Çapa’dan dönüyoruz. Yanımda iki imam hatipli var. Böyle birçok sıkıldılar. Ne oldu? dedim. “Namazı kaçacak, akşam namazı.” dedi. Allah Allah dedim. Karanlık bir binaya girdiler. Ne yaptılar da bu kadar mutlu oldular? İlk defa namaz kılan insandaki, o yüzündeki mutluluğu görmüştüm. Bir gün hoca çağırdı yanına. “Ya Salih, çok meşhur olmak istiyorum.” dedi. Hocam, Çapa’da profesörsünüz dedim. Daha ne olacak? “Çok televizyonlara çıkmak istiyorum.” dedi. “Bana mason ol diyorlar.” dedi. Hocam yapma be dedim ya. Vakti iyi değerlendirmenin bir şeyini ilk lisede anlamıştım. Üniversite imtihanına hazırlanıyorum. Doktor olmak istiyorum. Onun için iyi çalışıyorum. Felsefe dersi var. Arkadaşlar da istiyor ki felsefe kaynasın. O felsefeci, bilek güreşçisiymiş. Dereceleri var. Bir de kareteciymiş. Spor konusu açılınca, ders kaynıyormuş. Arkadaşlar bir oyun planlamışlar. Hoca girdi. “Biz de Salih diye bir arkadaş var. Sizi yeneceğini söylüyor.” Ben lise talebesiyim, adam şampiyon. Hoca böyle bir baktı böyle. “Bu mu lan?” dedi. “Yazık üniversiteye giremez, kolunu üç yerden kırarım.” dedi. Başladı beni ezmeye. Ders kaynıyor, iş oluyor. Her derse gelişinde, “Hocam, yine söylüyor.” diyorlar. Komplo. Hiç öyle bir şey söylediğim yok. Ya düşündüm şimdi. Tamam. Hoca benimle alay ediyor, bir Ermeni. Beni, Müslüman bir Türk’ü eziyor, kuvvetli de. Ya dedim. Hiç bunun bir çıkış yolu yok mu? Yani bu adam niye benimle her gün alay ediyor? Gideyim dedim, bir kitap okuyayım. Yani bunun bir mucizesi var mı böyle bir şeyin? Okudum. İlk defa tıp kitapları okuyorum. İzometrik çalışma. Şöyle alıyorsun duvara. Kaslar ne kısalıyor ne uzalıyor. O duvarı itmeye çalışıyorsun. Öyle çalışma teknikleri okudum. Onları yaparsan diyor kitap, 3 ayda 3 katı kuvvetine çıkar. O zaman dedim. Bu Ermeni’yi yenerim ben. Ama peki nasıl yapacağız? Hem çalışıyorum hem okuyorum. E bu nereye gelecek? Düşündüm. Aa dedim. Hoca bazen… Yani kalemle yazmıyorsun ya, sırf dinliyorsun. O sırada kollar boş. Lastik sıkıyorum böyle, sıkarken Ermeni’yi düşünüyorum böyle. Kağıdı büküyorum böyle, lastikleri… Gazoz kapaklarını alıyorum kantinciden. Gazoz kapaklarını sıkıyorum. Sabah sekiz buçuk, beş arası 4-5 saat kol çalışıyorum böyle. Ders de dinliyorum. Teneffüslerde dışarı çıkmıyoruz bazen. O arkadaşlardan 1 kişiyi yendim. Ondan sonra 2 kişi geldi, 3 kişi. 3 kişiyi yeniyorum. Bundan sonra onu oturtmaya başladım. Böyle bir 3-4 ay olunca, “Hocam, siz her gün eziyorsunuz ama adam çalıştı, haberiniz olsun.” dediler. “Ya ne çalışsın lan…” dedi. Her neyse bu tabii diğer okullara da gidiyor. Hepsinde bir iddia da oldu. Beni tutanları, hoca şeye çağırıyor, sözlüye. Öyle hırslı adam. Onun için kimse beni de tutamıyor. Her neyse salon tutuldu. Salon tutuldu. Hakem de geldi. İlk defa çıkarttım. Hep bol giyiyordum görmesin diye. Size de göstereyim bakalım. Bu yaşta kalmış mı bir şey? Bak. Kalmış mı bir şey? İyi mi? Var mı isteği, hevesli olan? Hevesli olmasa iyi. Hocayla bir tuttuk, hoca anladı işi. Daha hakem başlamadan “Oo” dedi, kareteci şeyiyle başladı ama hesap etmiştim, onun kilosunu 3 dakika tutabiliyordum burada. Kaldı burada. Allah dedim, bir yapıştırdım. O öyle giren, kırarım falan diyen adam, bembeyaz olmuş böyle bembeyaz. Gitti okuldan. Hiç kimse ulaşamıyor. Yok adam. Okula 1 ay gelmedi. 1 ayın sonunda telefonumu bulmuş, aradı beni. “Ya helal olsun be.” dedi. “İyi yendin beni.” dedi. “Seni yemeğe götüreceğim.” dedi. Hediye de almış. Odada hâlâ hediyeleri saklıyorum. Yani burada neyi anlayacağız? Demek ki Allah için yapılan bir işte, Mevla onu sana ne yapar? Vaktini işine sıkıştırabilir. Yeter ki araştır, oku. Hedef koy, çalış. Öyle mi? Evet. E siz hepiniz beni kat be kat geçersiniz. Yani 3 dil öğrendim. Esasında 2-3 dil daha öğrenirdim. Hafızlık yaptım. Hadis hafızlığı da sığardı. 30 seneden sonra başladım bu işlere. Ondan evvelki 15 sene gezmişiz, dolaşmışız. Onun için buralardan program alacaksınız. Nasıl hizmet edeyim, nasıl kendimi geliştireyim, nasıl vaktimi değerlendireyim? Değil mi? Bir gün, güreşe çalışıyorum. Fakülte bana kolay geldi. Tıp fakültesi. Çünkü okuduğum papaz okulunda, 800 kişi aynı anda voleybol oynayabiliyordu ve Avrupa’nın en iyi hocaları ders veriyordu bize. Yani fizik öğretirken, formülün nasıl çıktığını öğretiyordu. Matematik öğretirken, uçak kanatlarına götürüyordu adamlar, öyle. Avrupa’da kitaplar. Niye? Hayran olalım, dinimizi, milletimizi bırakalım, onları sevelim diye. Şimdi bir gün, matematik imtihanı var. Dedim bir matematik çalışayım. O tarafın müdürü geldi, Fransız, elinde sopayla. Çok sopaya yedim ben. “Şimdi çalışma zamanı değil, şimdi voleybol oynayacaksın.” dedi. Saint Joseph’in 3 tane dünya ikinciliği var. 8 sene mecbur voleybol oynadım. Şimdi bana bir top atsanız, şuraya zıplarım, onu alırım yani. Öyle bakma böyle göründüğüme. 8 sene oynayınca öyle oluyor. Niye ders çalışamayacağım? dedim. “Biz ilimle tespit ettik, şimdi kafa yoruldu.” dedi. “Sporu iyi, kaliteli bir yerde, hem de yenmesine oynanırsa kafa o zaman dinleniyor.” dedi. “Ders daha verimli oluyor, bu kuralı bozarsan ceza yersin.” dedi. Böyle bir okuldan geldiğim için, Tıp fakültesi çok kolay geldi. Ne yapayım? dedim. İslami şuur da başladı böyle. Dedim Müslüman nasıl… Ha güreşçi olur. Çünkü Osmanlı’da, her evde bir güreşçi olması önemli. Ben de güreşe başladım. Şimdi bir gün antremanda, hoca çalıştırıyor beni. Hevesli olduğumu da gördü. Birinci adamı gönderdi böyle. Onu dinlenmeye aldı, ikinciyi gönderdi. Yine onu dinlenmeye aldı, üçüncüyü gönderdi. Dördüncüyü gönderdi. Bitiyor. Ağustos… Pencere kapalı. Ne klima ne bir şey var. Hocam dedim, ben tıpçıyım dedim. “Hıı” dedi. Oksijen yok burada dedim. Ben bayılacağım dedim. Güldü hoca. “Sen benim dediğimi yap.” dedi. “İstanbul şampiyonasına çıkınca göreceğiz seninle, bu oksijen meselesini konuşacağız.” dedi. Çıktık şampiyonaya. Şimdi arkadaşım anlatıyor maçtan sonra. İlk turdaki rakibim, asker. Doğu kökenli, askeriyede devamlı orada asker. Hoca demiş ki onun hocası, bu demiş İstanbul süt çocuğu, hele kolejden demiş, yani çıkar çıkmaz yapıştır adamı demiş. Göreyim demiş yani çık üstüne. Devre arası arkadaş yine gitmiş, komutan onu perişan ediyor. Bütün askeri tehditleri söylüyor. Evladım demiş, adam seninle oynuyor. Nasıl olur? Komutanım demiş, adam parçalayacak. Elinden zor kurtuldum. Şimdi resimleri keşke getirsem. Ben böyle ayakta bekliyorum. Ona böyle masajlar yapıyorlar. Adam bitmiş böyle yani. Devre arasında resim var. O bitmiş yani. Devrenin başında tuş yaptım. Hoca geldi. “Bak gördün mü, seni oksijensizliğe alıştırdım.” dedi. “Seni sıcağa, havasızlığa alıştırdım.” dedi. “1 kişi değil, 11 kişiyi alıştırdım.” dedi. “Gördün mü?” dedi. “Bak asker kökenli de olsa, disiplinli, düzenli çalışma olmayınca, zorlama olmayınca sen onu yen…” Hocam, elinizi öpeyim dedim. Demek ki dünya ahiret ne çalışsak, o gittiğimiz yerin ne yapacağız? Kurallarını dinleyeceğiz. Namazları nasıl kıldığımıza bakacağız, 40-50 sene kılıyorsun, hep Kevser’den…. Manasını düşünmeden, hazırlanmadan. Bu dünyada bile işin hakkını vermezsen, sırtın yere yapışıyor. Onun için bu aralarda, bu maneviyatı alıp, ibadetimizi güzel yapıp, onu da başkalarına yansıtanlardan eyleyelim. – Amin! Bir gün, Çapa’dan dönüyoruz. Yolda yanımda, 2 imam hatipli var. Böyle bir çok sıkıldılar. Ne oldu? dedim. “Namaz kaçacak, akşam namazı.” dedi. E ne yapacağız? dedim. “Yakında bir cami var. Dursan da biz bir 10 dakika namaz kılsak.” dedi. Baktım yani o bütün neşeleri gitmiş. Dedim bunları götürmek lazım yani. Götürdük, kapıda bekliyoruz. Geldiler, yüzlerine baktım. O yüzleri, o deminki sıkışıklık gitmiş, o manevi hal üzerlerine bir rahatlık çökmüş böyle. Allah Allah dedim. Ya bunlar bir… Karanlık bir binaya girdiler, ne yaptılar da bu kadar mutlu oldular? Yani benim için güzel bir arabaya binmek, işte kızların yanına gideceksin, bana bakacaklar falan. Bir şeyler yiyeceksin… Yani oralarda bulduğum mutluluğu, nasıl bir taş binada buldular? İlk defa namaz kılan insandaki o yüzündeki mutluluğu görmüştüm, huzuru görmüştüm. Bana da şimdi namaz nasip oldu. Ama namazı sevenler, onu sıkışıklıkta kılıp da onun huzurunu alanlar, bana o hevesi verdi. Mevlam, öyle güzellerin yanından ayırmasın. Aynı manevi enerjiyi de verenlerden eylesin bizi. – Amin! Bir gün şimdi… Tabii namaz kıldığım zamanlar, Çapa’da ameliyattan çıktım. Öğle namazının bitmesine 15 dakika var. İkindi başlayacak ve hocalar visit yapacak. Yani o pansuman odasına gitmeye vakit yok. Namaz kılmak o zaman yasak. Pansumancılar anahtarı vermişti, köşede kılıyordum. Başladım namaza. Birden hocalar geldi o 4-5 kişi. Yanımda beni gördüler. Eyvah dedim, ne yapalım? 4 rekat kılacağız biz. Namazı kıldım. Visit bittikten sonra bir doçent çağırdı. Herhalde dedim, atılıyorum. Hocalar gördü namazı. Atılıyorum dedim. Odasına götürdü. “Salih, bu sıkışıklıkta kıldığın namaz, çok hoşuma gitti.” dedi. “Benim annem namazlı. Fakülte, doçentlik, profesörlük derken, ben namazları zayi ettim ama sen şu sıkışıklıkta oraya attın kıldın ya böyle içim bir fena oldu, al benim odanın anahtarını böyle sıkışık zamanda benim odada kıl.” dedi. Sonra yavaş yavaş bir hoca daha heveslendi. “Biz niye kılmıyoruz?” dedi. “Sen asistansın.” dedi. “Bir oda tayin et de, ben oraya mescit yaptıracağım.” Anaa. Bir de Amerika’dan gelmiş böyle. Çok yeni, kuvvetli olduğu için o kuvveti kullanacak. Güzel. “Bir oda beğen, biz oraya halı da kaplattırırız, sen de imam olursun.” dedi. Benden de ne imam olur ha. Biz kılıyoruz böyle, başladık. O hoca da kuvvetli. Herkesi alıyor, getiriyor böyle. Bir cemaat var arkamda, bildiğin gibi değil. Ama işte dünya imtihanı. Bir gün hoca çağırdı yanına. “Ya Salih, çok meşhur olmak istiyorum.” dedi. Hocam Çapa’da profesörsünüz dedim. Daha ne olacak? “Çok televizyonlara çıkmak istiyorum.” dedi. “İşte çok büyük hastanelere gitmek istiyorum.” dedi. Hocam iyisiniz dedim yani daha ne olacak? “Ya hırs var işte böyle.” dedi. E ne olacak? dedim. “Bana mason ol diyorlar.” dedi. Hocam yapma be dedim ya. Bak güzel. Şurada namazımızı kılıyoruz. İyisin, güzelsin. Sonra bir gün beni bir hoca çağırdı. “Ya Salih, o seninle kanka olan var ya, seni buradan attırmak için uğraşıyor.” dedi. Yaa. O oda da kapandı, namazı da bıraktı. Şimdi çok meşhur. Adını vermem. Allah hidayet eylesin. Buralara gelmek bir bedel istiyor değil mi? Gönülden bazı şeyleri çıkarmak lazım. Yine bir gün bir hoca çağırdı. O zamanlar yeni Arapça, fıkıh öğreniyorum. Hocam dedim. Bak bu saate kadar durabilirim dedim. Bir ameliyet size yardım ederim, dönerim. Ameliyat bitti. “Salih, 2 ameliyatımız daha var. Hem onlar çok zengin, iyi para var.” dedi. Valla hocam dedim. İstediğin para olsun dedim. Ben derse gideceğim. “Bir kerelik de gitme.” dedi. “Bir kere. Gidiyorsun senelerdir. Bir kere gitme.” Valla dedim, o sevgiyi koyan Allah. Bir para için bırakırsam, o sevgiyi alırsa, sen dedim, beni gönderebilir misin oraya? Ne yaparsan yap dedim. Kimi bulursan bul. Ben gidiyorum dedim. Yani o şeyi yapabilmeliyiz değil mi? Buralara gelebilmek için… Bak şimdi eniştem can çekişiyor buradayım. Ama sizin o hevesli bakışlarınız bana can veriyor. Mevlam onun için hep yolunda sapasağlam yürüyenlerden, saf olanlardan eylesin. – Amin! Şimdi, Tıp fakültesi öğrencileriyle dedim öğrenciler, gençlerle de aram olsun. O zaman tebliğ edecek bir bilgim yok. En azından dedim, benim yerime gelin. Ben size ikram edeyim, siz ders yapın. O bir… Büyük ağabeyleri var. O başlarında duruyor. Onları çağırıyor, güzel anlatıyor. Her hafta da bir ayet ezber veriyor. “Salih ağabey, sen de bir ayet ezberler misin?” diyor. Bir haftada bir ayet ezberleyemiyorum. Yaş 33-35, bir ayet ezberleyemiyorum. Niye? E gönülde doçentlik var. “Ağabey, ezberledin mi?” diyor. Ezberleyemedim diyorum. Hiç ezberlemek için vakit ayırmıyorum ki. Ama gönüle koyarsan, 47 yaşında bir günde 11 sayfa yaptırıyor Allahu Teala. 33 yaşında bir ayeti bir haftada yapamıyorsun. Çünkü gönlünde doçent, profesör olmak var. E doçent, profesör ol. 10 dakika otur, bir oku. Değil mi? Yine Kur’an kursuna uğradığımda, bu sefer hoca beni oturttu. “Ya hocam, senin oğlan kaçtı. Buraya oturur musun?” dedi. Bir oturuş 11 yıl. Vakti güzel değerlendireceğiz. Nerelerden kırparım dedim, mutfağa gitmeyeyim dedim. Mutfağa gidiş geliş, onu bırak… Ne yapayım? dedim. Sabahtan yanıma bir salata domates, üstüme dökülmeyecek şeyler alıp, çayı da böyle sırf deminden böyle koyarım. Ben dedim ki mutfağa gitmem. Mutfağın hesabını yaptım. 10 sene arkadaşlarımla ben, bir çay içmedim. Niye? Kur’an’ı elde edeyim diye. Nasip oldu. Nasip oldu. 50 yaşında bitirdim. Hem de meali hem de tefsiriyle beraber. Şimdi ama ne dedi arkadaşlar? Beni kınayanlar. “Ya bir çaya gelmiyorsun, bir gezmeye gelmiyorsun.” diyenler, kızanlar… “Biz boş vakit geçirmişiz.” dediler. “Sen kazandın.” dediler. Ama ben ameliyatlarımı yapmaktan vazgeçmedim, hanımımın dediklerini yapmaktan vazgeçmedim, çocuklarımın Kur’an’larını tutmaktan da vazgeçmedim, derslere de yardım ettim. Yani zannetmeyin, bir Kur’an kursuna gittim kapandım, bütün işlerimi bıraktım. 33 yaşında, dedim hanımla evlendik. Ayıp olmasın Yasin’i ezberleyeyim. 6 ayda ezberledim. 6 ayda. Ama 47 yaşında her gün oturmuşum ya, antremanımı almışım. Bir günde 11 sayfa yaptım. Bu, Allah’ın hediyesi. Ben yapmadım. Ben oturduğum için, arkadaşlarla gezme yerine Kur’an’ın karşısına… يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ Hesapsız verdi Allahu Teala. Mevla nasip ederse, siz heves ederseniz, malayaniyi de kaldırırsanız, sohbete gelirseniz, buraya hizmet ederseniz, Kur’an’a hizmet ederseniz, Mevlam verir. Mevlam, alanlardan, ilerleyenlerden, gönlünü her gün açanlardan eylesin. – Amin!
Tebliğ et!