Bir insanda ahirete iman meselesi oturmazsa, kalben, aklen, ruhen tasdik etmezse o adamın imanı her daim sekteye uğrar. Çünkü bakıyorsun yani Kur’an-ı Kerim’in üçte biri haşirden bahsediyor, ahiret inancından bahsediyor. İslamiyetin bütün ana esasları hep ahiret üzerine kurulmuştur. Aslında bütün mesele ahiretle dünya kıyasını yapamamak. Şimdi bu yüzden de gafletle bu hayata devam ettiğimiz için, Cenab-ı Hak merhametinden dolayı, hani diliyle söyleyip de kalbiyle tasdik etmekte zorlanan insanlara güzel bir nimet ihsan ediyor. O nimet de eser-i rahmet dediğimiz dünyaya karşı nefret hissiyatı. Bak bakalım şimdi kendi çevrene ve kendine bak. İnsanlar nereye doğru gitmek istiyorlar? Biz malımızdan, mülkümüzden, faizden, günahlardan kaçıp Allah’a sarılmamız lazımken, ahiret inancına sarılmamız lazımken Allah’tan kaçıyoruz, faize sarılıyoruz, esbaba, insanlara sarılıyoruz, dünyaya sarılıyoruz, oradan medet umuyoruz. Demek ki herkes kendi alemine baksın. Şu dünyadan nefret ediyor musun sen? O tecavüz olayları… Haberleri bir açıyorsun dehşetli, çirkin haller… Aklı başında olan adama şunu söylüyor: Evet, dünya yaşanılacak yer değil. Layıkıyla vazifemizi yapalım, Cenab-ı Hakk’ın huzuruna gidelim diye bir iştiyakın uyanması için, o dünyadan nefret ettiriyor Cenab-ı Hak. Musibetler geldiği zaman… veya depremde bile insan esbab dairesine veriyor değil mi? Fay hatlarıydı şudur budur bilmem ne yaptı filan… Ya elbette biz esbab dairesinde yaşıyoruz adetullah olarak. O fay hatlarının nedir, Cenab-ı Hak onları vaaz etmiş, yerleştirmiş. Ama onların tesiri yoktur. Tesir-i hakiki Cenab-ı Hak’tır. Onlar bir perdedir değil mi? Perde de saplandığı için adam o acizi de hissedemiyor. Hissedemiyor. Adam nefsini unutturduğu için, mizan-muvazeneyi kaybediyor, kendi nefis olmaya başlıyor. Benceizm başlıyor. Bence bence bence… Duymuyor musun etrafta? Herkes bence bence bence… Değil mi? Hiç Kur’an’ca, Allah’ça, sünetçe… Böyle demiyor işte. Böyle olduğu için o dalalette boğulduğundan dünyayı kendisine ayrı bir din çıkarıyor, bir inanış çıkarıyor kafasında. Bu adamın isteği nereye olacak? Bu adamın cenneti burası olacak ağabeyler. Yani ahirete iştiyakı olmayan, ahireti istemeyen adamın cenneti burasıdır. Mesela şu an Çin… Virüs yaygınlığı var değil mi ağabey? Herkese bulaşıyor ve dikkat edin şu an Çin’de yılbaşı kutlanacak biliyor musun? Yani dünyada bütün böyle en büyük rekorların kırıldığı zaman, Çin’deki yılbaşının kutlandığı zamanlarda. Yani adamlar, cennetlerinin en güzel bayramında evden dışarı çıkamıyorlar. Cennetinden günler çalınıyor şu an. O adamın her şeyi burası. Buradan sonra yok olacağına inandığı için bütün hissiyatıyla, bütün arzu ve istekleriyle, inanılmaz şekilde, şedit bir tarzda bu dünyaya sarf ediyor. Bak adamın cenneti ne hale geldi gördün mü? Çünkü niye? O adamın ahiret inancı yok. Yok olup gidecek. Yani o yüzden adam, cennetinde günler çalınmasın diye dünyadaki sistemi o kadar güzel uyguluyor, o kadar güzel yaşıyor ki Allah da onlara veriyor. Şimdi okuyacağımız yer de onunla alakalı. Biraz nankör olduğumuzdan dolayı gafletli bir hayat sürdüğümüz için… Yani bu ahirete iştiyak kısmı nasıl uyanacak? Onunla alakalı kısa bir yer okuyacağım ağabeyler. Tamam mı? Herkes kendi haline baksın. Dünyaya saplanmanın ne kadar ve Cenab-ı Hakk’a kavuşma isteği ne kadar? Ölümün hakikatini biliyor musun? Şimdi o haleti hissettirecek olan 5 numuneyi konuşalım. Bunlardan birincisi ihtiyarlık. O inanılmaz bir şekilde hissiyatlarını ahirete çeviriyor. Şimdi diyeceksin ki “Ağabey burada gençler var. İhtiyarlar fazla yok.” Ağabeyler, en hayırlı genç odur ki ihtiyar hissiyatıyla yaşasın. Ya. Üstada bakıyorsun şimdi bu gençler olduğu için bu hissiyatı verelim diye söylüyorum. Üstad Rusya’da esir düştüğü zaman, bir gurbet mektubu yayınlıyor. O gurbet mektubunun… Yani bir farklı hissiyata giriyor. Yalnızlık, kardeşlerinden haber alamıyor, talebelerinden haber alamıyor. Şehit düşmüş talebeleri. Böyle bir durumda diyor ki… O gününü anlatıyor. 40 yaşındayım o zamanlar.” diyor. Çocukları ihtiyarlatan gün. Müzzemmil Sûresi’nde geçiyor. Çocukları ihtiyarlatan gün. Zaten ahiret de böyle değil midir? O korku damarı… Şimdi biz bakalım. Ne zaman ihtiyarlığımızı hissedeceğiz? Yaş olarak mı? Hayır. Savaş ortamı.. “II. Dünya Savaşını gören, ihtiyardır.” diyor Üstad. Pardon I. Dünya Savaşı (Harb-i Umumi). Onu gören insan ihtiyardır. Maddi bir savaş var. Bunu gören ihtiyardır derken şu an daha dehşetli savaş yok mu dışarıda? Dışarı çıktığın zaman nefsani bir savaş yok mu? 70 nevi düşman ordusu günahlarla, fikriyatlarla, kalbimize, aklımıza, ruhumuza saldırıyor mu? Ebedi alemimizi kaybettirecek bir savaş, bir bombardıman günahı üstümüze geliyor mu? Bunun hakikatine varan insan ihtiyardır, ağabeyler. Dışarıya çıktığın zaman bunun kıyasını yaparsın. Şehvani mi bakıyorsun? Yoksa o baktığın kalbine hücum eden bir bıçak, bir füze mi geliyor? Böyle bakıyor musun sen? İşte o nazarla bakarsan… Şimdi buradan sıyrılıyoruz, ihtiyar tarafına geliyoruz. Cenab-ı Hak… Kendi hayatında gençliğinin gitmesi gibi, o gidici olan tüm mahlukatın faniliğini o ihtiyara gösteriyor ve acı manasını gösteriyor ona. Acı manası. Orası da şu demek: Ağabeyler, acı mana… İnsan böyle… Gençlik hissiyatı bu acı manayı göremiyor. Gençlik hissiyatı bu faniliği göremiyor. Niye? Gücün bir şeye yetmezse başka bir yere koşabiliyorsun ama ihtiyarlık öyle değil. Hastalığın içine saplanıp kalabiliyorsun veya birinden bir ihanet gördüğün zaman, ikinciyi dirilmeye vakit bulamayabiliyorsun. İşte bu halette ihtiyar diyor ki: “Elhamdulillah. Ölüm var, ahiret var. Bu dünyadan göçüp gideceğim.” diyor. Oraya karşı yani dünyaya karşı bir nefret uyandı mı? Uyandı değil mi? İnşâAllah o ihtiyar hissiyatını Cenab-ı Hak, bize de günahlar cephesinden yaşatsın. Yani öyle bir hâl olsun ki “Ya burası yaşanılacak yer değil. Yani görmüyor musun? Çivisi çıkmış” lafı oluyor ya, bu çivisi çıkmış derken ahirete iştiyak yönünden bunu söylemen lazım. Orada oturup, Orada konakladıkları için. Bu da bir mümin hissiyatıdır. Niye biliyor musun? Risale-i Nur’da bir yerde şöyle geçiyor. Ağabey isim neydi? Hubeyb. Senin? Mustafa. Hubeyb ile Mustafa’yı konuşacağız şimdi burada. Yani ikinizin de 99 tane arkadaşı var. Sizle beraber 100 oldunuz. Hubeyb’in 99 arkadaşı buradan gitmişler. Ama nereye gittiklerini biliyor. Güzel bir tatil köyündeler. Senin de arkadaşların buradan gitmiş ama nereye gittiklerini bilmiyorsun. Perişan olmuşlar, mahvolmuşlar, yılanlara, çiyanlara yem olmuşlar, tahayyül ettiğinden dolayı. Seni çağırsalar koşa koşa gidersin, seni çağırsalar gitmek istemezsin. Doğru mu? Bir dostun yanına gelse, samimi muhabbet besleyemezsin sen ona. Neden? Çünkü bir gün o da oraya gidecek. Yokluğa karışacak belki de bir… Ya inançsız bir adamın düşüncesi öyle değil mi? “Ölünce yok olacağız” diye. Sen de oraya gitmek istemeyeceksin. İşte nereye gittiğini bilirsen, sen oraya düşkün olursun. Eğer ki sen iman dairesinde yaşıyorsan, zaten senin arkadaşların da iman dairesinden olur. Onların gittiği yer de inşâAllah ebedi cennetse, sen de elbette oraya gitmek isteyeceksin. O yüzden, hakikaten… Düşünsene arkadaşların böyle vefat etmişler, ehl-i iman vefat etmişler, gitmişler buradan. Senin iştiyakın nereye olur? Değil mi? Mesela benim bak nenem var. Erkek evlatları hep vefat etmiş. O zamanki hastalıktan dolayı erkek evlatları yaşamamış. 7 tane olması lazım. Hâlâ, bak ağabey 90 yaşına yaklaştı, ne diyor biliyor musun? Onları kendine ahbab edinmiş. Kocasını söylemiyor bak. Ahbab edinmiş. “O evlatlarım cennetin kapısında beni bekliyorlar.” diyor. Olayı gördün mü? Ahirete nasıl bir iştiyak var? İşte sen nasıl bir ortamda yaşarsan, dostların da oraya gidecek ya, o hayal ettiğin yere. Sen de oraya çalışacaksın. O yüzden arkadaş ortamına dikkat et. Bar ortamında olan bir arkadaşın varsa, sen oraya gitmek istersin. Buradaysa arkadaşın, sen buraya gitmek istersin. Eğer ahireti konuşuyorsa bu adam, sen de onunla beraber olmak istersin. Gördün mü hacı ağabeyim? Demek ki dostlarımızın bu dünyadan gitmesi, vefatları da veya vefat edecek olmaları da bu dünyadan bizi soğutuyormuş. Çünkü devamı olmayan bir şeyde lezzet aranmaz. Lezzet, devamı olan şeylerdedir. Bir haftalık Maldivler’e tatile gitsen, artık üçüncü günden sonra sen de sıkıntı başlayacak. Niye? Tatil bitiyor, bitecek tatil. Gidince sınavlar var, işe gideceğim diye. Ne oldu? Gelmemiş olayın elemiyle, o lezzetin bitecek olmasını hayal etmenle o anki keyiften mahrum kaldın. Gördün mü hacı ağabey? Allah bu dünyada bize onu hissettirsin. Yaşayış cihetiyle. Yani evet, devamı olmayan şeyde lezzet aranmaz dediğimiz için devamı olanı aratsın. Ahirete yönelik. Çünkü sonsuzluğu isteyen kalbim, bu dünyaya tatmin olmaz. Yani iPhone’a, gidip de o sockete, gidip de Samsung’un şarj cihazını takamazsın. Takmaya çalışırsan belki uyar. Ama çalışmaz. Yalama olur, orijinali takarsan da iş yapmaz. O yüzden kalbin sonsuzluğu isterken, dünyalık metaları kalbine takmaya çalış, al, al, al. Kalbi bir açıyorsun, araba anahtarları dökülüyor, arsalar dökülüyor, hayaller, bakıyorsun şehvani duygular… Ağabey, yalama olmuş sonra Allah’a yer bile kalmıyor orada. Ya. Kalbinde Allah’a yer olmayanın, ahirete yeri olur mu ya? Kıyas et. Nasıl olur? Şöyle olur: Sıkıntılarla, musibetlerle, hastalıklarla bunlar olur. İnsan ne zaman ki acizliğini ve zayıflığını hisseder? Hastalandığı zaman, ihtiyaçalarını karşılayamadığı zaman. O yüzden Üstad, gençler geldiği zaman “Hastalar bakıyorum…” diyor, “…Onların tahammül noktasına bakarak diyorum ki size acımıyorum ki dua edeyim. Çünkü bu zamanda bela, o yüzünü değiştirmiş. Bazısında bela gibi görünen hadise, Ona büyük bir nimettir.” diyor. Öyle değil mi? Çünkü bakıyorsun adam sağlıklı, diskolarda, barda, her yerde günahların peşinde koşuyor. Hangi hastalıklı genci görsen, bir bakıyorsun acizlik ve zayıfladığı için daha çok böyle uhrevi işlerine, namazına bir tövbeye yöneliyor. “O yüzden sana acımıyorum.” diyor. Yaa. İşte Cenab-ı Hak, o zayıflık ve acizi, bize hissettiriyor, hissettiriyor, bu dünyaya karşı iştiyakı söndürüyor. “Evet Rabbim, sana geliyorum.” diyor. Biz bunu niye anlayamıyoruz? Şu etrafımızda yaşayış olarak o kadar güzel lezzetler döşenmiş ki ve şeytanın da aldatmasıyla, o kadar sana lüzumu olmayan, faydası olmayan meşguliyetler etrafına dizilmiş ki. Adam hasta olduğu zaman, o hastalığın meyvesini almaktan mahrum. Hemen iyileşme çabasına giriyoruz. Yalan mı? Hasta olur. Hemen doktora git. Hemen o ilacı iç falan. Ya kimse şunu düşünüyor mu? Bak, düşünmemiz lazım diye söylüyorum, kendime de diyorum bunu. Ya bu hastalık bana neyi ihtar ediyor? Bu hastalık bana nimet değil miydi? Elinin tersiyle niye nimeti itiyorsun sen. Bak bu demek değildir ki doktora gitmeyeceksin, ilaç içmeyeceksin. Ama bir anlık bir tefekkür et ya. Bir aciz olduğunu anla ya. Bir kusurlu olduğunu… Bak, Cenab-ı Hak sana şifa vermezse hiçbir şey yapamayacağını, hiçbir insanın tesirinin olmayacağını niye idrak etmiyorsun? Bir meyvesini al ya. İşte bu meyveyi alamadığın için ahirete iştiyakın kalmıyor. “Hemen iyileşeyim, akşama halı saha maçım var. İyi olmam lazım. Yarın toplantım var. İyi olmam lazım” düşüncesi. Bak yine, yine dünyalık emellerden dünya tarafı çağırdığı için ahirete karşı bir iştiyak olmuyor. Görüyor musun hacı ağabey? Mesela bu Neslihan kardeşimiz vefat etti değil mi? Ayağı kesikti. Bir kanser… Kanserdi değil mi o hanım kardeşimiz? Bak şimdi, ona sosyal medyanın bir gaz vermesiyle… Yani o ünlü tayfa diyorsun ya… Bakıyorsun medetik isimlerin onu desteklemek tarzında, ona gaz vermesiyle kız şu açıklamayı yaptı: “Ben ölümle savaşıyorum.” Ya böyle bir mantık olabilir mi arkadaşlar? Milletin işte “Ölümle savaşan kız, ölümle savaşan kız” diye diye o hanım kardeşimiz, ölümün hakikatinden mahrum kaldı belki de Orhan ağabey. Ya. Acizliğini hissettirmediler ona. Faydalı olacağız diye zarar verdiler ona. Ben mesaj attım biliyor musunuz? Bir mesaj attım. Cevap verse, videolarımızdan göndermeyi düşünüyordum. Cevap gelmedi. Sonra hanım kardeşimiz vefat etti. Görüyor musun? Halbuki Cenab-ı Hakk’a, o hissiyatlarını alacağı en güzel an belki de. O yüzden ağabeyler, hastalık geldiği zaman ubudiyetine zarar vermiyorsa, kulluğuna zarar vermiyorsa, namaz kılmana engel değilse Allah aşkına azıcık böyle bir acziyetini hissiyetmek adına düşünün. Tamam mı babam? Ama halı saha maçın vardı. İyi olman lazım senin. Ya. Elbette böyle bir zindandan çıkıp da, böyle güzel bir bayram ortamına geçmekte insanın iştiyakı olur mu? Olur. Ama ne zaman olur? Ölümün hakikatini anlarsa, kabrin hakikatini anlarsa dünyanın hakikatini anlarsa. Çünkü bak ne diyorlar? “Ölüm, bir idamdır” dediği zaman adam ölümden korkar mı? Korkar. “Kabir zulümatlı bir işte kuyudur” dediğin zaman adam kabirden korkar mı? Elbette korkar. Onlardan korkunca nereye kaçar? Dünyaya kaçar. Ama bilse ki ölüm bir tebdil-i mekândır, yer değişikliğidir. Neden? Sen bunun içine bir tane çam ağacının tohumunu atarsan büyür, ihtiyaçlarını karşılayamaz. Tebdil-i mekân yaparsın, ihtiyaçlarını karşılayacağı bir yere koyarsın. Doğru mu? Kalbin de bu dünyaya sığmıyor ya. Cenab-ı Hak, beden saksısından alıyor, ahiret ormanına ekiyor onu. Öyle bir tebdil-i mekân ölüm. Elhamdulillah. Bu cihetle bakarsa adam, kabir de zulümatlı karanlık bir kuyu ağzı değil de oraya nuraniyetli alemlerin kapısıdır diye adam görürse, ölümü sever mi, sevmez mi? Ahireti ister mi, istemez mi? O yüzden bütün mesele ölümün hakikatini anlamak. Ölümün hakikatini anlamadığımız için dünyaya kaçıyoruz, ürküyoruz. Herkes Allah Resulüyle görüşmek istiyor. Ama ölmek istemiyorsun işte. Değil mi? “Cenab-ı Hak” diyorsun, “Rabbim” diyorsun, “Rabbim, beni huzuruna kabul et” diyorsun. Seni huzuruna alacağı en güzel yer yani cennet değil mi? Onun için de ölmen gerekiyor senin. Ama senin yani ölüm tahayyülün nasıl bir şey acaba? O yüzden insan böyle bakarsa, şu dünya sıkıntılı ve gürültülü ortamından çıkmak isteyeceksin. İşte bu hakikati anladığın zaman diyorsun ki “Elhamdulillah. Burası çekilecek yer değil. Bunun içinde bir geçiş lazım, Ölüm lazım. O yüzden de ölümü sevmek lazım.” Ama maalesef saat alırken bile ne diyorsun? Alıyorsun ya saati. “Hı hacı ağabey, bu saat?” Adam, “5 yıl gider.” diyor. “Hı tamam.” Takıyor. Elbise alıyor. Aynaya bakarken diyor “Tamam ya. Bu 2 yıl beni idare eder.” Bak, ölmek istemiyorsun hâlâ! Görüyor musun? Bak, dünyaya saplanıyorsun. Şimdiden daha çocuğunun “30 yıl sonra fabrikanın başına koyarım. O okulu 10 yıl sonra şuraya yazdırırım” hesaplarını yapıyorsun. Bak gördün mü? Hiç ölmeyecek gibi, tevehhüm-ü ebediyet. Ölmeyecek gibi hissiyatlar etrafımıza medeniyetin tiryakilikle, ihtiyacımız olmayan şeyleri, ihtiyaçmış gibi göstermesinden dolayı. Arzularına ve isteklerine ihtiyaç demişsin. Kendini kandırma. Senin fikir dediğin, arzu olmasın? İhtiyaç dediğin, bu bana lazım dediğin, arzu olmasın? Bak bakalım. Elindekiler sana yetiyor mu, yetmiyor mu? Ama öyle bir hissiyat var ki, o hissiyatı ahiretten çevirince kullanmak zorundasın, dünyaya saplıyorsun. Böyle olunca oraya gitmek istemezsin. Ya. Bütün mesele, ağabeyler, “Bütün sıkıntıların menbaı dünya sevgisidir.” diyor ve insanların huzursuzluğunun ana kaynağı, cenneti bu dünyada aramaya çalışıyorlar. Öyle değil mi? O yüzden buraların kıymetini bilin. Bu gibi ortamlarda olursanız, ahirete iştiyak uyanır. Diğeri de zaten, elhamdulillah… Kur’an’ı dinleyen insan, bakar, anlar ki… Kıyamet Sûresinde ne diyor? “Hayır. Siz peşin olan dünyayı seviyorsunuz. Ahireti bırakıyorsunuz.” Allah muhafaza, o hâl de şöyle oluyor: Patronun sana vadettiği, Allah’ın vadettiğinden daha garanti geliyor. Tanımadığın, karaktersiz, kanı beş para etmez adamlar, senin ömrünü satın alıyor. Seni kandırabiliyor. Kandırmadılar mı? Yatırım yapacağım diye tosuncuk alıp paraları gitmedi mi? Çiftlik Bank’tır… Ya ertesi gün başka bir şey çıktı, ona da kandılar. Bugün bak size ciddi söylüyorum. Çiftlik Bank tarzında bir şey çıksın, bizim milletimiz yine ona kanacak. Kanar. Çünkü hazırcılık hissiyatı var ya. Bir şeye hemen elde edeyim diye. Hemen kazanayım diye. Bak görüyor musun? Böyle kandırılıyorsun. O kadar sana vadetlerinde bulundular ve vadetlerinden döndüler. Ya ağabeyler, Allah aşkına niye aynı hissiyatı sen Cenab-ı Hakk’a veremiyorsun? Biraz ağır olsun mu? Hakkınızı helal edin. O patronu tanıdığın, ona güvendiğin kadar, Allah’ı tanıyıp, güvenmediğin için oluyor. Haşa. Haşa. Cenab-ı Hak sözünden dönebilir belki gibi davranıyorsun. Dünyanın sana vadettiği daha tatlı, daha garanti. Demek ki Allah’ı tanımamaktan geliyor. Gördün mü meseleyi ağabey? Ne kadar garip bir halet. Bugün dünyalık bir menfaatin için, ya sana adam iki vadette bulunuyor, hemen peşinde dolaşıyorsun. Allah, ahirete olan iştiyakımızı arttırsın. Evet. Bunu söylerken samimi amin dediyseniz, bu beşini bekleyin ama. Bu beşinden ihtiyarlık inşâAllah yaşarsak gelecek. Diğerinde üçüncü olan o zayıflık ve acizliği ihsas ettiren o musibetler, o sıkıntılar… Bunlara da açık ol kardeşim. Kusura bakma yani. Başına gelen sıkıntılar, aslında kalbe yapılan cerrahi bir operasyondur. Dünya sevgisi oradan ayıklanmaya başlanıyor. Olaya böyle bakacaksın. O yüzden başına sıkıntı geldiği zaman, bu ders aklına gelsin “Ha Cenab-ı Hak bana bir mesaj veriyor. Bu dünya yüzünden ahiret yüzüne dönmemi istiyor.” İnşâAllah buna uyanırız. Tamam mı ağabeyler? Allah yalnızlaştırır, onu bulasın diye. Etrafındakileri terk ettirir, onunla baş başa kalasın diye. Mesela alem-i şehadet ortamı bir de alem-i gayb ortamı var değil mi? Gecelerimiz aslında Orhan ağabey, alem-i gayb ortamımız olması lazım. Ama dünyada o kadar yoruluyoruz ki… Akşam, Yatsı namazını kılmana bak bakalım sen. Akşam dünyadan sıyrılır, Cenab-ı Hak’la baş başa kalacağın bir ortam olması lazımken, dünyanın o yoğunluğu zihnini yormasıyla beraber, namazı kılmana bak. Hemen kendini yatağa atıyorsun. Allah’la muhabbetin bile olmuyor. O yüzden tavsiyem, bazı geceler kalkın. Kalkın, kalktığın zaman teheccüd namazını kıl. Ama ana mesele teheccüd namazını kılmak da değil. Otur cam kenarında, alemin öldüğünü tahayyül et. Rabıta-i mevt böyle olur. Ama ne diyor Üstad? “Şu ahir zaman insanı, rabıta-i mevt külli atin karib (her gelecek olan şey yakındır) kaidesiyle sen ölüme bak.” İlerde ya. “Bir gün oraya gideceksin. Her dahil öleceksin” düşüncesiyle devam et. O anlık değil. Her daim. Tekrar ediyorum. Allah iştiyakımızı oraya arttırsın. Onun için bazen hayatta kaybetmek de olacak. Burada kaybettiğin, orada kazandıracak inşâAllah. Bu nazarla düşün. Ah vah etme.
Tebliğ et!