Bir gün peygamberimiz (sav) müşriklerin arasında, Kabe’de namaz kılmak istemişti. Bir anda müşrikler etrafını sardı. Hz. Ali anlatıyor bu hadiseyi. Kimi tükürüyor kimi kıyafetlerini çekiyor kimi çekiştiriyordu. Sahabeler hiçbir şey yapamamıştı. Bir an bir de baktılar ki uzaklardan bağırarak koşan bir kahraman, bir yiğit geliyordu. Kalabalığı yardı. “Rabbim Allah’tır dedi diye bir adamı öldürecek misiniz” diyerek önüne atlamıştı. Peygamberimizi (sav) bıraktılar, hırslarını Ebû Bekir’den aldılar. Bayılana kadar dövmüşlerdi. Kan revan içinde uyandığında “Rasulullah nerede?” demişti. Annesi: “Onu boşver, onun yüzünden dayak yedin zaten” diyordu. “Beni ona götür” dedi. İşte zordur Ebû Bekir olmak ve ona canını feda etmek. “Senin yerine ölürüm Ya Rasulullah, canım sana feda olsun” diyordu. Efendimiz (as) sordu: “Benim yerime ölür müsün Ya Ebû Bekir?” “Evet Ya Rasulullah” dedi. Neden? dedi. “Ben ölsem bir ev ağlar, sana bir şey olursa bütün evler ağlar, bütün ümmet ağlar Ya Rasulullah” dedi. Ebû Bekir olmak Ebû Bekirce cevaplar vermek demektir. Bir gün Tebük Gazvesi için müslümanlara çağrıda bulunuldu. Sadaka verilmesi için bir çağrıydı. Hz. Ömer aktarıyor: “İşte şimdi Ebû Bekir’i geçeceğim” diye düşündü. çünkü “benim malım var, onun ise durumu fakir” diyordu. Alıyor malının yarısını, kırkta bir zekattan bahsetmiyoruz bakın, malın yarısı. Sahabeler kırkta bire cimri zekatı derlerdi. Malının yarısını alıyor, Resulullah (as)’e getirince Efendimiz (as) ona çok farklı bir soru soruyor; “Evine, hanene ne bıraktın Ya Ömer?” Hz. Ömer cevap veriyor: “Bu yarısıdır, diğer yarısını bıraktım Ya Rasulallah” Bir süre sonra Hz Ebû Bekir içeri giriyor. Bir kucak kadar bir miktar mal, erzak, para getirmiş. Efendimiz (as) anlıyor ki malının hepsini getirmiş. Ve ferasetiyle soruyor: “Evine, hane halkına ne bıraktın?” İşte Ebû Bekirce bir cevap veriyor: “Allah’ı ve Resulü’nü bıraktım.” Hz Ömer diyor: “O gün anladım ki hayırda onu geçmek mümkün değil” Hz Ebû Bekir evine dönerken bir fakir ondan kıyafet istiyor. Gel diyor evimin kapısına. Evin kapısında üstünü çıkartıp son malını da o fakire veriyor. Bir çuval bulup hasırını üstüne giyiyor. Rasulullah onu yanına çağırıyor. Hz Cebrail, Cibril-i Emin geliyor. “Bu yanındaki abaya sarılan kimdir Ya Rasulullah” diyor. Efendimiz (as): “Bu Ebû Bekir’dir, malının hepsini islam için harcadı… …beni tasdik etti, kızını bana nikahladı” diyor. Cebrail diyor ki: “Onu tebrik et.. …Allah soruyor: “Kulum bu halinde benden razı mı?” Ne kadar müthiş bir şey düşünebiliyor musunuz yani! Bütün insanlığın rızasına muhtaç olduğu… …milyarlarcasının onu razı etmek için çabaladığı Allah’ın Ebû Bekir kulundan razı olması… …onun da razı olup olmadığını sorması. Ebû Bekir ağlıyor, hıçkırıklara boğuluyor… …”Razıyım Ya Rab, kaderinden razıyım Ya Rab” diyordu. Bir ara uykuya daldı. Rüyasında bir melek ona göründü. “Ey Osman, hazırlan! Nebiler Nebisi seni çağırıyor” dedi. Osman’ın dudakları mevcelendi, hemen koştu Rasullullah’ın huzuruna. Dereler, yollar aşılıyor, bir patikadan bir bahçeye iniliyordu ve güllerin arasında onun çehresi gözüktü. Gözleri dolu dolu, damadı Osman (as)’a bakıyordu Efendimiz. Sağında Ebû Bekir solunda Ömer vardı. “Geldin mi Ey Osman?” “Geldim Ya Rasulallah” “Seni hapis mi ettiler” “Evet beni hapsettiler” Sordu ona: “Ey Osman, sana su vermediler mi… …seni susuz mu bıraktılar?” “Evet Ya Rasulallah, beni susuz bıraktılar.” “Ya Osman seni aç mı bıraktılar, sana yemek vermediler mi?” “Evet Ya Rasulallah bana yemek vermediler, beni aç bıraktılar” “Osman !” “Buyur Ya Rasulallah !” “Öyleyse buyur gel, iftarı benim yanımda yap.” Uyandı Osman, vakit gelmişti, Rasulallah’a kavuşma vakti gelmişti, hazırlandı. Hanımı Naile’ye dedi: “Bana şalvar getir.” Hanımı sordu: “Sen şalvar giymezdin, ne oldu Allah’ın halifesi?” Dedi ki: “Rüyamda Rasulullah (as)’ı gördüm, beni yanına çağırdı… …birazdan eşkıyalar beni öldürmeye gelecekler, beni yerde sürükleyecekler… … avret yerim görülsün istemiyorum” sözleri hançer gibi saplanıyordu hanımının gönlüne. Çaresizdi, bir yandan ağlıyor… …bir yandan sadık rüyaya itaat ediyordu. O sırada eşkıyaların bir kısmı vazgeçmişti… … Hz Osman’ın konuşmasından etkilenmişlerdi. Oluşan havadan hoşnut olmayan liderleri hemen harekete geçme emri verdi. Evinin arkasındaki duvar yıkılmıştı halifenin, evinin içine girdiler. Kuran okuyordu Nur-u Osman. İlk kılıç darbesi hanımının gözleri önünde inmişti ensesine… …tam da okuduğu ayetin üstüne akmıştı başının kanı. Ayette ise şu yazıyordu: “feseyekfikehumullah” Yani “Onlara karşı sana Allah yeter” Evet, üstadın da dediği gibi; “dost istersen Allah yeter” Tüm dünyaya karşı sana Allah yeter. Madem o var, her şey var. Medine’nin o sımsıcak günlerinden birinde dertli bir gönül vardı. Üzüntüyle için için ağlıyor… …her gün kalbine dolan kederle omzunda tonlarca yük taşırcasına eziliyordu. Artık derdini Nebiler Nebisi’ne açmaya karar verdi. İzin istedi izin verildi. İçeri girince Rasulallah (as)’ın şefkat okyanusunda ruhu dalgalandı. Boynunu büktü zat, ağlamaklı oldu. “Ya Rasulallah” dedi… …devamını diymedi, belli ki incitmişlerdi onu, kırılmıştı kalbi ve… …aradığı şefkati bulmuştu kainatın en zengin gönlünde. Efendimiz (sav) ona tebessüm ediyor… … halini arz etmesi için onu sabırla ve nezaketle bekliyordu. Tekrar iç çekti Sad (Sad el Esved); “Ya Rasulallah yüzümün siyahlığı, yüzümün çirkinliği… …cennete girmeme engel midir?” diye sordu. Dudakları titriyordu sorusunu bitirince. Ağlamak istiyor ama… …edepsizlik etmekten korkuyor, sıkıyordu kendini. Belli ki çok hırpalamıştı kalbini. Yaşadığı tüm zorluklar gözünün önüne geldi, zor günler geçirmişti bu güne kadar. Hz peygamber (as) “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki… …sen rabbine karşı saygılı ve… …elçisinin getirdiklerine iman ettiğin takdirde… bu söylediklerin cennete girmene asla engel değildir” buyurdu. Sad boyununu büktü… …”o halde insanlar niçin beni hor görüyorlar… …müracaat ettiğim insanlar beni fakir ve çirkin görüyorlar… …tenim siyah diye mi bana kızlarını vermiyorlar.” dedi. Evet, gittiği her yerden mahsun bir şekilde dönüyor… …fakir olduğu için, teni siyahi olduğu için çaldığı bütün kapılar suratına kapanıyordu. Bir bedevi dua ediyormuş Efendimiz (as)’in kabrinin başında. Hz. Ömer onun dua ettiğini duyuyor ve… …hemen arkasına geçiyor, “bakalım ne dua ediyor” diye. Bedevi öyle bir dua ediyormuş ki… …Hz. Ömer duadan sonra hıçkırarak ağlayacak. Bedevi açmış ellerini, diyor ki: “Ya Rabbi şurdaki yatan zat senin sevgilin, habibin… …ben ise senin kulunum… …şeytan ise senin düşmanın… …eğer beni affedersen habibin sevinir, düşmanın üzülür, kulun ise kurtulur.” “Eğer beni bağışlamazsan habibin üzülür… …düşmanın sevinir, kulun ise helak olur. “Ya Rab! sen habibini üzmekten, düşmanını sevindirmekten… …kulunu da helak etmekten çok daha cömertsin.” “Ya Rabbi” diyor, açıyor ellerini… …Arapların asilleri arasında bir gelenek vardır. Araplar aralarında bir asil vefat ettiği zaman… …onun kabrinin başında kölelerini azad ederlerdi. “Ya Rabbi! İşte habibin Rasulullah burada yatıyor… … ben de onun kabrinin başında senden niyaz ediyorum, şu kulunu şu köleni cehennemden azad eyle.” Hz. Ömer bu duayı duyunca ağlamaya başlıyor. Hıçkırarak, sakalı ıslanana kadar ağlıyor. “Ya Rabbi! bunun istediğinin aynısını ben de istiyorum” diyor. Dua etmeyi bileceksin, Allah’a doğru bir referansla doğru bir kalple gideceksin. Allah senin o istediklerini sana misliyle, sonsuz katıyla verebilecek kudrete sahiptir. Sadece ona güvenmen sadece ona dayanman senin yapman gereken şey. Ve kardeşini yatırdı bir kurban gibi… …sonra bıçağı aldı, kardeşinin boynuna vurunca kardeşinin başı gövdesinden ayrıldı. Sonra ne yapacağını bilemedi çok korktu. Sonra Cabir b. Abdullah dışarı çıkmıştı bazı ihtiyaçları temin etmek için. O ihtiyaçları getirene kadar annesi çocukların öyle bir sessizleştiğini görünce korktu… …bir anda döndü, gitti o kilere doğru yaklaştı, bir baktı ki… …evladı, küçük çocuğu yerde kanlar içinde yatıyor ve… …diğer evladı da elinde bıçak, anladı ki o, onu kesmiş… …sonra anne yüreği yani orada düşünün ne hisseder bir annenin yüreği… …hemen koştu, o çocuğu durdurmak için bir panik haliyle koştu. Ondan sonra Hz. Cabir’in büyük oğlu korktu ve kaçmaya başladı. Kaçarken dama çıktı, çıkayım derken düştü kafasının üstüne ve… …onun da kafasından kanlar sızdı, bir baktı anne iki evladı da hayatını kaybetti. O sırada Talha b. Ubeydullah da… …savaş başlamadan pişman olmuş, geri dönecekti. Fakat Mervan b. Hakem onun tereddütle geri dönmeye meylettiğini görünce… Talha da geri dönerse halimiz ne olur diye düşünerek… …zehirli bir mızrakla bacağını yaraladı. Zehrin etkisiyle Talha yürüyemez olmuştu. Savaş başladı, müminler birbirlerine kıyıyorlardı. Yanından geçen bir askere elini uzattı Talha: “Sen kimin askerisin” dedi. Asker: “Ben halife Ali’nin askeriyim” deyince “uzat elini sana bey’at edeceğim” dedi. Allah’ın huzuruna Ali’ye olan bey’atımı bozarak çıkmak istemem dedi. Asker sordu: “Sen kimsin?” “Talha b. Ubeydullah’ım” dedi. Asker hemen koştu, Hz. Ali’ye durumu anlattı, Hz. Ali koştu geldi. Hz. Talha’nın bedenini kucaklayıp sarılmıştı. Öpüyor, kokluyor, sakalındaki tozları temizliyor… …canı gibi sevdiği kardeşini bu halde görmeye yüreği dayanmıyordu. “Ey Talha, bu gök kubbe altında seni bu halde mi görecektim” dedi. Öyle ağladı, öyle ağladı ki yanındaki oğlu Hz. Hasan endişelendi. Onu teselli etmeye çalıştı. Oğlu Hasan’a dedi ki Hz Ali: “Evladım, keşke baban 20 yıl önce ölseydi de bu hali görmeseydi. O Rasulullah’ın biricik Talha’sıydı, ilk müslümanlardandı. Hayırlı Talha adıyla anmıştı Nebiler Nebisi onu… …cömert Talha demişti ona, Şehidül Hayy demişti. Yaşayan şehiddi o ve gerçekten de şimdi şehitler arasına kavuşmuştu. Hz. Ali Uhud savaşı sonrası inen ayeti hatırladı. Müminlerden öyle yiğitler vardır ki, Allah’a karşı verdikleri sözü tuttular; şehit oldular. Kimileri ise sözünü tutmayı bekliyor, şehit olmayı bekliyor. Sahabeler sormuştu Güllerin Efendisi’ne: “Ya Rasullullah bu bekleyenler kimlerdir” demişlerdi. O sırada yeşil cübbesiyle mescide giren Talha’yı göstermişti Nebiler Serveri: “işte odur” demişti. Talha da sözünü tutmuştu. Hz. Ali’nin kucağında gözyaşlarıyla yıkanmıştı bedeni gassaldan önce. Hz. Ali Rasulullah’ı hiç olmadığı kadar özlüyordu. “Ya Rasulullah sen gittin, bak ümmetin yetim kaldı… …sen gittin ümmetin sahipsiz kaldı. Neredesin Ya Rasulullah” der gibi bakınıyordu semaya. Yanıyordu yürekler, alev alevdi Ali’nin gönlü. “Ne oldu ümmetin hali böyle” diyordu. Ya Ali! bugün gelsen, ümmetin bugünkü halini görsen, gözlerin yaş değil kan ağlardı. Yüreğindeki alev semadan Arş-ı Ala’ya uzanır… …cehennem o ızdırabın yangınından korkardı belki de. Ve Hamza şehit oldu ama Takdir-i İlahi senin “Şehitlerin Efendisi” olmana hükmetmişti. Nasıl kıydılar sana! Nasıl devirdiler Koca Hamza’yı! Nasıl kıyıp da bedenini kestiler! Nasıl ciğerini çıkarıp dişledi hain müşrikler. Nasıl organlarını çıkardılar, ne cüretle! Bilmiyorlar mıydı Peygamberler Serveri Efendimiz (as) onu görünce merhamet dolu kalbi dayanamayacak! Bilmiyorlar mıydı kulağını, burnunu kesmeye cüret ettiler. Allah’ın Rasulu (as) savaştan sonra Hamza’yı göremeyince… …Ali’yi göndermişti, “git bak Hamza nerede” demişti. Biliyordu şehit olacağını, bir rüya görmüştü aslında savaştan önce. Rüyada bildirilmişti ona her şey. O yüzden savaştan önce amcasına bakıp bakıp hüzünle doluyordu gözleri. Can yoldaşı Ebû Bekir fark etmişti o bakışların anlamını. Sormuştu da Efendimiz (as) cevap verememiş… …kelimeler boğazında düğümlenmişti. Nitekim öyle de oldu. Hz. Ali geldi, dedi ki: “Ya Rasulullah, Hamza şehit düşmüş.” Efendimiz hüzünle doldu, hemen beni ona götür dedi. Hz. Ali yalvardı: “Ne olur Ya Rasulullah gelmeyin… …görmeyin o halini, sabah nasıl gördüyseniz öyle hayalinizde kalsın. “Olmaz” dedi, “götürün.” Bir de baktı ki Hamza boylu boyunca yatıyor. O dev kahraman, o sığındığı dağ şehit düşmüştü. Öylesine yandı ki yüreği, hiç kimse için o kadar ağlamamıştı. Belki de hayatında en çok acı duyduğu sahneydi. İlk defa yüksek sesle ağlamıştı, hıçkırıkları sahabeleri kırıp geçiriyordu. Öylesine üzülmüş. Efendimiz (as) 70 civarı şehidin hepsine ayrı ayrı cenaze kıldı… …hepsinde de, Hamza’ya da 70 sefer cenaze namazı kıldı. Kalbi hazindi Allah Rasulu’nun, keder doluydu. “Amcacığım” derdi ona “amcacığım, daha şimdiden çok özledim seni” derdi. Semada melekler yıkadı şehit Hamza’yı. Hala daha başınızı kaldırıp bakma imkanınız olsaydı görecektiniz ki gökte, Hamza Allah’ın Aslanı’dır yazılıdır. Ensar birbirlerinin evlerine gidip geliyordu taziye için. Efendimiz (as) bir baktı Hamza’nın evine gidip gelen yoktu. Her şehidin ağlayanı var fakat benim amcamın ağlayanı yok demişti. Tüm sahabeler kendi şehitlerini bırakıp… …hepsi Hamza için ağlamaya başladı. O islamın ciğerparesiydi. Ciğeri yandı Nebiler Nebisi’nin. Hamza çok değerliydi fakat Murad-ı İlâhi ayrılığa hüküm vermişti. Efendimiz (as)’in payına da acı ve hasret düşüyordu. Tıpkı şimdi bizlerin Allah Rasulü’nden ayrı kalmaktan yanıp kavrulduğumuz gibi. Rasulullahlı günler artık tükeniyordu. Nebiler Nebisi (as) hasta yatağında Refîk-i A’la’ya yürüyordu. Fatıma ise babasının baş ucunda yangına dönüşmüştü. Babasının onun kulağına eğildi bir şeyler söyledi. Fatıma feryatla ağlamaya başladı. Yakında vefat edeceğini söylemişti; kimseye söylemediği bir sırrı paylaşırcasına. Bir süre sonra ise tekrar eğildi. Bu sefer söyledikleri karşısında Fatıma gülmeye başladı. Kendisinin vefatından sonra Rasulullah’a ilk kavuşacak kişinin Fatıma olduğunu söylemişti. Zaten nasıl dayanırdı ki Fatıma onsuz bir Medine’ye. Nitekim o gün geldi çattı. Aişe anamız Medine’yi ve atmosferi delip geçen, arşı çınlatan nida ile haber vermişti herkesin dizinin bağını çözen ifadelerle. Allah’ın sevgilisi, Nebiler Nebisi vefat etmişti. Feryatlar semaya yükseliyordu… …herkes bir yanda Rasulullah aşkı ölçüsünde aşk acısı yaşıyordu. Medine hiç bu kadar gözyaşı dökmemişti. Bu sefer yer gök ağlıyor… …dağlardaki taşlar, mesciddeki duvarlar bile feryat ediyordu. Herkes yetim kalmış gibi buruk, hayat anlamını yitirmişçesine perişandı. Kokusunu duyamaya alışkın oldukları gül kokulu peygamber… …dâr-ı bekà’ya gitmiş, sahabelerin nasibine ise ayrılık düşmüştü. Herkesi ezen bu ağır yük Fatıma’nın tüm renklerini soldurmuştu. Bir ara Enes bin Mâlik ile karşılaştı. “Ey Enes, toprağa mı koydunuz babamı?” dedi. “Evet” dedi Enes ağlayarak. “Sen de toprak attın mı babamın üstüne” dedi. “Evet” dedi Enes ağlayarak. “Ya Enes eliniz nasıl vardı da toprak attınız, nasıl gönlünüz razı oldu?” dedi. Enes artık konuşamıyordu hıçkırmaktan. Fatıma’nın yüreği yangın yeriydi: “Üzerime öyle musibetler geldi ki… …şayet onlar gündüzün üzerine dökülseydi …gündüzler bile kararır da gece olurdu” diyordu. Peki ya biz? Ayrılığımız daha büyük Rasulullah’tan ama hasretimiz, iştiyakımız da o ölçüde büyük mü? Ne de çok unutuyoruz sevgiliyi, ne çok gaflet içindeyiz. Fatıma babasının ellerini özlüyordu. Elini avuçlarının içine alıp, önce dışını sonra içini öpen babasının şefkatini özlüyordu. Tüm sahabeler bu acıyı kaldıramaz halde artık bitti gibi düşünürken… …Hz Ebû Bekir o unutulmaz konuşmasını yaptı: “Ey insanlar” dedi, “her kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki o fanidir… …her kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki o bakidir.” Sahabeler kendine gelmişti, İslam davası devam ediyordu. Rasulullah’ın sancağını alıp İslam’ı tüm dünyaya yayma mirası onların üzerindeydi artık. Nice zaman geçti, sahabeler bir süre sonra o hale alıştı. Fakat bir kişi hiç alışamadı. Rasulullah’ın vefatından sonra beş buçuk ay kimse Fatıma’nın yüzünde tek bir tebessüm dahi göremedi. O babasına böylesine bağlıydı, babasıyla arasında böyle bir sevgi vardı. O babasının kızıydı, o babasının anasıydı. Beş buçuk ay sonra o gül de soldu. Sevgilinin sevgilisine kavuşmasıydı Fatıma’nın gidişi.
Tebliğ et!