Artık kılıçlar çarpışmıyor. Fikirler, ilim, bilgi, ideolojiler artık bunlar kapışıyor. Bence sen Bedir savaşının zamanında yaşasaydın o savaşa katılmazdın. Bakın İngiliz sömürge bakanı eline Kur’ân-ı Kerim’i alıyor. ”Biz bu Kur’ân’ı Müslümanların elinden almadıkça, biz onlara hakim olamayız.” Ya bunların elinden Kur’ân-ı Kerim’i alacağız. Ya da öyle bir nesil yetiştireceğiz ki Kur’ân-ı Kerim’i kendi eliyle rafa koyacak. Okuyacak ama anlayamayacak.” diyor. Deli dehşet bir soru var ağabeyler, sahabeler hakkında. Şimdi arkadaşlar sahabelere bazı saldırılar oluyor. Fikri saldırılar oluyor. Bir tanesi de böyle çok fitneli bir soru sormuş. Bugün onu cevaplayacağız birlikte. Biliyorsunuz sahabeler en yüksek makama sahip evliyalardır. Önce ne gelir? Peygamberler gelir, Peygamberlerden sonra evliyalar gelir. Evliyaların en üst makamı ne? Sahabelerin makamı. Yani, isim ne kardeşim gözlüklü kardeşim? Yunus dedin ki ”Ya ben bu sahabeleri geçeceğim kardeş.” Allah sana 70 sene ömür verdi. Yunus geçti şuraya tuvalet yemek dışında temel ihtiyaçlar dışında full namaz. Namaz, Kur’ân, namaz, Kur’ân, namaz, Kur’ân… Artık dizleri yara olmuş. Ölüm geldi seni aldı. Diyorsun ki ”Bir kayıtlara bakın bizim durum ne geçtik mi?” Asla en küçük bir sahabeyi bile geçemiyorsun. İmkan ve ihtimali yok. Neden böyle, neden onlara yetişilemiyor onu ele alacağız. Bu arada Efendimiz (asm)’ın size seslendiği bir hadis-i şerif var. Önce size onu okuyayım. Yani şöyle düşünün Efendimiz (asm) size bir mektup göndermiş. 1400 senedir açılmamış. Ben bir hadis-i şerif okuyacağım size. Bakın o hadis-i şerifte ne diyor? Sahabeleri ile birlikte otururken Kevser havuzundan bahsediyor. Kevser havuzu nedir biliyor musunuz? Su, tamam bitti. Bütün şevkim kaçtı ya. Ben Cenneti anlatacağım, Kevser havuzu kardeşim diyeceğim. Kevser havuzu ne? ”Su.” Kardeşim Kevser havuzu o kadar güzel, o kadar tatlı bir su ki eğer Allah’ın Rahmeti olmasaydı, insan onu içmeye başladığı zaman kafasını kaldırıp başka şeylere yönelemeyecekmiş. Yani o kadar lezzetli o kadar güzelmiş. Efendimiz (asm) buyuruyor ki arkadaşlar. Sahabeleriyle konuşuyor. Dikkat et… “Kardeşlerimi” bir görsem… Bunun üzerine sahabeler diyorlar ki… Sahabelere arkadaşlarım diyor. Efendimiz (asm) bize seslenirken ne diyor? Kardeşlerim diyor. Sahabeler de diyor ki, ”Biz senin kardeşlerin değil miyiz?” Yani Efendimiz (asm) 2020 yılında yaşayan Allah’ın Muharrem kuluna, Ahmet kuluna, Mehmet kuluna, Efendimiz (asm) kardeşlerim diye sesleniyor. Belki şevkleniyorsunuz belki de bir takım amellerinizi hatırlayıp utanıyoruz, bilmiyorum. Şimdi sual, ne soruyorlar yani ne fitne vermişler, diyorlar ki: Bilal soruyu anladın mı? Ne diyor bid’aların çoğaldığı zaman yani bu zaman öyle insanlar olacak ki diyor Sahabeleri bile geçecekler diyor. Soru sahibi böyle diyor. Böyle hadisler var diyor. Hakikaten de bu manada hadisler var biliyor musun? Şimdi bir taraftan diyoruz ki sahabeleri kimse geçemez diyoruz. Bir taraftan da böyle bir hadis var. Yani öyle insanlar öyle takvalı insanlar gelecek ki sahabelerden daha faziletli olabilir. Diyor ki, bu rivayet bu hadis sahih midir, değil midir diyor. Devamında bir soru daha soracak. Diyor ki ”Sahabeler Efendimiz (asm)’ı gördüler ve öyle iman ettiler. Mucizeleri gördüler, Efendimiz (asm)’ın sohbetine katıldılar, öyle iman ettiler. Biz görmeden iman ettik, o zaman bizim imanımız daha sağlamdır daha kavidir.” diyor. Yani kendi imanıyla sahabelerin imanını kıyaslıyor. Şimdi Ramazan ağabey soruyu anladık değil mi? Bir taraftan sahabeler üstündür diyoruz. Bir taraftan da Efendimiz (asm)’ın kardeşlerim hitabı, arkadaşlarım hitabı… Öncelikle oradaki kardeşlerim ifadesi, biz sahabelerden daha üstün olduğumuz için değil. Biz sahabelerden daha kötü durumda olup daha çok şefkate ihtiyacımız olduğu, günahların içinde yoğrulduğumuz için. Diyor ki Bediüzzaman hazretleri… Evet öyle hadisler vardır, ahir zamanda gelecek insanların, sahabelerin faziletine oranı vardır ama onlar fazilet-i cüz’iye hakkındadır… Şimdi ahir zaman, bu zamanda yaşayıp sahabeleri bir insan nasıl geçebilir? Fazilet-i cüz’iyede yani fazilet-i külliyede değil. Yani genel bir fazilette değil de bazı özel özelliklerde. Şöyle düşünün. Önünde 2 tane kalem var şimdi. Birisi altından dolma kalem. Biriside normal kurşun kalem. Hangisi üstün, altından. Peki ÖSYM sınavına giriyoruz. Dolma kalem bu da normal kurşun kalem, tamam mı? Şimdi dedin ki sen ”Bu daha üstün.” Ben de diyorum ki ÖSYM sınavına gireceğiz. Kurşun kalem lazım, şu an hangisi daha üstün? Kurşun kalem geçiyor, altın ”Kardeş geç.” Senin silebileceğin bir kalem lazım. Ve ÖSYM’nin ”A, B, C, D” şıklarını doldurabilmen için bu lazım. Bak şu an ne oldu? Bu daha üstün oldu. Aynen öyle de sahabeleri evet geçemeyiz külli fazilet sevap noktasında. Ama bazı özelliklerde onlardan daha iyi olabilirsin. Mesela bir bedevi sahabe düşün, sen daha iyi bir tacir olabilirsin. Mesela Abdussamed var, kurra hafız. Nasıl okuyor Kur’ân-ı Kerim’i ağabey? Bir başlıyor aman Ya Rabbi diyorsun ya, 45 saniye 50 saniye nefes almadan. Abdussamed Kur’ân-ı Kerim’i bu şekilde tilavet etmede bir çok Sahabeden üstündür diyebilir miyiz, diyemezmiyiz? Tehlikeli mevzu herkes susuyor. Haydi konuşsanıza, Orhan ne diyorsun? Yani Abdussamed Kur’ân-ı Kerim okumada birçok sahabeyi geçebilir değil mi arkadaşlar? Yani Allah Abdussamed’e ses vermiş, bir sahabeye ses vermemiş ama onun sevabı daha külli. Yani ahirette her türlü o daha üstün durumda anlatabildim mi, bazı özelliklerde. Demek ki Efendimiz (asm) ahir zamanda makbul imanı olan birilerinden bahsederken kastettiği mana külli fazilet değil. Cüz-i fazilet noktasında. Bakın arkadaşlar diyor ki Sohbet-i Nebeviye… Efendimiz (asm)’ın sohbeti bir iksirdir. Düşünsenize ya, istemez miydiniz? 1400 sene önce şöyle filmi sarın böyle bir. Bir gidiyorsun çölleri aşıyorsun, bir bakıyorsun Mekke-i Mükkerreme’ye girmişsin. Allah Resulü (asm) bir köşede oturmuş, etrafında 20-30 tane sahabe onlara sohbet ediyor. Dün gelen ayet-i kerime’yi onlara açıklıyor. Daha yani 1 gün önce gelen ayet-i kerime’yi onlara açıklıyor. Ve onları tefsir ediyor, anlatıyor, anlatıyor… Arkadaşlar Efendimiz (asm)’ın sohbeti böyle normal bir hocadan dinlediğiniz gibi bir sohbet değil. İksir var, anlatabildim mi? İksirin özelliği nedir? Ne için kullanılır iksir? Bir anda böyle adamı değiştirir değil mi? İşte Efendimiz (asm)’ın ihlası şu an bizim ihlasımızla kıyaslanabilir mi? Onun ağzından çıkan ihlaslı sözlerin karşıdakinin kalbine ok gibi saplanıyor. Öyle bir sohbeti dinleyince adam bir anda değişiveriyor. Yani öteki tarafta biz şimdi ne yapıyoruz? Seyr-ü sülûk yapıyoruz. Manevi yolculuklar yapıyoruz işte gidiyoruz kendimizi çilehaneye kapatıyoruz falan. Böyle şey yapalım diyelim. Biz aylarca yapsak, 1 dakika Efendimiz (asm)’ın sohbetinde bulunmak gibi olmuyor. Efendimizin (asm)’ın sohbeti nasılmış biliyor musunuz? İksir gibi. Düşün ya.. Bak kendi kızını toprağa gömüp üzerine toprak atabilecek kadar kalbi katılaşmış bir adamdan bahsediyoruz. Ama Efendimiz (asm)’ın sohbeti öyle bir iksir ki gelip Efendimizden sohbet dinlemeye başlayınca adam… Karıncayı incitemeyecek bir hale geliyor. İnşâAllah yani bize nasip olmadı ama inşâAllah Cennette Efendimiz (asm)’la oturacağız. Saatlerce sohbet edeceğiz inşâAllah, girebilirsek değil mi arkadaşlar? Yani şöyle de düşünme Abdulsamed ”Ya ağabey ben de o zamanda yaşasaydım keşke. Ya ne güzel oo mucize görüyorsun, iman ediyor musun? Ay ikiye bölündü, iman ediyor musun? Ediyorum. Ne kadar kolay ağabey.” Uzaktan öyle geliyor olabilir kardeşim ama kolay değil. Bak düşün bundan 2000 sene önce yaşıyorsun. Daha Peygamberimiz (asm) bile gelmemiş. Oturuyoruz böyle muhabbet ediyoruz. Kadir, içeriye birisi girdi dedi ki ”Ben Peygamberim.” dedi. Ne hissedersin? Hemen gel elini öpeyim mi dersin? Bak orada ağır bir imtihana giriyorsun. Ve o anda girdiğin imtihan Efendimiz (asm) Peygamberliğini açıkladı. Sen de buna muhatap oldun değil mi? Bir anda ya en yukarıya tırmanıyorsun ya da kabul etmezsen en aşağıya gidiyorsun. Biz yine şuralarda bir yerlerde takılıyoruz değil mi? Ama bir iman etmezsen bir kabul etmezsen. Çünkü kabul etmek kolay değil, bakın arkadaşlar toplum baskısı diye bir şey var. Mahalle baskısı diye bir şey var. Düşünsene etrafındaki herkes diyor ki ”Biz Muhammed’in (haşa) Peygamber olduğuna inanmıyoruz, inanmıyoruz vs. yalancı şu bu falan.” Öyle bir ortamda çıkıp, ”Ben iman ediyorum.” diyebilmek çok zor aynı zamanda yürek istiyor. Bir de şöyle bir olay var. Ben iman ediyorum dedin ya ağabey bu şu demek. Malın, mülkün, canın her şeyini kaybedeceksin. Sen Allah’ın senin için en hayırlı zamanda göndermesinin sonucunda buradasın belki anlatabildim mi? Belki o zamanda olsan senin için daha kötü olabilir. Biz bilemeyiz. Şimdi ağabeyler uzaktan böyle kolay ”Oh mucize geliyor, iman ediyor.” Sahabelerin çoğu mucize görmüyor. Mucize böyle her an olmuyor Efendimiz (asm)’da. Hani sen böyle Harry Potter’ı izlediğin gibi bir sahne mi hayal ediyorsun? Tak, tak, tak, tak… İşte bir anda uçmaya başlıyor, böyle bir sahne yok. Efendimiz (asm) çok nadir olarak mucize gösteriyor. Sahabelerin çoğuda mucize görmeden iman ediyor, anlatabildim mi? Şimdi bu arada üstad hazretleri çok ağır bir ifade var. Oraya geleceğim birazdan ama şunu anladık değil mi? Efendimiz (asm)’ın sohbeti bir iksirdir ve şu anda biz o iksire direkt muhatap değiliz. Dolayısıyla o kadar imanın seviyesini bir anda arttıramıyoruz. Bakın bir tane daha adamdan bahsediyor. Adam cahil vahşi bir adam. Yani nasıl bir iksir, insanın aklının hayalinin almadığı bir iksir. Şimdi sen ne diyorsun? ”Ya biz de sahabeler gibi olamaz mıyız? Yani sonuçta biz de fena değiliz, biz de Efendimiz (asm)’ı görmeden iman ettik.” Kardeş, görmeden iman ettin de hiçbir şey yok mu, öyle bir iman mı? Peygamberine iman… Ettim böyle mi? Bir sürü mucizeler yok mu? Kur’ân-ı Kerim’de gaybi mucizeler yok mu? Tarihsel mucizeler yok mu, bilimsel mucizeler yok mu? Bütün bunları kabul etmiyor musun? Veya Allah’ın varlığının delillerini tak tak girip YouTube’da 3 saniye de öğrenemiyor musun? Anlatabildim mi? ”Onlar mucize görmüş.” E sen ne görüyorsun? Anlatılan sana Kur’ân-ı Kerim’in bilimsel delilleri hikaye mi? Biz mi uyduruyoruz onları? Gözüne sokuyor böyle ama o sahabelere o dünyaya karşı savaş açan bütün dünya aleyhlerinde olduğu halde Efendimiz (asm)’ın arkasından giden sahabelere bak. Asla bir vesveseye bile düşmeyen sahabelere bak. Sen, ben ufacık bir şey de ”Ya acaba böyle mi, şöyle mi?” Yarım yamalak ibadetlerimize bak. Şuna bakmak lazım ya bu iddiayı yapan adama soruyorum. ”Ya ne yapıyorsun sen, ne kadar ibadetin var? Kendine bir bak ya.” Ama genelde bunu iddia edenler zaten böyle hani namazında abdestinde şuurunda olan insanlar değil de ”Ya işte biz görmeden iman ettik.” laf kalabalığı yapıyorlar. Çok ilginç bir şey mesela, bir zaman kalbime geldi diyor. Neden Muhyiddin-i Arabi gibi büyük zatlar, sahabelere yetişemiyorlar? Çok büyük bir evliya. Sonra namaza duruyor Bediüzzaman hazretleri… “Sübhanerabbiyelâlâ” derken, şu kelimenin mânâsı inkişaf etti… Bunu ne zaman söylüyoruz namazda? Rukuda mı, secdede mi? Secdede, “Subhane rabbiyel ala…” Yani o anda, o kelimenin manası Bediüzzaman hazretlerine inkişaf ediyor. Oradan bir mana alıyor. …tam mânâsıyla değil, fakat bir parça hakikati göründü. Kalben dedim: “Keşke, birtek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım, bir sene ibâdetten daha iyi idi.” Yani “Subhane rabbiyel ala” kelimesi namaz kılarken açıldı ya, bir tek namazı ben böyle kılabilseydim eğer, bir sene ibadet etmekten daha hayırlıdır. Namazdan sonra anladım ki, o hâtıra ve o hal, Sahabelerin ibâdetteki derecelerine yetişilmediğine bir irşâddır. İşte sahabeler öyle namaz kılıyormuş. Biz nasıl namaz kılıyoruz ağabey? Akşam namazında nasıl manalar açıldı ağabey? Eğiliyoruz, kalkıyoruz böyle affedersiniz hamal gibi değil mi? Allah kabul ediyor mu? Tabii borcunu ödüyorsun sıkıntı yok. Ama hani düşünsene. Bir secdeye gidiyor, bir “Subhane rabbiyel ala” diyor ve aylar boyunca ibadet etmekten daha hayırlı diyor. O kadar dolu ki… Bizim namazlarımızın içi ne kadar boş değil mi ağabey? Ha samimi namazların olmadı mı? Oldu. Hani başına çok ağır bir musibet gelmişti, böyle yüreğinde yangınlar vardı. “Allah’ım!” diyordun, böyle yanıyordu için. O an ellerini açtığında sanki Allah’la konuşuyormuşsun gibi hissediyordun ya, işte bak sen de ben de onun çok uzaktan bir numunesini hissetmişiz. İşte sahabeler komple namazı öyle samimane kılıyorlar ağabey. İbadetleri öyle yapıyorlar. Şimdi sen bu sahabenin derecesine nasıl yetişeceksin? Kolay mı? Hemen akıl şeye gidiyor, “Ya ben de orada olsaydım…” Yoo. Belki de Ebu Cehil’in safına geçecektin. Çok zor oğlum ya. Bazen şeyi soruyorum. Bedir savaşı zamanında olsak… Savaş tamtamları çalıyor. Diyorlar ki: “Haydi Müslümanlar, Bedir savaşına gidiyoruz!” Gider misiniz, gitmez misiniz? Hemen içimizden böyle diyoruz değil mi? “Gideriz ağabey. Bedir savaşı.” “Efendimiz (a.s.m) önde.” “Tabii ki gideceğiz. İslam’ın mücadelesi var.” Kardeş, işler öyle yürümüyor. Onlar cihada gidiyormuş. Doğru mu? Peki cihad denilen olay bitmiş mi? Manevi cihad dönemindeyiz. Doğru mu? Artık kılıçlar çarpışmıyor. Fikirler, ilim, bilgi, ideolojiler… “Ben seni çürütürüm.” “Sen beni çürütemezsin…” Artık bunlar kapışıyor. Artık İslam davasının mücahidleri, fikirleri savunarak… Kimi videolar yapıyor, kimi gidiyor kahvede anlatıyor, kimi evladını öyle bir yetiştiriyor ki Musab Bin Umeyr gibi. Şimdi cihadın şekli değişmiş. Peki şöyle bir kendimize bir bakalım mı? İslam davasının mücadelesinin ne kadar içindeyiz? Ne yapıyoruz? Yani haftalarımız Rabbimizi anlatmakla, davanın yayılması, ümmetin dirilişi konusunda bir çalışmayla geçiyor mu? Yoksa “Ağabey ben işe gidiyorum, eve gidiyorum, namaz kılıyorum, Kur’ân okuyorum. Benim hayatım bu kadar.” mı? Bir soru soracağım sana kardeşim. Semih, şurada birisi boğuluyor. Sen de yüzme biliyorsun. Çırpınıyor. 15 saniye geçti hâlâ çırpınıyor. Ona yardım etmezsen sen ne olursun? Cinayet işlemiş olursun, katil olursun doğru mu? Peki ümmet-i Muhammed’in bu kadar çırpındığı ve hiçbir zaman olmadığı kadar ittihada, birleşmeye, mücadeleye etmeye, davamızı anlatmaya, ateizm, deizm gibi saçma sapan felsefeleri çürütmeye ihtiyacımız olduğu bir dönemde, evlatlarımızı dininden men etmek için sabah-akşam toplantı yapan gizli komitelerin çalıştığı bir dönemde cihada ihtiyaç yok mu? “Ağabey bitti. O zamanmış.” Ee şu an herhalde hakimiyet biz de, her şey biz de böyle konuştuğuna göre… Şu an hiçbir zaman olmadığı kadar ihtiyaç var. E canım kardeşim, şu an hayatında İslam davasının d’si yok. Bak, Hasan el-Benna’lar, Seyyid Kutub’lar, Beddiüzzaman’lar, Zübeyir Gündüzalp’ler… Bunlar, bu hakikate hayatını feda etmiş. Seyyid Kutub diye birisi var, bilir misiniz? İhvân-ı Müslimîn Harekatı’nın öncülerinden. Adamı hapishaneye atıyorlar. Hapishanedeyken durumuyor. Yazmaya başlıyor. Bir külliyat yazıyor. Çok kıymetli bir külliyat, kitap yazıyor. Boş durmadığını görünce, o zamanın idarecileri “Biz bunu durdurmamız lazım.” diyor. “Ne yapalım?” Mahkemeyi, şuyu, buyu oynuyorlar, adama idam kararını çıkartıyorlar. Mahkemede idam kararı açıklandığı zaman, adam gülümsemeye başlıyor, Seyyid Kutub. İdam kararı açıklanıyor. Birisi geliyor diyor ki: “Ya niye gülüyorsun? İdam kararın açıklandı.” Diyor ki: “Allah Resulu (a.s.m), bana kendisine kavuşacağımı söyledi. Şimdi de bu söylenince, onun için tebessüm ediyorum.” Daha sonra infaz yapılacağı zaman, bir imam geliyor. İmam, kelime-i şehadet getirtmek için geliyor. Hani ölecek ya, kelime-i şehadetle gitsin diye öyle bir üsul varmış. Geliyor, diyor ki: “Seyyid Kutub, şimdi beraber işte kelime-i şehadet getireceğiz.” Adam zaten alim. “Bak, ben bu kelime-i şehadet hakikati için, bu kelime-i şehadeti anlattığım için dar ağacına götürülüp şu anda idam olunuyorum.” Sen ise gelmişsin bana bu kelimeyi söyletmek için devletten para alıyorsun.” diyor. Adamı orada bir gönderiyor. Şimdi bak bunun gibi İslam mücahidleri gelmiş. Dava-yı Kuraniye için koşturmuşlar. Ama bizi zehirlemişler. Bizi Dünya’yla zehirlemişler. Evden işe, işten eve. Bu mu hayat ya? Ne oldu? Öldün, gittin. Ne kaldı geriye? Ne yaptın? Acaba katil hükmü almamız mümkün mü bizim de? Belki “O kadar değil.” diyeceksin. Evet doğru olabilir. Ama düşünsene, bence sen Bedir savaşının zamanında yaşasaydın o savaşa katılmazdın! Hani burun kıvırıp savaşa katılmayanlar olmuş ya… Cihaddan kaçanlar ile ilgili ayetler var. Ve büyük kebairden kabul edildi. Biliyorsunuz, cihaddan kaçmak ağır bir günahtır. O zaman yok mu? “Hastalandım, şöyle oldu, böyle oldu, onun yerine şunu…” Yok muydu o zaman onu söyleyenler? Vardı. “Peki ağabey neden bize öyle diyorsun? “Neden Bedir savaşında olsaydık bir çoğumuz, buradaki bir çoğumuz katılmaz, burun kıvırır Allah Resulü (a.s.m)’ın arkasından gitmezdi? “Neden söylüyorsun?” diyorsan, canım kardeşim şu anda cihadın şekli değişmiş ve iş çok daha eskiye göre korkusuz ve rahat. Eskinden bu işi yapmak çok zor. Şimdi bu işi yapmak daha kolayken, sen bu kolay halinde bile geri duruyorsan, acaba o haldeyken nasıl kaçardın, nasıl koşardın? Canın tehlikede mi ağabey, karşındaki küffar ordusu senden çok daha kalabalık mı? Teçhizat olarak, kılınç olarak, at olarak, deve olarak daha fazla imkana sahipler mi? Evet. Başka? Eşin, çocukların tehlikede mi? Ne kadar malın var ağabey evinde? Hepsi tehlikede. Hatta yok sayabilirsin. Bu kadar riskin çok olduğu, aylar boyunca çölde sussuz bir şekilde susaya susaya yürüyüş yapıp, meşakkat çekip, böyle bir cihadı yapmak zorken… Şu anda sadece sağımızda, solumuzda, çevremizde, otobüste, iş yerinde, çocuğumuzda, insanlara anlatmak… Tabii önce bir anlamak, kendini ilim noktasında bir geliştirmek varken sen şu anda yapmıyorsan, o zamanda yapar mısın diye kendi vicdanına sor. Bence buradaki bir çoğumuz “Ben katılmazdım ağabey.” diyebilmeliyiz. “Ben katılabilecek bir seviyeye de şu an da çıkabilmeliyim ağabey. Gerçekten yani bu şuuru biz kaybettirmişler.” Bakın, İngiliz Sömürge Bakanı eline Kur’ân-ı Kerim’i alıyor. “Biz bu Kur’ân’ı Müslümanlar’ın elinden almadıkça biz onlara hakim olmayız. Ya bunların elinden Kur’ân-ı Kerim’i alacağız ya da öyle bir nesil yetiştireceğiz ki, Kur’ân-ı Kerim’i kendi eli ile rafa koyacak. Okuyacak ama anlamayacak.” diyor. İşte bu yüzden Kur’ân okumayı bilmiyorsun canım kardeşim. İşte bu yüzden “ağabey ben her yaz gidiyordum, öğreniyordum çocukken. Kışın unutuyordum, tekrar elifba öğreniyordum.” Ee? “Ya şu anda da vaktim olmuyor.” Kardeşim bravo ya. 25 yıldır vaktin yok. Halbuki izlediğimiz dizileri toplasan, izlediğimiz filmleri toplasan, boş yere makara tukaralarımızı toplasan, belki de Kur’ân-ı Kerim hafızı olacak kadar vakti televizyona gömdün, vakti internete gömdün, vakti makara tukaraya gömdün. Vuralım biraz neşteri nefsimize ya. Herkes bize güzel şeyler söylüyor değil mi ağabey? “MaşâAllah ya evladım. Senin gibi namazında niyazında…” Herkes övüyor. Niye övüyorlar biliyor musun? Piyasa çok kötü. Piyasa o kadar kötü ki, beş vakit namaz kılan adama “Vallaha helal olsun ya” dedirttiriyor. Evet güzel bir şey yapıyorsun ama dinimizde sadece iki tane emir yok. Namaz kıl, Kur’ân oku. Tamam. Böyle değil. Bir sürü kebair, günahlar var, bir sürü farzlar var. Ümmet-i Muhammed’in bu kadar ihtiyacı var. “Biz Peygamberimiz (a.s.m)’a görmeden iman ettik. Onlar gördüler öyle iman ettiler.” diyor ya, buna da çok güzel bir cevap veriyor. Yani işte “Kendi imanınıza bakın. Ufacık bir şeyde vesveseye düşüyorsunuz. Halbuki onların bütün dünya aleyhlerinde, bütün dünya karşılarında olduğu halde onlar devam ettiler. “diyor. Yani nasıl bir savaş biliyor musun? İçeri giriyor… Arkadaşınla mı geldin, tek mi geldin? Kim arkadaşın? Enes giriyor içeri diyor ki: “Fatih oğlum, geldiler ya.” diyor. “Bizim manita var ya.” diyor. “Ee?” “Ya onun eski sevgilisi toplamışlar. İçeride iki yüz kişi beni bekliyor dışarıda. Gel. Girişeceğiz, kavga yapacağız.” diyor. Gider misin? 200 kişi. Adamlar da böyle vücutlu. Veya arkadaşını almışlar ortalarına oynuyorlar böyle. Pinpon topu gibi oynuyorlar. Ne dersin? “Bırakın lan arkadaşımı.” mı dersin? “Ben zaten sevmiyordum o adamı.” falan mı dersin? Zor. Değil mi? İşte sahabelerin şeyi böyle. Bütün dünya karşıda. “Beyler gidiyor muyuz?” O anda belki şunu söylemezdik. “Bana ne lan.” demezdik ama işte “Hastayım, şöyle oldu, böyle oldu…” Kıvırabilirdik ağabey. Şunu söylerseniz, ben de çok rahatlarım. Çıkışta da gidelim bir takılalım, gezelim, tozalım, bırakalım bu işleri. Şunu bana ispat edin ama. “Şu anda İslam davasının, manevi cihada ihtiyacı kalmadı ağabey. Şu anda böyle bir ihtiyaç yok.” Bana bunu ispat edin, ben de her şeyi bırakacağım. Uğraşmayalım burada ağabeyciğim. Geliyoruz, gidiyoruz, koşturuyoruz, bütün gün mücadeleler, YouTube videoları üretiyoruz. Hiç uğraşmayalım. Bırakalım, gidelim. İslam davasının zaten ihtiyacı yok diyelim. Öyle mi? Her zamankinden çok ihtiyaç var kardeşim. İçinden şunu mu geçiriyorsun yoksa? “Ben bir şey yapsam ne olur, yapmasam ne olur?” Bir hikaye anlatılır. Çoğunuz bilirsiniz. İbrahim (a.s)’ı yakmak için koca bir ateş yakmış. Kim? Nemrut. Alevleri göklere yükselen bir ateş. Hatta o kadar büyük bir ateşmiş ki ateş yüksek olunca 10 metre bile yaklaşamazsın. Mancınıkla onu atabileceklerini düşünerek… Ateşe yaklaşamıyorlar ya. İbrahim (a.s)’ı ateşe atacak ve o ateş yanarken, bir karıncaya rast gelirler. Karıncanın üstünde bir damlacık bir su var. Karınca ateşe doğru gidiyor. Demişler ki karıncaya: “Ne yapıyorsun sen?” Demiş: “İbrahim (a.s)’ı yakacak olan ateşi söndürmeye gidiyorum. İbrahim (a.s)’ın safına gidiyorum.” Demişler ki: “Bir damla su ile ne yapacaksın sen?” “Bir faydan bile olmaz senin.” Karınca demiş ki: “Evet biliyorum. Ben safımı belli etmeye gidiyorum.” Canım kardeşim, hangi saftayız? Hangi saftayız, hangi saftayız? Eğer böyle bir niyetiniz varsa, manevi olarak bu hakikatleri ulaştırma, anlatma… Burada Sözler Köşkü’nün amacı bu. Bu bizim en soft, en light sohbetimiz. Hafta içi arkadaşlar, burada şu görmüş olduğunuz odada, 10’ar kişilik sohbet halkaları oluyor. Derinlemesine, uzun. Gerçekten bilgi birikiminizi geliştirdiğiniz… Onlara katılabilirsiniz. Yani şu anda karşımızda bizimle mücadele eden ordu çok daha kalabalık. E bir de ellerinde günahlar olduğu için, insanların nefsi günaha meyilli olduğu için, ufacık bir harekette yirmi adım gidiyorlar. Ama sen insanların nefsinin hoşuna gitmeyen bir şeyi onlara ikna etmeye çalışıyorsun. Namaz kıl, işte karı kız olayını bırak. Hani biz böyle yokuşa karşı çıkıyoruz ama şeytanın yolundan giden ve şeytanı çağıran insanlar yokuş aşağı gidiyorlar. Bir adım atıyor, on adım gidiyor. Biz böyle çıkıyoruz. İlla burası da değil ha. Ehli sünnet vel cemaat olmak şartıyla Türkiye’nin istediğiniz yerinde, istediğiniz davasına katılabilirsiniz. Tek başına yapmak istiyorsanız, onu da yapabilirsiniz. Ama ne olur, ne olur boş kalmayalım. Bu davadan geri kalmayalım. Allah muhafaza cihaddan kaçanlarla aynı zümreye ahirette dahil olmak istemiyoruz.
Tebliğ et!