“Kur’ân-ı Kerim evrensel bir kitap mıdır yoksa bölgesel bir kitap mı? Evrenselse neden develerden bahseder de kutup ayılarından ya da penguenlerden hiç bahsetmez? Sonuçta tüm hayvanları Allah yaratmadı mı? Veya neden ileride çıkacak helikopterden, atom altı parçacıklardan bahsedilmemiş?” Bunlar bu dönemde sıkça gelen sorular arasında. Artık imani meseleleri delilleriyle bilmemiz gereken bir çağdayız. Peki Kurân-ı Kerim’in evrenselliği ispatlanabilir mi? Gelin hep beraber bakalım. Evrensellik bütün insanlığı ilgilendiren, tüm insanlar için geçerli olan anlamlarında kullanılır. Peki sizce bir fikir evrenselliğe nasıl ulaşır? Öncelikle merkezde o fikrin kabul edilmesi gerekir. Mesela suya atılan bir taş düşünün. İlk önce merkezde küçük bir dalga oluşur. Devamında gitgide dalgalar büyümeye başlar. Aslında bir fikrin herkese yayılması, evrenselliğe ulaşması da merkezde oluşan böyle küçük bir dalgayla başlar. Devamında büyüyen dalgalar gibi fikir de genişleyerek artık yayılır. Ama merkezdeki bu dalgayı hiç oluşturamazsak, devamındaki yayılmadan da bahsedemeyiz. İşte İslamiyet ve Kur’ân hükümleri için de olaya böyle bakmamız lazım. Yayılımdaki merkez, Arap Yarımadası’ndaki insanlardır. Kur’ân da bu merkeze ulaştıktan sonra tüm insanlığa yayılarak evrenselliği de yakalamıştır. Peki anlatılan bilgileri daha ilk kişiler bile anlayamayıp kabullenemeselerdi, o zaman bu hikmetli bir iş olur muydu? Mesela helikopterden veya atom altı parçacıkların isimlerinden bahsetse ya da hiç duyulmadık hayvanların isimlerinden bahsedilseydi, anlaşılması zor olmaz mıydı? Düşünsenize karşınızda 300 kişilik bir grup var ve siz onlarla hiç konuşmuyorsunuz, bulunduğunuz zamandan bahsetmiyorsunuz. Halbuki bilgiler öncelikle ilk hitap edilen kesime kolaylıkla ulaşmalı, devamında tüm zamanlara ve insanlara işaretlerle hitap etmelidir. Yani öyle bir kitap olmalı ki tüm insanlar onun temel mânâlarını anlayabilmeli ve bilgide derinliği yakalayanlar ise içinde birçok mânâlar bulabilmelidir. İşte Kur’ân da aynen böyle bir kitaptır. Hem merkezdeki insanlara en ikna edici şekilde ulaşabilmiş, hem de tüm insanlığa bu bilgileri ulaştırmıştır. Düşünün, Kur’ân hakkında 350.000 tane tefsir yazılmış. İçinde nice derin mânâlar yakalanabilmiştir. Anlaşılır ifadelerle genel meselelere değinen Kurân, derin mânâları da işaretler ile bildirmiştir. Mesela Hz. Musa (as)’ın kıssası gibi bazı olayları anlatmış ve bunu da tüm insanlar için büyük mânâların, büyük düsturların bir işareti yapmıştır. Kurân’ın bu yöntemle evrenselliğe ulaştığının delili de bir avuç insan ile başlayan dinin, şu anda 1.5 milyardan fazla inananı ile Dünya’nın en hızlı büyüyen dini olmasıdır. ‘Kurân neden tüm hayvanlardan bahsetmemiş, mesela neden penguenlere hiç değinmemiş?’ diye sorular da geliyor. Buradan da demek ki evrensel değildir diye bir sonuç çıkarılmış. Halbuki Kur’ân bir zooloji, bir hayvan bilimi kitabı değildir ki bütün hayvanlardan tek tek bahsetsin. Veya ‘Neden gökyüzündeki bilgilerden ayrıntılarıyla detaylı bir şekilde bahsetmemiş?’ diye soruluyor. Halbuki Kur’ân yine bir astronomi kitabı da değildir. Kur’ân, evrenin mânâlarını insana anlatan bir mânâ kitabıdır. Kur’ân her şeye kıymeti nisbetinde bir makam verir. Mesela evrenden bahsederken maddesel özelliklerinden daha çok, mânâlarını ön planda tutar. Yani Kur’ân insandan kainatı okumasını istiyor. Temelde amacı budur. Evrenden yaratılışındaki mânâ ve sanatkârına işaret eden anlamlar için bahseder. Mesela Güneş’ten bahsederken; ‘Güneş, Dünya’nın çapının 109 katına eşittir.’ gibi maddesel özelliklerinden ayrıntılı olarak bahsetmez. Daha çok Güneş’e bakıp çıkarmamız gereken derslerden bahseder. Mesela Güneş’in Allah’ın emri altında çalışan bir asker gibi olduğundan ve insanlar için aydınlatıcı bir ışık, bizler için bir ikram, bir nimet olarak yaratıldığından bahseder. Yani aslında bu soruları sormak, Kur’ân’ın alanının ve amacının tam anlaşılmadığını gösteriyor. Mesela matematiğin temel amacı ve önemi adında bir kitap düşünelim. Matematiğin önemini anlatan ve herkese yönelik hazırlanmış bir kitap olsun. Şimdi insanlar gelip itiraz etseler; “Neden matematik hakkındaki bütün konular bu kitapta anlatılmamış? Toplamadan çıkarmaya, türevden integrale kadar her şey ayrıntılı ayrıntılı neden burada anlatılmamış?’ deseler mantıklı olur mu? Tabii ki hayır. Ya da Biyoloji bölümü öğrencisi gelip, “Biyolojiyle alakalı tüm bilgiler neden bu kitapta anlatılmamış?” dese, tamamen mantıksız bir yaklaşım olur. Çünkü kitabın hem alanı farklı, hem de alan içindeki amacı farklı. Kur’ân’da temelde dört kavramı ele alır. Bunlar: Tevhid, nübüvvet, haşir ve adalettir. Kur’ân, kainatın yaratılış hikmetini anlatmak ve insanın en temel görevlerini bildirmek üzere konuları anlatır. O yüzden ‘Kurân’da kainattaki bütün bilgiler, tüm ayrıntılarıyla isim isim neden zikredilmemiştir?’ sorusu da mantıksız olur. Çünkü kitabın asıl alanı ve amacı farklı. Düşünün, 124.000 peygamber gelmesine rağmen, Kur’ân’da sadece 28 peygamberden bahsedilir. Demek Kur’ân en kıymetli kişiler olan peygamberlerin bile hepsini zikretmemişken, “Kainattaki tüm ayrıntılardan, tüm hayvan ve bitki çeşitlerinden neden bahsedilmemiştir?’ denilir mi? Ayrıca her şeyden tek tek bahsedip de ciltlerce kitap halinde bir eser olsaydı, bu sefer herkese ulaşabilip evrensel bir kitap olabilir miydi? Bu da ayrı bir konu. Her dönemin insanlarını uyarıp bilgilendirir. Zaten evrensellik dediğimiz de budur. Kurân sadece 21. yüzyıla hitap edip sürekli yeni buluşlardan bahsederek, eski zamanlara hitap etmeseydi bu hikmetsiz olurdu. Bu sefer de geçmiş dönemdeki insanlar çıkıp, “Bu kitap bize hitap etmiyor. Evrensel değildir.” diyebilirlerdi. Özellikle televizyon, internet, uçak, elektirik gibi medeniyet harikalarından açık açık bahsetseydi, geçmiş dönemdeki insanlar için hiçbir anlam ifade etmeyecekti. Belki de yeni gelişmeler keşfedilene kadar kitabın ütopik, karışık ve gerçeklikten uzak olarak algılanmasına sebep olacaktı. Hem de her dönem için ibret alınacak, ders çıkarılacak örnekler ve mânâlar verilmemiş olurdu. Veya düşünsenize günümüzdeki buluşlardan açık açık bahsedilmesi, bizim için de imtihan sırrına ters bir hareket olmaz mıydı? Gökyüzünün tamamen karanlığa bürünüp de bir anda 500 yıldızın belirerek ‘La ilahe illallah’ yazdığını düşünün. Herkesin ister istemez kabul edeceği, imtihan sırrını ortadan kaldıracak bir olay olurdu. Demek ki en mantıklısı herkesi ilgilendiren konuları temelde ele alıp ileride gerçekleşecek olaylardan da işari olarak haber vermektir. Mesela örneklerde kullandığımız evrenin genişlemesi gibi Kur’ân mucizeleri de, bu işari mânâlar bölümünde düşünülebilir. Demek ki geniş çapta düşünürsek, mantık ilmiyle tartarsak şu sonuç çıkıyor. Öncelikle hedef, hitap edilen her kesim için anlaşılır bir kaynak oluşturmak ve devamında işaretlerle bilgileri vermek olmalıdır. Kur’ân kıssalarında tüm insanların hayatlarını yönlendirecek öğütler vardır. Hem de kişilerin hangi tarihte, hangi bölgede yaşadığı fark etmeksizin her hayat şartına uygun olarak doğru yolu gösterir. Zaten öğüt her insan için faydalıdır. Bu yüzden Kur’ân’ın belli tarihlerde inip oradaki olayları anlatması veya geçmiş kıssalardan bahsetmesi evrenselliğini değiştirmez. İnsan hayatında karşılaştığı her durumda, her türlü sıkıntı da bir danışman, bir yol gösterici aradığı gibi; Kur’ân da o dönemde bahsettiği olaylarla veya bahsettiği peygamber kıssalarıyla her döneme hitap ederek, insanlara bir örnek, bir öğüt ve yol gösterici olmuştur. Mesela hastalanan insanların çektiği sıkıntıya nasıl sabredileceğinin örneği, Hz. Eyüp (as)’ın yaşadıklarıyla bize anlatılır. Ve bu her dönemde, her insanın ihtiyaç duyduğu evrensel bir konudur. Veya evlat acısıyla ömür geçirmenin örneği, Hz. Yakup (as) ile anlatılır. Ve bu duruma düşen her insan için bir yol gösterici olur. Veya haram sevdayla nasıl mücadele edileceğinin örneği, Hz. Yusuf (as) ile her topluma örnek olarak gösterilir. Ya da toplum tarafından dışlanma ve yalnızlıkla mücadele örneği, Hz. Nuh (as) ve Hz. İbrahim (as) ile bizlere anlatılır. Yani her dönem ve her insan için yaşanılabilecek bu duygusal durumlar ve bunlara verilen en faydalı çözümler Kur’ân’ın evrenselliğinin göstergesi değil de nedir? Şimdi Kur’ân hükümlerini bir düşünelim. Kur’ân’da kişisel, sosyal ve toplumsal hayatın nasıl olması gerektiği ile ilgili birçok hüküm vardır. Bu hükümler her dönem ve her insan için en iyi çözümü bize anlatmıştır. Mesela namazda insana hem ruhsal, hem bedensel açıdan faydaların bulunması… Veya oruçta hem sağlık açısından, hem toplum için insanların birbirini anlaması açısından birçok faydaların bulunması… Veya faiz yasağıyla toplumları bitiren bir meselenin yasaklanması ve böylece toplumun düzene sokulması… Ya da zekat sistemiyle tüm insanlar arasında maddi dengenin sağlanması… Veya hac ibadetiyle insanların tek çatı altında toplanıp sosyalleşmesi ve birlikteliğin oluşması… Dil, renk, ırk fark etmeden insanların bütün olup kaynaşmaları gibi birçok kuralla insanların en faydalı ve en iyi şekilde yönetilmesi de ve böylece toplumların düzeltilmesi de evrenselliğe delildir. Buraya kadar Kur’ân’ın evrensel olduğunu ispatladık. Şimdi Kur’ân’ın evrensel olmadığını iddia edenlere birkaç soru soralım. Kur’ân-ı Kerim eğer evrensel bir kitap olmasaydı, şu an sayısı en çok artan din İslamiyet hiç olur muydu? Veya Kur’ân eğer evrensel bir kitap olmasaydı; her kıtadan, her bölgeden, her tarzda insanlar İslamiyet’i kabul edip hayatlarına kolaylıkla geçirebilirler miydi? Veya Kur’ân sadece indiği topluma hitap etseydi, uygulanabilirliği de yüzyıllar geçtikçe azalıp Müslümanların sayısında da bu süreçte ciddi bir azalış olması gerekmez miydi? Veya İslamiyet’in hangi hükmünü uygulamaya çalıştınız da uygulanamadı? Ya da hangi hüküm, hangi toplumda hikmetli ve güzel sonuç vermedi? İslamiyet’in hangi anahtarı herhangi bir kapıyı açamadı da ‘Evrensel değildir.’ denilebilsin? Zaten bu videoyu şu anda izlemeniz, 1400 sene önce gelen bir dini hâlâ kolaylıkla yaşayanları bizzat görmeniz ve İslam hakkında ikna edici, akla yatkın ve çürütülemez yüzlerce ispatlar duymanız, onun günümüze hitap ettiğine yani:
Tebliğ et!