Başımıza gelen hastalıklar, kötülükler ve musibetler… Akla şu soru geliyor ”Allah bu musibetlere neden izin veriyor?” Hatta Ateistler bunu görünce şöyle söylerler. ”Eğer bir yaratıcı olsaydı, böyle musibetlere izin vermezdi.” Peki gerçekten öyle mi? Öncelikle şunu söyleyelim ki, kainatta kötülüklerin veya çirkinliklerin olması bir yaratıcının yani Allah’ın yokluğuna delil olamaz. Neden mi? Mesela bir müze veya sergi alanı düşünelim. Müzeyi ya da sergiyi ziyarete gelen insanlar ilgi alanlarına göre içerideki eserleri beğenir ya da beğenmezler. Hiç resimden anlamayan birisi resim sergisine gittiğinde, ünlü ve kıymetli bir eser dahi görse ”Bu resimde hiçbir anlam yok. Ben burada sadece düzensiz ve karmakarışık çizgiler görüyorum.” diyecektir. Halbuki resimden anlayan birisi için o eser mükemmel özelliklere sahiptir ve her bir ayrıntısında dahi birçok anlam yatar. Evet, sanattan anlamayan birisi eseri beğenmeyebilir ama ”Bu eserin sanatkarı yoktur.” diyemez. Bir eserin çirkin bulunması, sanatkarının yokluğuna delil olamaz. Aynen öyle de, kainata bakan insanın bazı musibetleri çirkin bulması, başa gelen hastalıkları beğenmeyerek sebebini anlayamaması sanatkarının yani Allah’ın yokluğuna delil değildir. Çünkü çirkinlik olduğunu düşünmek dahi bir sanatkara işaret eder. Yani bir Ateist musibetleri göstererek, Allah’ın yokluğunu iddia edemez. Peki o zaman bunca musibetlerle insanın boğuşma sebebi nedir? Gelin biraz buna bakalım. Bir şeyin kusurlu ya da kusursuz olduğu yapılış amacına bakılarak anlaşılır. Bir mekan açılış amacına uygun olarak gayet güzel çalışıyorsa, o zaman ”Bu mekan kalitelidir, güzeldir.” deriz. Amacına yönelik çalışmıyorsa, mekanın çirkin ve kusurlu olduğunu söyleriz. Mesela kütüphanenin açılış amacı, insanların çalışması için sessiz ve güzel bir ortamın sağlanmasıdır. Şimdi ilk defa kütüphaneye gelen birisi ortamı inceleyip, bu sessizlik hoşuna gitmeyerek şunu söyleyebilir mi? ”Bu ortam neden bu kadar sessiz? Neden hiç hareket yok? Konuşan yok. Ne kadar hatalı ve kusurlu bir tasarım.” Böyle diyerek eleştiride bulunabilir mi? Elbette hayır. Çünkü kütüphane zaten sessizliği gerektiren, o amaçla açılmış bir ortamdır. Yani kütüphanenin sessiz olması, kaliteli ve güzel bir kütüphane olduğuna işarettir ya da bir spor salonu düşünün. Buraya ilk defa gelen birisi insanların yorulduklarını, kan ter içerisinde kaldıklarını yerde bitkin halde yattıklarını görse şunları söyleyebilir mi? ”Bu insanlara kim zulmediyor? Yazık değil mi bu insanlara? Ne kadar zulümlü ve kusurlu bir ortam.” Elbette diyemez. Çünkü bu mekanın açılış amacı zaten insanların mücadele ile kendilerini geliştirmeleridir. Aynen bu örneklerdeki gibi de bu kainatın belli başlı açılış amaçları vardır. Kainattaki olayların da iyi mi, kötü mü olduğunu kainatın açılış amacına bakarak anlayabiliriz. Mesela bu amaçlar arasında Allah’ın isimlerini tanımak ilk sırada gelir. İmtihanlarla mücadele ederek terakki etmek, sabır denemesinden geçmek gibi birçok madde daha sayılabilir. Bu amaçlara göre kainata bakarsak, sıkıntıların, musibetlerin, hastalıkların bulunması zaten gereklidir. Mesela hastalıklar olmasa Allah’ın Şafi ismini tanıyabilir miydik? Ya da açlık olmasa Rezzak ismini? Peki şükür ve sabır imtihanları olmasa, manevi terakkiyat sağlanabilir miydi? Elbette hayır. Öyleyse kainat ve içerisindeki musibet denilen olaylar, insanın Allah’ı tanıma ve mücadele ile mertebe atlama görevi için gereklidir. Öyleyse bu olaylara kusur ve kötülük olarak bakamayız. Eğer dünyada değil de cennete böyle musibetler gerçekleşiyor olsaydı, o zaman ”Bu mekan kötüdür, çirkinlikler vardır.” diyebilirdik. Çünkü cennet lezzet ve ödül mekanıdır. Dünya ise imtihan mekanı. Şimdi anlattığımız bu amaç üzerine kusur arama kavramını düşünürsek kainatın açılış amacını bilmeyen, hatta amaçsız olduğunu düşünen bir Ateist elbette gerçekleşen bu musibetlerin, iyi mi yoksa kötü mü olduğunu değerlendiremez. Çünkü amaç bilinmezse, olay da doğru yorumlanamaz. Aslında kainattaki her şey güzeldir. Evet bir şey ya bizzat güzeldir ya da neticesi yani sonucu itibariyle güzeldir. Kötülük diye düşündüğümüz birçok mesele dahi, sonuç itibariyle nice güzelliklere sahiptir. İnsan bencil yapısı ile kendisine faydası olmayan bir olay görse, onu hemen kötü olarak tanımlar. Halbuki olay tüm insanlara fayda sağlıyorsa ve genel bir yararı varsa ”O olay güzeldir.” deriz. Mesela kış ayını sevmeyen ve kışın sürekli hasta olan birisi ”Ben zarar görüyorum. Kışı sevmiyorum. Bu sebeple kış ayı bir kusurdur, çirkinliktir.” diyemez. Çünkü sonucuna bakarsak kış ayı yaşam için olmazsa olmaz bir kavramdır. Kişisel yorum ile kışı kötü ve çirkin olarak değerlendirmek hata olur. Bunun gibi de musibetlere ve başa gelen hastalıklara kişisel yorum ile değil, neticesindeki genel faydalar yönüyle bakarsak, bir çok hikmet ve fayda olduğunu göreceğiz. Gelin bu genel faydaları biraz daha açalım. Aslında güzelliği fark ettiren çirkinliğin varlığıdır. Çünkü her şey zıttıyla bilinir. Mesela soğuk olmazsa sıcak bilinmez. Karanlık olmazsa, aydınlık bilinemez. Aynen öyle de, düzensizlik, kötülük, çirkinlik diye nitelendirdiğimiz olaylar aslında bizim düzeni, iyiliği ve güzelliği fark etmemizi sağlayan meselelerdir. Yani düşünsenize hiç çirkinlik olmasaydı güzellikten bahsedebilir miydik ya da hiç düzensizlik olmayan yerde düzenden söz edilebilir miydi? Demek ki güzeli anlamada zıt kavramların varlığı gereklidir. Mesela bir ayna düşünelim. Ayna güneş ışığını çok güzel yansıtabilir. Ancak bu özelliğe sahip olabilmesi için, aynanın arka tarafının tam tersi mat olması gerekecektir. Öyleyse deriz ki, mat olan kısım dahi yansıtmayı sağladığı için faydalıdır ve güzeldir. Aynen öyle de, insan dahi Allah’ın isimlerini yansıtan bir ayna hükmündedir. Yansıtma özelliğine sahip olabilmek için ayna misali mat olan, karanlık taraf olan meselelerle de karşılaşması gerekir. Hastalanan insan bir bakıma ayna hükmüne geçip, Allah’ın Şafi ismini yansıtacak duruma gelir. Sürekli düzen içerisinde güzel bir şekilde yaşayan insan, artık o düzenin ve güzelliğin kıymetini anlayamaz. Deprem gibi doğa olaylarını da böyle değerlendirebiliriz. Mesela depremler kötülük gibi görünebilir. Yeryüzünün ciddi bir biçimde sarsıldığı ve musibet olarak görülen bir olaydır. Görünüşte çok zararlı ve düzensizlik olarak algılanabilir ama aslında düzenin ne olduğunu bize anlatan bu depremlerdir. Evet depremler yerin aslında normal günlerde sarsılmadığını insana hatırlatır ve aslında bu şekilde düzenli ve sabit bir yeryüzünün bir nimet olduğunu bize hissettirir. Normal şartlara alışan insana, normal sandıklarının dahi bir nimet olduğunu fark ettirir. Evet düzeni fark ettiren düzensizliğin onu ortaya çıkartmasıdır. Güzeli güzel yapan çirkinin çirkinliğidir. Öyleyse düzensiz zannedilen meseleler dahi hakikatte güzellerdir. Diğer bir nokta ise daimi güzellik insanları gaflete sokarak ahireti unutturur. Dünyayı güzel gösterip, insanı ona sarhoşcasına bağlar. Musibetler aslında görevini unutan, ahireti unutan insan için bir uyarı ve uyandırma nimetidir. Sarhoş halde olan bir insan olayların farkına varamaz. Doğru yapıyorum diye hiç olmadık yanlışlar yapabilir. Burada ise onu uyandıracak, ona bir bakıma su serpecek birisi gereklidir. Ona su serperek aslında en güzel iyilik yapılmış olur. Aynen öyle de dünyaya Allah’ı tanımak için gönderilen insan bazen vazifesini unutuyor. Görevinin tam aksine hiç olmadık şeylere dalıp gidebiliyor. Gün gelir namaz kılmanın tadını unutur. Gün gelir günaha öyle bir dalar ki pişman olmanın ne demek olduğunu dahi unutur. Aslında bu noktada insan gafletten uyanmak için birisinin uyandırmasına muhtaçtır. Yaptığı yanlıştan, daldığı gafletten onu Allah’ın musibetlerle, hastalıklarla uyandırması aslında çirkinlik ve kötülük değil tam bir rahmet ve güzelliktir. Çünkü düşünün. Kimin başına bir sıkıntı gelse diğer insanlara nispeten daha çok ahireti düşünüp ibadetlere yöneliyor. Öyleyse bu noktadan bakınca dahi musibetleri kötülük değil, teşekkür edilecek bir nimet olarak görmeliyiz. Diğer bir nokta da eğitimde bulunan insanın gelişimidir. Mesela askeri eğitimde veya bir spor müsabakasına hazırlık çalışmalarında ciddi eğitimler gerçekleştirilir. Messi’yi Messi yapan onun her gün antremandaki zorlu eğitimleridir veya bir orduyu en sağlam ordu yapan eğitimdeki kalite ve zorluklardır. İşte aynen öyle de bu dünya da bir eğitim alanıdır. Madem ki insan bu dünyaya Allah’ı tanımaya dua ile O’na yönelmeye, imtihan sahasına ciddi bir eğitime gönderilmiştir. Öyleyse musibetler, sıkıntılar insanın terakkiyatına vesile olur ve sabır ile rıza ile mücadeleyi tamamlayanlar ebedi mutluluğa erişirler. İnsan bu dünyada başına gelen zorlukları kötülükmüş gibi görse de aslında aynı manevi bir eğitim gibi bu zorluklar insanı kuvvetlendirir. Böylelikle insan Allah’a daha da yakınlaşır ve bu eğitimin sonunda ciddi kazançlarla bu alandan ayrılır. Yani eğitim biter. Teskeresini alır. Allah kanunları koyandır. Kuralları yaratandır. Kendi koyduğu kanunlara uyma zorunluluğu da elbette yoktur. Mesela Allah insanı belli standartlarda sürekli yaratır. Ancak bu standartlarda kanunu sürekli işletmesi bizlere bu yaratılışın mükemmelliğini ve Allah’ın kontrolünde olduğunu bazen unutturabiliyor. Mesela insan mükemmel aşamalardan geçip 9 ayın sonunda hayata gelir. 2 kol ve 2 ayak gibi sistemler oluşur. Artık bu olaya alışan insan da bunu gözünde normalleştirmeye başlar. Tam da bu noktada insan bunun Allah’ın kontrolünde olduğunu unutmaya başlayabilir. Çünkü sürekli devam eden bu durum insana sanki bunu normal ve olması şart bir meseleymiş, bir nimet değilmiş gibi hissettirebilir ve devamında şükretmeye dahi gerek duymaz. Allah ise bir kurala bir standarta bağlı değildir. Dilerse ibret ve hatırlatma için ve öğüt için standartları değiştirebilir. Mükemmel sistemi artık fark etmeyen, her şeye sıradan gözüyle bakan insanı bu gafletten uyandırır. 2 ayak yerine 3 ayak, 1 baş yerine 2 başlı insan yaratabilir. Böylelikle tekdüze ve sabit bir gidişattan insan uyandırılır ve olayların farkına varması sağlanır. Ama şunu da unutmayalım ki bu farklılıklar dahi belki de %1’lik bir dilim içerisinde bile değil. İnsanın mantığı sürekli gelişim halindedir. Sürekli olayların mantığını sonradan anlayan insan, faydalı olanı ve zararlı olanı hayatı boyunca öğrenmeye çalışır. Bazen faydalı meseleleri, uyarıları zararlı sanabilir. Hani bazen zararlı meselelerin farkında olmayan küçük bir çocuğun annesinin uyarılarını anlamaması gibi. Mesela annenin evladına sobaya temas etmemesi için attığı bir tokat, aslında onun için bir nimettir. Çocuk bunun farkında olmaz. Ne sobanın tehlikesini fark eder, ne de tokadın sebebini hemen anlayabilir. Sobanın yakma tehlikesini anlayınca da aslında o tokadın şefkat eseri olduğunu sonradan fark eder. Evet merhamet açısından bakarsak aslında hakiki manada çirkinlik ve kötülük yine yoktur. Aynen bu misallerdeki gibi de Allah’ın bizlere gönderdiği uyarılar olur. Bazen bu uyarıları anlamayız. Bunları musibet sanabiliriz. Halbuki tam tersi. O tam bir merhamettir. Bazen fark etmemiz zaman alır. Zaten düşünsenize. Bir annenin tokadının dahi mutlaka bir faydasının olduğunu düşünürken, sonsuz merhametiyle insanı nice güzelliklere boğan Allah’ın gönderdiği bir uyarıda rahmet nasıl olmaz? Evet kardeşlerim. İnsan kainatı anlamaya çalışan, Allah’ı tanımaya çalışan görevli bir askerdir. Allah’ın nimetlerini ve nice güzellikler yarattığını bir düşün. Tüm annelere şefkat duygusunu veren Allah senin için hiç hakiki manada zarar düşünür mü? Her şeye fayda takan, hikmetle her meseleyi yöneten Allah düzensiz ve faydasız meseleleri hiç yaratır mı? Bazen bakış açımızı değiştirmemiz lazım. Olayları bütüncül olarak değerlendirmek lazım.
Tebliğ et!