Bu hafta bir sual geldi. Onu nakletmeden geçemeyeceğim kardeşler. Madem cennetten konuştuk biraz. “Ahirette de aşık olmak var mı?” Kardeşimiz soruyor. Soru: Hocam, selamun aleykum. Ahiret aleminde de burada olduğu gibi eşimize, evladımıza aşık olmak olacak mı? Şimdi bu kardeşim hanımına aşık, çocuğuna aşık, seviyor. Ama aynı muhabbetin ve aşkın ahirette de olup olmadığını merak ediyor. Cevap: Ve aleyküm selam kardeşim. Şeyh Safiyuddin’nin meşhur Reşahat kitabından bir alıntıyla cevaplayayım bu sorunuzu. Girişi yaptım, şimdi olay benden çıktı. Nakil yapıyorum. Reşahat diye bir kitabı vardır. Çok güzel, kaliteli bir kitaptır. Allah dostlarının hayatından hikayeler anlatır. Onların kerametleri ve görüşlerini anlatır. Bir derviş Mevlana Abdülgafur Hazretlerine soruyor. “Ahiret âleminde aşk ve aşıklık var mıdır efendim?” Cevap: “Sen ne diyorsun? Asıl aşk ve aşıklık o âlemdedir. Zira cisimler âlemi değişik ve zıt unsurlardan mürekkep olduğu için hisler de değişik ve birbirine zıt olur. Ama bu âlem basitlerden ve unsurları arasında tam bir ahenk ifadesinden kurulu olduğu için fena ve zeval bulmaz ve değişiklik, ayrılık kabul etmez.” Dünyadaki âlemde her şey cisimlerden müteşekkil olduğu için hanımımızı sevmemiz kısıtlıdır. Sevmediğin bir huy gördüğün anda içindeki duygu değişir. Az önce seviyordun fakat bir saat sonra nefret etmeye başlarsın. Bak aşk gitti. Yerine ne geldi? Nefret. Gün boyunca hanımınla akşamleyin beraber yiyeceğin yemeği hayal ediyordun, hanımına özlemin vardı. Beraber yemek yiyecektin, sonra tatlı yiyecektiniz, sonra onu gezmeye çıkartacaktın. Müthiş bir özlemin vardı hanımına karşı. Akşam eve bir gittin, yemek yapmamış. Ablasına gitmiş ziyarete, yemek yapmayı unutmuş, dalmışlar muhabbete. O dizi şöyleydi, bu dizi böyleydi. Yemek yapmayı unutmuş. O gün boyunca hasretiyle yandığın hanımına akşam bir geliyorsun, “Hatun hadi sofrayı kur.” “Aa ben yemek yapmayı unuttum bey.” Ne oldu aşk? Aşk gitti. Bak hâller değişiyor. Dünyadaki hâller değişkendir. Ahirette böyle değildir. Ahiretteki aşkımız, eşimize diğer eşlerimize çocuklarımıza, Peygamberimize ve Allah’ımıza aşk hiç değişmez. Oluşan olayların akabinde değişime uğramaz, değişimler buradadır. “Bu yüzden aşk ve aşıklık burada daima kemal hâlindedir.” Ahirette bu devamlı zirve hâlinde olacaktır. “Şu kayıtla ki ruhun nedenle alakası sebebiyle bu alakanın kesilmesinden sonra ruha bir kaç gün şaşkınlık ve kararsızlık arız olur. Fakat ruh, beden tarafının alakasını üstünden atıp saf ve pak hâle gelince yine aşk ve aşıklık zevkine alışır.” Şimdi, öldüğümüz zaman Allah bize o günü gösterdiği anda, inşallah imanla gideriz. Kardeşim bu hafta Diriliş Ertuğrul’u seyretmiş. Bana soru sordu: ”Hocam, çok sevdiğim bir karakter öldü, öldürüldü” diyor. Aliyar diye bir karakter var orada çok hoşumuza giden bir karakter, ilim ehli adam. Dindar, mutaassıp bir adam. “Bu adam öldü hocam. Moralim çok bozuk, bana bir nasihat verir misin?” diyor. Kardeşim bana mesaj göndermiş. Ben de kardeşime yazdım. Kardeşim dedim, bütün Türk filmlerinde -yüz yıldan beri bu ülkede Türk filmleri yapılır- bütün Türk filmlerinde dini karakterler son nefeslerinde uzunca bir lâ çekmeden, kelime-i şehadet getirmeden ölmezler. Son sahnesi, ölüm sahnesi geldi mi o karakter dindar bir karakterse şöyle demek zorundadır. Eşhedu enla ilahe illallah… Adam ölüyor, son nefesini veriyor ama kelime şehadette zerre kadar titreme olmaz. İman ehli olduğu için ona tam söyletirler. Ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resulüh. Şimdi bu karakter, darbeleri yedikten sonra, kılıç darbelerini falan yedikten sonra şehadet getirdi mi? Getiremedi değil mi? Şehadet yok, kesinlikle ölmez, ölümsüz. Bu bölümde ölümsüz, bu ölmez. Artık bir kaç sahne sonra mı, bir kaç bölüm sonra mı bu sözümü unutmayın. Bu bölümde ölmedi, merak etmeyin. Kardeşime moral verdim, çok keyiflendim hocam, diyor. Şimdi gideyim akşam namazımı kılayım. Çok keyiflendim, diyor. Şimdi kardeşler, ruhumuz bedenimizi terk ettiği zaman ne diyor bu Allah dostu? Ruh bedeni terk ettiği anda, alakası bittiği anda bedenle, bir şaşkınlık hâlindedir. Birkaç gün bu şaşkınlığı sürer. Neye benzer bu? Evimizde özgür bir hayat sürüyorken bizi askere alırlar. Askerde iki üç gün şaşkın gibi dolaşırız. Nereye geldim ben ya? Dün istediğim yere gidebiliyordum. Bugün nereye gitsem birileri bana emir veriyor. 35 yaşında adam askere gelmiş. 20 yaşında asker, ondan üç ay önce geldiği için şöyle diyor: “Oğlum gel buraya.” Ya Allah’tan kork ya! 20 yaşında adamsın, 35 yaşında imam arkadaş geç gelmiş askere, imama diyor ki: ”Oğlum gel buraya şunları temizle.” diyor. 20 yaşında asker, yüzüne tükürürüm ben senin. Onbaşı falan da değil, rütbesi yok, er ya! Ben senden üç ay önce geldim, diyor. Komutanını bileceksin, diyor. Hah en çok kullandıkları tabir: Kolluk bende kıllık bende, diyor. 35 yaşında adama oğlum diye hitap ediyor. Utanmaza bak! O adam, o imamın ben hâline bakıyorum üç dört gün kendisini bilmiyor, ben nerden nereye geldim, diyor. Bütün cemaat bu imama hürmet gösterirken, saygı gösterirken, herkes sorularına cevap almak için bu imama sıkıntısını gidermeye gelirken şimdi burada 20 yaşında çocuk edepsizlik yapıyor. Bu büyük bir şaşkınlık hâlidir. Ruhumuz bedenimizi terk ettiği zaman bizde bir şaşkınlık hâli hasıl olacak. Neden? Bu dünyamızda bir yerden bir yere seyahat etmek istediğimiz zaman ne yapıyoruz biz? Ya tramvaya biniyoruz… Üç dört TL para veriyoruz, tramvaya jeton alıyoruz, biniyoruz, gidiyoruz. Ya arabaya biniyoruz ya uçağa biniyoruz ya trene biniyoruz. Ama ruh bedeni terk ettiği zaman ne olacak? Nereye gitmek istiyorsun? Himalaya dağlarına, Himalayalara gitmek istiyorsun. Hemen bir anda tıpkı şeytanın gidebildiği gibi, artık ruh konumunda olduğun için eğer kabrinde hapis değilsen, kabrin cehennem çukurlarından bir çukur değilse istediğin anda istediğin yere gidebileceksin. Kıyamete kadar bu seyahatin serbest olacak. Ama ilk iki üç gün şaşkınlık hâlindedir, sonra alışır, diyor şeyh efendi. Gerçek aşk ruh hâlinde başlar, diyor. Derviş yine soruyor. “Buyurduklarınız ahiret serarındandır, sırlarındandır. Hâlbuki ruhlar, ahiret esrarını ifşa etmeye mevzun değildir, derler. Nasıl oluyor da siz bunları açıklayabiliyorsunuz?” Şeyh efendi cevap veriyor. “Bu saçma bir kanaattir ve boş bir sözdür. Nice kimseler, peygamberimizi ve ümmetin büyüklerini rüyada görüp onlardan ahiret âleminin garip taraflarını öğrenirler. Eğer ahiret esrarının ifşası caiz olmasaydı Kur’an ve hadis onlardan bahseder miydi?” Derviş diyor ki: Ahirette başımıza gelecek olan şeylerin ifşası, açıklanması caiz değildir. Biz böyle biliyoruz, diyor. Caiz olmasa Allahü Teala burada kabirden başlayıp da mahşer, kıyamet, cennet, cehennem anlatır mıydı? Ahiret esrarı bunlar. Demek ki bahsedilmesi, anlatılması caizdir. Muhammed Aleyhisselam’ın hadislerine bakın. Miraçla alakalı, kıyametle alakalı, mahşerle alakalı, cennet ve cehennemle alakalı binlerce hadisi vardır. Binlerce hadis. Ahiret esrarından bilgiler veriyor. Şu hâlde onlar böyle bilgileri veriyorsa meşayıh da, âlimler de, veliler de, peygamberler de ahiret alemine dair bu bilgileri insanlara aktarabilirler. Bunda bir sakınca yoktur, diyor. Bu maneviyata erebilmek için ne yapmak lazım? Bedenin ruha gittikçe yakınlaşması lazım. Ruh, aslı Allah’tandır. Allah’ı arzular, Allah’ı ister. Nefsin aslı ateştendir, şeytandandır. Şeytanı arzular, şeytanı ister. Burada bizi aklımızla ve kalbimizle Allah ortada bırakmıştır. Nereyi tercih edeceğiz? Sağ tarafı mı, ruhu mu? Sol tarafı mı, şeytan ve nefsi mi? Nereyi tercih edeceksin? Sadakati ver gönlüne, esip geçen yel olmasın. Karıncayla çıksın yola, damla olsun, sel olmasın. Allah yolunda bir şeyler yapmak istiyor musun? Karıncayla yola çık. Ağır ağır, adım adım, damla damla. Sel olmana gerek yok. Tazyikli bir su gibi gitmene gerek yok. Fırtına olma! Damla damla git, ağır ağır git ama istikrarlı git. Bu şekilde gidersen Allahü Teala sana bütün mertebelerin kapılarını açacaktır. Rabbim bize de nasip etsin inşallah. (Amin)
Tebliğ et!