Gündemde olan bir konu var. Kâbe’nin boşaltılması meselesi. Şu anda virüs sebebiyle Kâbe tamamen boşaltılmış. Hiç kimse tavaf yapamıyor diye söylemler var ve bunun dışında Kâbe’nin boşaltılmasının neticesinde bu olayın nereye gideceği hakkında bazı söylemler var. ”Bir daha hac, umre organizasyonları olmayacak.” diyenler de var. Bu işin aslı nedir, astarı nedir? Bununla alakalı ciddi detaylı bir araştırma yaptık. Onun dışında biraz böyle yüreklerimizi burkan bazı görüntüler var elimizde. Onları sizinle paylaşacağız birazdan. Daha önce bu tarz bir olayı biz Müslümanlar olarak Kudüs’de yaşadık. İlk olarak çok küçük bir bölümü ibadete kapatıldı. Daha sonra daha büyük, daha sonra tamamı. Daha sonra daha farklı olaylar oldu. Şu an ki vaziyet ortada. Kâbe böyle bir şey olacak veyahut bu hale gelecek demiyoruz fakat bu işin perde arkasında ne var? ”Acaba ne yapılmaya çalışılıyor?” diye bazı soru işaretleri var. Ben bununla alakalı bir olay anlatmak istiyorum. Çok böyle birbirine benzer olaylar. Bir adam var bir zamanlar, gerçekten yaşanmış bir olay. Adam askere gidiyor. Askere gittikten sonra, aradan belli bir zaman geçiyor. Birkaç ay, 3 ay, 5 ay, 10 ay… …ve komutandan bir şekilde izin almaya çalışıyor. Hani ”Ben bir memlekete gidip ailemi görmek istiyorum.” Yalvarıyor, yakarıyor. Yalvarıyor, yakarıyor. En son komutan ”Tamam ama bir gün hakkın var. Git aileni gör ve gel.” diyor. Adamın izni falan yok yani. O şekilde komutanın insiyatifiyle çıkıyor, gidiyor. Adam memlekete gidiyor. Bir tane davalısı var. Bu adamı buluyor gecenin bir vakti. Adamı öldürüyor. Tekrardan çıkıp geliyor. Kimse bu adamdan şüphelenmiyor. Normalde bu adam orada olsa, memlekette olsa herkes bundan şüphelenecek. Adam daha sonra gidiyor. Askerliğini bitiriyor. Döndüğünde hiç kimse buna sormuyor bile ”Sen mi yaptın?” falan. Olay tamamen kapanıyor. Zaten resmi kayıtlarda asker adam. Aradan belli bir zaman geçiyor. O şehirde çok sağlam, ciddi bir hırsızlık oluyor ve hırsızlık hiç fark edilmeden, gayriihtiyari bir anda bu adamın başına kalıyor tamamen. Adamı hapse atıyorlar. Adam ”Ben yapmadım. Etmedim.” İspatlamaya çalışıyor. Onu anlatıyor, bunu anlatıyor. Kimse adamı dinlemiyor ve neticesinde adamı hapse atıyorlar. Hapse girdikten sonra güzel bir olay yaşıyor bu adam. Kur’an hakikatleriyle tanışıyor. Hayatında bir takım değişiklikler oluyor ve daha sonra bir söz duyuyor. Bu sözü duyduktan sonra anlatmaya başlıyor ve olayı itiraf ediyor. Adama diyorlar ki ”Beşer zulmeder, kader adalet eder.” Beşer dediğimiz insan. Bir insan zulmeder, bir hata eder, bir günah işler ama kader gün gelir adalet eder. Onun o yaptığı suçun başka bir versiyonuyla onu cezalandırır. Adam bu söylemi duyduktan sonra, olayı itiraf ediyor. ”Ben zamanında evet bir cinayet işledim. Kimse duymadı. Kimse bilmedi diye sevindim ama vicdan azabı çekiyordum… …ve biliyordum ki Allah biliyor ve Allah o cinayetimden değil, hiç suçum olmayan bir meseleden dolayı hapis yattım.” diyor. Yani beşer zulmediyor fakat kader adalet ediyor. İşte bu olayda da Kâbe’miz bomboş. Yani kalbimiz bomboş. Acaba biz Müslümanlar olarak ne yaptık, ne ettik de Kâbe’mizin bomboş olmasına vesile olduk? Bu zulüm ne biliyor musunuz? İttihad-ı İslam’ı yani Müslümanların birliğini bozabilecek o kadar büyük hatalar, günahlar, yanlışlar yaptık ki, neticesi Kâbe’mizin bomboş kalmasıyla oldu. Biz böyle düşünüyoruz çünkü Allah’ın kontrolünde her şey. Kâbe’nin boşalması da İslam alemine büyük bir cezadır. Ya öyle bir hale geldik ki namazı yok adamın. İbadetleri yok adamın. Belki bin tane kusurları var. Kendi kusurlarını görmeyip, bütün sağa sola, ona buna ”O cemaat şöyle bu cemaat böyle. Yok şunlar şuncu, bunlar buncu…” Birilerine sallamaktan birilerini tenkit etmekten, birilerinin hatalarını bulup ortaya çıkartmaktan, insanlar kendi hatalarını kendi kusurlarını görmez oldu. ”Bunlar namaz kılarken böyle yapıyor. Şunlar şu ibadeti yanlış yapıyor. Bunlar bunu böyle yaptı.” Ya bir bırak. Bir vazgeç. Bir vazgeç artık şu İslam’a sıktığın kurşunlardan. Her eleştirin İslam’a, ittihad-ı İslam’a bir kurşundur. İşte bir cinayettir. O cinayetin neticesi de Kudüs’tür. O cinayetin neticesi de belki gün gelecek Kâbe olacak. İşte senin cinayetin. Sen birilerini eleştirmeye, birilerini tenkit etmeye, birilerine kurşun sıkmaya devam edersen belki neticesi bütün alem-i İslam’ın paramparça olması olacak. Artık kendimize gelmemiz lazım. Alem-i İslam olarak ittihad-ı İslam için müspet hareketi bütün kalbimize, aklımıza, fikrimize yerleştirebilmemiz lazım. Bu iş seninle başlayacak. Bu iş benimle başlayacak. Bu işi kimseden bekleme. ”Filanca cemaat onları eleştiriyor. Artık onları eleştirmesin, artık onlar sussun” değil, benimle başlayacak bu iş. Belki de seninle başlayacak kardeşim. Bir şekilde birilerini eleştirmeyi ve İslam’ın dışına atmaya çalışmayı bırakalım. İttihad-ı İslam’a sıkılan kurşunların neticesi Kâbelerimiz oluyor. Yani kalplerimiz oluyor. Maneviyatımızın zir-ü zeber olması oluyor. Şimdi senin bir adım atman lazım. Kâbe’nin şu an ki vaziyetine gelecek olursak, bu işi detaylı bir şekilde araştırdık. Kâbe’de sanıldığı kadar büyük bir vaziyet, büyük bir olay mevcut değil. Günün belli vakitlerinde temizlik yapılıyor ve daha sonrasında yine tavaf yapılabiliyor. Hatta bununla alakalı orada olan, şu anda Kâbe’de olan birinden öğrendik. Tavaf yapabiliyorlarmış. Bir problem yokmuş yani. Sadece Corona virüsünden korunmak amaçlı temizlik yapılıyormuş. Hijyen çalışmaları yapılıyormuş. “Ya bir daha ne hac olacak, ne umre olacak, ne kimse tavaf edebilecek ne de artık orada ibadet olacak…” Böyle bir hal, böyle bir sosyal medyada, gündemde böyle bir vaziyet oluşturulmaya çalışıldı fakat böyle olmayacağının da garantisi yok. Nasıl ki Kudüs ittihad-ı İslam’ı sağlayamadığımız için şu anda belki de elimizden gitmek üzere Kâbe’nin de elimizden gitmeyeceğinin bir garantisi yok. Bir an evvel biz Müslümanlar olarak, alem-i İslam olarak bir araya gelip, sımsıkı birbirimize tutunmamız, birilerini dışlayarak, birilerini eleştirerek İslam’ı oluşturmaya çalışmamamız lazım. Şimdi size soruyorum. Yayılmakta olan hastalık bedenimizde mi, yoksa kalbimizde mi?
Tebliğ et!