Selamün Aleyküm arkadaşlar. Çınaraltı Ekibi ile Antalya’ya şöyle bir yat turuna çıkalım dedik. Tabi Risale-i Nur okuyan birisi böyle denizi gördüğü zaman otomatikman aklına 1. Lema geliyor. Yani Kuran-ı Kerim’de anlatılan Hazreti Yunus’un(a.s.) kıssası. Biraz ondan bahsedeceğim. Çünkü Yunus aleyhisselam biliyorsunuz ki denize düşmüştü ve ölümün yüzde yüz olduğu bir ortamda muazzam bir mucize gerçekleşti. Bu nasıl oldu? Bu anlatılıyor 1. Lema’da. Ben biraz onun kıssasından bahsedeyim. Yunus aleyhisselam Ninova Şehri’ne gönderilmiş bir peygamberdi. Zaten Kudüs gezisi, ziyareti yapanlar bilirler Filistin topraklarında şu an. Hazreti Yunus’un(a.s) bulunduğu bölge. Yani o topraklarda Hazreti Yunus’un(a.s) gönderildiği halk Hazreti Yunus’a(a.s) diğer peygamberlere yapıldığı gibi bazı sıkıntılar yapmıştı. Onu dinlemeyip onunla alay etmişlerdi. Hazreti Yunus’da eğer ona inanırlarsa büyük bir müjdenin onları beklediğini ama inanmazlarsa büyük bir belanın, büyük bir tokadın, Gazab-ı İlahi’nin geleceğini ve celbedeceğini onlara haber vermişti. Büyük bir musibetten onlara haber vermişti. Onlar dinlemediler, alay ettiler. Hazreti Yunus(a.s) ısrarla mücadelesine devam etti. Israrla onu dinlemeseler de onunla alay da etseler, o Allah’ı anlatmaya devam etmişti. Fakat insanlar inanmazsa Hazreti Yunus’un(a.s) geleceğinden haber verdiği azap gelmeye başlamıştı. Allah’ın kaber verdiği kara bulutlar büyük bir fırtına halinde Ninova’ya doğru yaklaşıyorlardı. Tabi o zamanın halkı bunu olumlu bir şey zannettiler. Gelecek, yağmur yağacak ve ekinlerimiz bereketlenecek diye düşünmüşlerdi. Hazreti Yunus(a.s) gelen azabın çok yakın olduğunu farkedince şehri terketti. Hazreti Yunus Cenab-ı Hak’tan izin gelmeksizin Ninova Şehri’ni terkettiği için Cenab-ı Hak’kın bir imtihanına tabi tutulacak ve binlerce yıl boyunca inanalar Hazreti Yunus’un(a.s) yaşadığı bu imtihandan ibret ve ders çıkartacaklar ve elbette o yaşanan imtihanın neticesinde her peygambere olduğu gibi Hazreti Yunus’a(a.s) da husui bir dua, bir tecrübe olarak inananların omzunda bir ders mahiyetinde, bir rehber gibi insanlara ibret vermeye devam edecekti. Hazreti Yunus(a.s) biliyorsunuz şu dua ile meşhurdur Kuran’da geçiyor: “Lâ ilahe illa ente sübhâneke, innî küntü minezzalimîn” Yani ne demek: ” Ya rabbi senden başka ilah yoktur, sen subhansın, sen kusursuzsun, ben nefsime zulmettim.” Yani Hazreti Yunus’un(a.s) söylediği bu duanın ne anlama geldiğini biraz sonra zaten çok net anlayacağız. Hazreti Yunus(a.s) şehri terketti. Terkettiği zaman ise halk enteresan bir şekilde musibetin yaklaşması anında dediler ki: “Bu Hazreti Yunus’un(a.s) bahsettiği tehlikedir, azaptır; başımıza gelecek. Öyleyse biz onun anlattığına iman edelim. Çünkü verdiği haber doğru çıktı. Bu sıradan bir yağmur değil. Bu büyük bir musibettir, bize doğru gelmektedir. Görülmemiş bir musibettir dediler ve iman ettiler. Bu noktada da bir istisnai aslında durum teşkil ediyorlar. Diğer kavimler gibi hatalarında ısrar etmiyorlar, tövbe ediyorlar. Bu konudada örnek bir kavim Hazreti Yunus’a(a.s.) nasip oluyor. Ama Hazreti Yunus(a.s.) durumdan haberdar değil. O bulduğu ilk gemiye biniyor ve hani şu niyetle, şu düşünceyle: ‘gideyim daha müsait, bu anlattıklarıma değer ve kıymet verecek, buna muhtaç olan başka topluluklar bulayım, onlara Allah’ı anlatayım’ diye; o niyetle, gene tebliğ vazifesini yapmak, peygamberlik vazifesini yapmak için orayı terk edeiyor. Hazreti Yunus(a.s.) gemiye bindikten sonra , gemi biraz uzaklaştıktan sonra muazzam bir fırtına kopuyor. Hani filimlerde oluyor ya devasa dalgalar böyle, fırtınada geminin üstüne üstüne devriliyor. Gemi alabora olacak gibi sallanıyor. Acaip yağmur yağıyor, yıldırımlar düşüyor, gök gürlüyor,(Gök gürültüsü efekti var) muazzam bir fırtına. Akıl alamaz, emsali görülmemiş devasa bir fırtına var ve o zamanın insanlarında da şöyle bir inanç var: Bu musibet geldiğine göre, bu fırtına geldiğine göre bir uğursuzluk var gemimizde diye böyle bir inanç varmış. O yüzden bir kısa çöp çekelim, kimin yüzünden bu uğursuzluk oluyorsa onu denize atalım, fırtına göreceksiniz ki dinecek diye böyle bir inanç varmış. Çekiyorlar kısa çöp Hazreti Yunus’a(a.s.) çıkıyor. Orda birisi Hazreti Yunus’u(a.s.) savunuyor diyor ki: Ben bu yaşlı adamı tanıyorum diyor, bu çok iyi bir insandır, ondan zarar gelmez, o uğursuz olamaz. Hem zaten yaşlıdır. Tekrar çekelim diyorlar. Tekrar çekiyorlar yine Hazreti Yunus’a(a.s.) çıkıyor. Bir daha o kişi savunuyor. Tekrar çekiyorlar. Kısa çöp yine Hazreti Yunus’a(a.s.) çıkıyor. Ordaki insanlar ısrarla diyorlar ki uğursuzluk bundadır, bunu atalım denize. Onu bir anda denize atıyorlar. Denize attıklarından sonra nasıl bir manzara düşünün. Müthiş bir fırtına var. Ölüm garantisi, zaten deng… geminin üstünde bile ölüm garantisi var. E denize atılıyor, bir de denize atıldığıyla kalmıyor, devasa bir balık; türünü tam olarak bilmediğimiz devasa bir balık Hazreti Yunus’u(a.s.) geliyor yutuyor. Şimdi bir balığın karnında denizin dibine doğru çekiliyor Hazreti Yunus(a.s.). Bütün dünyanın saltanatı onda olsa, bütün maddi zenginlikler, para mal, mülk onda olsa, hiç kimseye bir faydası olmadığı gibi. Yunus Alyhisselam’a o anda bir faydası olamaz. Yunus Aleyhisselam balığın karnında, fırtınanın dibinde, gecenin karanlığında, bu kadar şimşeğin, gök gürültüsünün arasında bir de balığın yutmasıyla denizin dibine doğru çekiliyor. Ölüm garantisi yüzde yüzken Hazreti Yunus aleyhisselam Ya Rabbi beni kurtar diye elini açmıyor. Ya Rabbi beni kıyıya çıkar diye elini açmıyor. En önemli bir dersi bize veriyor. Diyor ki Ya Rabbi ben kusurumun farkına vardım. Ben nefsime zulmettim, ben kusur işledim, sen kusursuzsun, sen merhametlilerin en merhametlisi olarak kusursuzsun. Senden başka ilah yoktur. Senden başka sığınacağım yok, senden başka dayanacağım bir dayanağım yok, öyleyse sen benim tek sığınağımsın diyor ve kusurunu itiraf ediyor. Esas mesela bu değil mi zaten? Kusurumuzu itiraf etmek değil mi? Devasa fırtınaların içinde kaldığımız zaman, kusurumuzu itiraf etmek değil mi? İşte Yunus Aleyhisselam bunu dedikten sonra müthiş bir şekilde fırtına diniyor, balık ona bir denizaltı hükmüne geçiyor, onu karaya çıkartıyor, gökyüzü bir anda açılıyor, ay çok tertemiz bir şekilde; hani derler ya böyle tabak gibi ve Hazreti Yunus’u(s.a.) balık bir denizaltı gibi kıyıya çıkartıyor. Demekki bu münacaat çok hızlı bir şekilde kabule karin oluyorsa bu münacaatın bir sırrı var. Bediüzzaman Hazretleri farklı bir bakış açısıyla bakıyor. Diyor ki: “Şu münacaatın” şu duanın “sırrı azimi şudur ki o vaziyette esbab” yani sebebler “bi külliye sukut etti. ” Yani hiç bir şey ona yardım edemeyecek derecede, bütün sebeplerden bağı kesilmiş “o vaziyette esbab bi külliye sukut etti çünkü o halde, ona kurtuluş çaresi olabilecek, ona necat verecek öyle bir zat lazım ki; hükmü hem balığa, hem geceye, hem denize, hem cevv-i semaya geçebilsin” Yani bütün bu doğa olayları, bütün bu atmosfer olayları hepsine sözü geçecek, böyle fırtınayı dindirecek. Yani insanlar arasındaki en güçlü zat olan o ülkenin padişahı olsa gene hiç bir faydası yok değil mi? Öyleyse fıtınaya sözü geçecek, geceye sözü geçecek, denize sözü geçecek birisi lazım. “Çünkü onun aleyhinde gece, deniz ve hut” yani balık “ittifak etmişler. Bu üçünü birden emrine musahhar eden bir zat onu sahili selamete çıkarabilir. Eğer bütün halk onun hizmetkarı ve yardımcısı olsa idiler yine beş para faydaları olmazdı. Demek sebeplerin, esbabın tesiri yok” (Gümleme sesi) Şimdi.. bu bize de bakıyor, birazdan nasıl bize baktığını anlayacağız. “Müsebbib-ül Esbab olan Allah’tan başka bir melce olmadığını aynel yakin gördüğünden, sırrı ehadiyet nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için şu münacaat birdenbire geceyi, denizi ve hutu” yani balığı “musahhar etmiş.” hizmetkar etmiş. Yani Cenab-ı Hak’kın hususi bir tecellisi olmuş ona. Ehadiyet sırrıyla, birliğiyle. Kainatı idare den Cenab-ı Hak’kın külli idaresi onda husi bir şekilde tecelli etmiş. Cenab-ı Hak’kın birliği bütün kainatı Kabza-i Tasarruf’unda tutarken, koskoca fırtına yani kaç kişiyi ilgilendiren fırtına; sırf onun hususi, bir tek kişinin duası için Cenab-ı Hak onda bir ehadiyet tecellisi olarak ona hususi tecelliyatda bulunmuş, sırf o kulu için bu fırtınayı dindirmiş. “O Nur-u Tevhid ile balığığın karnını bir tahtel bahir” denizaltı gemisi “hükmüne getirip ve zelzeleli dağvari” dağ gibi “müthiş dalgalar dehşeti içinde denizi o Nur-u Tevhid ile emniyetli bir sahra” bir çöl gibi “bir meydan-ı cevalan ve tenezzülgahı olarak” yani böyle nefes alabileceğin, güzel bir tenezzüh yeri gibi “o nur ile sema yüzünü bulutlardan süpürüp kameri” ayı “bir lamba gibi baş üstünde bulundurdu.” Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlukat her cihetle ona dostluk yüzünü gösterdiler. Taa sahili selamete çıktı şecere-i yaktîn altında o Lütfu RAbbaniye’yi müşahede etti.” Bu ağacın altına Hazreti Yunus(a.s.) oturuyor ve Cenab-ı Hakkın bu tecellilerini bu gücünü kudretini temaşa ediyor. O tehlikeden, o sıkıntıdan onu çıkarıp nasıl hani çok latif bir şekilde sahile bırakıyor. “İşte Hazreti Yunus Aleyhissselam’ın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz.” Şimdi gelelim bizim meselemize. “Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her dalgasında binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim hevâ-yı nefsimiz, balığımızdır;” İşte en etkili yer burası “hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor.” Yani bizim nefsimiz ve hevamız, balık gibi bizi yutmuş işte…Dünya’nın dalgaları içinde bizi boğduruyor, bizi hem de bu Dünya 30-40 senelik bu hayatımızı değil, ebedi hayatımızı boğmaya, öldürmeye çalışıyor. Yani bizim burda yapmamız gereken şey ne işte? Bizim bunu farketmemiz lazım. Aslında bizim vaziyetimiz Hazreti Yunus’tan (a.s.) binler derece daha kötü bir durum. Neden? Çünkü bizi yutan balık bizi öldürürse eğer (Gümleme sesi) ebediyyen kaybedeceğiz. Esbab bazen etrafımızda, sebepler bi külliye suküt edebilir. Bazen hani öyle durumlara düşeriz, derdimiz, sıkıntımız olur, tutunacak dalımız kalmaz. İşte o zaman duamız çok daha kabul oluyor. Peki bazen duamız neden kabul olmuyor? Bazen Cenab-ı Hak’ka iltica ediyoruz, neden isteklerimize muvaffak olamıyoruz? Çünkü; arkadaşlar sebepleri kafamızda sükut ettiremiyoruz. Allah’tan istiyoruz ama, şu da var, bu da var diyoruz. Hep kendimize böyle kaçacak noktalarımız var. Kendimiz kurtaracağımıza hi..hesap ettiğimiz, kendimizi güvene aldığımız, Allah’a tamamen tevekkül edemediğimiz, tamamen kendimizi Allah’a ve Allah’ın kaderine bırakamadığımzı hususlar var. Acabalarımız, şüphelerimiz var. O yüzden dualarımız çok kuvvetli ve tesirli değil. Sürekli hani dünyevi hesaplar yapıyoruz. Sürekli.. sebeplere çok bağlıyız. Allah’ın kudretini her an bilsek ve farketsek, o zaman sürekli Cenab-ı Hak’ka kusurumuzu itiraf eder bir halde oluruz, tövbekar bir vaziyette oluruz. İşte Cenab-ı Hak’ta bizim dualarımızı çok çabuk kabul eder. Bu imtihanlar niye var? Bizim bir şeyleri farketmemiz için, Allah’a yaklaşmamız için var. Canımız niye yanıyor? Allah’a isyan edelim diye değil. O tam tersi kaybetmemize sebep olur. Çünkü “Rahmete itiraz eden rahmetten mahrum kalır” “Kırık elle boks yapan adamın eli daha çok kırılır”. Yani rahmete itiraz edilmez. Ama biz isyan edelim diye değil Allah’a yaklaşalım diye var. Canımız yandığı zaman daha samimi Allah diyoruz. Öyleyse bu derdi tasayı tamamen Allah’a yaklaşmaya vesile olarak kullanmamız lazım ve dualarımızı ederken de o Allah’ın birliğine ve varlığına kuvvetli iman etmeliyiz. Allah’ın gücü her şeye yeter demeliyiz. Sebeplere çok takılmaksızın tam bir “Lâ ilahe illalah” imanıyla yaşamamız lazım. Rabbim bizi Yunus’un(a.s.) balığın karnında kaldığı gibi içinde kaldığımız ve çıkamadığımız, Dünyevî fırtınalardan, sıkıntılardan, bizi boğan dalgalardan; Yunusvari bir tevekkülle, bir teslimiyetle ve bir imanla çıkmayı nasip etsin. Allah’a emanet olun Altyazı M.K. Müzik çalıyor
Tebliğ et!