Allah’ın Rasulü,nün (a.s.m.) Medine’sinden, Allah’ın sevgilisi (a.s.m.), Allah’ın Habibi’nin Medine’sinden selamün Aleyküm. (Fonda arapça müzikler var) Kalem sürtünme sesi) Medine’nin, özellikle Mescid-i Nebevî’nin bu bahçesinde dolaşırken, burda sahabelerin yürüdüğü manzaralar aklınıza gelecektir. Burada onların evlerinin bulunduğu, sokaklarının arasından geçtiği hissiyatı sizde canlanacaktır. Ve burda yüzünüze esen meltem aynı Allah’ın Nebisi’nin (a.s.m.) Nebiler Nebisi’nin (a.s.m.), Fahr-i Alem’in (a.s.m.) yüzüne esen meltemle aynısı olduğu aklınıza gelecektir. Burda aynı gök kubbenin altında Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’la bizzat konuşarak, onunla bizzat selamlaşmanın mümkün olduğu bir atmosferin içindesiniz. Elbette kendinizi huzur dolu, huşu dolu hissediyorsunuz. Yüreğiniz Rasulullah Aleyhisselatü Vesselam’ın aşkıyla çarpıyor Burda okuduğumuz Kur’an elbette ki kendi vatanınızda, kendi evinizde Kur’an’dan çok daha farklı, çok daha lezzetli oluyor. E zaten burda 1 namaza 1000 namaz sevabı veriliyor. Burda hatrınıza; Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın hayatını okuduysanız, siyeri okuduysanız; o Siyer_i Nebi’den pek çok sahne geliyor. Burda Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın huzuruna gelip müslüman olan bedevî’nin savaş ganimetlerini görünce “Ya Rasulallah (a.s.m.), bu nedir?” diye sorması geliyor mesela aklımıza. Rasulullah Aleyhisselatü Vesselam ona cevap vermiş. Demiş ki: “Bu savaştan senin kazandığındır. Müslüman oldun ve bunu kazandın.” demişti. O da “Ya Rasulallah (a.s.m.), ben bunun için değil, şuramdan bir ok yemek üzere müslüman oldum. (Gök gürültüsü sesi) Şehit olmak için müslüman oldum. O vaad edilen Allah’ın rızasını kazanmak için müslüman oldum.” demişti. Ve gerçekten de Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam ona demişti ki: “Sen eğer doğru söylersen Allah’da seni doğru çıkartır.” ve gerçektende o bedev’i’nin gösterdiği yerden ok yemiş bir şekilde bir sonraki gazvede şehit olduğu manzarası aklınıza gelecektir belki. Veya bir başka manzarada, bizim asla yapamayacağımız, gösteremeyeceğimiz bir kahramanlık örneği aklınıza gelecektir. Mesela: Bir sahabe savaş esnasında kolu kopuyor; o kopan kolunu Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın yanına getiriyor. “Ya Rasulallah (a.s.m.), kolum koptu.” diye. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam mübarek tükürüğünü sürüyor, mübarek nefesini veriyor ve dua ediyor, o kolu takıyor ve kol aynı eskisi gibi oluyor. Belki eskisinden daha kuvvetli oluyor. Normalde bu bizim başımıza gelse ne yaparız arkadaşlar? Kendi nefsinize sorun. Ben kendi nefsime sorunca nefsim şöyle bir şey diyor: “Geçersin bir köşeye oturursun. Ben yapacağımı yaptım. Artık kolum kopmuş. Allah için yapabileceğim fedakârlığı ortaya koymuşum.” der çekilirsiniz kenara. Ama o öyle yapmıyor. Kolu takıldığı gibi alıyor kılıcını, savaşın en çetin yerine doğru koşuyor ve şehit olana kadar çarpışıyor. İşte sahabelerin yiğitliği, sahabeyi sahabe yapan, onları farklı kılan şuur bu. Bir başka sahabeyi hatırlayalım mesela. O savaş esnasında artık kolu büyük ölçüde kopmuş, kemik de kopmuş. Sadece azıcık bir et parçası kolunu tutar vaziyette. Ne yapıyor? Bakıyor ki savaşta mücadele verirken o artık onun savaşmasına engel oluyor, zahmet veriyor. Eğiliyor, ayağıyla eline basıyor, kalktığı gibi kolunu koparıyor ve savaşa devam ediyor. Şehit olana kadar çarpışıyor. İşte sahabelerin yüksek şuuru. Şimdi normalde işte Kur’an bizim ezberimizi bozuyor. İşte mesela biliyoruz ki evsiz insanlar başarılı değildir veya saraylarda yaşayan insanlar başarılıdır. Ama Kur’an bize tam tersini söylüyor. Bize diyor ki Kur’an hayır diyor Hazreti Musa (a.s.) esas kazananlardandır. Kendisi evsizdi ama firavun saraylarda yaşıyordu. O kaybetmişti. Bize bunu Kur’an öğretiyor. Kur’an bize bu dersi veriyor ve ezberimizi bozuyor bu şekilde. Bir gün Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam namaz kıldırırken, namaz esnasında Cebrail (a.s.) gelmiti ve “Ya rasulallah (a.s.m.) Allah buyuruyor ki senin mesinin üstünde ayağındaki mesin üstünde necaset var. Allah mesini çıkarmanı emrediyor.” Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam namaz esnasında iki ayağını birbirine sürttürerek mesini ayağından çıkarmıştı. Selam verdiğinde döndü bir baktı, bütün sahabeler eksiksiz olarak hepsi ayağındaki mesleri çıkarmışlardı. Sebebini sormaksızın “Semi’na ve ata’na” (işittik ve itaat ettik) diyorlardı. Asla Hazreti Musa’ya (a.s.) yahudilerin dediği gibi “Semi’na ve asayna” (işittik ve isyan ettik) demiyorlardı. Yani Hazreti Musa (a.s.) “Allah Filistine savaşarak girmemizi emrediyor.” dediğinde; onlar, yahudiler demişlerdi ki (Yankılı bir sesle) “Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturacağız.” demişlerdi. (Gümleme sesi) “İşittik ama isyan ettik.” demişlerdi. (Giyotin sesi) Fakat Ashab-ı Kiram asla isyan etmiyordu “Semi’na ve ata-na.” diyordu. Mesela ensarın büyüklerinde Sâd Bin Muaz (r.a.) (yankılı sesle) “Ya Rasulallah sen şu Kızıldeniz’i göstersen ve bize dalın desen biz hiç düşünmeksizin senin pelşinden dalarız. (Gümleme sesi) İşte malımız, işte canımız. Dilediğin gibi harca Ya Rasulallah. Biz sanasenin yolunda ölmek üzere beyat ettik.” diyor. İşte böyle bir bağlılıkla bağlılardı. Mesela bir gün Hazreti Ömer (r.a.), Medine’ye Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın geldiği istikametlerden birisinden gelirken olduğu yerde duruyor, bir halka çiziyor, olduğu yerde bir dairenin etrafında yürüyor, sonra tekrar geldiği noktaya, başladığı noktaya geri dönüyor, yürümeye devam ediyor. Etrafındakği sahabeler soruyor “Ya Emir-el Mü’minin neden böyle yaptınız?” Hazreti Ömer (r.a.) diyor ki “Ben de bilmiyorum, Rasulullah’ı (a.s.m.) aynen böyle yaparken görmüştüm ve sırf onun sünnetine, onun ayağının izine basmak, onun hizasından tekrar edebilmek, onun izinden gidebilmek için böyle yaptım.” diyor. İşte sahabenin duruşu. Şimdi bize bir mesaj veriyor aslında bu duruşlar. Yani bizler acaba Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın izinden hem maddeten, hem manen, hem fiziksel olarak, hem de îmanî boyutta acaba Efendimizin (a.s.m.) izinden gidebiliyor muyuz? Onun kıldığı namazı kılarak, onun inandığı gibi Allah’a inanarak, onun okuduğu gibi Kur’an’ı okuyarak onun izinden gidebiliyor muyuz? Allah’ı, onun yarattığı kainatı, onun verdiğiğ mesajları okuyabiliyor muyuz? İmanımızı yükselterek de, ümmetin derdine koşarak, Efendimizin (s.a.v.) bizden beklentisini yerine getirebiliyor muyuz? Şimdi düşünün; Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam şu an hayatta olsa ve sizden bir şey istese, bütün malınızı ortaya koymaz mısınız? Bırakın bir şey istemesini sadece bir tebessümü için bütün malınızı vermez miydiniz? Canınızı ortaya koymaz mıydınız? Bırakın bir tebessümünü, bir mesela ayağının izi için, onun bir eşyası için; mesela diyelim Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın kullandığı terlik sizin evinize verilecek bütün malınızı vermez miydiniz? Sevdanız varsa kalbinizde verirdiniz. Şimdi Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın hayatta olduğunu farzedin ve sizden bir şey istediğini farzedin. İşte Efendimizin (a.s.m.) hadisleri böyledir. Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam sizden Mü’min kardeşinizin derdiyle dertlenmenizi istiyor, sizden Allah’a zikredici bir dil ile şükredici bir kalp ile ibadet ederek, ona hakiki kul olmaya çalışarak yönelmenizi istiyor. Peki sizler onun isteğini geri mi çevireceksiniz? Yoksa ona olan sevdamız, sevda iddiamız boş bir laftan mı ibaret? İşte bunları düşünelim. Burası bol bol düşünmenin, bol bol huzuru tadarak Rasulullah Aleyhisselatü Vesselam’a kalbimizi emanet etmenin ve vatanımıza dönerken kalbimizi burda bırakmanın, yakıcı sevdanın, yakıcı hasretin yeri. Burası sevdanın başkenti, aşkın başkenti. Burası Medine! Medine’den Selamün aleyküm. Allah’a emanet olun. Altyazı M.K.
Tebliğ et!