Fitne kapısı kırılmıştı. (Gümleme sesi) İslamın 3. Râşit halifesi, 2 nur sahibi, Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın damadı, Hazreti Osman (r.a.) şehit edilmişti Kalemle çizme sesi Sahabelerden Abdullah Bin Selam (r.a.) feryat ediyordu. Fitne kapısı artık kıyamete kadar kapanmayacak. Eyvah ki eyvah diyordu. Said Bin Zeyd (r.a.) öylesine üzülmüştü ki Uhud dağı yıkılsa, Uhud Dağı yakılsa yeridir diyordu. Efendimizin (s.a.v.) sır kâtibi Hazreti Huzeyfe (r.a.) beddua ediyordu “Allah’ım onlara lanet et, onları paramparça et. (Gök gürlemesi sesi) Allah’ım onlar boyunları kılıçla vurulmadıkça ölmesinler.” diyordu. Sahabe Öfke doluydu. Hazreti Ali (r.a.) ise Hazreti Osman’ın (r.a) şehit edildiğini duyunca çizgi çizgi oldu yüzü kederden. Katillere nida etti: “Vallahi onlar Cehennem’e gireceklerdir, (gök gürültüsü sesi) onu nasıl öldürürler? O akrabayı en çok gözeten ve Allah’tan en çok korkanımızdı. Rasulullah’ın (s.a.v.) kendisinden hoşnut olduğu 6 kişiden ve Cennet’le müjdelenen 10 kişiden biriydi.” demişti. Fakat olan olmuş; katiller ellerini o nurlu adamın kanıyla bulamışlardı. Kalbi İslam’ı ağlatacak nice hadiselerin başlangıcıydı bu. Hazreti Osman’ın (r.a.) şehid edilmesiyle artık yeni bir dönem başlamıştı. Fitne Dönemi! Şeytanın ve şeytanlaşmış insanların dönemi. İslam’ın fetihler dönemi durmuş, İslam’ın yayılması için gereken güç ve enerji iç çekişmelere ve fitneye harcanmaya başlamıştı. Birlik ve beraberlik bozulacak, halen daha bu gün de devam eden sorunlar ortaya çıkacaktı. Ve emin olun bu günün hainliklerine çok benzer genetik özellikler taşıyan o günün fitnelerinde hangi yarayı otopsi etseniz altından Yemen yahudisi bir münafık olan Abdullah ibn-i Sebe çıkacaktır. Hazreti Osman’ın (r.a.) halifeliği boyunca onun aleyhinde çalışan ve insanları ona isyan ettirerek galeyana getirten İbn-i Sebe Hazreti Osman’ı (r.a.) adamlarına şehit ettirince şimdi de kaos çıkartmak için abartılı mersiyeler söylettiriyor, iyice yaraya tuz basıyordu. Hedeflediği şey Müslümanların merkezini oluşturan 2 büyük aileyi Hâşimî’lerle Emevî’leri karşı karşıya getirmekti. Hazreti Osman (r.a.) Emevî ailesindendi. Hazreti Ali ise Hâşimî. İbn-i Sebe’nin amacı organize bir şekilde Müslümanı Müslümana kırdırmaktı. Tıpkı bu günün münafıkları da aynı yöntemleri kullanmıyor mu? Hep cemaatleri bir birine düşürüyor; türlü iftiralarla, çamur at izi kalsın politikası uyguluyor ve ne acıdır ki o gün olduğu gibi bu gün de bazı Müslümanlar her söylenilene inandıkları için münafıklara bilmeyerek çanak tutuyorlar. Halbuki ifk hadisesi ile Hazreti Aişe’ye (r.a.) iftira atıldığında ayet gelene kadar Müslümanlar göstermeleri gereken duruşu göstermedikleri ve kısmen münafıkları şüphelerine kapıldıkları için ayette sarsan ifadelere maruz kalınmıştı. (yankılı sesle) “Bunu işittiğiniz zaman, erkek ve kadın mü’minler kendileri hakkında iyi zan besleyip de bu apaçık bir iftiradır deselerdi ya!” (gümleme sesi) “O sırada siz o iftirayı dilden dile bir birinize aktarıyor, işin aslına dair hiç bilginiz olmayan sözleri ağızlarınızda geveleyip duruyordunuz ve bunu basit, önemsiz bir şey sanıyordunuz. Halbuki o, Allah’ın nazarında pek büyük bir vebaldir. (Gök gürültüsü)” “Ey inananlar, eğer yoldan eğer yoldan çıkmışın birisi size bir haber getirse onun içi yüzünü araştırın. Yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz.” (Çok kuvvetli giyotin sesi) Maalesef Müslümanlar münafıkların dolduruşuna geliyor, o nazik dönemde bilhassa bazı cahil kimseler ve heyecanlı kimseler kargaşanın büyümesine sebep oluyorlardı. Hazreti Osman’ı (r.a.) şehit eden gurubun başında Abdullah İbn-i Sebe’nin adamı; yine bir Yemen yahudisi olan El Gâfıkî vardı. Emevî’lerle Hâşimî’leri karşı karşıya getirmek için Hazreti Osman’ın (r.a.) Hazreti Ali (r.a.) tarafından öldürüldüğü haberini yaydı. Hazreti Ali’nin (r.a.) hakimiyeti ele geçirmek ve halife olmak gayesiyle bunu yaptığını fısıldıyordu kalpsiz diller. İbn-i Sebe bir yandan Hazreti Ali’ye (r.a.) böyle alçakça iftiralar atarken bir yandan da onu halife yaptırmaya çalışıyordu. İbn-i Sebe, Mısır’dan gelen bozguncular arasından yine yahudi asıllı biri olan İbn-i Meymun ve adamlarını bir heyet olarak Hazreti Ali’ye (r.a.) gönderdi. Ümmetin başsız kalmaması gerektiğini o yüzden halife olması gerektiğini söyledi gelen heyet. Onların samimiyetsiz pohpohlamalarına kapılmadı Allah’ın Aslanı. Hazreti Ali (r.a.) tekliflerini kabul etmedi. Hilafeti istemediğini söyleyip onları kapısından kovdu. Sahabenin önde gelenlerinden Cennet’le müjdelenen 10 sahabeden ikisi olan Hazreti Talha (r.a.) ve Hazreti Zübeyr’e (r.a.) de gitti bu heyet. Onlar da aynı şekilde kovdular. Hiç kimse bu kargaşa ve fitne ortamının yükünü omzuna almak istemiyordu. İbn-i Sebe onlardan da istediğini elde edemeyince bu defa bozguncuları yöneten yahudi Gâfıkî’ye şu talimatı verdi: “Medine’lileri mescide topla ve onlara hemen kendilerine bir halife seçmelerini söyle. Aksi halde hepsini kılıçla korkut.” Bu tehdidi dinleyen Medine halkı Hazreti Ali’nin (r.a.) huzuruna çıkarak, ondan halifeliği kabul etmesini istirham ettiler. Hazreti Ali’de (r.a.) bu karışık durumu göz önünde bulundurarak vazifeyi fitneleri dindirmek için sorumluluk almak gerektiği düşüncesiyle hiç istemediği halde halifeliği kabule mecbur oldu. Hazreti Ali (r.a.), ilmin kapısı, peygamberimizin (s.a.v.) amca oğlu, 5 yaşından beri yanından ayrılmayan, bir deve yavrusunun annesini takip ettiği gibi Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ı takip eden, Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın amca oğlu, kardeşim hitabına mazhar olmuş, Efendimizin (s.a.v.) defalarca övgülerde bulunduğu ve kerametli Zülfikar’ı hediye ettiği biricik Ali’siydi (r.a.) o. Gadir-i Hum Mevkî’sinde Hazreti Ali’nin (r.a.) elini tutup “Ben Ali’denim (r.a.), Ali de (r.a.) bendendir. Ben kimin mevlâsıysam Ali de (r.a.) onun mevlâsıdır. Ya Rab Ali’yi (r.a.) seveni sev, Ali’ye düşmanlık edene düşman ol.” demişti nebiler nebisi Aleyhisselatü Vesselam. (Gök gürlemesi sesi) Hiç kimseyi sevmediği gibi sevmişti Allah’ın Aslanı Haydar’ı Kerrar’ı Ali’yi (r.a.). Ve şimdi hilafetin ağır yükü Allah’ın Rasulunün Alayhisselatü Vesselam’ın göz bebeği Ali’nin(r.a.) omzuna yüklenmişti. Hilafete geçtiğinde Hazreti Ali’yi (r.a.) bekleyen en önemli mesele Hazreti Osman’ın (r.a.) katillerini bulup cezalandırmaktı. Fakat maalesef bir katil yoktu. Çok sayıda kişiydiler. Onun katilleri bir bozguncu topluluktu. Ve şehre hakim olan bu asilerle hemen başa çıkılamayacağı açıktı. Bu sebeple Hazreti Ali’nin (r.a.) kısası icra etmesi imkansızdı. İsyancılar hem sayıca üstün hem de kuvvetliydiler. Kendilerini cezalandırmak isteyenlere karşı tetikteydiler. Halifenin bu durumda şehre tamamen hakim olan asilerle hemen başa çıkamayacağı aşikardır. İsyancılar Medine’yi terk etmiş; Basra’ya çekilmişler, orada bazı kabilelere sığınmışlardı. Fakat hala ortalık çok karışıktı. Şimdilik ortalığın yatışmasını beklemek en doğru yoldu. Ayrıca yeni halifeye sadece Medine’de biat edilmişti. Diğer vilayetlerin durumu henüz netlik kazanmamıştı. Hazreti Ali (r.a.) biat etmeyen valileri görevden alma kararı vermiş ve Hazreti Osman (r.a.) tarafından tayin edilen valilerin bir kısmını değiştirmişti. Bunu öğrenen Hazreti Talha (r.a.) ve Hazreti Zübeyr (r.a.) bu karışıklığı gidermek adına katillerin sığındığı Basra ve Kufe valiliği için görev istemişlerdi. Ancak onların bu isteği kabul edilmemişti. İkisi de Cennet’le müjdelenen 10 sahabedendi ve ikisi de Hazreti Osman’ın (r.a.) yakınlarıydı. Hazreti Osman’ın zulmen öldürülmesini bir türlü hazmedemiyorlar ve derhal bu vicdan yakan hadisenin gereğinin yapılmasını, adaletin sağlanmasını istiyorlardı. Dolayısıyla bir süre sonra Hazreti Talha (r.a.) ve hazreti Zubeyir (r.a.) Halife Hazreti Ali’ye (r.a.) giderek ondan kitabın hükmünü icra etmesini ve Hazreti Osman’ın (r.a.) katillerinin cezalandırılmasını istediler. Hazreti Ali onlara hitaben: “Haklısınız fakat devlet henüz asileri tam manasıyla sindirmiş değildir. Onun için devletin olaylara hakim olmasını beklemek gerekir. Bana biraz zaman tanıyınız, ortalık yatışsın, ondan sonra gereği yapılacaktır.” dedi. Hazreti Ali (r.a.) adelet-i mahzayı tatbik etmek istiyordu. Yani tam adalet. Suçluların tek tek belirlenerek sorguya çekilmelerini ve gerekli cezaya çarptırılmalarını istiyordu. Kur’an’da En’am, İsra ve Zümer gibi sureler de de geçen “Ve lâ tezirû vâziretün vizra uhra” sırrınca “Yani hiç kimse başkasının günahıyla mesul olamaz.” kaidesince kimse işlemediği suçla yargılanmayacak; herkes suçu ölçüsünde cezalandırılacak. Hazreti Aişe (r.a.), Hazreti Zübeyr (r.a.) ve Hazreti Talha (r.a.) ise fitne ortamında olunduğu için ayırt etmenin güç olduğunu ayırt etmekle uğtraşılırsa devletin zayıf düşeceğini ve daha büyük şer olacağını, tüm İslam Alemi’nin zarar göreceğini düşünüyorlardı. Bu yüzden “ehvenüş şer” diyerek adalet adalet-i izafiyeyi uygulamak istiyorlardı. yani kim karışmışsa, kim savunuyorsa sorunu kökten çözmek için hepsine cezayı ortak tatbik etmek istiyorlardı. Adalet-i izafiye toplumun selameti için bireyin hukukunu feda etmek demekti fakat Kur’an aza çoğa bakmaz hak haktır der. masumun hakkını muhafaza eder. Hazreti Şeyheyn gibi yani kendinden önceki halifelerin dönemlerindeki gibi tam adaleti yani adalet-i mahsayı uygulamanın mümkün olduğunu görüyor ve haklı olarak uygulamak istiyordu. Hiç bir masum canın zarar görmesini istemiyordu. Fakat sahabenin önde gelenleri ilimce en yükseklerinden olan Hazreti Aişe (r.a.) gibi Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam tarafından Cennet ehli olduğu müjdelenen ve Hazreti Talha (r.a.) ve Hazreti Zübeyir (r.a.) gibi peygamberimizin Aleyhisselatü Vesslam övgüsüne mazhar olan kahraman sahabeler ise farklı düşünüyor; derhal bu kanayan yarayı kapatmak istiyorlardı. Onlar da içtihat yapmışlardı ve her kes din namına hareket etmekteydi. Hiç kimse şahsi menfaat ya da siyasi ikbal derdinde değildi. Fakat tansiyon çok yüksekti. (Gümleme sesi) Ve şeytan böyle ortamları çok sevdiği için münafıklarla ortak olup mü’minleri alevlendirmekteydi. Belki de kader sahabelerden sonra gelecek insanlara bir ders veriyor ve fitne zamanında nasıl davranılması gerektiğini talim ettiriyordu. Sonunda söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim. Cemel birbirini kendi öz canından çok sevenlerin hakkın ikamesi için savaştığı bir kardeş kavgasıdır. Olaylar hiç umulmadık şekilde gelişecekti. Her ne kadar hazreti Ali (r.a.) haklı da olsa ortalığın yatışmasını beklemek münafıkların çalştığı ortamda zordu. Sabredemeyen Talha (r.a.) ve Zübeyir (r.a.) Basra’ya gidip katillerin sığındıkları kabilelere bunun bedelini ödetmek gerektiği kanaatindeydiler. Fakat bir eyleme dökme gayeleri yoktu. ümre yapmak niyetiyle Mekke’ye doğru yola çıktılar. O dönemde ise Efendimiz Aleyhissatü Vesselam’ın eşi mü’minlerin anası Hazreti Aişe (r.a.) Peygamber Efendimiz Aleyhissatü Vesselam’ın kendisine bir vasiyetini unutmuştu. Efendimiz Aleyhissatü Vesselam ona Medine’yi asla terketmemesini öğütlemişti. Fakat Hazreti Osman (r.a.) döneminde bazı fikir ayrılıklarıyla zihni meşgul olsa gerektir ki Hazreti Osman’ın (r.a.) şehri terketmemesini rica etmesine rağmen hac için Mekke’ye gitmişti. Medine’ye hacdan sonra dönüş yapacakken bir gurup bozguncunun Hazreti Osman’ı (r.a.) şehit ettiklerini duyunca fevkalade üzülmüştü mü’minlerin annesi. mekke’ye dönüp, Hazrerti Osman’ın mazlumen şehid edilmesine dair meşhur konuşmasını, hutbesini yaptı. Hazreti Osman’ın (r.a.) ailesinden kan davası güden bazı Emevî’ler ve görevden alınan Basra ve Yemen valileri Hazreti Osman’ın kanını talep için askerleriyle beraber Hazreti Aişe’ye (r.a.) gelmişler ve Basra’ya gidilmesini kararlaştırmışlardı. Hazreti Talha (r.a.) ve Hazreti Zübeyir de (r.a.) Mekke’ye ulaştı ve onlara katıldı. Gayeleri itaatsizlik değildi. Basra’ya doğru hakkın yerini bulması amacıyla yola çıktılar. Fitnelerini durduracaklarına inanıyorlardı. Hazreti Ali, İslam devleti içinde iki başlılık çıkmasının daha büyük bir fitneye sebep olacağının farkındaydı. Derhal onları itaate davet etmek üzere, kargaşa çıkmasını önlemek amacıyla ordusuyla beraber o da Basra’ya doğru yola çıktı. Basra yakınlarında iki ordu karşılaştı. İki ordununda içerisine sızmış münafıklara fırsat doğmuştu. Karşılıklı tahrik edici hareketler yaparak kışkırtmaya çalışıyorlardı. Hazreti Ali (r.a.) karşı tarafa bir elçisini göndererek sulhten yana olduklarını Hazreti Osman’ın (r.a.) katillerinin tez zamanda bulunacağını, hadiselerin sulh ile çözülebileceğini, aksi halde Müslüman kanı akmasının zarar olacağını bildirmişti. Karşı tarafta aynı kanaatte olduklarını, savaş çıksın istemediklerini bildirmişlerdi. Beraber yemek yenildi, namaz kılındı. Mutabakat sağlanmış ve muhtemel bir tehlikenin önüne geçilmişti. (Yankılı sesle) Taa ki gece iki tarafta kendi çadırlarında istirahate çekilinceye kadar. (Çok kuvvetli giyotin sesi, gök gürlemesi) Münafıklar âcil bir toplantı düzenlediler. Ekmeklerine taş konulmuştu. Planları bozulmuştu. âcilen bir tuzak kurmalıydılar. Karar verildi. iki tarafa da aynı anda baskın düzenlenecek ve baskını karşı taraf düzenledi süsü verilecekti. Maalesef plan tıkır tıkır işledi. İki taraf da “DEMEK BİZE TUZAK KURMUŞLAR, DEMEK BARIŞ DEĞİLMİŞ MAKSATLARI, DEMEK O KADAR NEFRETLE DOLMUŞLAR Kİ KANIMIZI İSTİYORLAR.” diyip silaha sarılmıştı. Ortalık karışmıştı. Her kes birbirine girmişti. Savaş başlamak üzereydi. Ordular savaş düzeni aldılar. Hazreti Ali (r.a.) bir anda meydana atıldı. Hazreti Zübeyir’e (r.a.) bağırdı. Ya Zübeyir (r.a.) hatırlıyor musun Rasulullah Aleyhisselatü Vesselam ile bir gün siz Ganemoğulları’na ait bir bahçede oturuyordunuz, o sırada ben gelmiştim. İkinizde sevinmiştiniz. Rasulullah Aleyhisselatü Vesselam sana sormuştu, sen de Ali’yi (r.a.) seviyor musun? demişti. Sen demiştin ki “Evet ya Rasulallah (s.a.v) hem de çok seviyorum.” Ve Efendimiz (s.a.v) buyurmuştu “Bir gün siz karşı karşıya geleceksiniz. O gün sen haksız olacaksın Ali (r.a.) ise haklı olacak. Hazreti Zübeyir Radiallahu anh hatırlamıştı her şeyi. Bir anda ağlamaklı oldu. Kılıcını elinden düşürdü. “Ey Ali (r.a.) artık dünyaları bana verseler ben sana karşı savaşmam asla” dedi. (Tok gümleme sesi) ve atına atladığı gibi “Affet Ya Rasulallah (s.a.)” diyerek, istiğfar ede ede, Medine’ye doğru, göz yaşı dökerek atını sürecekti. Medine’ye varamadan yolda Sıb-a Vadisi’nde namaz kılmak için durduğunda bir cahil onu namazın içindeyken şehit etti. O cahil, koşup gelip Hazreti Ali’ye (r.a.) marifetini anlattı. Zübeyir’i (r.a.) şehit ettiğini övünerek söylemişti. Taltif beklediği yerden tekdir gördü. Hazreti Ali (r.a.) dedi ki: “Vallahi ben Rasulullah’dan (s.a.v.) duydum ki Safiye’nin oğlunu şehit eden Cehennem’dedir. (Gök gürlemesi) Bu adamı Cehennem’le müjdeleyin. Eveet Zübeyir Bin Avvam (r.a.). Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın eşi Hazreti Hatice’nin (r.a.) amcaoğlu, Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın ise halaoğluydu. Yani halası Safiye’nin (r.a.) oğlu. Cennet’le müjdelenen 10 sahabeden biriydi. İlk Müslümanlardandı. Efendimiz (s.a.v.) onun için “Her peygamberin bir havarisi vardır. Benim havarim ise Zübeyir’dir (r.a.).” buyurmuştu. İşte o Zübeyir(r.a.) şimdi şehit olmuş, Evc-i âlâya uçmuş, Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’a kavuşmuştu. O sırada Talha Bin Ubeydullah’da (r.a.) savaş başlamadan pişman olmuş geri dönecekti. Fakat Mervan Bin Hakem onun tereddütle geri dönmeye meylettiğini görünce Talha’da (r.a.) geri dönerse hâlimiz ne olur diye düşünerek zehirli bir mızrakla bacağını yaraladı. Zehrin etkisi ile Talha (r.a.) yürüyemez olmuştu. Savaş başladı. Mü’minler birbirlerine kıyıyorlardı. Yanında geçen bir askere elini uzattı Talha (r.a.) “Sen kimin askerisin?” dedi. Asker ben Halife Ali’nin (r.a.) askeriyim diyince “Uzat elini sana beyat edeceğim, Allah’ın huzuruna Ali’ye (r.a.) olan beyatımı bozarak çıkmak istemem dedi. Asker sordu: “Sen kimsin?” “Talha Bin Ubeydullah’ım (r.a.)” dedi. Asker hemen koştu Hazreti Ali’ye (r.a.) durumu anlattı. Hazreti Ali (r.a.) koştu geldi. Hazreti Talha’nın (r.a.) bedenini kucaklayıp sarılmıştı. Öpüyor, kokluyor, sakalındaki tozları temizliyor, canı gibi sevdiği kardeşini bu halde görmeye yüreği dayanmıyordu. “Ey Talha (r.a.) bu gök kubbe altında seni bu halde mi görecektim?” dedi. Öyle ağladı, öyle ağladı ki yanındaki oğlu hazreti Hasan (r.a.) endişelendi. Onu teselli etmeye çalıştı. Oğlu Hasan’a (r.a.) dedi ki Hazreti Ali (r.a.): “Evladım keşke baban 20 yıl önce ölseydi de bu hali görmeseydi.” (gök gürültüsü) O rasulullah’ın (s.a.v.) biricik Talha’sıydı (r.a.). İlk Müslümanlardandı, Hayırlı Talha (r.a.) adıyla anmıştı Nebiler Nebisi (s.a.v.) onu. Cömert Talha (r.a.) demişti ona. Şehid-ül hay demişti. Yaşayan şehit bu. Ve gerçekten de şimdi şehitler arasına kavuşmuştu. Hazreti Ali (r.a.) Uhud Savaşı sonrası inen ayeti hatırladı. “Mü’minlerden öyle yiğitler vardı ki, Allah’a karşı verdikleri sözü tuttular, şehit oldular. Kimileri ise sözünü tutmayı bekliyor. Şehit olmayı bekliyor.” Sahabeler sormuştu Güllerin Efendisi’ne (s.a.v.) “Ya Rasulallah (s.a.v) bu bekleyenler kimlerdir?” demişlerdi. O sırada yeşil cübbesiyle mescide giren Talha’yı (r.a.) göstermişti Nebiler Serveri (s.a.v.) “İşte odur!” demişti. Tlaha’da (r.a.) sözünü tutmuştu. Hazreti Ali’nin (r.a.) kucağında göz yaşlarıyla yıknamıştı bedeni gassal boyunca. (gök gürlemesi) Hazreti Aliş (r.a.) Resulullah’ı (s.a.v.) hiç olmadığı kadar özlüyordu. “Ya Rasulallah (s.a.v) sen gittin bak, ümmetin yetim kaldı, sen gittin, ümmetin sahipsiz kaldı. Nerdesin Ya Rasulallah (s.a.v)” der gibi bakınıyordu semaya. Yanıyordu yürekler, alev alevdi Ali’nin (r.a.) gönlü. Ne oldu ümmetin hali böyle diyordu. Ya Ali (r.a.), bu gün gelsen, ümmetin bu günkü halini görsen gözlerin yaş değil kan ağlardı. (gümleme sesi) Yüreğindeki alev semadan arş-ı âlâya uzanır Cehennem o ızdırabın yangınından korkardı belki.(gök gürlemesi) Bir bir yere düşüyordu imanlı yürekler, ensardan, muhacirden kahramanlar. Ayaklarının altındaki toza feda olacağımız yiğitler şeytanın tuzağına kapılmıştı. Münafıkların yalan furyaları fitne ateşini kavuruyordu. Bu esnada Hazreti Aişe (r.a.) ise savaş meydanına geldiğinde Hav’eb suyu yakınında köpek ulumaları işitince “Burası neresidir?” diye sordu. Neresi olduğunu söylediklerinde “Eyvah!” dedi. Allah’ın Rasulü Aleyhisselatü Vesselam’ın sözünü hatırladı. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam ona köpeklerin uluduğu bu mevkiye geldiklerinde Hazreti Ali (r.a.) ile karşı karşıya geleceklerini, kendisinin haksız olduğunu bildirmişti. Hazreti Aişe (r.a.) hatırlayınca telaşla dönmek istedi. Fakat savaş patlak verince kadın başına kaldığı için dönemedi. Hazreti Aişe’nin (r.a.) devesi etrafında cereyan eden savaşta Hazreti Aişe’nin (r.a.) devesine doğru ok atıldığını görünce; Hazreti Aişe’nin (r.a.) zarar görmesini engelleyen yine Hazreti Ali (r.a.) olmuştu. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam ona da bildirmişti. “Böyle bir durum olursa Aişe’yi (r.a.) güvenli bir şekilde Medine’ye ulaştır.” demişti. hazreti Ali (r.a.), Hazreti Aişe’yi (r.a.) güvenli bir şekilde Medine’ye ulaştırdı. Hazreti Aişe (r.a.) o günden sonra vefatına kadar 22 sene boyunca göz yaşı döktü. 22 sene boyunca tövbe etti. Hatta Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın yanına defnedil mek hayaliydi. Hazreti Ebu Bekir (r.a.) vefat edince, onu kendi hanesine Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın yanına defnetti. Sonra Hazreti Ömer (r.a.) ölüm döşeğindeyken rica etti. Hazreti Ebu Bekir’in (r.a.) yanına da Hazreti Ömer (r.a.) defnedildi. Bir kişilik yer kalmıştı. Bu gün hala bir kabirlik boş yer vardır. Aişe Ana’mız (r.a.) böyle tövbe etmişti işte. Kendini Bâkî Kabri’ne defnettirmişti. Hayali olmasına rağmen Cemel hadisesinden dolayı kendini affedemiyordu. Cemel Savaşı bitmiş, münafıkların planı hayata geçmiş, on binden fazla Müslüman şehit olmuştu. Şunu bilmeliyiz ki iki taraftan da ölenler şehittir. Zira hak için mücadele vermişlerdi. Kazanan Hazreti Ali’nin (r.a.) tarafı gibi anlatılsa da aslında kazananı yoktu bu savaşın. (gök gürlemesi). Tek gülen taraf münafıklar ve İslam düşmanları oldu. Maalesef kardeş kavgası Cemel’le bitmemiş, Cemel bir son olmamış, binler teessür ki bir başlangıç olmuştu. Hazreti Ali (r.a.) hilafetin zorlu yıllarını göğüs gerecek bir sonraki imtahana, Sıffın savaşına gidecekti. Kardeş kanının aktığı bir başka kardeş kavgası idi Sıffın. Esas mesele bu hadiselerden ders almak ve üstümüze düşeni en iyi şekilde tespit etmek. Kerbela’ya giden keder yolundaki bir sonraki durağımız da Sıffîn hadisesi. Serimizin bir sonraki bölümünde görüşmek üzere Allah’a emanet olun. Altyazı M.K. Bundan sonra fonda hafif bir müzik var. Konuşma yok. Üstteki yazılar geçiyor
Tags: Abdullah Bin SelamAbdullah ibn-i Sebeadalet i mahzaBasraCemel vakasıÇınaraltıEl Gâfıkîfitnefitne dönemiHz AişeHz AliHz HuzeyfeHz OsmanHz TalhaHzz Zübeyriçtihatkardeş kavgasıKerbelaKerbela HadisesiKufemünafıkNurOsman Sungur YekenRadiyallahu anhSaid Bin ZeydSıffinSıffîn HadisesiTalha Bin UbeydullahZülfikar
Tebliğ et!