“Vekeeyyin min âyetin…” Nice delillerimiz vardır. Nice nice, fazla fazla ayetlerimiz vardır. Fazla deliller vardır. “…fî-ssemâvâti vel-ardi” (Yûsuf,105) ‘Semavat’ gökler demektir. Türkçe’mizde de bazen kullanırız. Dilimizin değişmesinden sonra Kur’anî tabirlerin birçoğu kaldırılmıştır dilimizden. Bizi Kur’an’a uzak etmek için Kur’ani, Arapça kökenli kelimelerin bir çoğu kaldırılmıştır. Ama sema kelimesini hâlâ Türkçemizde kullanırız, bunu kaldıramamışlardır. Semavat dediği zaman Kur’an, ne anlarız? Gökler… Gökler… Arz dediği zaman ne anlarız? ‘Vel-ardi’ Bu da hâlâ şiirlerimizde, Yunus Emre’nin şiirlerinde, Mevlana’nın şiirlerinde ya da dedelerimizin kelimelerinde, “Arzı, Allah bize istirahatgâh yapmıştır evladım.” diye bize nasihat veren dedelerimizin kelimelerinde, arz kelimesi ‘yer’ yerine geçer. Arz… Şimdi, Allahü Teâlâ bu ayette ne buyuruyor? Yusuf suresi 105. “Nice deliller yarattık biz, nice ayetler yarattık.” Nerede? Göklerde ve yerde. Yerdeki delillerden bir tanesi nedir? Her insan bu toprağın altına giriyor mu, girmiyor mu kardeşler? Padişahı, sultanı, halifesi, peygamberi, cumhurbaşkanı, başbakanı, bakanı, çöpçüsü, işçisi bu toprağın altına giriyor mu, girmiyor mu? Bu kesindir, girecektir. Bak, bu yerdeki bir delildir. Ne kadar güzel olsan da, ne kadar kuvvetli olsan da bu sana çok net bir delil olması lazım. Eninde sonunda madem buraya gireceksin, madem bu yerin altına gireceksin ve bu çıyanlar, yılanlar seni paramparça yapacaklar, o zaman senin bir hazırlık yapmam lazım gelmez mi Müslüman kardeşim? Benim oturduğum yerde manzaram nedir biliyor musunuz kardeşler? Mezarlık… Oraya Kozlu Mezarlığı derler. Sabahleyin kalkar kalkmaz pencerenin karşısına geçerim böyle. Camı açarım bir nefes alırım. Ya Allah bismillah, derim ama herkes ne manzarası bekler? Karşı tarafta arabaların geçtiği ya da sahilin olduğu bir manzara bekler. Bizim manzaramız yemyeşil ve binlerce mezarlık, alabildiğine mezarlık dolu. İçim açılıyor sabahları bu mezarlığı gördüğüm zaman. Hemen aklıma şu geliyor. Eninde sonunda buraya gireceksin. Şu hâlde fazla milletin kalbini kırayım deme. Onun bunun hakkına gireyim deme. Yalan söyleme, aldatma. Madem buraya gireceksin; istediğin kadar insanı kandır, Allah’ı kandıramazsın. Bu nasihatleri her sabah namazında ben kendime yaparım. Ama bir çok insan, insanların büyük çoğunluğu sabah namazına kalkmadığı için, ülkemizdeki Müslümanların beşte biri ancak beş vakit namaz kıldığı için beşte dördü bu delillerden, bu kabirlerden, bu ölümden bihaber. Bu deliller ona dokunmuyor, teğet geçiyor. Bu delillerden ibret almıyor. Bu beşte dördü, namaz kılmayan Müslümanların beşte dördü akrabalarının cenazelerine gidiyor. Cenaze namazlarında bulunuyor. Ama tabutun önünde olmasına rağmen, en ön safta olmasına rağmen hiçbir ibret almıyor. Bak! Allah Teâlâ diyor ki: Bizim yüzlerce ibretimiz, binlerce delilimiz vardır. Ben çok delil yarattım. Sizi ikna edeyim diye, aklınıza jetonlar düşsün diye, şimşekler çaksın beynimizde diye ben çok deliller yarattım. Göklerde ve yerde… Fakat siz bunlardan hiçbir ibret almıyorsunuz. Yerdeki delillerden bir tanesi nedir? Sarsıntı. Sarsıntı! Dünya’nın her tarafına Allah deprem, zelzele vermiştir. Efendimiz Aleyhisselam’in deyimiyle: “Allah herhangi bir beldenin halkını gafletten uyandırmak istediği zaman, yeri sarsar.” Bu yerdeki bir delil değil midir? Yer kendi kendine: “Dur bakayım, saatim geldi ben sarsılayım.” demez. Emirle yapar. Emirle! Yeryüzünde her şey, Allah’ın bir “ol” demesiyle olur. Size iyilik yapanlar, size kötülük yapanlar; Allah ol demedikçe, o işi yaratmadıkça o adam kötülük yapmaya muvaffak olamaz. Karadeniz’de imamın bir tanesi vaaza çıkar. Vaazında Karadeniz lehçesiyle kaderi, cemaate uygun bir üslupla anlatmaya çalışır. Kader inancı vardır İslamiyet’te. Kadere inanmayan Kur’an’ı reddetmiş olur. Kadere inanmayan Muhammed Aleyhisselam yalancıdır demiş olur. Bakın! Etrafınızda böyle sapkınlar çıkarsa… Biz imanın şartını kabul ediyoruz, ama beş olarak kabul ediyoruz. Hangisi kardeşim inkâr ettiğin? Kaderi kabul etmiyoruz, bize mantıklı gelmiyor. Öbür tarafta sana mantığı gösterirler. Çok güzel gösterirler sana. Allah ayetlerinde kaderden bahsedecek, tabi olmamız farz kılınan peygamberi, kaderden bahsedecek; sen de diyeceksin ki benim aklıma yatmıyor. O yüzden kabul etmiyorum. Bu adam gavur gider. İmanın şartı kaç? Altı. İslam’ın şartı kaç? Beş. Ne bir eksik ne bir fazla. Şimdi, imam kader inanışını anlatıyor. Karadeniz lehçesiyle ve şöyle diyor: “Kâinatta ne olursa olsun, dünyanızda ne olursa olsun, iyilik ya da kötülük başınıza ne gelirse gelsin Allah’ın ol demesiyle, yaratmasıyla oluşur. Size iyilik yapan bir adam, bu iyiliği sanmayın ki kendi kendine yapmıştır. Allah size iyilik yapma isteğini onun kalbine vermiştir. İsteği kalbine verdikten sonra ona yirmi tane, otuz tane mani çıkartabilir. O adam, o iyiliği size yapamaz. Şu hâlde bir Müslüman kul, size bir iyilik yaptığı zaman ya da size bir hediye verdiği zaman bu Allah’tandır. O sadece bir vesiledir, bunu bilin.” diyor. İmam devam ediyor. “Bir insan size bir kötülük yapmaya karar verdiği zaman, sanmayın ki bu kötülüğü o insan yapıyor. O kötülüğü o insanın kalbine şeytan ilka etmiştir. Size doğru hamle yapar. Allah izin verirse, size kötülükte muvaffak olabilir. İzin vermezse muvaffak olamaz. Yirmi tane, otuz tane mani çıkartır. Adam size kötülük yapamaz.” Vaazda bunu anlatınca, vaaz bittikten sonra cemaatten muzip bir tane Karadenizli imamın arkasından gelir. Tuh. Eline tükürür. İmamın tam ensesine arka taraftan şap diye patlatır. İmam da öfkeyle, hışımla arkasına döner. Adamın gırtlağına sarılacak ama beş dakika önce vaazda başka bir şey anlattı. Ne anlattı? Birisi size kötülük yaptığı zaman, bu Allah izin vermedikçe olmaz. O işin yaratıcısı Allah’tır, o sadece bir sebeptir. Vaazda bunu anlatmıştı. Şimdi o Karadenizli vatandaş da bunu fırsat bildi. İmama karşı bir kini varmış. İmamın ensesinden tokadı patlatınca şöyle diyor tokadı vuran kişi: “Hoca efendi merak etme, bu tokadı sana ben vurmadım, Allah vurdi. Allah vurdi.” diyor. İmam efendi şöyle diyor: “Kardeşim, sen merak etme. Ben az önce yaptığım vaazı biliyorum, unutmuş değilim.” diyor. “Unutmuş değilim fakat Allahü Teâlâ bir kulun başına bir kötülük vereceği zaman, muhakkak onu bir namussuzla verir. Benim böyle hışımla sana dönüp bakmam, bu namussuzun kim olduğunu anlamak istediğim içindir. Sana bundan dolayı dönüp baktım.” diyor. Kardeşler, yeri gelmişken söyleyeyim. Sakın aranızdan kimse bana ensemden gelip tokat vurmaya kalkışmasın. Zira ben Tekvandocuyum, biliyorsunuz. Ani tepkiler verebilirim. Kardeşler ne olursa olsun, başınıza ne gelirse gelsin yaratıcısı Allah’tır. Güzel ya da kötü. O izin vermedikçe, Kur’an’ın deyimiyle… “Onun izni olmadıkça bir yaprak dahi yere düşmez.” (En’âm, 59) “Bir toz zerresi dahi havalanmaz.” İki farklı ayettir bunlar. Şu hâlde her şey onun izniyledir. O zaman bizim Allah’ın kulları olarak, yerlerdeki ve göklerdeki delillerden bihaber olmamamız lazım. Dikkatli bir şekilde ibretle bakmamız lazım. Ama kalpler o kadar kirlendi ki, gaflet o kadar fazla arttı ki göremiyoruz! Bu delilleri, bu ibretleri göremiyoruz. Göklerdeki delillerden bir tane delil vereceğim, bir tane delil vereceğim. Allah’ın, Dünya’mızın komşusu olarak yarattığı bazı gezegenler var, biliyorsunuz. Gezegenlerden en büyüğü hangisi? Jüpiter. Gezegenlerin en büyüğüdür. Jüpiter. Bilimin tespiti olarak söyleyelim. Jüpiter bugün bulunduğu yerde olmasaydı ne olurdu? Bütün gezegenlerin çekim kuvvetleri darmadağınık olurdu. Bütün her tarafta yeşil ışığın yanması gibi, arabaların birbirine girmesi gibi bütün gezegenler birbirine girerdi. Bir tek Jüpiter. Allah Jüpiter’i neden oraya monte etti? Neden oraya koydu? Dünya’ya gelecek olan birçok gök taşının, birçok zararlı maddenin, cismin, büyük kütlelerin Dünya’ya gelmesine engel olan en önemli etken hangisidir? Dünya’nın abisi Jüpiter’dir. Yine başka gezegenler Venüs, Uranüs, Neptün, Mars… Bu gezegenlerin görevi ne? Allah hepsini bir noktaya monte etmiştir, hepsi bir dönüş hâlindedir. Dünya da bunlar gibi bir dönüş hâlindedir. Neyin etrafında dönüyoruz bütün gezegenler olarak? Merkezde Güneş vardır. Bütün gezegenler Güneş’in etrafında dönüyor. Şimdi, Allah Dünya’da bir yaşamın olabilmesi için kocaman gezegenler yaratıyor, Dünya’nın etrafına koyuyor ve bizi onlarla koruyor. Hâl böyleyken, bilim bu kadar ilerlemişken, teknik bu kadar ilerlemişken ve bize bunu ispatlarken sen bu delilden, bu ibretten nasıl bir nazar almazsın? Nasıl bir ibret almazsın?
Tebliğ et!