki Mehmet abi soruyu ben bildim, sürprizim nedir? Git kendine bir gömlek dik desem, kaç ayda dikebilir bu gömleği? Ona gömlek denebilir mi? Tipi gömleğe benzer mi? Acaba yakası nerede olur? Düğmelerini nereye koyar? Üste mi giyilir alta mı giyilir, hepsi şüpheli. Kumaşını yapması lazım, değil mi? Yani senin o gömleği giymen için dahi ciddi aracılara ihtiyacın var değil mi? Var. Peki sen bir gün gömleğin nasıl yapıldığını izlesen, senin gömleği yapabilmeni sağlar mı? Hatta eğitim değil, o iş birliğini yapabileceğin insanları da bulman lazım. Yani bir cem olman, cemaat olman lazım o gömleği oluşturabilmen için. Sadece ya ben geçen gün abi o gömleğin yapılışını izledim, bir şey yok onda ben odaya geçer menemen yaparken yanında o gömleği de yaparım diyemez bir insan. Onun için ciddi aracılara ihtiyacı var. Şimdi aracı diyorum ama beynimin altı çok dolu, çalışan ekip ayrı, kumaşı üretenler ayrı, pamuğu toplayanlar ayrı, boyası ayrı, markasını basan ayrı, e düğme dediğin plastikten yapılıyor, demek işin içine bir de plastik fabrikaları girdi. Orada çalışanlar ayrı, e plastik neyden üretiliyor ayrı ayrı ayrı. Yani arada tonla aracı var. Senin izlediğin video 10 dakika, bir insan 10 dakikalık gömlek nasıl yapılıyor videosunu izleyip insan ya arkadaş ben kendim yaparım ya saçmalamayın aracıya ne gerek var diyebilir mi? Diyemez. Ama İslam için bunu diyorlar. Arkadaş Kur’an benim elimde, ben okuduğumu anlarım zaten aracıya ne gerek var, diyorlar mı demiyorlar mı? Diyorlar. Maddi düzende dedikleri onların yüzlerine tokat gibi çalınır, her biri gömleksiz kalır, atletsiz kalır, ilaçsız kalır, doktorsuz kalır, televizyonsuz kalır, gözlüksüz kalır. Yani “yav arkadaş aracıya ne gerek var?” cümlesini dediğin anda sen artık ondan mahrum oldun demektir. Ama İslam için içlerinde barındırdıkları yüksek egodan dolayı, Kur’an’ı okuduklarında Kur’an’ın tamamını anladıklarını düşündüklerinden dolayı, hatta size çok daha üzücüsünü söyleyeyim Kur’an’ın mealini okuduklarında İslam’ın tamamını anladıklarını düşündüklerinden dolayı o insanlar evde böyle Kur’an’ın mealini okuduklarını iddia ediyor. Bu arada “Ben Kur’an okudum abi” diyenlere 10 tane ayet söyler misin diye rica edin. %99’u okumamış maalesef. Böyle geçerken birinden duymuş, okudum diyor maalesef üzücü bir durum. İş İslam’ı öğrenmeye, dini öğrenmeye gelince insanların ilk ortaya koydukları şey nedir? Abi aracıya ne gerek var ya? Bu hafta yine yolda yürürken bir arkadaş geldi yanıma. Geldi, tanıştık, muhabbet ettik. Sonra dedi ki abi ben sizi izliyorum, muhabbet ediyorum, seviyorum, çok mantıklı makul sorular da pek sormadı açıkçası. Ama şey dedi, işte ben bu aracı vs. bu tür noktalarda bunlara karşıyım dedi. Ben de dedim ki, o zaman bizim videomuzu da izlememen lazım o da bir aracı dini öğrenmende. Öyle değil mi abi, video da bir aracı. Senin dinlememen lazım o da bir aracı. Yani olay o kadar saçma bir hale geliyor ki. Her şeyi bırak eline bir çocuk siyer kitabı al, çocuk siyer kitabı. Allah Resulü’nün bu işi nasıl yaptığını çocuk siyer kitabında gör. Nasıl cem olmuşlar, nasıl cem’aat olmuşlar, nasıl birbirleriyle teşhik-i mesai yapmışlar, bir manevi ürün ortaya koyabilmek için nasıl bir ciddi bir ekip çalışması sarf etmişler. Ve birbirlerinden nasıl tefeyyüz etmişler. Birbirlerinden nasıl rol model almışlar, birbirlerinin bıraktıkları bayrakları nasıl güzel taşımışlar ve bunların tamamını bir aracılık sistemiyle yapmışlar. Sadece İmam Buhari’yi ele aldığında eğer yanılmıyorsam, yanlışım varsa düzeltin, sahabeden sonra herhalde 5. Katman oluyor, değil mi? Sahabe, tabiin, tebe-i tabiin diye beşinci katmanda yani. Bugün Kütüb-i Sitte’de birçok istifade ettiğimiz hadislerin derlenmesinde başrol oynayan bir zat, İmam Buhari ve yanılmıyorsam 5. Katman. Şimdi ona denilse (haşa) ya bu ara 4 katmandaki aracılara ne gerek vardı arkadaş, sen kendin otur şöyle bak kainata o hadisleri yaz. Ne kadar saçma olurdu değil mi? İnsanlar İslam’ı çok ucuz görüyorlar. Kendi kalitesi üç kuruş adamlar İslam’ın kalitesini de her zaman öyle ucuz ve dandik görürler. Ucuz görmek ne demek? Düşünelim. Markete girdim, markette külçe altın da var 1 litre su da var. Hepsi ucuz, tamam mı Fatih abi? Bana göre ucuz. Ne demek bu? Canım çeksin çekmesin, lazım olsun olmasın. Canım ne istiyorsa onu alırım onu bırakırım onu alırım onu bırakırım, bu o malların ucuz olduğunu gösterir, haşa. Kişilerde kendi üç kuruşluk olduğundan Kur’an’ı da böyle telakki ediyorlar ve diyorlar ki benim Kur’an’ı canım böyle istiyor böyle ele alırım, Kur’an’ın sadece menkıbe kısmı hoşuma gidiyor orayı ele alırım, Kur’an’ın sadece bu bölümleri hoşuma gidiyor onu ele alırım e ben meal olarak zaten İslam’ın tamamını okuyup anlayabiliyorum Kur’an’ı böyle alırım diyen haşa kişi üç kuruşluk olunca bu işleri de ucuz görüyor, bir çobanlık da bile metodoloji varken kuzu önce böyle beslenir, bir doğum olunca böyle olur, değil mi, soğuk havada böyle olur sıcak havada böyle olur yünleri böyle kırpılır gibi, değil mi, bir çobanlıkta dahi eminim 10-15 adımlık bir metodoloji varken İslam için hiç böyle bir metodoloji olduğu onların akıllarına gelmiyor maalesef. Ucuz görüyorlar ve ucuzluklarından dolayı ağızdan çıkan bir cümle de sürekli aynı cümle oluyor: Arkadaş aracıya ne gerek var ya? -Abi sohbete gelsene bak faydalı olur sana. Niye faydalı olur? Sahabeler ne diyor sürekli: Gelin, tecdid-i iman edelim diyorlar değil mi? İmanımızı tazeleyelim, yenileyelim diyorlar. Hatta aralarında ahir zamanı konuştuklarında falan ellerini toprağa geçiriyorlarmış o kadar dehşetli bir şekilde geliyormuş ki şu yaşadığımız dönemi bahsediyorum ha. Sahabeler aralarında konuşurken konu ahir zamana gittiğinde böyle parmaklarını geçiriyorlarmış toprağa. O kadar dehşet veren bir zamanda bir insanın hayatında görebileceği en büyük ama en büyük neyi ortaya katarsanız katın en büyük nimet Rabb’ini bir adım daha tanıyabilmesine yarayacak marifetullah ilmi, Kur’an’ı bir adım daha anlamasına yarayacak herhangi bir araç, Efendimizin (a.s.m) hayatını bir adım daha fehmetmesine yarayacak herhangi bir algı, herhangi bir kişinin vesile oluşu, şu asırdaki en kıymetli şeyi ona sunduğunda sohbete gel dediğinde ya da bu kitapları oku dediğinde “Ya arkadaş ne gerek var ya? Kur’an’ı anlamam için bir aracıya gerek var mı?” diyor. İslam’ın genetiğinde 350 bin tane tefsiri yazılmış şimdiye kadar. Bak bu İslam’ın bir genetiği. Yani benim sana, Ya Koyuncu, çelikçisin ama çelik kullanmak çok saçma demem gibi saçma bir olay oluyor Bu kadar saçma bir olay oluyor, bu kadar cehalet akıtıyor içinden. İslam’ın genetiğinde 350 bin tefsir yazılmış -Ya tefsir falan ne gerek var açın Kur’an’ı kendiniz okuyun kardeşim tamamını anlarsınız gibi bir algıya saplanıyorlar. Kur’an haşa o kadar basit ki sadece Mehmet’in aklı kadar haşa. Düşünebiliyor musun? Bir insan Kur’an’ı okuduğunda çalıştığında insaflı bir kalple düzgün bir metodolojiyle bir şey öğrenemez mi demek istiyoruz? Hayır canım, öğrenemez olur mu hem, öğrenir tabii ki, tamamını öğrenebilir mi? Asla. Bunun için insanların birbirine ve aracı denilen bu işi daha iyi bilen mütehassıslara mutlaka ihtiyaç vardır. Mutlaka ihtiyaçları vardır. Hele hele böyle bir asırda benim vicdanım diyor ki “Bu işi kim biliyorsa kişi onun dizinin dibinden ayrılmasa hayırdır” diyor. Benim vicdanım öyle diyor. Dizinin dibinden ayrılmamak gereken bir asır. Ama insanlar ne gözle bakıyor? Aracıya ne gerek var diyorlar, insanlara Allah’a yaklaşma açısından benim elimde en kıymetli araç Risale-i Nur var. Şimdi bugün birbirimizle muhabbet ettiğimizden dolayı birbirimize menfaat sağlamak isteriz. Mesela sen bir sporcu olsan ben de o sporla ilgili çok iyi bir gelişim sağlayan hareket bilsem sana göstermek isterim, değil mi? Sana sevgimden dolayı bu kısa ve kestirme yolu göstermek isterim. Ya da bu bölgede bu muhitte ciddi bir hastalık yayılsa ben de o hastalığın nasıl çözüleceğini bilebilsem sana ciddi bir şekilde peşinden koşarak göstermek isterim. Seni sevdiğimden ve sana değer verdiğimden dolayı. Böyle insanların zihninin perişan olduğu bir asırda insanların kalbini tekrar tevhid edebilecek, biz sadece kalpten oluşmuyoruz, biz sadece akıldan oluşmuyoruz, biz sadece ruhtan oluşmuyoruz, sırlarımız var, latifelerimiz var, bir sürü hassalarımız ve özelliklerimiz var. Bunları bir anda doyurup tesir edebilen elimde bir ilaç var ve bunun adı Risale-i Nur. Bu Risale-i Nur’u sen de kullan demek asla Risale-i Nur’un propagandası olmaz. Çünkü beni Allah’a yaklaştırabilecek şekilde kullanabileceğim en kuvvetli araç şimdilik budur. Allah’a yaklaşmak ne demek Sinan? Şimdi maddeten Allah’a yaklaşabilir mi? Hayır, haşa. Çünkü Allah mekândan ve zamandan münezzehtir. Yani bir yerde midir? Haşa, değildir. O zaman biz, haşa, Allah’a maddeten yaklaşamayız. Bunu sildik. Manen Allah’a yaklaşmak mümkün mü Sinan? Mümkün değil, neden? Çünkü yine mertebesi yine sınırsız ve sonsuz olan birine sen mertebeyle yaklaşamazsın. Çok önemli. Bak onu mertebe gibi düşünme, tamam mı? Haşa O’nun mertebesine, O’nun zat-ı Uluhiyetine manen de terakki ile yaklaşma ihtimali yok. O zaman Allah’a yaklaşmak ne demek? Başka bir şey demek Ne demek biliyor musun? Allah azze ve celleyi Marifetullah dediğimiz, Allah’ı tanıma ilmiyle gün be gün an ve an daha fazla tanıyıp idrak perdelerinin gaflet perdelerinin aralanmasına Allah’a yaklaşma deniyor. Oldu mu? Madden Allah’a yaklaşmam mümkün mü Sinan? Değil. Manen Allah’a yaklaşmam mümkün mü Sinan? O da değil. Haşa mertebesi mi var da ben mertebe atlayınca ona yaklaşabileyim? Demek ki marifetullah cihetiyle Allah’a yaklaşabilirim, doğru mu? Çok önemli bir ince. Çünkü mertebe yok. Aynen öyle. Madden zaman ve mekândan münezzeh olduğu için. Bir gün Hz. Ali (r.a) vaaz etmek için bir kürsüye çıkıyor. Kürsüde diyor ki: Her kim sual etmek isterse sorsun ben de cevaplayayım. Biri sual ediyor, biri sual ediyor, biri… Bir sual edilince Hz. Ali (r.a) ona cevap veremiyor. Birisi çıkıp diyor ki: Ya Ali, madem her şeye cevap veremeyecektin, madem her şeyi bilemeyecektin, o mekâna neden çıktın? diyor Her şeyi bilen mekândan münezzeh olduğu için ben bu mekandayım diyor. Anladın mı Sinan inceyi? Bir mekânda kayıtlı kalan, her şeye vakıf olamaz. O yüzden her şeyi bilen mekanda değil de mekandan münezzeh diyor. Anladın mı Sinan? Risale-i Nur propagandası, ikinci başlık aracı şart mı? İki başlık var. Sürekli eseri zikrettiğimizden dolayı bunu propaganda zannediyorlar. Öyle diyenler oluyor değil mi? Abi neden sürekli Risale-i Nur anlatıyorsunuz? Abi neden sürekli Risale-i Nur’dan bahsediyorsunuz? Diyen valla oluyor açıkçası az oluyor çok fazla olmuyor. Soru sahiplerinin yaşam tarzlarına da baktığımda da bir şeyleri öğrenmeye meraklı insanlar görmüyorum. Ya da böyle insanlarla bir gönül birliği kurmaya meraklı adamlar da pek görmüyorum açıkçası. Sürekli eseri zikrettiğimizden dolayı bunu propaganda zannediyorlar. Aksine neyden nemalandıysak biz onu referans olarak gösteriyoruz. Fatih abi, biz bu kadar bilgiyi, bu kadar konuştuğumuzu Risale-i Nur Külliyatı’ndan almışsak, nemalanmışsak yıllarca bunu anlatıp referans vermesek sence ayıp olur mu olmaz mı? Hem bencillik olur. Hatta zulüm bile işlemiş olabiliriz, doğru mu? Şu mekanın olmasındaki temel omurga, bir şeyleri konuşmaya çalışıyorsak temel omurga, birilerinin gönlüne girmeye çalışırken ki hareket tarzımız metodolojimiz temel omurga bu eserse, bu esere referans vermemek bu esere zulüm ve müellifine hakaret olur ve hiç etik olmaz. İçtiğim kahve güzelse, yediğim tantuni hoşsa markasını söylesem bu propaganda olmaz, ancak tavsiye niteliğinde olur. Bence geçmişten kalan bazı ön yargılardan dolayı siz bu ön kabulle davranıyorsunuz ama bu faturayı bize kesmeye çalışıyorsunuz. Geçmişten kalan hep ön yargılar ön yargılar ön yargılar, aynı şeyi gördüğünde tahkik etmek ve araştırmak kişi için çok zahmetli olduğundan ne yapıyor? Fatura keseyim, alakamı keseyim, kabirde böyle bir şeyin benim işime yarayabileceği ihtimali kafamdan çıksın. Her videoda ele aldığım konularda ciddi şekilde farklı yaklaşımlarda bulunmuş ve bana kaynak olan bu eseri referans olarak vermezsem bu hiç de etik olmaz. Bir de aynı zümre şu meşhur soruyu sorar: Kardeşim, Kur’an’ı anlamak için bir hocaya ihtiyaç var mı? Bir aracıya ihtiyaç var mı? Bu kitaplarda aracı hükmündeyse bu kitaba da ihtiyaç var mı? Diye sürekli aynı soruyu sorarlar. O zaman doktora da gitme, ilacını tabiattan kendin yap. Bütün ilaçlar nebatattan yapılıyor, topla kainattan kendin yap, aracıya ne gerek var. Akıl referans ve aracı olarak bir eczacı istiyor, çünkü dozajı yanlış ayarlarsa ilaç değil zehir olacak bunun farkında. Bugün maddi düzende benim bir hastalığım olsa hastalıktan dolayı bir eczacıya gitmem gerekse o eczacının yaptığı da değil sattığı ilacı yapanlar milimetrik oranlarla yapıyor. Yani sana şifa olacak olan o ilaç bir dirhem bir maddesi fazla veya bir dirhem bir maddesi eksik olsa Sinan, ilaç iken zehir hükmüne geçer. Sen bu kadar sıkıntılı olabileceğini biliyorsun hatta bazen kuvvetli hastalığımızı tedavi etsin diye yan etkilerini bile bile kullandığımız olur o ilaçları. Bu kadar ince ayar fenomeni olarak üretilen ilaçların her birinin bitkilerden nebatattan toplandığını bile bile aklın gereği ben bunun mütehassısını bulayım, bir aracı ile yürüyeyim diye bir arzu uyanıyor içinde. Doğru mu abi? Doğru, hem de kaç tane aracı. Doktora gidiyorsun, burandaki hastalığın tespit ve teşhisi doğru mu ya da nedir diye. Hem doktorun yazdığını eczaneye götürüyorsun hatta o kadar hassassın ki eczacı bazen o ilacın muadilini veriyor sen ona bile razı gelmiyorsun. Hayır, hayır doktorun yazdığını bana ver diye. Doktoru kafasına baş bir imam belirliyor dünya saadeti temin olsun diye sen ahiret saadetinde senin huzurunu temin edebilecek bir adam buluyorsun ve diyorsun ki hayır hayır ben onun dediği gibi yapmak istiyorum dediğinde “ya çok bağnazsınız ya, nasıl böyle, iradeni mi veriyorsun adama?” Allah Allah. Sen doktora neyini veriyorsun? Canını verecen la doktorun kapısının önünde, ne için? 10, 20, 30 yıllık bir saadet için, temin etmek için doğru mu? Beden saadetini. Hadi orada da aynı babayiğitliği aynı delikanlılığı yapsana. Bana aracı gerekmez birader, ben eczacıyı aracıyı da istemiyorum, doktor aracıyı da istemiyorum. Ben kendim çalar kendim oynarım diye. Ağız uçuğundan başlar, kullandığın ilaçlardan sonra idrak yolları enfeksiyonuna kadar gider bu olay. Bir bakmışsın ağzında uçuk çıkmış filmin sonunda basur olmuşsun. O kadar yanlış yanlış kürler kullanmış durmuşsun ki. Maddi düzende aracısız hareket edemeyen bir adam, konu kabir ve manevi hayata geldiğinde o kadar ucuz görüyorlar ki! Bu işin mütehassısına ne gerek var ki? Ben bir okuyuşta bu işi anlarım, cüretine düşüyorlar. Bizim her konuda aracıya ihtiyacımız var. Az önce sanki konuştuğumuzda her konuda lazım. Tüm eğitim sisteminde, sosyal yaşantımız bunun üzerine. Birçok ayetin tam ne dediğini anlayamazken Risale-i Nur okuduktan sonra Kur’an’a ve hadislere, sünnete hangi nazarla hangi metodolojiyle bakacağımı öğrendiğimden dolayı Kur’an’ı çok daha iyi anladım. Ben bunu yaşadım kendi hayatımda. Şimdi ben Risale-i Nur’la tanışmadan önce Kütub-u Sitte’nin birçoğunu okudum, defalarca da siyer okudum. Kur’an’ın mealini de çok defa okudum zaten hayatımda en çok vesvesede problem yaşadığım dönem sadece Kur’an meali okuduğum dönemdi. Kur’an mealinden istifade ettim demiyorum sadece meal okuduğum dönem en problemli dönemimdi hayatımda. Ardından Risale-i Nur okuduktan sonra tabii ki de sürekli hem Kur’an okuyorum, hem siyer okuyorum hem Siret-i Nebi okuyorum hem Megazi okuyorum hem hadislere bakıyorum. Risale-i Nur ne şekilde bakmam gerektiğinin formülünü bana verebildiğinden dolayı şu an onları çok daha net anlayabiliyorum. Benim buradaki olayım ne? Şu: Amacım Kur’an’ı iyi anlamak, Risale-i Nur bu noktada çok iyi bir araç oldu bana. Amacım Efendimiz aleyhisselamın hayatına benzemeye çalışmak ve Üstad Hazretleri çok iyi bir araç oldu bana. Yani bu noktada Risale-i Nur’a ve Said Nursi’ye ne nazarla baktık? Araç nazarıyla. Ama çok güzel bir araç. Lamborghini gibi yani. Son süratte gidiyor menziline vardırıyor seni. Birçok ayetin tam ne dediğini anlayamazken Risale-i Nur bunları anlamamda fehmetmemde vesile oldu. Tıpkı matematiği hocaların yardımıyla daha iyi anladığım gibi. Aracı istemeyen adama aynı şeyi desek abi sen çocukları okula gönderme, benim bunu burada anlatmamla okulda anlatmam arasında ne fark var ki? Bana bir fark söyle, okulda da gönderme bana. Kitaplarda benden daha fazla bilgi var mı yok mu? Var mı? Var tabii. Otursun kitaptan çözsün o zaman. Profesör olsun bakalım olabiliyor mu? Doğru kitapta aracı, çok güzel yere geldik. Kitabı da kullanma ya! Otursun kendi yazsın kardeşim. Üçgenin iç açılarını kendi bulsun yani. Allah Allah. Tıpkı matematiği hocaların yardımıyla anladığın gibi o zaman video da izlememen lazım, birisini de dinlememen lazım o da aracı sayılmaz mı? Sayılır mı? Sayılır. Şimdi aracı noktasında “Aracıya gerek yoktur” diyen zümrenin en çok tuttuğu meselelerden biri Kur’an’ın mealini sadece mealini okuyarak İslam’ın tamamını anlayabileceğini zannediyor bu kişiler. Nereden biliyorum? Kendimden biliyorum. Ben de böyle girdim, yani her vatan evladı gibi. Anladın mı yani? Bir gün bir olay yaşıyorsun, aydınlanma geliyor, kaç kez devirdiğimi hatırlamıyorum yani çok değil de iki-üç kez devirdim. Sadece mealini saf mealini. Hayatımda en çok vesveseye düştüğüm dönem o dönem oldu. Mealle tefsir arasında tahmin edilmez, dağlar kadar fark var. Şimdi mesela meal cihetiyle dünyaya ve güneşe bakayım Sinan. Güneş Dünya’nın etrafında dönüyor, doğru mu? Meal böyle değil mi? Sat’i bakmak değil mi meal? Bakıyorsun ne görüyorsan o. Meal olarak bakıyım böyle. Lan derim bu Güneş bu Dünyanın etrafında dönüyor. Ama ben bunu tefsir edeyim, ne demek tefsir etmek? İşin mütehassıslarının konuya girmesi demek. Ölçsünler biçsinler astronomik kozmografya vs. ilimleri ortaya koysunlar ve derler ki “Hayır canım, Dünya Güneşin etrafında dönüyormuş. Tam zıttını biliyormuşsun keko” derler adama. Derler mi demezler mi? Mealle tefsir arasındaki uçurum bu kadar farklı penceredir. Anladın mı? Bir iki konuya daha gireyim ufaktan. Sen de bizim yemek aracımızsın. Şimdi abi, bir dili bir dile çevirdiğinde o dilde çok kayıplar yaşanır. Bunun sebebi şudur: Dilde bir normal lafız karşılığını tam verebilen buna lafız mana diyelim, kelimeler vardır. Mesela “sefine” kelimesini tam Türkçeye çevirdiğinde gemi demektir biri derki en fazla kayık demektir. Hiçbir anlam kayması yaşamazsın. Lafız karşılığı olan kelimelerde bir anlam kayması yaşar mısın? Yaşamazsın. Sefine kelimesini al istediğin dile çevir hiçbir problem yok her dilde karşılığını bulursun. Ama terminolojik kelimelerde o karşılığı asla ve asla sağlayamazsın. Mesela ben matematik öğretmeniyim, buradaki birçok arkadaş matematik gördü. Matematikte fonksiyon diye bir kelime var, tam Türkçesi dönüşüm demek. Bu bilgiyle bütün fonksiyon problemlerini çözebilir misin İmkanı yok, çünkü terminolojik bir kelimedir ve altında ders almaya muhtaç manalar vardır. Bir örnek daha verelim, az önce dedik ki sefineyi istediğin dile çevir problem olmaz. Neden? Lafız karşılığı di mi? Peki “rububiyet” kelimesi, Türkçesi terbiye edici demektir. Rububiyetin Türkçesi terbiye edici demek. Ne anladın bundan? -Bazı şeyleri, yapmaması gereken şeyleri engellemesi. Evet, gördük ki anlaşılmıyor. (Gülme sesleri) Saçın uzayıp, kaşın uzamaması Rububiyet. Ceylanın beden elbisesiyle benim beden elbisemin farklı olması Rububiyet. Bir balığın içerisinden havyar çıkaracaksın ya, o havyarın balığın kesesine sığacak kadar olması, balığın üç katı olmamasının sebebi yine Rububiyet. Bugün benim sağ ayağımla sol ayağımın müsavi olmasının sebebi yine Rububiyet. Buramdan saç çıkarken buramdan saç çıkmamasının sebebi yine Rububiyet. Proteinlerin buradan sonra birleşip keratin oluşturup tırnağa dönmesi yine Rububiyet Hani böyle çocuklar yaramazlık yaparken anne baba “Hşşt terbiyesizlik yapma!” derler ya, ne demek o? Sınırlarını bil. Kainatta gördüğünüz bütün mevcudat ve mahlukatın tam sınır ve çizgilerince idare edilmesine işte Rububiyet deniyor. Bugün konuşmaya çalışalım 5 gün aralıksız 10 gün aralıksın Rububiyeti konuşabiliriz. Atomdan gireriz partikülden gireriz Adana’dan çıkarız. Adana bile Rububiyet tecellisi. Adanalıların Adana’da olması bir Rububiyet tecellisi. Elhamdülillah ???? şimdi böyle bir kelimenin sadece terbiye edici karşılığını vererekten o manayı vermenin imkanı var mı? Yok. İşte Arapçada 60 bin tane terminolojik kelime mevcut. Sen bu 60 bin tane, Türkçede ders almadan anlamını veremeyeceğin kelimeyi meale çevirdiğinde, 60 bin kelime nazarında kör, sağır, dilsiz olmuş olursun. O yüzden asla meal demek, Kur’an demek değildir. Ve ben arkadaşlarıma saf şekilde, ne demek bu? Mealden istifade etmeyin demiyorum. Sadece meal okuyarak dinimi öğreneceğim gibi bir hülya, bir dünya mevcut değil bilginiz olsun. O ayetlerin mealindeki mana ayetle kıyas edildiğinde, nispet edildiğinde çok sati ama çok sati. -Abi az önceki terminolojik kelimeleri bilse bile bir insan orada ne yazdığını anlar. Ama o ayetin ne demek istediğini yine anlayamaz. +Eyvallah. -Çevirisini yapabilir ama anlamını anlayamaz yani. +Yapamaz. -Çünkü sebeb-i nüzülünü de bilmesi gerekiyor. Ayetlerin birbiriyle bağlantısını da bilmesi gerekiyor. Ve onla alakalı hadis-i şerifleri de bilmesi gerekiyor ki, ona bir yorum getirebilsin. Bir de az önce aklıma geldi. Şimdi bir hikmeti olabilir diye, onların bir hikmeti olabilir diye, Huruf-u Mukattaa aklıma geldi. Mealden anlıyorum diyen insana Huruf-u Mukattaa’yı soralım. +Mesela Elif-Lam-Ra. -Ne anladın bundan sen? Madem her şeyi anlıyorsun kendi başına, hadi çevir bakalım. +Hadi çevir. -Hadi. +Görelim. Bu yanlış anlamaları meal okuyarak ateist olan arkadaşlarda sık görüyoruz. Okudum dediği de üç buçuk ayet. Bu sebepten müfessirlere kainat ve Kur’an kitabını okumada bırak aracı olmayı muhtacız muhtaç! Ne aracısı?! İlaç için adamların kapısında perişan oluyoruz. Yok mu bu derdime bir çare, yok mu bu derdime bir deva diye. Kapılarında peyleniyorsun, ömrün geçiyor. Benim sonsuz hayatım için bu Kur’an’ın derinlik ve inceliklerinden ne manalar var? Kapılarında kurban olunur be! Matematikten ders alacak olsanız iyi ve kendini kanıtlamış bir hocanın fiyatı çok yüksektir ve insanlar onu tercih eder. Siz de hakikati anlamak için en iyi hoca misali en uzak mesafeleri bile ücret olarak aşın gelin. Adam sohbete gelmeye üşeniyor, üşeniyor! Senin içindeki iman, başını secdeye götürmüyor, sen daha neye üşeniyon ya be adam! Vallahi bazen üzüntü sinir karışımından denk gelip konuşamadığım oluyor, o kadar üzülüyorum ki o adama. Ben çiçeğe bakınca en fazla bundan reçel de yapılır derim, ne oldu? Meal. Ama işin mütehassısı bakınca fotosenteze kadar derinine iner. Bu yüzden aracı da tefsir de önemlidir. Tefsir müfessir. O tefsir nasıl çıkıyor? Ağaç kabuğunda yetişmiyor. Ağaç kabuğunda yetişmiyor o tefsir. Müfessirin eliyle geliyor değil mi? Güzelin gölgesi de güzeldir, hepsi güzel. Müslümanların hareket tarzında gaye aynı olur, vesile ise farklılık gösterir. Ne anladınız? –“Ümmetimin ihtilafı rahmettir” diye bir hadis var ya, maksat aynı. Hepsi İlahi kelimetullahı istiyor yani Allah’ın dinini yüceltmek istiyor. Kimisi sosyal medya üzerinden yapıyor, kimisi bunu okuyarak hani, Kur’an-ı Kerim okuyup göstererek insanlara. Hani farklı alanlarda yaparak. Hepsinin amacı aynı. +Olması gereken bu, değil mi? Peki ortak bir gaye var mı? Gaye bozulabilir mi? Bozulamaz. Ne bu gaye? Rıza-i İlahi. Önce Allah’ın rızasını kazanmak, di mi? Asıl gaye. Peki burada vesileler farklılık gösterebilir mi? Tabii ki de gösterebilir. Hem de ne kadar farklılık gösterebilir, biliyor musun Uğur? İnsan adedince. Kainatta insan adedince fıtrat vardır. Atom adedince fıtrat vardır ve her birinin yürüdüğü adım doğru olduğu müddetçe ayrı bir metodoloji demektir. Bu kainatta halk edilmiş insan adedince farklı vesileler olabilir. Bizler nasıl birbirimize benzemiyoruz, niye benzemiyoruz? Her birimizde Allah’ın esması farklı farklı karıştığından bizler nasıl birbirimize benzemiyoruz, demek bize ulaşabilecek, bizim gibilere ulaşabilecek vesileler de birbirine tabii ki de benzeyemez. Müslümanlar gayeyi bırakmış, gayede bir olmayı, tevhid olmayı bırakmış, vesile de benimle aynı olsun diye savaşıp duruyor. Omurgayı bozmadan her vesile, her farklı mantıki izah şekli bir rahmettir. Bugün durum ne? Biz gayede ortak vesile de farklı olmamız lazım ya, gaye diye bir şey zaten unutulmuş durumda. Bu adam benimle aynı vesileyle, aynı tarzda, aynı metodolojiyi kullanmıyorsa haindir. Bitti, selamın aleyküm. Çok üzücü di mi? Benle aynı çizgilerde, aynı tavırlarda, aynı ses tonunda, benim okuma tarzımda konuşmuyorsa bitmiştir. O adam bitmiştir, o adam haindir, o adam ajandır, o adam şudur budur. Ne oluyor? Gaye köşeye atılmış vaziyette, vesilede güya tevhidi yakalamaya çalışıyorlar. İnsan fıtratınca farklılıklar ortaya konulan vesilelerde tevhidi yakalamak mümkün mü? Senle benim sevdiğim yemeklerin aynı olması mümkün mü? Senle benim giyindiklerimin aynı olması mümkün mü? Her insan güzel giyinmek ister, doğru mu Ömer? Doğru mu abi? Kaliteli, markalı giyinmek ister. Peki kaliteli ve markalı giyinemeyen bir insanı çıplak mı bırakalım? Öyle mi yapalım abi? O adamda kendi ölçüsünde, kendi mertebesinde, kendi gücü ve iktidarı yettiği ölçüde kıyafet giymesi lazım. Peki her insan hakikati en doruk noktada anlamak zorunda mı? Hakikati doruk noktada anlayamayan adamı çıplak mı bırakalım? Hayır. Demek burada hakikati anlayan adam için burada bir vesile lazım. Burada anlayanlar için burada bir lazım. Okullarda liseli gençlerin anlayacağı tarzda, okullarda liseli gençlere vesile olmak lazım. Sokakta hakikatten uzak kalmış insanlar, belki daha olayı hiç bilmiyor, emekleme noktasına gelememişse onlara da ona göre bir vesile olmak lazım. Ben ayran içiyorum, ayran içmeyen hiçbir içecek içmesin denebilir mi? Ben böyle bu hakikati anladım, benim gibi anlamayan hiç anlamasın denilebilir mi? Müsaade et, o adam da o kadar anlayabilsin. Kimisi bu işe tutunmaya cumadan cumaya başlıyor değil mi? Abi ben bu hafta, bence çok zahmetli bir adamla konuştum. Böyle tevafuk etmiş, videoları izlemiş biz de konuşuyorduk falan tak denk geldik. Biz de oturduk 1-1.5 saat sorularını sordu çok mesele konuştuk ben bir noktadan başlayacağım. Şimdi kafasında şunu oturtmuş: Ben 5 vakiti hayatta kılamam diyor, hayatta kılamam. Şu an kılma imkanı yok, yaşlanınca falan kılarım diyor 5 vakit. Kafada oturtmuş onu yani. Dedim ki sen neye dayanarak bunu diyorsun? Dedi ki bir şeyi yapıyorsan adam akıllı tam yapacaksın dedi. Dedim ki sen Allah’ın adetullahına muhalefet ediyorsun dedim. Nasıl yani abi dedi? Dedim ki şer’an, çok önemli cümle, şer’an bir şey bütün bütün elde edilmiyor diye parça parça adım atılana elden bırakılmaz. Bir şey bütün bütün elde edilmiyor diye, parçası elden bırakılmaz. Allah’ın adetullah kanunu buyken, senin egonun içinden çıkardığın şey seni bataklığa sürükler dedim. Ne yapayım o zaman, söyle dedi. Dedim şu an 1 vakit namazdan sorumlusun günde de 5 vakit namazdan sorumlusun. Eğer nefes alıp verebilirsen. Dedim ki bana 5 milyar borcun olsun mu isterdin 4 milyar borcun olsun mu isterdin? Dedi ki abi 4 milyar isterim dedi. Her akıl sahibi insan bunu ister, değil mi? Dedim ki aynı muameleyi yüzsüz bir şekilde Rabb’ine de uygula. Ya Rabb, şu an bu vakti kılabildim ve 1 milyarlık borcum silindi de. Kılmış biliyor musun? Ve bu cümleden dolayı kılmış. Elhamdülillah. Çocuk kılmış, videoları izlemeye devam ediyor, konuşmaya devam ediyor. Ve bugün cumaya da gitmiş, ve daha iştahlı bir şekilde İslam’ı konuşuyor şu an. Eğer niyetinde samimiyse, orasını biz bilemeyiz aracıyız, o gün iki vakit kılıp, sonra üç sonra dört sonra beş kılamadan hayatına devam edemez hale gelecek. Nereden biliyorum? Ben de böyle başladım oradan biliyorum. Böyle bir anda ufak yaşında beş vakit namaza başlayan arkadaşlar vardır. Benim hayatım böyle geçmedi. Önce bir bir, iki iki, üç üç derken sonra bir baktım kılmadığım zamanlar azap çekmeye başladım. Kalp açılmış ya, hissiyat açılmış ya. Ondan sonra dedim ki olmaz yani ben bunu kılmak zorundayım. Her gittiğim yerde birinci vazife bunu anlayabilecek bir mantık oluştu derken bir baktım beş vakit oturmuş. Bu da bir adetullah mı? Bir şey bütün bütün elde edilmiyor diye o parça elden bırakılmaz. Şu az önceki örnekten dolayı o arkadaş ufak ufak başladı elhamdülillah. Bir adam kaliteli markalar giyinse iyidir. Peki, buna gücü yetmezse çıplak kal mı demeli? Biz maddede bu mertebeyi düşünüyoruz da manada fazilette niye düşünmeyelim? Normalde bu ihtilaf rahmettir ama işin hakikatini bilmeyenler işi zahmete çeviriyor. Neden egosundan, sadece benden dinlesinler, ancak bana benzesinler demelerinden. Kendi meşrebin Risale-i Nur’un tamamını yansıtamaz. Biz yansıtabilir miyiz? Başkası da yansıtamaz. Hatta videolardan bir insan bizden hakikat dinlese ve dese ki “Tamam, bu hakikati anladım tamamı bu adamın anlattığı gibi” dese zihni inkıta’ uğrar, ancak bizim anlatabildiğimiz kadar anlar. O yüzden dinlenilenden fayda istifade edilip onun üzerinde nazarı dikkatini verirse o hakikat ona çok daha fazla açılacaktır. Kendi meşrebin Risale-i Nur’un tamamını yansıtamaz. Senin kendi meşrebinden sıyrılman da imkansız. Demek bu ancak bütün bütün bir şahsı maneviyle sağlanması, tesis edilmesi mümkündür. Bize düşen en büyük hizmet, bu okuduğum cümle klasik gibi gelmez inşallah çok inanarak yazdığım bir cümle. Bize düşen en büyük hizmet bir adama “Al, oku!” dediğimiz kitabın kıymetini güzel göstermektir, kıymetini bilmeden okuma gayretini neden göstersin o adam? Kur’an’ı bilmiyorsunuz, İslam’ı bilmiyorsunuz, bir gün metroda gidiyorsunuz. Birisi size bir kitap uzatıyor ve diyor ki “Al bu kitabı oku bak hayatın değişecek, sonsuz hayatın kurtulacak” diye eline veriyor. Okur musun? İmkanı yok. Neden? Çünkü eline verilen kitabın kıymetini bilmiyorsun ki. O kitabı sana uzatıyorlar, o kitap Kur’an dahi olsa iki cihanın saadetini temin eden tesis eden bir kitap dahi olsa metroda ay ne yapıyor bu deli burda der kitabı bir köşeye bırakır evine gidersin. İnsan fıtratı bunu kabul etmez. İnsan fıtratı bir şeye adım atacaksa onun önemini, anlamını, manasını, mahiyetini kabul etmek ister. Ve bunu bir anda değil yavaş yavaş ister. Bugün sana 40 derecelik su atayım, anam yandım der bağırırsın. Ama senle bir termal otele gidelim, önce bir buhara girelim sonra saunaya girelim ondan sonra böyle senle bir 70 derecelik suya girsek dersin ki abi ya etim kemiğimden ayrıldı dersin. Neden? Adım adım oldu çünkü. Bugün insanlar hakikati anlaması için adım adım, tedrici bir biçimde, neden önemli olduğunu bilmek zorunda bence. Bugün bizlerde insanlara tebliğ ederken “ya al şu Risale ya, şşş” o adam o kitabın mana mahiyetini ne için önemli olduğunu anlamak zorunda mı? Zorunda. Bizler de bir gün bunu anlamak zorundaydık, anladık okuduk. Empati kurmayı unutmamamız lazım. Anladın mı? Daha kapıdan girene böyle çay vermeyip Risale verip “Anlamıyor lan bu” o olmaz. Kapatıyorum bu konuyu. Sübhaneke la ilmelena illa ma allemtena inneke entel alimul hakîm. ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn el-Fatiha.
Tebliğ et!