Hiç daha önce gökyüzüne baktınız mı? (Video boyunca fonda müzikler var) Hayır! Gerçekten de baktınız mı? Fark ettiniz mi ne kadar güzel, ne kadar duru? Hele ki gece karanlığında. Semânın nur yıldızlarıyla yaldızlanan simasına baktınız mı? Ne kadar güzel, ne kadar da muhteşem. Nefes kesici değil mi? Vaktiyle bir adam varmış. Gökyüzüne aşıkmış. Semaya bakıyor, semadan gözünü alamıyor, daha net, daha yakından, daha pürüzsüz görebilmek için dağların yüksek yamaçlarına çıkıyormuş. Saatlerce yürüyor, erzaksız kalma pahasına tehlikelere göğüs gererek mücadele verip, türlü engelleri aşıp, o yüksek zirvelere yürüyormuş. Sırf gök yüzüne sevdalı olduğu için. Onun bu heyecanını, bu tutkusunu anlayamayanlar oluyormuş. Kimileri ona engel olmaya çalışmış. Kimileri ise onu delilikle suçlamış. O ise hiç vazgeçmemiş. Dokunmak istemiş gökyüzüne. Ona imrenenler de olmuş. Onun gibi olmak isteyenler. Ama cesaret edemiyorlar, bulundukları köyün duvarını dahi aşamıyorlarmış. O ise hiç bir engel tanımadan en yüksek tepeyi arıyormuş. En duru manzarayı. En sonunda birilerinden duymuş ki bir tepede en güzel manzara bulunuyormuş. Hemen koşmuş oraya, saatler sürmüş tırmanması. Sonunda varmış tepeye. Sırtını çimlere yaslamış. Başını kaldırıp gökyüzüne bakmış. Gerçekten de hiç bir yerle kıyas edilemeyecek kadar çok yıldız varmış. Ama hayır, hayır burası da onun içindeki hissiyatı karşılamıyormuş. Ne yapmalıyım derken bir çözüm bulmuş. Öyle bir çözüm ki, onu yaptıktan sonra tüm gökyüzü serenata başlamış. Galaksiler vecde gelmiş, tüm yıldızlar saklandıkları perdelerini açmışlar. Adeta resmi geçit gibi yahut geceleyin denizin üstünde demir atmış dev bir donanmanın fenerleri gibi parıl parıl parlamaya başlamışlar. Öyle bir çözüm ki yıldızlar yere inmiş, gök çökmüş adeta. Ve inen yıldızlar o gökyüzüne aşık, sevdalıya kendi dilini öğretmişler. Yıldızların lisanı mı olur demeyin. Yıldızlarla konuşmaya başlamış o adam. Onun bir lakabı bu olmuş. Yıldızlarla konuşan adam. Ve konuşturuş yıldızları. Her birisi dile gelmiş ve tek bir lisanla söylemişler. Söyledikçe yıldızlarla konuşan adamın kalbi tüm kainatı kuşatan bir sevgiyle dolmuş. Galaksilere uzanmış yüreği, nurla dolmuş. Nurla doldurmuş âlemi. Peki neymiş tüm yıldızları söyleten çözüm biliyor musunuz? “Sübhane rabbiyel a’lâ” Başını secdeye götürmüş. Diğerlerinin her gün kibirle büyüttüğü başını en kıymet verdiği, fikirlerini, hayallerini taşıdığı başını, hiç bir şeye feda etmedikleri başını o, toprağa götürmüş. Gökle bir olmak için, yerle bir olmak lazım demiş. Topraktan yaratıldığını hatırlayıp, toprağa götürmüş bedenini. Farketmiş ki ayaklarıyla ne kadar yükseklere tırmansa da onu yükseltmiyor. Onu esas yükselten şey onun en yükseği tanımasıyla mümkün. “Allahu Ekber” (Gök gürültüsü sesi) O ki her şeyden büyüktür. O ki büyüklükten bahsedildiğinde her şey onun yanında sonsuz küçük kalır. O ki tek büyüktür. Başını secdeye götürerek kainatı vecdeye getiren o gökyüzü sevdalısı avuçlarını açtığında kainatın sahibi onun avuçlarına sanki yıldızları dolduruyormuşçasına duaya kalkıyormuş elleri. Yıldızlarla konuşan adam hayret ve muhabbetle ve hürmetle başını secdeye götürdüğünde yıldızlar dile gelirlermiş. O da dinle dermiş etrafındakilere. “Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine, Nâme-i nurîn-i hikmet bak ne takrir eylemiş.” Yani yıldızların şu şirin hutbesini dinle, hikmetin nurlu namelerine bildiriyor. “Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:” Her birimiz sonsuz celâl sahibi bir kudretli zâtin varlığına, sanatının haşmetine, onun birliğine ve kudretine nur saçan birer deliliz. Şu zeminin yüzünü yaldızlayan ve birer kudret mucizesi olan nazenin varlıkları, meleklerin seyran etmeleri için onlara birer mesken olmuşuzdur. Şu gökyüzünden yeryüzüne bakan ve bir yandan da Cennet’e dikkat eden binler dikkatli gözleriz biz. Biz yaratılış ağacının bir bölümü olan semada, Samanyolunun dallarına sonsuz güzelin hikmet eliyle asılmış pek güzel meyveleriz. Şu semavat ehli olan meleklere birer gezici mescid, dönen birer hane, ulvî birer yuvayız. Birer nurlu kandil, cebbar olan Allah’ın birer gemisi, birer teyyareyiz biz. Aynı sikkeyi ve turrayı taşımakla Rabbimizin bir olduğunu gösteririz. Hepimiz onun hizmetindeyiz. İbadet eden kullar gibi biz de kendi tesbihimizi yapar, Samanyolu’nun büyük halkasında cezbeye kapılmış vaziyette, yaratılış harikası olarak Rabbimizi zikrederiz. Böyle yüz bin dil ile yüz bin delil gösteririz Rabbimize dair. Ve işittiririz insan olan insana. Fakat kör olası gözleri bizi görmez oldu. Bizim sesimizi duymaz oldu. Kimse bizim dilimizi anlamaz oldu. Biz de karanlık perdesinde sessizce bekledik seni. Çok bekledik. Mevsimler geçti, hazan yaprakları bilmeyiz kaç defa düştü dallarından. İlkbaharda kaç çiçek kırmızıya boyandı, kaç çiçek sarıya, kaçı maviye boyandı? Kaç baharda dallar yeşerdi? Kaç farklı lisanla yeryüzü bağırdı tek bir dilden? “Lâ ilahe İllallah” (Gümberdeme) Saymadık, kaç kar tanesi düştü biz beklerken toprağa? Her birisi kendine has beyazlığı, kendine has diliyle “Birsin Allah’ım” diye haykırarak kendi sanatını sağır kulaklara, kör gözlere haykırdı? Biz sessizce beklerken kaç renkte, kaç desende, kaç kumaşta nice farklı sesleriyle, nice farklı nâmeleriyle kuşlar lîsana gelip bir olan Rabbimizi haykırdı ama duymadılar? Bilemiyoruz kaç böcek varlık delillerine desenlerindeki göz alıcılıklarıyla arz-ı endam eyledi? Kaç arı kanat çırptı, çiçekten çiçeğe? Kaç kovan bal yarışına girdi? Tüm kainat Allah birdir diyerek kendi balını akıttı ama insan gözü bir arı gibi onlara konup, onlardaki iman şerbetini toplayamadı. Arı balını yaptı ama insan balını yapamadı. İnek sütünü yaptı ama insan secdesini yapmadı. (Giyotin sesi) Süt ki kan ve pislik arasından bembeyaz aktı. Bir damla kan, bir damla pislik bulaşmadan. Ey insanlar bana bakın ve Rabbinizi tanıyın dedi. Ama onu da duymadınız. Halbuki envai çeşit ihsanlarıyla, akılları hayrette bırakan ikramlarıyla, milyon farklı tatlarıyla, milyon farklı kokularıyla, milyarlarca meyvenin uzatılması ve hepsinin mükemmel ambalajlanması ve mükemmel şifalar içermesi, muhteşem faydalara çalışması, muazzam sayılarda üretilmesi ve taklit edilememesiyle, milyon farklı desen ve renkleriyle, milyarlar farklı güzellikte manzarasıyla; tüm kainat nefes kesen büyüleyiciliğini göstererek, tek bir lisanla “Elhamdülillah” (gümleme sesi) dedi ve dedirtti. Dumadınız! Kimden kime ne kadar hamd ve övgü varsa hepsi Allah’a aittir dedi. İştmediniz. Her birimizdeki yazılı mektupları okumadınız. Yanımızdan geçip geçip gittiniz. Bilmeyiz kaç asır geçti? Meyvesi dalından koparılan kaç ağaç Rabbinize şükretmeniz için yalvarırcasına baktı size. Ama siz bakmadınız. Bir kere olsun bakmadınız. Ellerini açtı nice ağaç gökyüzüne. Rabbine yalvardı. “Allah’ım ben bu insanların nankörlüğünden beriyim.” dedi. “Benim meyvemi rızamın dışında kopardı.” dedi. Duymadınız, bakmadınız. Gökyüzü ağacının meyvesi olan biz yıldızlara da hiç bakmadınız. Yıldızlarla konuşan adam başını önüne eğdi bu sefer. Yıldızlar binlerce yıllık yalnızlıklarını ve suskunluklarını şikayet ediyor gibiydiler. Yıldızın bir nida etti: “Başını kaldır! Kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir zâtın harika işlerine bak. Sen başıboş olmadığın gibi bu hadiseler de başıboş olamazlar. Her birisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Merhametli ve kudretli bir emrinde görev alıyorlar.” Başını kaldırdı. Tüm güzelliklerini göstermişlerdi tüm yıldızlar. Hiç görmediği bir güzellikti bu. Adeta bir aşk manifestosu, bir sevda destanıydı gördüğü. Bakakaldı! Bir daha gözünü alamadı. Aradan nice zaman geçti. Köyüne tüm uyuyanları uyandırmaya gitti. Bir de ne görsün? Tüm ahali başını kuma sokmuş debelenip duruyor. Ne kurtulabiliyor, ne de kurtulmak istiyordu. Bağırdı, yıldızlarla konuşan adam ama kimse onu dumadı. Avzı çıktığı kadar bağırdı. Duyan olmadı. Çünkü tüm ahali sağır olmuştu ve işin en kötü tarafı hikaye burda bitmedi. Maalesef bu hikaye bu şekilde hala devam ediyor. Yıldızlarla konuşan adam bağırıyor ama duymuyorlar. Gösteriyor ama görmüyorlar Gören göze karanlık perde olmaz. Görmeyen göze ışık ne yapsın? Altyazı M.K.
Tebliğ et!