Vallahi bak! Bu şeytan bize unutturuyor. Bu nefsimiz, bize unutturuyor. Binlerce nimetin üzerindeyiz. Ve nelerin sahibi olduğumuz konusunda, gaflete düşürmüşler. Perdeler çekmişler gözümüze. Allah bana bir şey vermedi ki…. Allah beni yaratırken, bana sormadı ki. Öğrenci kardeşim! Öğrenci kardeşim. Okulda, bu kadar sene boyunca okuduğun okulda, eğitim gördüğün okulda aldığın bütün bilgilerden sınava çekileceğin gibi… Sınava çekilmeden okuldan mezuniyet yok. Bütün öğrenciler istisnasız sınava çekilmek zorundalar. Bütün bu, aldığın bilgiler neticesinde sınava çekileceğin gibi… Allah’ın sana verdiği, 20-40-60-80 sene neticesinde de sınava çekileceksin, hesap sorulacaksın. Ben sana bu kadar ömür verdim, zaman verdim. Sen bu zamanı nasıl kullandın? Ne yaptın, nerelerde değerlendirdin? Bunun hesabın vereceksin. O sınava, okulda bir diploma almak için, bir kariyer başlangıcı yapmak için Çalıştığın sınavlara… Ne kadar özen gösteriyorsan, bunun çok daha fazlasını dünya ve ahiret sınavı için, göstermen gerekmez mi, öğrenci kardeşim? Bu çok daha önemli değil midir? Dünya kariyerin zirvede bile olsa, en kariyerli adam, 60’ta, 70’te gidiyor. Süperdi, bütün dünya onu tanıyordu. Yüz bin takipçisi vardı, milyon takipçisi vardı. Reklamlardan büyük gelirleri vardı. 60’ta, 70’te gitti. Takla. Bazıları da erken gidiyor. 40 yaşında. Arabayla ağaca bindiriyor, yanarak ölüyor. Kariyerinin zirvesinde. Güzel mi güzel, bir adam. Ama gitti bak! Kariyer, bitişi var kariyerin. Ahiret kariyerin, dünya kariyerinden çok daha önemli. Sen ahiret kariyerine odaklanacaksın. Allah’ımız bunu söylüyor. Ben eğer dileseydim… Yeryüzündeki bütün insanlar كُلُّهُمْ جَمِيعًا ۚ(Kulluhum cemîân) “Toplu bir halde, topyekûn olarak iman ederlerdi.” “Bu benim için çok kolay.” Allah için bu kadar kolay olan bir şey. O’nun kudretini bize gösteriyor. Nasıl Allah, topluca imana sevk eder? Nasıl Allah, onları imana zorlar? Allah’ın zorlaması, kulun yapacağı bazı fiillerden sonra olur. Ahmet Yesevi Hazretleri’nin bir sözü var. Kul, kendi perdelerini kaldırmadıkça Allah, onun perdelerini kaldırmaz. Ne demek bu? Şimdi her gün sen, iş yerinde çalışıyorken; 5 vakit ezanı duyuyor musun duymuyor musun? Türkiye’de yaşıyorsan, ezanı duymayacağın bir yer, çok nadirdir, çok zordur. Ücra köşelere gitmen lazım. Sahil bölgeleri filan. İçkinin ve zinanın bol olduğu yerler. Bunun dışında her yerde, sen bu ezanı duyuyor musun duymuyor musun? Duyuyorsun. Şimdi! Ezanı işittiğin anda, hemen karşına bir perde gelir. Şeytan, gelir ve sana siyahi bir perde koyar. Kulaklarına bir ağırlık gelir, gözlerinin önüne bir perde gelir. Şimdi kılma boş ver! Bu perdedir. Şimdi sen kalbine o ışığı, o aşk ışığını, o ilim ve hidayet ışığını istiyor musun? Allah, seni sadık ve salih bir kul yapsın istiyor musun? O perdeyi kaldıracaksın! Kes Ulann! Şeytana bir ayar çekeceksin! Bir atar gider yapacaksın ya! Mafya babalığını karınıza yapıyorsunuz. Mafya babalığını, çocuklarınıza yapıyorsunuz. 8 yaşında, 10 yaşında çocuğa mafya babalığı… “Benim dediğim olacak” diyorsun. Şeytana gelince, peki ağabey. Kılmayacaksın namazı! Tamam ağabey. Gitmeyeceksin o sohbete! Ne dersen, o olur ağabey. Oğlum, niye ağabey çekiyorsun sen buna? Buna niye ağabey çekiyorsun? Bu senin, en büyük düşmanın. Kur’an’ın deyimiyle, “aduvvun mubin” عَدُوٌّ مُبِينٌ Apaçık bir düşman. Ben size demedim mi, şeytanın adımlarını takip etmeyin. “O size apaçık bir düşmandır.” Ayetlerdir bunlar. Bu senin apaçık bir düşmanınken, sen perdelerini kaldırmıyorsun. Ve bunu takip ediyorsun. O perdeyi kaldıracaksın. Arkadaşın geldi, seni sohbete davet etti. Yahut da mesaj gönderdi. Mesajı sessize al. Bak perde! Niye sessize alıyorsun? Bir cevap ver. Kardeşim, Lütfen! Bak, şu anda nefsimle mücadele ediyorum. Lütfen, akşamleyin gitmeden yarım saat önce, beni bir kere arar mısın? Teşvik lazım bana. Ben nefsi kuvvetli bir adamım. Şımarığım! Şımartmışım ben bu nefsi. Sohbete gitmek, namaz kılmak, bana çok ağır geliyor. Bana tazyik lazım, itici bir güç lazım ki perdemi kaldırabileyim Perdeni kaldırmak için biraz hamle yapman lazım, işte o perdeyi kaldırdığın zaman da Allah, senin bütün perdelerini kaldırır ve kalbine hidayet ışığını ulaştırır. Ulaştırdığı zaman artık bu sefer arkadaşını sen davet edersin. Salı günü gelse de şu sohbete gitsek, biraz ilim öğrensek… “Hadi bu günler niye geçmiyor ya?” dersin. Bak kalbe ışık gelmiş. Işık geldiği zaman oraya ait hissedersin. Tıpkı Kâbe’ye gitmiş bir adam gibi. Kâbe’ye bir kere gittin mi ne yapıyorsun? Benim bir daha gitmem lazım! Ne var burada ya. Ne var burada? Burada taş ve topraktan başka şeyler var. Oraya giden bilir… Oranın havasını teneffüs eden, O hidayet muhabbetini ve suyunu kalbine, ciğerlerine indiren adam bilir. Allahu Teala bize, 3 defa nasip etti. İnşaAllah 30 defa nasip olsun. Hepimize nasip olsun, kardeşler. Amin. Beni ne zaman anlarsın, gittin o Kâbe’nin karşısına geçtin, çıplak gözle Kâbe’yi gördün mü Anlarsın ki, ben taş ve toprağa gelmedim. Burası başka bir yer. Burası benim ait olduğum bir yer, ruhum buraya ait hissediyor. Ben burası için varım. Bunu hissedersin. Rabbimiz Teala, bu havayı hepinize teneffüs ettirsin İnşaAllah. Amin Ya Muin. İşte, dileseydi Allah nasıl hidayet ederdi? Bir rüya verirdi. Allah bir adamın hidayetini diledi mi, ona bir rüya verir. Mecbur kalır. İmam Râzî Hazretleri, ayetin bu kısmını tefsir ederken diyor ki; Allah, ya Peygamberi eliyle mucizeler göstererek, onları zorlar imana… yahut da onların kalplerinde hidayeti yaratır. İki şekilde imana zorlar. İmana zorlaması böyledir. Nasıl olacak? Peygamberine der ki; şu şu mucizeleri çıkart. Denize asa ile vur, gerisine karışma! Musa Aleyhisselam’a demedi mi? Kocaman Kızıldeniz’e elindeki tahtayla bir vurdu, Kızıldeniz’i yardı. Mucize gösterir ama, başka ayetlerinde Allah Teala Hazretleri diyor ki; Sen onlara, dağları altın yapsan, melekler inse ve onlarla konuşsa, ölüleri diriltsen ve onlarla konuşsalar… Yine de iman etmezler. Bakın, demek ki mucize, bir adamın iman etmesi için yeterli değil. Bir adam ölü ile konuşsa ne olur? Kabirden çıktı mesela… Bir hayal edin. Zombi filmlerinin gerçek olduğunu hayal edin. Geceleyin uyuyorsun, sabah bir kalkıyorsun… Kabirlerinden yüz tane adam çıkmış. Zombi gibi, her tarafları paramparça bir şekilde dolanıyorlar. Kabir azabı var! Mehmet Okuyan, kabir azabı var! Mustafa İslamoğlu, kabir azabı var! O kadar yalan söylediniz. Muhammed Aleyhisselam’ı yalancı yaptınız. Kabir azabı var! Çıksa bunlar. Senin Mehmet ile Mustafa. İki ahbap çavuş. Ne yapar? Eyvah ulan! Biz bu kadar hadisleri inkar ettik, Muhammed Aleyhisselama yalancı dedik. Yüz binlerce alimin kitaplarında yazdığı nakil bilgileri, Kur’an ayetlerini inkar ettik. Ama gel gör bak, çıktılar adamlar kabirlerden, gördükleri azabı bize naklediyorlar. Derler mi demezler mi? Allahu Teala ayetinde diyor ki; Ölülerle bile konuşsalar. Ve ölüler bunlara, kabirde gördükleri sıkıntıyı, azabı anlatsa… Allah hidayet etmedikçe, bunlar yine hidayet olmazlar. Demek ki mesele Mucize görmek değil. Mucize sadece, Allah’ımızın o Peygamberin gerçek bir peygamber olduğunu ispat etmek için, etrafındaki insanlara bildirdiği, gösterdiği küçük ücretler, küçük deliller. Bir Peygamberin, Peygamber olmasının en önemli özelliği, mucizedir. Onu göstermek zorundadır. Sen Peygamber isen, mucizen olacak! Bütün Peygamberlere mucize vermiştir diyor, Kur’an’da Allah Teala. Dolayısıyla; mucize gördüğü anda, adamda sadece şu düşünce ortaya çıkar. “Tamam, bu Peygamberdir. Çünkü normal bir adam; bu insanın yaptığı şeyleri yapamaz,” der. Başka bir şekilde nasıl hidayet eder? Kalbinde, o hidayet ışığını ortaya çıkartır. Yaratır! İşte, bunun içinde kuldan bir hamle bekler! Tek bir hamle. Kendi perdesini kaldırdığı anda; Ben şu Peygamberi bir dinleyeyim. Muhammed bu güne kadar yalan söylemedi. (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Ben şunu bir dinleyeyim, bakayım. Kim demişse; ben şunu bir dinleyeyim, bakayım. Allah onun kalbinde, hidayeti yaratır. Sad bin Muaz’ı hatırlayın. Medine’ye ilk hocamız gitti bizim. İlk hocamız kim? Mus’ab bin Ümeyr, Allah ondan razı olsun. Amin. 18 yaşında! İlk İslam davetçisi, Muhammed Aleyhisselam’ın ilk talebesi. Medine’ye gitti. Sad bin Muaz da Medine’nin üç tane büyük liderinden bir tanesi. Nasıl Mekke’de Ebu Cehil, Ebu Leheb, Ebu Sufyan… Sad bin Muaz da Medine’nin liderlerinden birisi. Müşrik. Bir duydu ki, bir genç gelmiş. Kendisinin peygamber olduğunu söyleyen bir insanın, davetini insanlara aktarıyor. İnsanlar da onu dinliyorlar. Ve dili, su gibi akıyor. Eline bir tane mızrak aldı. O genci, Mus’ab bin Umeyr’i korkutmak için yanına gitti. Mızrağının ucunu yere sapladı. Araplar’da mızrağın ucu yere saplandı mı, tehlike var! Benimle yapacağın konuşmalara dikkat et! Sana savaş açmak üzereyim demektir. Bu bir mesajdır. Mızrak, uçla saplanmış. Mızrağın ucunu yere sapladı, Sad bin Muaz dedi ki; Benim halkımı, atalarımın dininden uzaklaştırmak istiyormuşsun… Ve tek bir ilaha secde etmemizi istiyorsun. Sakın ola, benim halkıma sohbet yapma! Devam edersen, seni burada öldürürüm. Mus’ab bin Umeyr ne dedi? Bize böyle bir şey dese biz ne yaparız? Ben Tekvando’cuyum sen kimi öldürüyorsun ya? Ne ayak’sın oğlum sen? Biz böyle deriz yani. Ama Hazreti Mus’ab bin Umeyr ne dedi? Beni birazcık dinler misin? Lütfen! Şuraya oturup Allah için beni birazcık dinler misin? Beğenmezsen çeker giderim. İslam davetçisi, gerçek bir davetçi. Peki dedi. Oturdu, Mus’ab bin Umeyr’i dinlemeye başladı. Oradan ayet söyledi, buradan hadis söyledi… Peygamberin ahlakından biraz bahsetti. Dedi ki: Ben şimdi, iman ediyorum. Bakın Sad bin Muaz bir şey yaptı. Ben seni dinlemem deseydi, perdesini kaldırmamış olurdu. Ne dedi: Tamam, seni dinleyeceğim. Kendi perdesini kaldırdı. Ahmet Yesevi’nin sözü ortaya çıkıyor. Kul, kendi perdesini kaldırdığı zaman, hamle yaptığı zaman, Allah onun perdelerini kaldırır. Ve Sad, o anda iman etti. Sonra ne oldu biliyor musun? Gitti kavmine… Yüzlerce insan. Ben dedi: Bazı sözler işittim, bir gençten. Son Peygamber’i bana anlattı ve o gencin sözleri İnsan sözü değildi. Ben anladım ki bunu, yerleri ve gökleri yaratan ilah söyledi. Ben iman ettim. Siz de eğer beni dinlerseniz, size karşı biraz hatrım varsa… Sizde iman edin, dedi. Ve kavminden istisnasız herkes, onu seven herkes Çok dürüst bir adamdı çünkü. Hepsi iman ettiler. Kendi perdelerini kaldır. Allah senin binlerce perdeni kaldırır. Hamle senden gelecek. Hamle senden! Başka bir hidayet etme yöntemi nedir Allah’ın? Rüya verir. Allah dilese, en büyük kafir başkanlara, öyle bir korkutucu rüyalar verir ki. Öyle açık ve net rüyalar verir ki; Adam iman etmek zorunda kalır. Veliler’in büyüklerinden, Ebul Vefa Hazretleri. Biliyorsunuz, İstanbul’un fethinden önce, İstanbul sur içine girmiştir. Ve binlerce insanın, gayrimüslim’in Müslüman olmasına vesile olmuştur. Manevi Fatih’lerimizden bir tanesidir. Bir tanesi Akşemseddin Hazretleri, bir tanesi Ebul Vefa. Boyna o, Vefa’ya gidiyorsunuz, boza içiyorsunuz… Şeyh’e gidip dua okuyan yok! Şeyh’e gidip Kur’an okuyan yok. Kardeşler! Ölülere, bizim iki tane faydamız olabilir. Başka hiç bir faydamız olamaz. 1) Onların ruhuna Kur’an okumak. 2) Onlar adına istiğfar etmek. Kimin ölüsü varsa bilsin ki, başka hiç bir fayda sağlayamaz. Şeyh de olsa, Alim de olsa, Peygamber de olsa; dua ister bundan mutlu olur, haz alır. Bu onun derecesini arttırır. Manevi derece… Cennetteki derecesini arttırır. Dolayısıyla vefat etmiş olan her insan, kabrine birilerinin gidip, Kur’an okumasını bekler. Ama oraya giden insan, bozayı bir görüyor! Ooo Arnavut bozası bu diyor. Şeyh’e giden yok! Para veriyorsun orada boza içiyorsun. Şeyh efendi orada bekliyor. O mübareğe gidin, oraya gittiğiniz zaman muhakkak mübarek… Camisi biraz ilerde, belki 30-40 metre ilerdedir. Sol taraftadır. Ebul Vefa Hazretleri. Sultan Fatih’ini kapısına kadar gittiği, tahta kapısından içeri giremediği, görüşmeyi kabul etmeyen zat. Büyük bir Allah dostu. Hocasından icazet istiyor, bana müsaade edin. Buhara’ya gideyim. Hem biraz ilmimi geliştireyim, hem de orada bir sohbet halkası kurayım… İnsanların hidayetine vesile olamak istiyorum. İcazet’iniz var mıdır, müsaadeniz var mıdır? Hocası dedi ki: Tabi evladım çık! Geldi Buhara’ya. Fakat işte, mekan bulma sıkıntısı, mali sıkıntılar… Parası yok, aç. Yatacak yeri de yok. Bir yer açması lazım ki, insanları sohbete davet etsin… Bu da yok, hep fakirlik. Dedi ki: Ben Buhara Emiri’ne çıkayım. Seyyid olduğumu ona söyleyeyim. Belki Seyyid’lere bir özen gösterir, hürmet eder… Bize küçük bir oda bile açsa, insanları İslamı öğretmek için davet edebiliriz. Buhara Emiri’ne çıkıyor ve diyor ki: Ben Seyyid’im. Muhammed Aleyhisselam’ın soyundan geliyorum. Buraya hem ilim tahsili, hem de halkı irşad için geldim. Bana bir oda ayarlasanız, bir yardımcı olsanız. Bir oda, her gün biraz ekmek bana yeter… İnsanlara İslam’ı anlatmak istiyorum. Deyince… Buhara’nın Emiri diyor ki: Burada yalancı Seyyid çoktur. Herkes Muhammed Aleyhisselam’a kendisini nispet eder ve Seyyid olduğunu söyler. Ama bunların 10’da 8’i yalancıdır. Ben nereden bileyim, senin Seyyid olup olmadığını? Deyince, mübarek çok üzülür. ve kaldığı yere geri gider. Buhara Emiri gece yatar ve uykusunda kıyametin koptuğunu görür. Bak! Allah, bir adamı uyarmak, ikaz etmek istediği zaman, rüya ile nasıl ikaz ediyor. Emir bile olsan… Bir devletin, bir beldenin Sultan’ı Vali’si bile olsan Allah, alır adamı yatağından aşağı indirir. Kıyametin koptuğunu görüyor. Muhammed Aleyhisselam’ın Liva-ül Hamd Sancağı’nı görüyor. Koşa koşa oraya gidiyor. Bakıyor ki: Efendimiz Aleyhisselam Havz-ı Kevser’inden suları almış Ümmeti’ne dağıtıyor. Ben senin ümmetinim Ey Allah’ın Resul’u diyene Havz-ı Kevser’inden su içiriyor, susuzlukları gitsin diye… Bu, çok susamış. Peygamberimizin yanına gidiyor ve diyor ki: Ben senin ümmetinim Ey Allah’ın Resul’u, bana su verir misin? Çok susadım. Diyor ki: Ben senin ümmetindenim diyorsun ama ben senin, ümmetim olduğunu nereden bileceğim? Ey Allah’ın Resul’u, Vallahi ben senin ümmetinim diyor. Sen eğer benim, gerçekten benim ümmetim olsaydın… Benim bir evladım, sana geldiğinde yardım istediğinde, onu aşağılayıp geri çevirmezdin. Deyince bu, şimşekler çakmış bir şekilde gözleri açılıyor. Benim evladım dediği kim? Şeyh Ebul Vefa Hazretleri. Gözleri açılıyor, hemen adamlarına emir veriyor, çabuk bu zatı bulun, yerini tespit edin ben gideceğim. Nerede? Hangi kuytu köşede kalıyorsa. Emir gidiyor yanına… Ellerini öpüyor, ikramlarda bulunuyor ve ona bir ilim meclisi açıyor, sohbet meclisi açıyor. Buna: Rüya ile hidayet etme deniliyor. Nice papazlar, nice Hristiyanlar, yapmış oldukları küçük hayırlar sebebiyle, küçük iyilikler sebebiyle… Allahu Teala tarafından çok sevdikleri bazı insanları, rüyalarına aktarmak suretiyle, göndermek suretiyle, ikaz edilirler. Ya zor yolu tercih eder, İslam’a girerler… Çünkü alıştığın her şeyi terk etmiş olman lazım. Bütün bilgilerini, şirk bilgilerini unutacaksın! Bu zor yoldur, kardeşler. Ya da kolay yolu tercih ederler. Yok! Ben İslam’ın doğru olduğunu düşünmüyorum. Ben bildiğim gibi, bana müdahale etmeyen, 3 Tanrı’nın akidesine devam etmek istiyorum, der. Kolay yolu tercih eder. Bak! Kendi perdelerini kaldırmadı. Sen, perde üstüne perde örtüyorsun, üstüne. ve diyorsun ki: Allah, bana niye hidayet etmiyor? Camını, pencereni her taraftan kapatmışsın, kilitlemişsin ve diyorsun ki: Niye bu güneş benim evimin içine doğmuyor? Her tarafa tahta koymuşsun ya! Çıkart bu tahtaları. Güneş, senin evinin içine de doğacak. Ama sen, gözlerini kapatmışsın. Perdeleri üstüne doldurmuşsun ve diyorsun ki: Güneş diye bir şey yok! Allah, bu insanlara hidayet versin. Amin.
Tebliğ et!