Avrupa kermes ve seminerlerimiz başlıyor. Ayrıntılı bilgi için bize WhatsApp numaramızdan ulaşabilirsiniz. Şöyle bir soru sorsam: Peygamberini seviyor musun? Eğer Müslüman birisiysen elbette buna cevabın çok açık bir şekilde evet olacaktır. İnsan da sevdiği kişinin istediklerini yapmak ve yasakladıklarından kaçınmak ister. Bu videoda da, Allah’ın en çok sevdiği kulu olan Efendimiz’in ümmetinde istemediği 3 şeyi ele alacağız. Bakalım, Allah’ın habibim dediği peygamberine gerçekten seviyor musun? Hadi başlayalım. Birincisi, akraba ilişkilerini kesmemek. Yani sıla-i rahim. Evet, genelde bu cümle bize tanıdık gelir. Ama maalesef bunu bilsek bile bazen nefsimize yenik düşüyor, emredilen şeyi yapmak yerine akrabamızın hatalarına bakabiliyoruz. Genellikle yakınlarıyla arası pek iyi olmayanlarımız, “Onlar beni arayıp soruyorlar mı ki ben onları arayıp sorayım” gibi cümleler kullanabiliyorlar. Halbuki bizden istenen akrabalarımızın bizimle iyi geçinmesini beklemek ve beklentimizi alamadığımızda onlarla aramızı açmak değildir. Peygamber Efendimiz (a.s.m) şöyle buyuruyor: “İyiliğe benzeri ile karşılık veren kişi, tam anlamıyla akrabasını görüp gözetmiş olmaz. Hakiki sıla, kişinin kendisiyle ilgiyi kesenleri görüp gözetmesidir.” Demek ki akrabalık bağlarını koparanlara karşı da bu görev yerine getirilmelidir. Karşı taraf ne yapmış olursa olsun, isterse hiç aramamış olsun veya diyelim ki kötülükte bulunmuş olsun. Eğer Allah’ın seni sevmesini ve affetmesini istiyorsan, onu aramasa da arayıp sormalı ve onun kötülüğünü cömertlikle affetmelisin. Çünkü sen, Peygamber Efendimiz (a.s.m)’ın ümmetisin. Hem biliyorsun herkes aynı fıtratta değil ve olamaz. Şu ayet bize rehber olmalı: “Onlar affetsinler, hoş görsünler. Allah’ın sizleri bağışlamasını istemez misiniz?” Evet kardeşim, Allah’ın hesap gününde seni bağışlamasını istemez misin? İkinci olarak kıskançlık ve hased etmek. Evet, Efendimiz (a.s.m)’ın belki de bir Müslüman da olmasını istemediği ve bahsettiğimiz akrabalar arasındaki küslüklerin en önemli nedenlerinden birisi. Ama maalesef çok defa hataya düştüğümüz bir durum. Düşmanlığa bile sebep olabilen kötü bir haslet. Kimi insanda haset duygusu bir an için gelip gider. Kiminde ise iyice yerleşir. Bütün benliğe hakim olur ve gittikçe artar. Tehlikeli olan da zaten budur. Hased etmek, karşı tarafta olan herhangi bir özelliği çekememek ile beraber o özelliklerin o kişide olmamasını istemek. Yani onlara göz dikmek demektir. Tabii haset etmek, gıpta etmek ile karıştırılmamalı. Gıpta eden kişi ise karşı taraftaki insanda bulunan bir şeyin yok olmasını istemez. Tam tersine o insanda bulunan nimetin kendisinde de bulunmasını ister. Burada bir problem yok. Bu güzel bir huydur. Mesela Bilal, sen çok yakışıklı birisin. Ben de de olsun istiyorum. Bunda herhangi bir sıkıntı yok. Tamam? Cenab-ı Hak ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor: “Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara hased mi ediyorlar?” Evet, Eğer kıskanarak hased ediyorsak, Allah’ın merhametiyle o kişiye vermiş olduğu nimeti beğenmeyerek, Allah’ın rahmetini suçlamış olmaz mıyız? Düşünsene, Müslüman bir kardeşinde olan bir özelliği çekemiyorsun ve onda o özelliğin olmamasını istiyorsun ve istediğin olduğu zaman da seviniyorsun. Yani Allah mutlu etmek istediği birinin mutluluğunu istememiş oluyorsun. Fark ettin mi? Bu yaptığın ile Allah’ın sana verdiğini de uygun görmemiş oluyorsun. Bir bakıma rıza göstermiyorsun. Acaba dilinle söyleyemediğini, hased ederek “Allah’ım, bu şeyleri neden ona verdin de bana vermedin?” demiş olmuyor musun? Bediüzzaman hazretleri, hasedin çaresi için şu cümleleri söylüyor: “Hâsid adam (yani haset eden), haset ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet, fânidir, muvakkattir.” Yani gelip geçicidir. Evet kardeşim, bu dünyadaki verilen şeylerin hepsinin gelip geçici olduğunu düşünürsen, işte o zaman bir şeyler değişecektir. Üçüncüsü ise gıybet etmek. Anlamı: Yanında bulunmayan kişinin arkasından hoşlanmayacağı şekilde konuşmak iken, maalesef halk dilindeki anlamı ise “İki lafın belini kırmak” olmuş. Ya kardeşim şu Tarık da videolarda bir türlü gülmüyor ya. Ne o öyle? Somurta somurta video mu çekilir kardeşim? Şöyle güleceksin ya. Bu gıybet kardeşim. Bunu yapmıyoruz. Sanki normal bir şeymiş gibi rahatça gezer oldu dillerde. İçimizde o kadar rahatça dolaşabiliyor ki… Hatta dinin esaslarını yerine getirmekte hassas olan kişiler, belki içki içmekten, yalan söylemekten, kul hakkı yemekten kaçan kişiler konu gıybete gelince kaçmakta zorlanabiliyorlar. Bunun sebebi ise gıybetin ahirette bize nasıl bir günah faturası çıkaracağının tam bilincinde olunmamasıdır. Gıybet eden kişiye “Onun arkasından konuştun. Gıybet değil mi bu yaptığın?” diye sorulduğunda “Ne var ki canım? Burada olsa yüzüne de söylerim. Hem ben doğruları söylüyorum, yalan söylemiyorum ki” gibi cevaplar alabiliyoruz. Peki gerçekten bu kadar masum mu bu olay? Bir hadiste Peygamber Efendimiz (a.s.m) şöyle buyuruyor: “Ey kalbiyle değil, sadece diliyle iman edenler topluluğu! Müslümanların gıybetini yapmayınız, ayıplarını araştırmayınız. Zira kim kardeşinin ayıp ve kusurlarını araştırırsa, Allah da onun kusurlarını araştırır. Allah kimin kusurunu araştırsa, o evinin içinde bile olsa rezil ve rüsva eder.” Söylemiş olduğun doğruların, senin yaptığın yanlışın üstünü örtmüyor. Sen hiç “Eğer söylediğiniz şey doğru ise kardeşinizin gıybetini edebilirsiniz” diye bir ayet ya da hadis duydun mu? Halbuki tam tersi. Ayette şöyle buyuruluyor: “Bir kısmınız diğerlerinizin gıybetini yapmasın. Sizden birisi, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan tiksindiniz değil mi?” Ne kadar çirkin bir günah olduğunu aslında burada Rabbimiz bildiriyor. Ayrıca kardeşinin hakkında söylediğin şey doğru ise zaten gıybet ettin. Eğer söylediğin şey o kardeşinde yoksa hem gıybet, hem de iftira etmiş oldun. Yani iki türlü de zarar etmiş olursun. Gıybetin şartı şudur: Eğer o kişi burada olsaydı, söylediğin o sözlere alınır mıydı? Eğer alınırsa gıybettir. Tabii “Alınmaz canım ya, neden alınsın ki” gibi cümlelerle kendinizi avutup, kendimizce kararlar vermememiz gerekiyor. Bazı şeyler vardır. Çok küçük gözükür ama sonuçlarına bakıldığında felakete sürükleyebilir. Küçücük bir kıvılcım mesela, koskoca bir binayı kül edebilir. Aynen öyle de gıybet de sevaplarını kül edebilir. Peygamber Efendimiz (a.s.m) da “Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi gıybet de sevapları yer bitirir.” diyerek bizi uyarıyor. Rabbim, hatalarımızı fark edip tövbe ile onları düzeltmemizi nasip etsin ve bizleri Peygamberimize layık bir ümmet eylesin. Amin.
Tebliğ et!