Üretilen telefonun en iyi bileni, o telefonu üreten mühendis kimse odur. Doğru mu? Bizleri yaratan Cenab-ı Hak da, bizim kılavuzumuzda, yol gösterenimizde ne buyuruyor? خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيٰوةَ لِيَبْلُوَكُمْ… “Sizleri imtihana tabi tutmak için ölümü ve hayatı yarattım.” Devamı daha açıklayıcı. اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلً… “Bu ölüm ve hayat arasında hanginiz daha güzel…” (اَحْسَنُ) güzel demek Arapça’da. “Hanginiz daha güzel amel işleyeceksiniz” diye de (لِيَبْلُوَكُمْ)… “Sizi neye tabi tuttum? İmtihana tabi tuttum.” Niçin yaratıldığımız belli. Sabit bir hayatımız var elimizde ama ne olacağımız da belli. Bizim en çok burada Sözler Köşkü olarak arkadaşlarımızın birebir konuşmalarda ya da cevaplandırmalarda uğraşmış olduğu deizm, ateizm var değil mi? İnançsızlık diyelim biz buna. Yani hiçbir inanç, hiçbir görüş, hiçbir fikir… Ne olursa olsun birçok şeyi inkar edebiliyor ama ölümü inkar edemiyor. Zengin de gidiyor, ultra zengin de gidiyor, fakir de gidiyor, zeki insan da gidiyor, zekası düşük olan da gidiyor. Herkes ölecek. Bu kadar net bilmemize rağmen, bu kadar net bizim kılavuzumuz olan Kur’an-ı Kerim’de anlatılmasına rağmen ve bizim imtihan için geldiğimizi söylemesine rağmen bizler ne yapıyoruz? Hep beraber unutuyoruz. Şimdi bizler imtihana tabi olan insanlarız ya, bazı imtihanlar vardır, telafisi olur. Şimdi, zil çaldıktan sonra artık bir şey yapamazsın o sınav için. Ama ömür kafi gelirse bir sonraki sene tekrardan ne yaparsın? Hazırlanabilirsin. Hayattaki son zil çaldığında geri dönmek mümkün olmuyor. Ya bununla alakalı bir şey anlatmak istiyorum ben. Zülkarneyn hazretleri, büyük bir orduya sahip. Ve bu ordusuyla çok büyük bir savaştan dönüyor. Ordusuna şunu söylüyor: “Çok karanlık bir vadiden geçeceğiz. Gecenin ışığının dahi olmadığı bir karanlığa düşeceğiz. O vadinin içinden geçerken herkes ayağına takılan taşlardan toplasın. Ne kadar toplayabilirse o kadar toplasın. Mümkünse hepsini alın.” Ordu yürümeye devam ediyor. Karanlık vadinin içine giriyor. Her giren için ne başlıyor? Emir başlıyor. Bu sefer insanlar nefis sahibi ya. “Bu kadar zaman savaş yaptık. Bu kadar zaten ganimet topladık. Bu yorgunlukla beraber ben bu sultanın, bu emirin dediği taşları toplamam.” diyor bir kesim. Şimdi kısım kısım ayıralım. Herkes kendisini düşünsün. İkinci kısım diyor ki “Ya bu sultan, iyi-kötü bize birçok nimet, birçok zafer kazandırdı, birçok güzellikleri oldu. Sultanın sözü yere düşmesin. Birkaç tane de olsa ayağımıza değen taşlardan toplayalım.” Üçüncü kısım insanlar, o askerler, o ordu “Sultanın bize vermiş olduğu nimetler çok. Sultanın bize kazandırmış olduğu ganimetler de çok. Bu sebeple biz, sultan neyi emrettiyse o şekilde yapalım ve ayağımıza ne kadar taş değerse değsin hepsinden toplayalım.” diyor. Vadi bitiyor, insanlar çıkıyor. Geniş bir ovaya geliyorlar. Unutmayın. Şurayı unutmayalım: Bir daha geri dönülemeyecek bir vadi. Bittikten sonra Zülkarneyn hazretleri geliyor. Geri dönmek mümkün mü? Değil. “Herkes aldığı taşları çıkartsın.” Bir çıkarıyorlar… Zümrüt, elmas, yakut, altın. Ne kadar kıymetli taş var ise onlar. Şimdi ne başlıyor? Pişmanlık. Alanlardan mı başlayalım, almayanlardan mı? Sultan, bugüne kadar hiç yanlış bir şey yaptırmamış. Son savaşta bile sana zafer kazandırmış ve bir emir vermiş. Bugüne kadar kötülüğüne hiçbir şey yapmamış bir sultan, sana o vadiden geçerken, senin yorgun olduğunu bilmiyor muydu o sultan? Biliyordu. Faydan olmasa o emri vermezdi zaten. Taşı almayanlar, taşlardan almayanlar pişman oldu ve ne oldu? Kahroldular. Çünkü alanları görüyorlar, içinde bulundukları nimetleri görüyorlar. Sonradan o taşları kullandıklarında, nasıl nimetlerde bulunacaklarını biliyorlar. Bunu hayal ettikleri için ne oluyorlar? Kahroluyorlar. Büyük bir pişmanlık değil mi? Geri dönmek mümkün mü? Değil. İkinci kısım, az taş alanlar. Bakıyorlar, 3-5 tane taş. Bir yere kadar idare eder ama çok adamlar var. Aşağıdakine göre iyi bir durumda ama yukarıda çok daha iyi bir durum vardı. Düşünelim. Sultan, senin kötülüğüne bir şey söylemiş miydi? Hayır. Niye bazılarını aldın da bazılarını almadın? Pişmanlık var mı? Var. Geriye dönmek mümkün mü? Değil. Çok alanları düşünelim şimdi. Çok alanları, çok ibadet yapanlarla kıyaslayalım. Ya bizler, çok ibadet yapan insanlar da değiliz. Büyük mizan, büyük terazi kurulacak. Pişmanlık yoğun. En çok alanlar da pişman. “Keşke bu heybelerin içindeki yiyecekleri boşaltsaydık da onların içine de doldursaydık. Keşke kılıçlarımızı, zırhalarımızı atsaydık da onların içine de doldursaydık.” derler ve onlar da pişman olurlar. İşte ahiret hayatı da öyle. Biz şu an o vadinin içindeyiz. Son zil çalacak, geri dönmek mümkün olmayacak. İşte o zil çalmazdan evvel şu an vadinin içindeyken, ayağımıza değen taşları… Tabii bunlar ayağımıza değil, başımıza değen o ibadetleri yapmamız lazım, taatleri yapmamız lazım, günahlardan uzak olmamız lazım, şüpheli olanlardan dahil kaçınmamız lazım çünkü vadiye geri dönmek mümkün olmayacak zil çaldığı zaman. Çok dönüşlere şahit olmuşuzdur, hikayeler dinlemişizdir. Kalp krizi geçirdikten sonra ikinci şans verilmiş olarak bakar kendine. “Ben bir ölüm meleğini gördüm, geri döndüm.” düşüncesiyle ne yapar? İbadete sarılır. Ufacık bir sarsıntı, deprem olduğu zaman cemaatle namaz fazlalaşır. Neden? Çünkü zil çalmaya yakın. Son ders. İşte o son zil çalmazdan evvel kıymetini bilmek lazım vadinin, bize verilen o taşların. Çünkü yapan da pişman olacak, yapmayan da pişman olacak. Biz en azından ne olalım? En az pişman olanlardan olalım inşâAllah. Bu gayretin içinde olalım. Rabbim de bizim bu gayretimizi görsün. Karınca misali. “Nereye gidiyorsun?” “Hacca gidiyorum.” demiş. “Sen bu yürüyüşle Kabe’ye gidemezsin.” demişler. “Gidemesem de o yolda ölürüm en azından.” demiş. Bizler için de o geçerli. 4/4’lük olamayız. Hatamız çok, günahımız çok. Sıfır değiliz. Hepimizin hatası, hepimizin kendine göre günahları, eksiklikleri var lakin karınca misali, en azından doğru olma yolunda çaba gösterelim inşâAllah. Rabbim bizleri ölümlerden ibret alabilen kullarından eylesin. Ölüm ile hayat arasındaki… “O sizi imtihana tabi tutarım.” lafızları var ya Kur’an-ı Kerim’de inşâAllah o imtihanı kazananlardan eylesin.
Tebliğ et!