Allah insanı neden yarattı? Neden bizi yokluktan varlık alemine çıkardı? Bu kainatın ve insanın yaratılış amacı nedir? Neden Dünya gibi bir yere gönderildik? Ve yaratılış sebebini sorgulayan daha birçok soru… Bunlar felsefenin işin içinden çıkamadığı ve birçok insanın cevabını aradığı sorular. Şimdi yedi farklı tespitle bu soruları cevaplayacağız. Hadi başlayalım. Varlık, her zaman yokluktan iyidir. Nasıl ki her cemâl ve kemâl sahibi kendi cemalini yani güzelliğini ve kemalini görmek ve göstermek ister, Allah dahi bir sergi alanı açıp sanat eserlerini burada sergilemek istemiştir. Farklı farklı yaratılışlar, farklı farklı kavramlar iç içe geçmiş ve sergilenmiş. Mesela Allah koku diye bir kavram yaratmış ve binlerce de çeşidini… Veya renk diye bir kavram yaratmış kainatı adeta renklendirmiş. Veya tat diye başka bir kavram yaratmış ve binlerce de farklı lezzetli yiyecekler… Ya da ses diye bambaşka bir kavram yaratmış; yağmur sesi, rüzgar sesi ve kuş sesleriyle adeta bir ses şöleni oluşturmuş. Birbiriyle alakası olmayan kavramlar ve çeşitler iç içe. Veya yarattığı çeşit çeşit mahluklara bir bakalım. Mesela küçük bir bebeği düşünün veya kırmızı bir gülü düşünün. Ya da gökyüzünde gördüğünüz bir gökkuşağını ya da bir tavus kuşunu, yağmur tanelerini, yıldızları veya kar tanelerini… Birbiriyle alakası olmayan çeşit çeşit sanatlar. Yani özetle, devasa bir sanat galerisinin içerisindeyiz. Ve aslında güzel olan bir noktada şu ki: İnsanlar bu galeriye özel olarak davet edilen misafirler olmuş. Şimdi birisi çıkıp dese ki: “Ben sanata ve sanatçıya karşıyım. Dünya’daki tüm sergi alanları, sanat galerileri kapatılsın.” Elbette büyük bir tepkiyle karşılanır ve hatta yobaz ve cahil olarak görülür. Aynen öyle de, “Allah neden bu kainatı yarattı? Bana mı sordun bunu yaratırken? Hiç gerek yoktu yaratmaya.” demek de aslında sanat galerileri kapatılsın demeye benziyor. Evet ortada bir sanatkar varsa, sanatını icra etmek isteyecektir. Allah dahi sonsuz maharetlere sahip bir sanatkardır. O dahi istedi ki bir sergi alanı açılsın ve gelen misafirler bu sergi alanında hem merhametle hem de binler çeşit nimetlerle ağırlasın. Ve sergi alanını gezdikten sonra da padişahın asıl sarayına davet edilip, sergideki yorgunlukları giderilsin ve ebedi olarak orada ağlarsın. Elbette böyle bir istek isyanla değil, teşekkürle karşılansa gerek. Allah’ın bu kainatı yaratması, kendi zatındaki özelliklerden kaynaklanır. Yani kendi isim ve sıfatlarının yansıması ve tecellisidir. Mesela Rahim ismi, şefkat edilecek mahlukların varlığını gerektirirken, Cevad ismi yani cömertlik sıfatı da ikram edilecek varlıkları gerektirir. Düşünün mesela Dünya’nın en cömert kişisi sizsiniz. Birisi de elinizi kolunuzu bağlamış ve insanlara ikramlarda bulunmanızı engelliyor. Bu ne kadar faydasız ve mantıksız bir hareket olur. Aynen öyle de Allah da Cevad-ı Mutlak’tır. Yani sonsuz cömert sahibidir. Allah da varlık alemine binler çeşit mahlukları çıkarmış ve onları nimetlendirmiştir. Madem cömertlik onun özelliğidir, elbette ikram etme özelliği de açığa çıkmak isteyecektir. Cömert olana, “Sen neden cömertsin?” diye bir soru sorulur mu? Elbette sorulmaz. “Neden kainatı yarattı ki?” diye sitem etmek de, aslında cömert birisine “Neden cömertlik yaptın?” demeye benziyor. Allah’ın diğer bir ismi de Hakim’dir. Yani her fiilinde en üst seviyede fayda gözeten, her işi en uygun ve en mantıklı şekilde yapan manalarına gelir. Kainatın ve insanların yaratılmasının bir sebebi de bu isminin yansımasıdır. Allah, Hakim isminin yansımasıyla en faydalı, en uygun ve en mantıklı işi göz etmiş ve kainatı yaratmayı tercih etmiştir. Mesela Dünya’nın en iyi doktorunu düşünün. Tüm hastalıkları iyileştirebilecek bir yöntem bulmuş ve böylece bütün insanların da ona ihtiyacı olan bir doktor olsun. Eğer bu doktor mesleğini yapmak yerine, yani insanların sağlığı için koşturmak yerine, “Doktorluğu keyifi olarak bırakıyorum. Ben hayatıma berber olarak devam edeceğim.” dese bu elbette mantıklı ve hikmetli bir hareket olmaz. Yani en hikmetli şekilde hareket etmemiş olur. Evet doktorluğu hiç yapmayadabilir. Bu bir tercihtir. Ama burada önemli olan nokta, en faydalı işi gözetmiş mi, gözetmemiş mi? Aynen bu örnekteki gibi de Allah her fiilinde en faydalı işi gözetendir. Allah tüm hazinelerin, nimetlerin sahibi ve sonsuz güç sahibi olup, bu hazinelerini kainatı ve insanları yaratarak sergilemiş ve en hikmetli olanı tercih etmiştir. Elmas ruhlu 124 bin peygamberin ve 124 milyon evliyanın ruhlarındaki güzelliklerinin yeşermesine fırsat tanımış. Yani insanlara hayat suyunu serperek özgür bir irade vermiş ve imtihan sahasını açarak kabiliyetlerin açığa çıkmasına fırsat tanımıştır. Yani en hikmetli olanı yine tercih etmiştir. Yani dediğimiz gibi, hikmet en faydalı olanı ve en mantıklı olanı tercih etmektir. Yani bu kainatın yaratılması Allah’ın Rahim ismi, Kerim ismi, Cevad ismi ve Hakim ismi gibi daha birçok isminin yansıması ile yaratmayı tercih etmesiyle oluşmuştur. Zariyat Sûresi 56. ayette, “Ben cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyrulur. Bir hadiste de şöyle geçer: Evet yaratılışın temel sebeplerinden birisi de Allah’ı tanımaktır. Kainatı ve insanlığı yaratan Allah, halife olarak insanı göndermiş ve ondan kainatı ve varlığı incelemesini, kainat kitabını okuyarak kendisini tanımasını istemiştir. Yani çok kıymetli ve değerli bir görevimiz var aslında. İnsana özel bir kıymet verilmiş: Allah’ı en iyi şekilde tanımak da Dünya gibi bir mekan ile olur. Çünkü “Her şey zıddıyla bilinir.” kaidesince, Allah’ın Şafi ismini tanımak için hastalıkların, Rezzak ismini tanımak için açlığın olması gerekir. Veya Tevvab ismini tanımak için de günahların olması gerekir. Dünya da bu şekilde insanın Allah’ı tanıması için çok iyi şekilde ayarlanmış bir mekandır. Demek ki Dünya gibi bir zeminin olması, adeta dedektif olarak yaratılan insanın Allah’ı tanıması için gerekliydi. Mülk Sûresi 2. ayette şöyle buyrulur: “O hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.” Evet diğer bir nokta da Allah’ın Adil isminin tecellisidir. Adaletin tam olarak tecelli etmesi için de kainat yaratılmıştır. Evet kim daha çok iyilik yaparsa, onun daha iyi mertebede olması, adaletin yani Adil isminin gereğidir. Özgür bir iradeye ve akla sahip olan insan, kainata bir yolculuğa çıkmış. İmtihanlarla karşı karşıya kalıp, kendi tercihleriyle özgür bir şekilde hayat geçirir. Allah’ın gönderdiği kitaplarla ve gönderdiği rehberler olan peygamberlerle de bu yolculukta doğruyu ve yanlışı öğrenmeye başlar. Yani yöntemi öğrenir, nasıl hareket edeceğini anlamaya başlar. Artık gerisi kendi tercihine kalır. İşte buradaki tercihleri ise onun cennetteki makamını ve seviyesini belirler. Yani Allah cennetteki seviyeleri bile adaletle belirlemek istemiştir. Şöyle de düşünebiliriz: Mükemmel bir fizik üniversiteniz var ve çok kaliteli fizikçileri oraya alacaksınız ve orada normal okulların dışında içerisinde çok kaliteli faaliyetler dönecek. Öncelikle o güzel faaliyetleri kimlerin ulaşacağını ve kaliteli fiziki vasfına kimlerin sahip olacağını anlamak için bir sınav yaparsınız ki çalışanlar ve çalışmayanlar adaletle birbirinden ayrılsınlar. Aynen öyle de, Allah da cennet gibi bir mekanda hazırladığı lezzetleri, bunu hak eden insanlara sunacaktır. Ruhu temiz kişilerle, ruhu kirli kişiler ayırt edilecektir. hayatı boyunca insanlara yardım edenle, hayatı boyunca binlerce insana zarar verenleri ayırt etmek adaletin gereğidir. Evet bu dünya sahası kimin daha iyi işler yapacağının, kimin nefsi ve şeytanla mücadelesi ile beraber daha üst seviyeye çıkacağının belirlenmesi için yaratılmıştır. Allah, insanların cennetteki makamlarını bizzat kendi çabalarıyla belirlemelerini istemiş, bu ise Allah’ın adaletinin göstergesidir. “Allah bizi neden yarattı?” Haşa “Allah’ın bizim ibadatlerimize ihtiyacı mı vardı?” sorusunu da çok duyuyoruz. Halbuki ihtiyaç dediğimiz kavram, acizlikten gelen bir meseledir. Yani bir maddenin eksikliği ile bir zarar görüyorsak, orada ihtiyaç dediğimiz kavram devreye girmeye başlar. Mesela benim suya bir ihtiyacım vardır. Neden? Çünkü suyun eksikliğinde yaşamla alakalı bazı sıkıntılar yaşarım. Bununla beraber de eksiklikten kaynaklı ihtiyaç kavramı ortaya çıkar. Peki Allah için haşa bir eksiklik, bir acizlik söz konusu mu ki bir şeye ihtiyaç duysun? Elbette hayır. Allah acizlikten uzaktır. Demek ki yaratması ihtiyaç gereği değildir. Sonsuz güç sahibi olan Allah’ın güçsüzlük göstermesi zaten mantıksız olur. Kendi içerisinde bu bir çelişkidir. Aslında bu sorunun temelinde ihtiyaç ile istek kavramlarını karıştırmak yatıyor. İhtiyaç ayrıdır, istek ayrıdır. Mesela bir bebeğe şefkat gösteren bir anne için, “Sen neden bebeğine şefkat gösteriyorsun, buna ihtiyacın mı var?” diye bir soru olmaz. Bu mantıksız olur. Anne şöyle söyleyecektir: “Ya bu ihtiyaçtan kaynaklanmıyor. Bu benim bir özelliğim. Şefkat duyuyorum, bebeğimi seviyorum.” diye bir tepki verecektir. Yani özellikten kaynaklanan bir durumdur. Anne o çocuğa kendi şefkat özelliğinin yansıması olarak şefkat duygusunun neticesinde bunu yapar. Bu bir istektir, ihtiyaç değildir. Aynen öyle de Allah dahi kainatı ihtiyaç duyup yaratmamıştır. İsteği ve iradesiyle birçok hikmet ve fayda üzerine kainatı yaratmıştır. Allah’ın bizlere görevler vermesinin bizleri ibadete yönlendirmesini hikmetlerinden birisi de dünyaya dalarak unuttuğumuz kıymetimizi tekrar bize hatırlatmaktır. Yoksa bizden ibadet istemesi yine dediğimiz gibi onun ihtiyacından kaynaklanmıyor. Yine bizim faydamıza olan bir meseledir. Düşünün, sonsuz için yaratılmışız. Ruhumuz, kalbimiz hep sonsuzluk istiyor. Ama bizler geçici Dünya’da küçük meselelerde boğulup kalabiliyoruz. Dedik ya insan kainatı halife, dedektif olarak gelmiş ve okumak, anlamak, tanımak gibi ciddi ve önemli görevleri var. İnsan bu kıymetli makamını unutunca, kendi değerini, kıymetini düşürebiliyor. İbadetlerle ve namazla da o unuttuğu kıymeti aslında Allah ona tekrar veriyor. Geçici küçük meselelerde boğulan ve gereksiz yere ruhumu sıkan insanların ferahlığa çıkması için Allah ibadetlere ve namazlara, insanı yönlendiriyor. Yani yine kendisi için değil, insan için ibadetleri istiyor. Bir de, “Kainat neden yaratıldı?” Haşa “Allah egoist midir?” diye bir soru gelebiliyor. Öncelikle egoizm ne demek ve egoist kime denir, bunu iyi bilmek gerek. Egoist sadece kendini düşünen, kendi menfaatini ön planda tutan demektir. Halbuki yaptığımız tespitlerle de anladık ki, kainat zaten insan için yaratılmış. Nimetlenen kim? İnsan. Yokluktan varlığa getirilip, yeryüzü ayaklarının altına serilen kim? Yine insan. Peki ebedi mutluluğa doğru yola çıkarılan yolcu kim? Yine insan. Gözle gördüğümüz bunca nimet elbette egoizm düşüncesini ortadan tamamıyla kaldırıyor. Egonun tanımı için kullanılan iki temel kavram daha var: Bu tanıma haşa Allah’a ait bir özellik gibi göstermek zaten mantıken imkansızdır. Çünkü zıtlığın olmadığı yerde derecelendirme olmaz. Işığın olmadığı yerde karanlığın seviyesi olmadığı gibi, acizliğin devreye girmediği Allah için kudretinin derecelendirmesi de olmaz. Mutlak yani sonsuz kudret sahibidir. Yani Allah ne kendinde olmayanı kendinde gibi gösteriyor, ne de olanı fazla gösteriyor. Cenab-ı Allah, “Ben Kadir’im, gücüm her şeye yeter.” diyor. Elbette doğru olan zaten budur. Allah’ın gücü her şeyi yetiyor. “Allah ben Alim’im, her şeyi bilirim.” diyor ve zaten doğru. Her şeyi biliyor. Yani kendisini bize bir bakıma tanıtıyor. Öyleyse bu da egonun tanım içerisine dahil değildir. Ayrıca Allah’ın kendisinden bahsetme sebeplerinden birisi de insanların son derece aciz olmasından dolayı güçlü birisine yönelme ve dayanma ihtiyacıdır. Nasıl ki Dünya’nın en iyi doktorundan bahsedilse, “Filan doktor Dünya’nın en iyisidir. Ona gidebilirsin.” denilse insanlar ona yönelir, hasta olduklarında ona doğru gitmeye başlar. Aynen öyle de Allah insanlara bir dayanak noktası olması ve huzur içinde güvende olduklarını hissetmeleri için kendisinden Şafi, Rahim, Kadir, Tevvab, Semi, Basir gibi isimlerle bahsediyor. Aslında bu sorular psikolojik olarak sıkıntı yaşayan dönemlerde insanın sorduğu sorulardır. İnsan bir zorlukla karşılaşınca üzüntü ve bunalım evrelerinde iken hayata bakış açısı değişebiliyor. “Keşke hiç yaratılmasaydım. Zaten neden yaratıldım ki?” gibi bir moda girebiliyor. Halbuki tam tersi modda neşeli ve mutlu ve huzurlu olduğu bir anında da yaşamak ne güzel gibi naralar atabiliyor. Mesela bir fotoğraf makinesi alıp manzara fotoğrafları çekmeye başlayabiliyor. Yani hayatı mutlu ve huzurlu bir mekan olarak görüyor. Yani mutlu anında hayat güzel, mutsuz iken “Bu hayatın ne anlamı var?” denilebiliyor. Demek ki bu sorunun temelinde hisler daha ön planda. Halbuki bu mod değişikliklerini çözebilsek yani bakış açımızı değiştirsek sorunu da temelden çözmüş oluruz. Tabii bu bakış açısını yakalamak da yine Allah’ı tanıma da saklı.
Tebliğ et!