Gerçmişten günümüze hep süregelen tartışmalar olmuştur. Ne kadar cevaplarsak cevaplayalım mâruz kaldığımız sorulardır bunlar. Biraz inat, biraz köşeye sıkıştırma çabasıyla sık sık aynı sorular çıkar karşımıza. Bu gün onlardan en bilineni konuşacağız ve açıklamya gayeret edeceğiz. Kalemle çizme sesi Geldi değil mi aklonıza? Evet evet o meşhur soru. (dijital gıcırtı sesi) “Allah’ı kim yarattı.” (Gümleme sesi) Meseleye iki kavram ile başlayalım. İlk kavram zâti yani kaynağı kendisi olan. İkinci kavram ârizî yani kaynağı başkası olan. Allahüteala’nın vücüdu zâtidir. Yani kendisinden olmuştur. Ezelî, başlangıcı olmayan ve ebedîdir, sonsuzdur. Eşi ve benzeri yoktur. Her şeyi yaratan ve her şeyin kendisine muhtaç olduğu bir zâta yaratıldı denilirse çelişki ortaya çıkar. Hakikatlerin zıddına dönüşmesi gerekir. Bu sefer o yaratana da bir yaratıcı isnad etmek gerekir ki bu da bizi bir paradoksa ve mantıksızlık havuzuna sürükler. Örneklendirmemiz gerekirse Ay’ı ve Güneş’i ele alabiliriz. Nasıl ki Güneş’in ışığı zâtidir yani ışığının ve ısısının kaynağı kendisidir. Bizler bunun arkasında bir kaynak aramayız. Çünkü kaynağı nedir sorusu çok abes ve muhal olacaktır. Ay’ın ise ışığı ârızîdir. Çünkü Ay’ın ışığı kendinden değil Güneş’in ışıklarından yansıyor. Dünya’nın uydusu konumunda olan Ay bir yıldız olmadığı gibi Güneş gibi ışık da yaymamaktadır. Ancak Dünya’nın Güneş etrafında dönmesi gibi Dünya’nın etrafında dönen bir cisimdir. Uydumuz olan Ay’ı Dünya’dan görebilmemizin ve parladığını görebilmemizin tek nedeni ise Güneş’ten gelen ışığın Ay’ın yüzeyine çarpmasıdır. Ay, Güneş ışınlarını bir projektör gibi aydınlatmaktadır. Bu ârizlik ve zâtilik meselesini anladıysak Üstad’a kulak verelim. O bize bu konuda asıl pencereleri açacaktır. “İnkılâb-ı hakâik (hakikatlerin tam zıddına dönmesi), ittifaken muhaldir (yani imkansızdır) ve inkılâb-ı hakâik içinde muhal-ender muhal bir zıddın kendi zıddına inkılâbıdır. Ve bu inkılâbı ezdâd içinde bil bedahe bin derece muhal şudur ki: Zıt, kendi mâhiyetinde kalmakla beraber kendi zıddının aynı olsun. İnsanı kaynaklı yani ârizî görmek mecburiyetindeyiz. Çünkü biz biliyoruz ki; insan sonsuz ihtiyaç içindedir. Oksijenden tutun yer çekimine, sudan tutun güneşe kadar kainatta var olan sistem insanı yaşatmak için vardır. Öyleyse ben insan arızîdir dersem yanlış bir şey dememiş olurum. (çınlama sesi) Peki arızî olanın bu kaynağı nedir? Biraz evvel saydıklarımızın hangisidir? Hava mııdır? (üfleme sesi) Su mudur? (su sesi) Güneş midir? (ateş sesi) Asıl kaynak, yani zatî olan hangisidir? (Hıı diye ses) Bu noktada cevap hiç biridir. (Buzer sesi) Çünkü görürüz ki var olan bu sistem puzzle (pazıl) gibidir. Ve her parça kendi görevi ile aslına hizmet etmektedir. Madem bu bir sistemdir öyleyse sanatlıdır. Her sanatın kaynak bir sanatçısı olduğu gibi de bu kainat sanatının kaynağı yani zatîsi yani vacib-ül vücudu Allah Azze ve Celle’dir. Soru bu hakikatın dışında incelendiğinde şu tezatlar ortaya çıkar. Allahüteala’nın haşa yaratıldığı vehmedilirse o halde o zat-ı mukaddesin hem ezelî, hem hadis yani sonradan yaratılmış hem hâlık, hem mahluk hem sonsuz kadir, hem sonsuz âciz; kısacası hem uluhiyyetin sonsuz kemal sıfatlarına hem de mahlukıyetin sonsuz eksik sıfatlarına sahip olması lazım gelir. Oysa Üstad Bediüzzaman bize bunun ne denli imkansız olduğunu zaten anlatıyor. Örneklerimizi arttırmak bize faydalı olacaktır. 10-15 vagonlu bir tren düşününüz. Bu vagonlardan her birisini bir önceki vagon çeker. Ve nihayet iş lokomotife dayandığında artık lokomotifi kim çekiyor diye bir soru sorulamaz. Zira çekip fakat çekilmeyen bir lokomotif olmazsa bu nizam bozulur ve hareket meydana gelmez. Aynı şekilde bir şekerin nasıl yapıldığını sorsak bize cevaben şeker fabrikasında yapıldığı söylenecektir. Şeker fabrikasında aletlerin nerede yapıldığını sorduğumuzda onlarında tezgahları gösterilecektir. Sonunda mesele bir zâtın ilmine, iradesine ve kudretine dayanmazsa tezgahın da tezgahı sorulacak ve böylelikle paradoksa girilecektir. Diğer taraftan bir elma tabiri caizse elma fabrikası olan ağacında yapılmaktadır. Bu ağaç ise kainat fabrikasında inşa edilmiştir. Eğer elma ağacının da kainatın da yapılması sonsuz bir ilim ve kudret sahibine verilmezse kainat fabrikasında bir fabika, o fabrikaya da bir fabrika gerekecek ve çıkmaza girilecektir. Bir asker bir emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve başkumandan da padişahtan alır. Ya padişah kimden emir alıyor şeklinde bir soru sorulamaz. Zira padişah da birinden emir alsa o da asker derecesine iner ve emir aldığı zât padişah olur. Bu durumda birinci şahıs padişah değildir ki padişah kimden emir alıyor diye bir soru sorulabilsin. Padişah denilince emir veren fakat emir almayan bir hükümdar akla gelir. Bu misallerden anlaşıldığı gibi bu kainatın yaratılışının zâtı, esması ve sıfatlarıyla ezelî ve ebedî olan Allah’ın ilim, irade ve kudretine dayanması zaruridir. Bu yüzdendri zâti Vacib-ül Vucud, olması zorunlu olan denmiştir. İşin özünde Allah’ı kim yarattı sorusu işi çıkmaza sokmak, paradoks içinde tartışmayı uzatmak ve anlaşmazlık içinde kalmak isteyen inatçı fıtratların sorusudur. İzan sahibi kimseler bu çıkmazların mantığa ters olduğunu görüp bu tip vesveselere kulak asmayacaktır. En azından verdiğimiz bu bilgiler ışığında artık yapmayacaktır. Selametle. (Müzik var) Altyazı M.K.
Tebliğ et!