“Ya Resulallah yüzümün siyahlığı, yüzümün çirkinliği cennete girmeme engel midir?” diye sordu. Dudakları titriyordu sorusunu bitirince. Ağlamak istiyor ama edepsizlik etmekten korkuyor, sıkıyordu kendini. Belli ki, çok hırpalamaştı kalbini. Yaşadığı tüm zorluklar gözünün önüne geldi. Zor günler geçirmişti o güne kadar. Hz. Peygamber (a.s.m), “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sen Rabbine karşı saygılı ve elçisinin getirdiklerine iman ettiğin takdirde bu söylediklerin cennete girmene asla engel değildir.” buyurdu. Sad boynunu büktü. “O halde insanlar beni niçin hor görüyorlar? Müracaat ettiğim insanlar beni fakir ve çirkin görüyorlar. Tenim siyah diye mi bana kızlarını vermiyorlar?” dedi. Evet, gittiği her yerden mahzun bir şekilde dönüyor, fakir olduğu için, teni siyahi olduğu için çaldığı bütün kapılar suratına kapanıyordu. Nebiler Nebisi ona sordu: “Ey Sad, müracaat ettiklerin arasında Amir bin Vehb var mıydı?” Sad: “Yoktu Ya Resulallah.” dedi. “Öyleyse Amir’e benim selamımla git. Allah Resulu kızınızı bana vermenizi emretti de.” buyurdu Efendimiz. Sad’ın yüzü ışıl ışıl olmuştu bir anda. Sevincinden ayaklandı birdenbire Sad. “Allah beni size kurban etsin, Ey Allah’ın Nebisi, hemen gidiyorum.” dedi. Kalbi heyecandan kuş gibi olmuştu. Koşa koşa Amir bin Vehb’in kapısına gitti. Durumu ve emri ona iletti. “Beni Allah’ın Resulu (a.s.m) gönderdi. Selam söylüyor ve kızınızı bana nikalamanızı buyuruyor.” Amir bin Vehb bir anda sinirlendi. Dünyalar güzeli kızını bu fakir, varlıksız, siyahi gence vermek kızının bahtını da karartmak demekti kendince. Yakıştıramıyordu böyle bir damadı kendine. Hemen reddetti. “Ey delikanlı, ben kızımı sana verecek değilim!” dedi. Ve Sad’ın fakirliğini, esmerliğini yüzüne vurdu. Oraya binbir ümitle gelen Sad, bir anda hayal kırıklığına uğradı. “Siz bilirsiniz. Ben sadece Allah Resulu’nun emrini size ilettim.” dedi. Döndü ve ağır ağır Kainatın Efendisinin yanına doğru yürümeye başladı. Ağlıyordu Sad el-Esved. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Canı bir kez daha yanmıştı. Canı yananlar bilir. Kalbi bir kez daha kırılmıştı. Kalbi kırılanlar bilir. Ne fakirliğini yenebiliyordu, ne de esmerliğini. Omuzları çökmüş bir şekilde Nebiler Nebisinin yanına vardı. Efendimize durumu anlattı. Efendimiz duraksadı, üzüldü ve bekledi. O esnada Amir bin Vehb’in kızı perdenin arkasından çıkmıştı. Tüm konuşulanları duymuş, Sad’ın boynunu büküşünü, büyük bir üzüntü ile çıkıp gidişini görmüştü. Evet, belki de yüz güzelliği ya da mal-mülkü yoktu Sad’ın ama Amir’in kızının yüreğinde yanar dağlar gibi fokurdayan bir iman vardı. Babasına yöneldi, “Babacığım siz ne yaptınız? Onu sana kim göndermiş biliyor musun? Allah Resulu’nu reddetmek ne demek, siz biliyor musunuz?” Dünyada tutunacak dalımız olmaz, kimse yüzümüze bakmaz, Allah’ın azabından kimse bizi kurtaramaz. Derhal gidin Peygamberimizden özür dileyin. Kızından bunları duyunca, Amir bin Vehb hemen hatasının farkına varır. “Eyvah ben ne yaptım?” der. Koşa koşa Kainatın Efendisinin huzuruna, Sad’ın peşinden varır. “Ey Allahın Resulu günah işlediysem tövbe ediyorum. Bu genc yalan söylüyor zannettim. Af buyurursanız tövbe etmek istiyorum. Kızımı kime vermemi isterseniz, vermeye hazırım. Emir buyurursanız kızımı Sad’a nikahlarım.” Efendimiz (a.s.m): “Ey Amir, eğer hatanı fark edip tövbe etmiş olmasaydın, senin yüzüne asla bir daha bakmazdım.” Ve Sad’a dönerek: “Ey Sad, evini hazırla.” Süleym kabilesinden Sad o an utancından başını önüne eğdi. Kimsesizdi. Yapayalnızdı. Gözlerinden sicim sicim yaşlar akıyordu. “Anam, babam, canım sana feda olsun Ya Resulallah! Benim ne evim ne yuvam var. Ne de mehir olarak verebilecek bir param, ne de hazırlaya bilecek bir eşyam var. Ben garip, kimsesiz, yuvasız bir kuş misaliyim. Sizden başka kimsem yok ki Ya Resulallah.” Sad ağlıyor, sahabeler ağlıyordu. Efendimiz (a.s.m) ise tebessüm ediyor. “O şefkatli sesi ile, “Ey Osman, Ey Ebubekir, Ey Abdurrahman, Sad’a iki yüzer dirhem verinde, yuvasını kursun.” dedi. Sad gerçekten de kanatlı kuşlar gibi uçuyordu sevincinden. Ashabın sultanlarından parayı fazlasıyla almış, evlilik için hiçbir mani artık kalmamıştı. Hazırlıklara başladı Sad çarşıya giderek. Bir süre geçti. Bazı eşyalar aldıktan sonra, çarşıda yükselen bir nida ile irkildi. Düşman büyük bir kuvvetle İslamı ortadan kaldırmak için silahlanmış, Medineye doğru yürüyordu. Ey Müslümanlar, Ey Allah’ın askerleri cihada davet ediliyorsunuz. Cennete çağrılıyorsunuz. Sad’ı adeta bir yıldırım çarpmıştı. Avuçlarındaki para ile düğün hazırlığı yapan Sad, şimdi iki tercih arasında kalmıştı. Ya taze gelinin yanına gidecek, hayalini gerçekleştirecek, evlenecekti. Ya da Allah yolunda cihada katılıp, canını ortaya koyacaktı. Sad’ın yüreğindeki iman harekete geçerek, tam bir sahabeye uygun bir karar verdi. Elindeki paraya baktı, “Ben bu paralarla bir at, bir ok, bir de kılınç alabilirim.” dedi. “Düğün işi artık ahirete kaldı.” dedi. “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.” dedi. Başına bir mifer takmış, siyah kollarını sıvamıştı. Ordunun arkasında at koşturdu. Yetişmişti orduya. Uzaktan onun gelişini gören Resulallah (a.s.m) onu kollarından tanıdı. “Sad, seni misin?” dedi. “Evet benim, Ya Resulallah. Allah beni sana feda etsin.” Bir yiğide yakışır cesaretle memnun etmişti Nebiler Nebisini. İki ordu karşı karşıya geldi. Büyük savaş başlamıştı. Sad ordunun en önüne geçti. Kılıncı ile Allah Resulu’nun düşmanlarını biçerek ilerliyordu. Savaş bitmiş, İslam bu tehlikeyi de bertaraf etmişti. Savaş sonrası savaş alanında dolaşan Allah’ın Nebisi yaralılar arasında düşmana büyük darbeler vuran Sad’ı şehit olmak üzere olarak buldu. Son anlarını yaşıyordu Sad. Sad’ın başını kucağına aldı, yüzündeki tozları mübarek elleri ile sildi. Zenci gencin kıvrım kıvrım saçlarını okşuyordu şefkat Peygamberi. Sad’ın dudakları son kez aralandı. Kelimelerin en güzeli olan şehadet döküldü dudaklarından. “Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluhu.” Ve Süleym kabilesinden Sad bu şekilde ruhunu Rahman’a teslim etti. Peygamberler serverinin nurdan gözlerine bakarak, onun kucağında son nefesini vermek nasıl bir nasiptir, Ey Sad! Yüzün karaydı ama bahtın kara değildi, Ey Sad. Demek vücudunun siyahlığı cennete girmene engel değildi, Ey Sad! Siz hele birde Kainatın Efendisinin (a.s.m) o nurdan gözlerinden süzülen inci tanesi gibi gözyaşlarına bakın. Sad için ağlıyordu Nebiler Nebisi. Ona acıyordu şefkat peygamberi. Fakir ve siyahi diye kimse kızını vermemişti. Sonra bir kapı açıldı ama Amirin kızının elini dahi tutmak nasip olmamıştı. Bir an baş başa dahi oturamadan cenge gelmişti Sad. Allah’ın Resulu (a.s.m) bir anda gülümsemeye başladı. Sonra ani bir haraketle yüzünü çevirdi. Bunu gören sahabeler merak etti. Ne oldu da Resulallah’ın hüznü neşeye döndü? Ve sonrada yüzünü çevirdi. Ebu Lubabe sordu: “Ya Resulallah, şu genç için ağladınız, sonra güldünüz, sonra bakmamak için yüzünüzü çevirdiniz. Neden böyle yaptınız?” Efendimiz (a.s.m) cevapladı: “Sad’a olan sevgi ve merhametimden dolayı ağladım. Önce ağladım kimse ona kızını vermemişti. Yüzünün siyahlığı ve fakirliğinden dolayı. Ve sonra tam evlenecekken cenge katılmasından dolayı, ona acıdım. Muradına kavuşamadan göçtü gitti. Onun o halini düşününce ağladım. Sonra onun şehit olduktan sonra kavuştuğu cennet nimetlerini görünce, gülümsedim. Dünyadayken elde edemediğini, cennete elde etti. Şimdi Havz-ı Kevser’de hurilerle oturuyor. O yüzden utandım başımı çevirdim.” “Hemen Amir bin Vehb’e haber gönderin. Yüce Yaradan Sad’a onun kızından daha hayırlısı ile evlendirdi. Cennet hurileri ile evlendirdi. Kılıncını, mızrağını ve atını alın, kendisini gönüllü olarak isteyen kızcağıza verin.” Babasına da deyin ki: “Kızını vermekte tereddüt ettiğin siyah yüzlü gence Allahu Teâla cennet hurilerini lâyık gördü!” Evet kişi vazgeçtikleri kadardır ve kişi nasibinin esiridir. Nasibin ise senin gayretine aşıktır. Ayette de dediği gibi, وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” Öyle ise Bediüzzaman hazretlerinin dediği gibi: Vesselam.
Tebliğ et!