Kainatın kalbinden, Allah’ın beytinden, Rabb’imizin evinden Selamın aleyküm arkadaşlar. Burada biliyorsunuz daha önce çok defa tarif etmeye çalıştım ama her zaman kelimelerin kifayetsiz kaldığını ifade etmeye çalıştım. Gerçekten kelimeler yetmiyor. Anlatamıyorsunuz burada nasıl bir güzellik var, nasıl bir maneviyat var. Gerçekten tatmayan bilemez. Ben 25 yaşına kadar neler kaçırdığımı bilmeyerek buradan uzak yaşamışım 25 yaşımda ilk defa geldiğimde bundan 7 sene evvel ilk defa geldiğimde Dedim ki: “Rabb’im ben 25 yaşıma kadar nasıl oldu da buranın farkına varmadım? O yüzden size tez tavsiyem ilk fırsatta imkanlarınızı toplayın ve çıkın gelin. Allah’ın beytine misafir olun, olmak için şartlarınızı zorlayın. Buraya gelmek emin olun parayla alakalı değil. Çok defa da söyledim her sene de şahit oluyorum. Çok gelen insanlar var, gerçekten maddi imkanları yokken Allah nasip ediyor. Nasip olması sizin ciddi iştiyakınızla alakalı. Bir de yani, siz Cenab-ı Hakk’tan isteyin ama O’nun hikmetine de tevekkül edin, Allah’ın kararı ne olacak diye. Emin olun geldiğinizde burada çok ciddi bir muhabbet hissedeceksiniz. O muhabbet sizi ebediyete taşıyacak. O muhabbet sizi ahirete taşıyacak. Ve ahirette inşallah ebedi saadette Efendimiz (asm)’la birlikte olmanızı o sevgi belki de temin edecek. Bir gün bir bedevi Allah Rasulü (asm)’a geldi sordu. Dedi ki: “Ya Rasulullah kıyamet ne zaman kopacak?” Efendimiz (asm) dedi ki: “Peki senin buna hazırlığın nedir?” Adam boynunu büktü. Dedi ki: “Ya Rasulullah benim hiçbir hazırlığım yoktur. fakat Allah’a ve Rasulüne olan çok derin bir muhabbetim vardır. Allah’ı ve Rasulünü çok seviyorum.” dedi. Efendimiz (asm) tebessüm etti. Dedi ki: “Öyleyse: el mer’ü meâ men ehâbbe. (Kişi sevdiğiyle beraberdir.” O gün sahabeler anlatıyor: “O gün Medine’nin en mutlu günüydü. Bayram sevinci gibi bir sevinç yaşanmıştı.” Evet, kişi sevdiğiyle beraberdir. Siz gerçekten seviyor musunuz? Sevdiğinizi nasıl göstereceksiniz? Elbette Allah’a itaat ederek. Ve evet o sevgi azatlı köle olan esmer Sevban’ı derinden yakalamıştı. Yüreğinin tam ortasından yakalamıştı. Ve Sevban bu sevgiden dolayı bir gün Mescid-i Nebevi’de ağlamaklıydı. Efendimiz (asm) sahabelerini mutlaka gözlemlerdi. Hiçbirini ıskalamaz, her birisinin derdiyle ilgilenirdi. Her birisi zannederdi ki: “Allah’ın Rasul’ü en çok beni seviyor.” Ve Sevban’a sordu: ” Ne oldu, nedir seni üzen? Nedir seni böyle hüzünlendiren?” Sevban dedi ki: “Ya Rasulullah, sabah ilk kalktığımda sizi görmeden güne başlayamıyorum. Ben size doyamıyorum, sizin hasretiniz içimi yakıyor. Beş dakika sizden ayrı kalsam, aklım sizde kalbim sizde hemen koşup gelip sizi görüp rahatlıyorum. Akşam yatmadan önce en son sizi görmeye çalışıyorum. Ya Rasulullah! Bu dünyada sizinle beraber olmak bana nasip oldu. -Bize nasip olmadı ya Sevban! Ne şanslıydın sen!- Ama öldükten sonra ne olacak? Bunu düşündüm ve ağlamaya başladım. Çünkü sizin cennete gideceğiniz kesin Fakat acaba ben cennete gidebilecek miyim? Bu ise meçhul. İşte bunu düşündüm ya Rasulullah! Ya cennete giremezsem, sizle beraber olamazsam? Ya sizi bir daha hiç göremezsem? Bunu düşündükçe hasreti ciğerimi dağladı.” Ya Sevban, peki biz napalım? Biz onu hiç görmedik. Ama onu görmeden sevdik. Efendimiz (asm) ona çok güzel şeyler söylemek istese de belki de, fakat Cenab-ı Hakk’tan bir işaret gelmesini beklercesine suskunca durmuştu. Çünkü semada bir titreşim vardı. Semada muhabbetin çektiği sağanak yağmurlar bekleniyor o yağmurlar için sevgi ve muhabbet ve aşk bulutları toplanıyordu. Ve o sahabenin gönlüne yağdığı gibi o bölgeyi rahmet yağmurlarıyla yıkayan ve o dönemi ise saadet asrına çeviren yağmurlar toplanmış ve vahiy yağmurları sağanak sağanak yağmaya başlamıştı. Ve Allah ayetini gönderiyor. Nisa Suresi’nde Cenab-ı Hakk buyuruyor ki: “Kim Allah’a ve Rasul’üne itaat ederse, onlar, kendilerine nimet verilmiş olan peygamberler, sıddıklar, salihler ve şehitlerle beraberdir. Onlar ne güzel dostturlar.” buyuruyor. Ve o sevgiydi, Hz. Ömer’i bir sehpa gibi başını Hz. Abbas’ın ayaklarının altına koydurtan. Bir gün Hz. Ömer cuma namazına gitmek için sünnet olduğu üzere en güzel kıyafetini giymişti. Bembeyaz cübbesini üstüne giymişti. Fakat Hz. Abbas’ın evinin yanından geçerken evin üstündeki oluğun içinden kan damlamış ve cübbesini kirletmişti. Hz. Ömer bir anda celallendi. Hemen emir verdi ve o oluğu yerinden söktürdü. Hz. Abbas, çatıda yaralı bir hayvanın yarasını yıkamıştı. Ondan dolayı kan damlamıştı. Ve o oluk sökülünce Hz. Abbas bir anda Hz. Ömer’e çıkıştı: “Ya Ömer! Ne yaptığının farkında mısın? Vallahi o oluğu Rasulullah (asm)’ın iki eliyle oraya bizzat kendisinin taktığını gözlerimle gördüm. Hz. Ömer, Rasulullah (asm)’ın yaptığı bir şeyi yıkmanın pişmanlığıyla bir anda olduğu yere çöktü ve ağlamaya başladı. Sonra kalkınca “Vallahi” dedi. “Abbas ben başımı yere koyacağım sen de başımın üstüne basacaksın. Başım bir taş gibi ayağının altına destek olacak ve o oluğu yerine takacaksın.” dedi. Hz. Abbas bir türlü kabul etmiyordu ama karşısındaki Hz. Ömer’di. Karşı koyamadı. Hz. Ömer – koca halife- başını taşa koymuştu ve Hz. Abbas ayaklarıyla onun başının üstüne bastı ve oluğu yerine taktı. İşte o sevgiydi Rasulullah (asm)’ın koyduğunu yerinde çıkartmama iştiyakını oluşturan. Bir gün Efendimiz (asm)’ın Mekke fethinden sonraydı. Ensar, Efendimiz (asm)’ın bir türlü Medine’ye dönmediğini görüyor ve şeytan tarafından bazı vesveselere maruz kalıyorlardı. Acaba Rasulullah (asm) bir daha onların yurtlarına geri dönmeyecek miydi? O, Mekke’yi buldu. Acaba artık Medine’yi terk mi edecekti? Böyle düşünüyorlardı. Aylar geçmişti ve Hevazinlilerle Huneyn savaşı yapılmıştı. Hevazinlilerden ciddi manada bir ganimet elde edilmişti. Efendimiz (asm) bu ganimetleri henüz Müslüman olmamış olan Kureyşlilere dağıtarak onların yüreklerini İslam’a ısındırmak istiyordu. Efendimiz (asm)’ın bu kararı Ensarın bazı gençleri tarafından anlaşılamamıştı. Onlar şeytanın bu vesveselerine maruz kalıyor, diyorlardı ki: “Efendimiz (asm) artık kendi yurdunu buldu. Mekke’yi buldu, doğduğu toprakları buldu. Elbette geri mi dönecek bir daha Medine’ye? Ve O, akrabalarını buldu, bizi unuttu. Artık ganimetleri onlar arasında bölüştürecek.” diyorlar ve şeytanın bu vesveselerine maruz kalıyorlardı. Ama Efendimiz (asm) böyle düşünmüyor, çok farklı düşünüyordu. Efendimiz (asm) topladı bütün Ensarı. “Ensardan kim varsa gelsin.” dedi. Ve Ensarın gençleri, yaşlıları, önde gelenleri hepsi toplandılar. Efendimiz onlara dedi ki: “Ey Ensar topluluğu! Benim hakkımda, ganimetleri dağıtmam ve bazı kararlarım konusunda aranızda konuştuklarınızı duydum. Ey Ensar topluluğu! Siz dalalet karanlıkları içindeyken, siz imandan uzakken ben sizleri hidayete kavuşturmadım mı? Sizler aranızda ihtilafa ve ayrılığa düşmüşken ben sizleri birleştirmedim mi? Sizler fakir kimselerken benim elimle bolluğa ve berekete kavuşmadınız mı?” Ensar ağlamaya başlamıştı. Allah’ın Rasul’ü karşısında mahcup oluyorlardı. Ve Allah’ın Rasul’ü (asm) şöyle buyuruyordu: “Ey Ensar topluluğu! Sizler, “Eğer muhacirlerden olmasaydım Ensardan olmak isterdim.” bunu bilmiyor musunuz? İnsanlar bir vadide toplansa, Ensar da diğer vadide toplansa ben Ensarların arasında bulunmak isterdim. Ben sizi tercih ettim Herkes develeriyle, koyunlarıyla ve mallarıyla evlerine dönerken siz Allah ve Rasulü ile dönmek istemiyor musunuz? Bundan daha büyük bir ganimet mi var sizin için.” dedi. Ensar ağlıyordu. Efendimiz (asm)’a yalvarıyorlardı. Efendimiz (asm) sözlerine devam etti: “Ey Ensar topluluğu! Sizler dalalet karanlıkları içindeyken imandan ve hidayetten uzakken benim elimle hidayete kavuşmadınız mı?” Onlar ağlamalarını arttırmışlardı. “Ey Ensar topluluğu! Sizler dağınık kimseler ve ayrılığa düşmüş kimseler iken benim elimle birliğe kavuşmadınız mı? Sizler fakir kimseler iken benim elimle bolluk ve berekete kavuşmadınız mı?” dedi. Ensar cevap veremeyecek derecede ağlamaya başlamıştı. Çünkü onların kalbine Allah ve Rasulü’nün sevgisi had safhadaydı. Efendimiz onların o hıçkırıklara boğulmuş halini görünce sözlerinin seyrini değiştirdi: “Ey Ensar! Benim bu sözlerime karşılık, sizin de şu sözleri söylemeniz gerekirdi: Ey Allah’ın Rasulü! Sen memleketinden kovulmuş bir halde iken biz seni bağrımıza basmadık mı? Ey Allah’ın Rasulü! Sen hiçbir şeyin kalmamışken biz malımızı senle paylaşıp seni bağrımıza basmadık mı? Bunları demeniz gerekirdi.” Ensar ayağa kalktı: “Ya Rasulullah! Vallahi biz bunları söylemeyeceğiz. Vallahi biz, Allah ve Rasulüne razıyız. Vallahi biz ganimet olarak Rasulullah’ın bizimle Medine’ye gelmesine razıyız. Başka hiçbir şey istemeyiz. Yeter ki sen ol ya Rasulullah!” demişlerdi. İşte Ensarın kalbindeki Allah Rasulü sevgisini bütün dünya malından ve ganimetinden üstün hale getiren ancak bu imanın neşesi ancak imanın girdiği gönüldeki aşk-ı İlahi’ydi. Rabb’im bu sevgiyi bizim de kalbimize yerleştirsin. Biz de onun sünnetine aynı onlar gibi – Ashab-ı Kiram gibi- Efendimiz (asm)’ın arkadaşları gibi sahip çıkalım ve sarılalım asla bırakmayalım. Unutmayın: “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” Onunla beraber olmayı kim istemez? Eğer onunla beraber olmak istiyorsanız işte sarılacağınız sünnet-i seniyye burada. O aşkı da yakalamak istiyorsanız, işte Kabe burada. Çınaraltı logosu
Tebliğ et!