Kur’an’da anlatılan mucizelerden bir tanesi, Allah’ın Peygamberi Süleyman Aleyhisselam’ın ‘hüdhüd’ denilen bir kuşla konuşmasıdır. Bütün hayvanları ve bütün askerlerini bir meclise çağırdıktan sonra, bir bakıyor ki hizmetçilerinden bir tanesi olan hüdhüd kuşu meclise gelmemiş. “Benim emrim olmasına rağmen hüdhüd neden gelmedi? Gidin, onu bana getirin.” diyor. Cinler gidiyor, hüdhüd kuşunu getiriyor. Hüdhüd’e diyor ki: ”Sen benim emrini niye çiğnedin? Ben dedim ki: ‘Herkes mecliste bulunsun. İstişare yapacağız, konuşacağız, toplantımız var.’ Hüdhüd diyor ki: “Allah’ın Peygamberi, ben senin hiç bilmediğin ve şaşıracağın bir şey söyleyeceğim. Çok garip bir şey gördüm.” diyor. “Ne gördün?” diyor. “Falanca beldede, Yemen tarafında, bir melike var. Bir ülkenin sahibi olan bir kadın.” O kadının ismi nedir kardeşler? Belkıs. Bu kadın ve ahalisi neye tapıyor? “Senin taptığın Allah’a tapmıyor, güneşe taparlarken gördüm.” diyor. “Ben bunları güneşe taparlarken gördüm.” diyor. Süleyman Aleyhisselam ne yapıyor? “Bir mektup yazacağım, sen bu mektubu götüreceksin, ona ulaştıracaksın. Belkıs’a ulaştıracaksın.” diyor. Allah Teâlâ olayı anlatıyor. Bakın şimdi! Sonra Süleyman müşavirlerine dedi ki: “Ey ulular, onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce hanginiz o Melike’nin tahtını bana getirebilir?” (Neml, 38) Mektubu yazdı, hüdhüde verdi. Kuş mektubu götürdü. “Mektup Süleyman’dandır ve besmeleyle başlar.” (Neml, 30) diye Belkıs o ayeti okudu. Etrafındaki vezirleriyle danıştı. Vezirler dediler ki: “Savaşa girersek kesin kaybederiz. Bugüne kadar yaptığı hiçbir savaşı kaybetmedi. Cinler, şeytanlar ve hayvanlar Süleyman’ın emrindedir. Biz onunla sulh yolunu tutalım, ey Melike’miz! Savaşamayız! Hediyeler hazırlayın, ona götürelim.” Kendi aralarında böyle istişare yaparken Süleyman Aleyhisselam da kendi vezirleriyle istişare halinde. Diyor ki: “Şimdi onlar bana doğru gelecekler. Onlar bana gelmeden önce o Melike var ya, güneşe tapan Melike var ya, o beldenin sahibi; onun tahtını kim bana bir anda buraya kadar getirebilir?” Bakın şimdi, Allah’ın verdiği güce bakın! “Cinlerden bir ifrit: ‘Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm. Ve şüphesiz ben buna güç yetirecek, güvenilir biriyim.’ dedi.” (Neml, 39) Kim bunu diyen? Bir cin. İfrit. Cinlerin farklı farklı isimleri vardır. Allah Teâlâ Hazretleri bu cinlerin bir kısmını Süleyman Aleyhisselam’a bir hizmetkâr olarak verdi mi? Verdi. Süleyman Aleyhisselam bir istekte bulundu. Ortada koca bir peygamber var, mucizeler sahibi bir peygamber var, tahtı kendisi getiremiyor. Ve bir istekte bulunuyor. Ne diyor? “Kim o tahtı oradan bana bir anda getirebilecek?” İfrit ne diyor? “Ben getiririm. Sen yerinden kalkıp oturmadan getiririm.” Bu büyük bir iddiadır. Cinler daha latif varlıklar olduğu için bizden, bir anda uzak mesafeleri hızlı bir şekilde gidip gelebilirler. Allah’ın izin verdikleri bazıları da eşyaları hareket ettirebilirler. İfrit de bunlardan bir tanesidir. “Ey Allah’ın Peygamberi! Ben sana, hiç yorulmadan bir anda bunu getireceğim.” dedi. Süleyman Aleyhisselam ne buyurdu? “Olmaz! Daha hızlı bir şekilde birisinin getirmesi lazım.” Şimdi… Fahrettin Râzî bu ayeti tefsir ederken diyor ki: “İnsan kuşun avcısıdır. İnsanlar kuşun avcısıdır, kuşlar insanlardan kaçar. Cin de insanın avcısıdır, insanlar cinlerden kaçar.” Bakın şimdi, biz kuşların peşindeyiz. Kuşları hapsetmeyi çok severiz. Kuşlar en çok kimden korkar? İnsanlardan korkar. Aynı durum cinlerle bizim aramızda da mevzubahistir. Cinler de bizi ne olarak görür? Kuş gibi görür. Zayıf, basit, aciz varlıklar… Bize birer av olarak bakarlar. Tek dertleri vardır. Bizimle oynamak, eğleşmek, bizi tahakkümleri altına almak. Ekseriyetle namazı niyazı olmayan, zikri olmayan, itikadı zayıf olan, Allah’ın kitabından kopuk olan insanlara musallat olurlar. İçlerine girerler ve onlara istedikleri hareketi yaptırabilirler. Allah’ın izin verdiği ölçüde. Birçoğu çok fazla şey yaptırmak ister, Allah izin vermez. Ancak bir kısmına da sırf imtihan olsun diye ve o kul Allah’a yönelsin diye müsaade eder. Cinin onunla oynamasına müsaade eder. Bu cinlerden bir kısmını Allah, Süleyman Aleyhisselam’ın hizmetine verdi mi? Verdi. Şimdi, kuş insandan kaçıyor. İnsan cinden kaçıyor. Ama Allah Süleyman Aleyhisselam’a öyle bir kudret veriyor ki cini de ordusuna toplayabiliyor, kuşları da ordusuna toplayabiliyor, hayvanları da ordusuna toplayabiliyor. Bu bir mucize değil midir? Harikulade bir olayı Allah bir peygamberine verdiği zaman, bunun adı mucizedir. Musa Aleyhisselam’a bakın. Firavun ve askerleri arkasından kuşattı. Kızıldeniz’in köşesine kadar geldiler. Allah’ın peygamberi bir dua yaptı ve asasını denize vurdu. Denize vurduktan sonra deniz on iki ayrı yola ayrıldı mı, ayrılmadı mı? Bu kitap diyor ki: “Deniz on iki ayrı yola ayrıldı.” (Şu’arâ, 63) On iki kabilenin geçeceği yol… Bu mucize midir, değil midir? Bu bilimsel insanlar, bu teknik, bu filozoflar, felsefeciler… Bu dünyaya hükmettiğini söyleyen bilim adamları! Hadi denizin kenarına geçin. Mucizeyi inkar eden bizim yerli modernistleri de alın. Toplanın hepiniz beraber, toplanın! Ne kadar sopa varsa kaliteli, ne kadar asa varsa yanınıza alın. Ne kadar sihirbaz, büyücü varsa şu anda meşhur, Youtube’de videoları olan, havada yürüyenler… Hepsini alın! Kızıldeniz’in köşesine geçin. Denize büyülerini sihirlerini yapsınlar, vursunlar. Deniz on iki tane ayrı yola ayrılsın. Hadi yapın bakalım! Yapabilirler mi? Yapamazlar. Çünkü onların yaptığı ancak bir göz boyamasıdır. Bu ise ilahi bir kuvvettir. Allah bütün peygamberlerine mucize vermiştir. Kur’an diyor ki: Bütün peygamberlere mucize verdim. Hepsine verdim. Neden? Peygamberliğini kanıtlayabilmesi için mucize göstermek zorunda. Mucize göstermezse bizden bir farkı kalmaz. Çünkü göstermediği anda sadece şununla insanları ikna etmek zorunda kalır: “Allah bana vahiy verdi.” Peygamber bunu söyler. Karşı taraftaki de şöyle der: “Vahiy aldığına delilin nedir? Benden farklı bir şey göstermen lazım. Tamam, bilmediğim bazı kelimeler söylüyorsun. Mucize göster!” dediği anda bu peygamberin mucize göstermesi lazım. Örnek, Muhammed Aleyhisselam: “Ben Allah’ın peygamberiyim.” dedi mi müşriklerin arasında? Dedi. Müşrikler ne dediler? “Bir mucize göster bize.” Bizim peygamberimiz ne buyurdu? “Ne istersiniz? Nasıl bir mucize göstermem lazım?” “Şu Ay’ı görüyor musun, dolunayı? Dolunayı ortadan ikiye böl, biz sana iman edeceğiz.” dediler. Muhammed Aleyhisselam parmağıyla, işaret parmağıyla Ay’ın ortasından işaret yaptı. “Allah’ım sen bana yardım et.” dedi. Ve Ay ikiye bölündü. Üç gün üç gece boyunca dolunay ikiye bölünmüş hâlde kaldı. Dünyanın neresinden bakılsa bu şekilde görüldü. Gelen bütün kervanlar: “Evet biz de gördük.” dedi. Bu bir mucize değil midir? Kamer süresinin hemen başında Allah Teâlâ, Efendimiz Aleyhisselam’a verdiği mucizeyi anlatıyor. Peki neden bu insanlar mucizeleri inkâr etmek istiyor? Neden bu ümmeti zehirlemek istiyorlar? Neden bozmak istiyorlar? Çünkü şu bilinci, bilinçaltımıza vermek istiyorlar: Allah’ın bu dünyada her şeye gücü yetmez, yanlış biliyorsunuz ey ümmeti Muhammed! Tamam, ilahımız güçlü bir ilahtır ama her şeye gücü yetmez! Sapık fırkalardan, mutezileden bir örnek vereyim. “Yetmiş iki sapık fırka vardır.” diyor Efendimiz Aleyhisselam. Bir tane ehl-i sünnet fırka vardır. Benim ve ashabımın gittiği yolda gidenler. Yetmiş iki sapık fırka vardır, bunlar benim ümmetim içindendir. Ve bunlar cehenneme girecektir. Sahih bir haberdir. Bu fırkalardan bir tanesi ne? Mutezile. Ayrılanlar… Peygamber ve sahabisinin yolundan ayrılanlar. Özellikleri ne? “Mucize yoktur! Kur’an’da mucizeli ayetlerin tamamı tevil edilmelidir. Başka şekillerde açıklanmalıdır.” derler. Bu kafa oradan geliyor. İkinci görüşleri şudur: “Allah çok ilim sahibidir ama detayları bilemez.” Bak, Allah’ı yüceltiyor. Çok ilim sahibidir, ilmi sınırsızdır ama detayları bilemez. Bu nasıl bir ahmaklıktır? Daha yakınlaştıracağım. Allah Teâlâ, o kadar büyük bir ilim sahibidir ki kaç çeşit yıldız yarattığını bilir. Bak, mutezile görüşünü veriyorum. Kaç çeşit yıldız yarattığını bilir ama kaç tane yıldız yarattığını bilmez. Sen yücelttiğini mi zannediyorsun yoksa aşağılıyor musun? Bıyık altından Allah’ı aşağılıyor musun? Bu cehalettir. Kaç tane yıldız olduğunu ben bilmem, bilim adamları bilmez. Allah bilir, Allah bilir! “…Allah’ın bilgisi dışında bir yaprak dahi hareket etmez.” (En’âm, 59) Kur’an ayetiyle sabittir. Yıldızlar, yapraklardan daha önemli değil midir? Yaprağın hareketini bilen Allah, yıldızın sayısını bilemez midir? Bu nasıl bir kafadır? Yine mutezileden bir görüş vereyim. “Allah denizlerin altında kaç çeşit balık yarattığını bilir. Ama kaç tane olduğunu bilmez. Allah bunlarla uğraşmaz.” Bu da Allah’ı aşağılayan, yalanlayan görüşlerden bir tanesidir kardeşler. Sakın! Allah Teâlâ hazretleri; kuşları, hayvanları ve cinleri kimin emrine verdi? Süleyman Aleyhisselam’ın emrine verdi. Şimdi İfrit ne dedi? “Ben, sen yerinden kalkmadan o tahtı sana getireceğim.” dedi. Bu bir güç göstergesidir. Devam ediyor ayet. “Kitaptan Allah tarafından verilmiş bir ilmi olan kimse ise: ‘Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm.’ dedi.” (Neml, 40) İfrit ne demişti? “Sen yerinden kalkmadan ben sana onu getireceğim.” Yerinden kalmak demek, bedenin bir hamle yapması demektir. Gözünü açıp kapamak demek, sadece göz kapaklarının hamle yapması demektir. Hangisi daha hızlı olur? Göz açıp kapamak daha hızlı olur. Şimdi… Cin büyük bir kuvvet gösterisi yapıyor. Ama Süleyman Aleyhisselam’ın yanındaki bir zat… Kimdir o zat? Hazreti Âsaf. Allah ondan razı olsun. (Amin) Süleyman Aleyhisselam’ın baş veziridir. Keramet ehli bir zattır. Allah onu nasıl methediyor? “Kitaptan kendisine verilmiş olan, ilim olan bir zat. Kendisine ilim verilmiş olan bir zat dedi ki: ‘Sen gözünü açıp kapamadan ben o tahtı sana getiririm.’ Süleyman, Melike’nin tahtını yanı başında yerleşmiş olarak görünce: ‘Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabb’imin gösterdiği bir lütuftur.’ dedi.” (Neml, 40) Bu ayet aynı zamanda neyin delili olmuş oluyor? Keramet var mıdır, yok mudur? Şimdi, bahsedilen zat bir peygamber midir? Harikulade hâli ortaya çıkartan insan peygamber olunca buna mucize denir. Acziyette bırakan hareket, Allah’ın peygamberi tarafından gösterilir. Harikulade olan bir hâl, peygamber olmayan birisinden çıktığı zaman ne denir? Eğer Allah dostu bir zat ise, ehl-i sünnet yolunda olan bir zat ise keramet denir. Ehli bid’at yolunda olan biri ise istidraç denir. Şeytanla anlaşma yapmış, cinle anlaşma yapmış. Cine demiş ki: “Bak, az sonra benim talebelerim gelecek buraya. Ben de bir peygamber olduğumu söylüyorum onlara. Onlar benden delil isteyecekler. Ben diyeceğim ki: ‘Hiç elimi ellemeden şu çay bardağını ağzıma kadar götürebilirim.’ Bunu dediğim anda cin, sen çay bardağını alacaksın, benim ağzıma getireceksin. Tamam mı?” Cin de diyor ki: “Tamam.” Kâfir cinlerle anlaşma yapanlar… Ehl-i sünnet yolunda olmayanların gösterdiği harikulade hâllere ne denir? İstidraç, şeytanla yapılan anlaşma. Cinleri olan bir çok insan vardır. Müslüman cinlerle diyaloğa girebilir. Allah Teâlâ latif yaratmıştır. Bir de kâfir cinlerle diyaloğa giren insanlar vardır. Bunların tek işi vardır. Büyü yapmak, büyü yaptığı insanın kendisine mecbur bırakılması. Devamlı kendisine getirtmek ve ondan para istemek. Bundan dolayı Fahrettin Râzî hazretleri buyuruyor ki: “Cinlerle hiçbir surette yakınlaşmak bize caiz değildir. Devamlı olarak onlardan uzak durmak zorundayız. Bunun delili şu ayet-i kerimedir.” diyor. Bizim her sohbetin başında okuduğumuz ayeti okuyor. “Şeytanların dürtmelerinden sana sığınırım. Allah’ım, Rabb’im şeytanların dürtmelerinden sana sığınırım. Ve onların yanımda hazır bulunmalarından da sana sığınırım.” (Mü’minûn, 97-98) Bu ayet-i kerime; cinlerden ve şeytanlardan uzak durmamız gerektiğini, yakınlaşmamamız gerektiğini bize bildiren bir ayet-i kerimedir. Allah’a böyle dua edin, diyor. Şu hâlde kardeşler mucize midir, değil midir? Bu bir peygambere verilseydi… Allah’ın Peygamberi Süleyman Aleyhisselam bir dua yapsa, “Allah’ım onun tahtını benim yanıma getir.” dese Allah getirir mi, getirmez mi? Hemen getirir. Ama Süleyman Aleyhisselam bunu yapmadı. Dedi ki: “Aranızdan ehliyetli, Allah’ın sevdiği bir kul bana bu harikulade hâli yapsın.” deyince Allah Teâlâ, etrafına boş varlıkları vermediğinin bir delili olarak, o kul, Hazreti Âsaf tahtı aldı, getirdi Süleyman Aleyhisselam’ın yanına koydu. İşte kardeşler, bu da mucizelerden bir tanesidir. Bu mucizeleri inkâr edenler, bu Kur’an ayetlerini inkâr edenler, çok fena bir demire balta vurdular. İnsan oduna balta vurabilir, ağaca balta vurabilir ama demire balta vurmak akıllı insanların işi değildir. Mucize yok dediğin zaman bu kitabın içindeki yüzlerce hakikati reddetmiş, inkâr etmiş oluyorsun. Allah bunlara hidayet versin. (Amin) Amin.
Tebliğ et!