Ne zaman eskisi gibi dostlarımızla oturup çay, kahve içeceğiz? Önümüzde 4 tane senaryo var. Bunları anlatacağım. Çok garip değil mi? Yani birçok ülke batma noktasına doğru gidiyor. Muhtemelen siz de aynı soruları soruyorsunuz. “Ne zaman bitecek bu Corona virüs, ihtimaller nedir, senaryolar nedir?” “Ne zaman eskisi gibi dostlarımızla oturup çay, kahve içeceğiz?” “Hiç korkmadan ve hiç kolonya kokmadan birbirimize sarılacağız, muhabbet edeceğiz? Ne zaman olacak bütün bunlar?” Bu konuda ben de araştırmalar yaptım. Yani uzmanlar bu konuda ne diyor? Çünkü artık hepimiz yorulduk. Yani evde durmaktan yorulduk. Garip bir şey! Ve şöyle bir bilgi de inşâAllah sunacağım size… Daha önce pandemik halde bulunan bu virüsler yani bu salgınlar, nasıl bitmiş? Önümüzde 4 tane senaryo var. Bunları anlatacağım. Hakikaten enteresan günler yaşıyoruz. Yani ruh halimiz o kadar farklı ki… Dışarıya çıktığımız zaman böyle bir alışveriş yaparken hani bir markete girdiğinizde maskeli, eldivenli böyle paranoyak bir şekilde… Geçen girdim işte bir markete. Herkes böyle giyinmiş böyle bir şeyleri. Ben tabii tam teçhizatlı böyle dokunuyorum, çıkıyorum işte eldivenleri çıkartıyorum. Hemen işte kolonyalıyorum elleri falan. Çok garip böyle hani yanımızda böyle birisi bir hapşırsa böyle, hapşıran kişi zaten kendini açıklama ihtiyacı hissediyor. Yani “Hapşırdım ama nezleyim işte korkmayın!” gibi. Garip bir hâlete girdik. Yani insanlar televizyon izlerken sunucu hapşırsa kanalı falan değiştirecek. O dereceye geldik artık. E dışarıda böyleyiz. Paranoyak gibi geziyoruz ki böyle olmamız gerekiyor bu süreçte. Evin içinde de biraz böyle depresif bir hâle doğru mu gidiyoruz artık? Yani biraz ruhumuz sıkılmaya başladı ve özellikle bu süreci daha erkenden başlatan diğer ülkelerde, çok daha insanların ruh hâlinin darlandığını görüyoruz. Kolay değil arkadaşlar! 4 milyar insan şu anda evine çekilmiş durumda! 4 milyar! 7.7 milyarda 4 milyar insan! Yani bir nevi evimize hapsolmuşuz. “Ne zaman bitecek?” diye herkes merak ediyor. Çok fazla bu konuda görüş var. Bir de şu dolaşıyor ortalıkta: “Ya bu, biyolojik bir silah mı, işte Amerika mı var bu işin arkasında, Çin mi var?” İnanılmaz komplo teorileri dönüyor. Hatta birkaç tane film var. İşte gösteriyorlar. “Bak filmde Corona virüsten bahsediliyor. Bu virüs çıkmadan önce bunlar bunu yaptığına göre bak bu planlı.” Kardeşim, Corona virüs yeni bir şey değil! Çok eski bir şey. Ama Covid-19 yani yeni tip Corona virüsü diyoruz ya, o yeni. Dolayısıyla daha önceki filmlerde virüs senaryolarıyla alakalı mevzularda, kuluçka süresi gibi, Corona gibi kelimelerin geçmesi çok normal bir şey. Çünkü eskiden de bu Corona virüs vardı. Bu yeni tipi biraz daha tehlikeli. Daha doğrusu biraz daha hızlı yayılıyor. Peki bu bir biyolojik silah olabilir mi? Uzmanlara bu da sorulmuş. Onlar da şöyle bir açıklama yapmışlar: “Böyle bir virüsün laboratuvar ortamında üretilmesi teknik olarak mümkün değil.” Yani bunun arkasında kim var, Çin mi var, Amerika mı var? Ben bakıyorum. Ya bütün dünya zarar gördü. Şimdi desen ki “Çin var bu işin arkasında.” Ya tamam da ticari olarak bu işten en çok etkilenen Çin oldu. Hani millet artık Aliexpress’ten 2 liraya, 3 liraya aldığı şeyin siparişini iptal eder olmuş. Düşünün siz bütün bu ihracat ve ithalat olaylarını düşünün. Çin aynı zamanda bir turizm ülkesi. E turizmin ve ticaretinin nasıl darbe aldığına bakın. Çin bu işten kârlı çıkmamış. Amerika mı kârlı çıkmış? Şu anda Amerika işin önünü alamıyor. Geçenlerde Trump açıklama yapmış. Diyor ki: “Eğer 100 bin ölümle bu işi atlatabilir, sıyrılabilirsek iyidir.” Yani iyi ihtimal 100 bin ölü. Şimdi hani Amerika mı bu işten menfaat sağlamış, işte Çin mi menfaat sağlamış? Zaten laboratuvar ortamında böyle bir şeyin yapılması mümkün değil. Hemen nereye bağlıyoruz mevzuyu? “Ağabey Rotschild ailesi var.” diye komplo teorileri dönüyor. Ne aileymiş arkadaş ya! Ne aileymiş yani! Varsa da ya bunları bu şekilde yani her problemli şeyde Rotschild aileleri demek ne kadar doğru arkadaşlar. Yani neden bu aileleri tanrılaştırıyoruz? Evet zengin olabilirler ama her şeyin arkasında bir şeyi bulamadığımızda Roosevelt ailesi. “Ağabey biliyorum zaten ben onları ya. İşte o aileler şöyle böyle.” Evet! Şer adına büyük şeyler yapmış olabilirler. Ama bizim onları tanrılaştırmamız da doğru değil! Yani hiçbir aile Allah’tan daha güçlü değil! Hiçbir aile birlik olmuş Müslümanlardan daha güçlü değil arkadaşlar! Yani hep oraya atıp durmayalım. Bırakalım bu komplo teorilerini. Biz şu an önümüzdeki bu virüsü nasıl atlatacağız, ne zaman bitecek ona odaklanalım. Bu olaylar ne zaman biter birazdan konuşacağız. Ama şu bir gerçek ki bu olaylar bittiği zaman Dünya’nın ekonomik düzeninin çoğunluğu itibariyle değişeceğini öngörüyor uzmanlar. Çünkü şu anda ticaret tamamen değişti ve neredeyse durdu. Bütün dünya bir III. Dünya savaşına girdi adeta. Ama kim kiminle savaşıyor? Tek bir düşman var. Bir virüs var. Bütün dünya virüsle şu anda savaşıyor. Birbiriyle uğraşacak bir pozisyonu kalmadı. Hani normalde “Kimin silahı var?” bunu konuşuyoruz. İşte “Kimin füzeleri güçlü, kimin ekipmanı güçlü, hangisinin tankları var?” deriz. Şu anda konuşulan şey “Kim daha iyi maske üretebiliyor?” Çok garip değil mi? Dünya çok değişik bir hal aldı ve petrol fiyatları inanılmaz düştü. Savaşlar durdu, ticaret durdu, turizm durdu. Yani birçok ülke batma noktasına doğru gidiyor. Zaten birçok şirket, birçok mağaza kepenkleri kapattı. Ve 2-3 ay daha bu iş devam ederse, bunu sadece Türkiye olarak söylemiyorum, Dünya’da birçok şirketin iflas vereceği bir ortama doğru şu anda ekonomi böyle aşağıya doğru gidiyor. Peki ne olacak bir sonraki süreçte? Dünya’nın süper güçlerinin yer değiştirdiği bir ortama doğru gidebiliriz. Hani bir söz vardır ya, ”Azdan az gider, çoktan çok gider.” diye. İşte bu ekonomik krizin çoklara çok büyük etkisi olacağı öngörülüyor. Hayat standardı ne olacak? Lüks hayat standardındakiler orta, orta hayat standardındakiler alt hayat standardına geçme gibi bir durum olabilir. Yani lüksü bırakıp daha çok temel ihtiyaçları temin etmeye odaklı bir hayat bizi bekliyor olabilir. Ve özellikle de temel maddelerde üretim yapan ülkelerin bu süreci biraz daha kârlı atlatacağı düşünülüyor. Peki ne zaman bitecek bu işler? Ne zaman virüs son bulacak, hayat normale dönecek? Ne zaman gidip bir kafeteryada Caramel Macchiato’muzu içip, muhabbet edip, sohbet edip dostlarımızla bir araya geleceğiz? Ne zaman camilerimizin kapısı açılacak? Ne zaman hacılarımız, umrecilerimiz tavafı doldurup cûş-u huruşla tavaf edecekler? Sorusunun cevabına gelince… Bu konuyla alakalı 4 tane ihtimalden bahsediliyor. Ben toparladım. Birincisi, çok olası bir şey değil. Nedir o? Virüsün Dünya’nın her yerinde senkron bir şekilde aynı anda bitmesi. Hani nasıl şu anda evlere çekildik. Yani bir kuluçka süresi var ve insanlar o kuluçka süresi boyunca birbirine temas etmezse, yaymazsa, sonuçta virüs cansızların üzerinde uzun süre kalamıyor. Bir canlıya tutunması lazım. E o canlılarda birbirine temas etmezse ne olacaktır? E 14 gün, 15 gün gibi bir süre sonra kimsede virüs kalmayacaktır. Ama o nasıl devam ediyor? Atıyorum 5. gün başkasına geçiyor. Onun 1. günü başlıyor. Diğerinin 5. gününde ötekine başlıyor, gibi… Bu şekilde yayıldığı için şu anda durdurulamıyor. Birinci ihtimal bu. Çok olası olduğu ihtimal olarak öngörülmüyor. Eğer böyle bir şey olursa, 1 ay sonra normal hayatımıza dönme ihtimalimiz var. Yani herkesin Dünya’da aynı anda izole olması gibi. Ama maalesef herkes bu tedbirlere riayet etme konusunda o kadar da bu meseleyi önemsemiyor. İkinci ihtimal, tehlikeli olan bir ihtimal. Oldukça tehlikeli. O da şu: Bağışıklık kazanmak. Yani bu şu demek oluyor: Bağışıklığı zayıf olan insanların ölmesi ve bağışıklığı güçlü olan insanların o virüse karşı bağışıklık kazanması. Ve artık o virüsten etkilenmeyecek hâle gelmesi. Ee bu tabii epey ciddi bir sayıda bir ölüm demek. Aynı zamanda sadece yaşlıların ölümü değil, bağışıklık sistemi zayıf olan insanların ölmesi. Aynı zamanda durumu iyi olmayan yani fakir olan insanların da sağlık hizmeti alamadığı için, hem maddi olarak veya hastanelerin doluluğundan dolayı hastane hizmeti alamayıp onların da ölmesi manasına geliyor. Üçüncü senaryo, üçüncü olasılık. Biraz uzun bir senaryo. Nedir o? Aşı senaryosu. Hani böyle çok iyimser rakamlar telaffuz edilmeye çalışılıyor. İşte “2 ayda aşı bulunur mu, 3 ayda aşı bulunur mu?” Bu öyle kolay bir süreç değil. Şu anda 60’tan fazla ekip bu aşıyı bulmak için hummalı bir şekilde çalışmalar yapıyor. Hani Çin’inden, Almanya’sından, Türkiye’sinden, Amerika’sına kadar birçok ülke bu aşıyı şu anda bulmaya çalışıyor. Bulduğunu söyleyenler var. Ama ben, iyimser rakamları bulma konusunda biraz daha gayret ettim. Ama iyimser ve aynı zamanda gerçekçi olan rakam, en az 18 ay sonra bu ilacın, bu aşının eczanelerde yerini alabileceği söyleniyor. Çünkü aşı deyince böyle “Aa buldum, hadi gel bunu sana zerk edeyim.” diyemiyorsun. Aşıyı bulmak bir zaman. Aşıyı bulduktan sonra bir test süreci var. Önce sağlıklı olan az grupta bir insana bunu uyguluyorsun hani yan etkisi var mı diye. Daha sonra hastalıklı olan biraz daha kalabalık bir grupta bunu uyguluyorsun. Daha sonra başarılı olursa binlerce insana, hasta olan insana ve bir bölgeye gidip bu aşıyı uyguluyorsun. Tabii ondan önce hayvanlarla ilgili testleri atladım zaten. Bu test süreci uzun. Hani çünkü bu aşının bir yan etkisi olup olmadığını anlamak için bir süre beklemek gerekiyor. Daha sonra da milyarlarca üretilmesi gereken bir aşıdan bahsediyoruz. Bunun üretim süreci de uzun. Yani 18 aylık bir süreden bahsediliyor bu aşı olayı. Dördüncü senaryo ve ihtimal de şudur ki: Virüsün mutasyona uğraması. Yani bu virüs zamanla mutasyona uğrayıp daha zararlı bir şekle dönüşebileceği gibi, daha zararsız bir şekle yani insanlara çok zarar vermeyecek bir şekle de dönüşme ihtimali var. Şimdi birçok insanda da şöyle bir beklenti var: Havanın ısınmasıyla hani böyle soğuk algınlığı olmaz ya yazın veya çok az olur ya. Havanın ısınmasıyla da bu virüsün biteceği bir ihtimal midir? Evet böyle bir ihtimal var. Ama havanın ısınması ve nemin virüsün üzerinde olumsuz yani virüsü engelleme noktasında bizim için olumlu bir etkisi olduğu tespit edilmiş. Ama tamamen bitireceği konusunda ortada net bir şey yok. Hani biliyorsunuz Kuzey yarımkürede yazken Güney yarımkürede kıştır prensibince, şu anda bizim yarımküremizde kış ama diğer yarımkürede yaz olmasına rağmen orada da virüs vakaları gözüküyor. Ama soğuk algınlığı gibi hani kışın çok hızlı yayılır grip oluruz, yazın çok olmayız ya… Bu virüsün de yazın, yarımküremizde azalacağı öngörülüyor. Daha önceki salgınlarda Kuzey yarımkürede olan salgınlarda Ekim ve Nisan ayları arasında bu salgınların olduğu gözükmüş. Yani hava koşullarını göz önünde bulundurarak bunu söylüyorum. Ve Ekim ile Nisan ayları arasında olan bu virüsler mesela 2003’te Sars virüsüyle büyük bir benzerlik gösteriyor şu anki Corona. Sars o zaman Temmuz başında sönmüş. Yani olumlu manada sizin ruhunuza su serper mi bilmiyorum ama böyle bir veriyi elde ettik. Peki daha önceki virüslerde ne olmuş, ne bitmiş? Yani Dünya’da birçok hatta 100 senede bir ortalama böyle bir virüs çıkıyor. Hatta Avrupa’nın 3/1’nin ölmesine sebebiyet veren Veba salgını olmuş. Nasıl durmuş, nasıl bitmiş? Kara Veba veya Hıyarcıklı vebası olarak bilinen kara ölüm olarak bilinen 1347 ve 1351 yılları arasında yaklaşık 200 milyon insanın ölümüne sebep olan bir salgın olmuş. 200 milyon. Hatta Avrupa’nın eski haline gelmesi, 200 yıldan fazla sürmüş nüfus olarak ve diğer faktörler olarak. İlginç bir bilgi: 14. yüzyıldan itibaren gemilere ve hastalığın görüldüğü yerlere karantina uygulanmış. “Karantina” dediğimiz kelime de köken olarak İtalyanca quaranta giorni nasıl okunuyorsa artık yani kırk gündür demekmiş. Karantina kelimesi oradan geliyor. Nasıl engellendiği de az çok belli olmuştur. Karantina ve bu alınan tedbirler yani insanları insanlarla görüştürmemek özellikle yolculuk yapan insanlar mesela bir yerden geçerken bakıyorsun orada asılı bir bayrak gibi bir şey var, siyah bayrak var. Oraya uğramayıp devam ediyorsun gibi. Karantina ve bu tedbirlerle Veba’nın kontrol altına alınmasına yardımcı olunmuş ve bağışıklık sisteminin güçlenmesiyle de bu virüs atlatılmış. Kolera salgını var mesela. 1817-1923 yılları arasında ölü sayısı 1 milyon. İnsanların içtiği sudan dolayı kaynaklandığı için toplu su içilen alanlara yapılan müdahale ile virüsten yavaş yavaş kurtulunmuş. İspanyol gribi var mesela. 1918-1919 yılları arasında bir yılda 40-50 milyon insan ölmüş. Daha sonra Aids virüsünde 25-35 milyon… Çiçek hastalığı çok ilginç 1520’de ölü sayısı 56 milyon. Amerika nüfusunun büyük çoğunluğunu öldürmüş. Aynı zamanda Avrupa’da 1800’lü yıllarda 400 bin insanın ölümüne sebep olan bir virüsten bahsediyoruz. Yani virüslerin son bulma süreci ya tamamen zirveyi görüp etkisini yitirmesiyle veya insanların ona bağışıklık kazanmasıyla, virüse karşı güçlenmesi ile bitmiş arkadaşlar. Bu arada Çiçek hastalığının aşısı da yüzyıllar sonra bulunmuş. Yani arkadaşlar, ben olumlu şeyleri daha çok paylaşmak istiyorum. Ama bu 18 ay dediğimiz aşı süreci, minimum olarak söyleniyor. Ha şu anki bilim çok daha ileri seviyede. O yüzden ümitvarız. Peki bu işin asıl sebebi ne, neden oldu ve gerçekten çözülmesi için bunlar dışında bir çözüm yolu var mı? Arkadaşlar, tefsir kitaplarında bir düstur anlatılır. Kader hakiki illetlere bakar diye bir düstur anlatılır. Yani bizim şu anki durumumuza baktığımızda hani 2020 yılında neler oluyor baksanıza. Bir yangınlar başladı, Avustralya’da durdurulamayan yangınlar… Bir taraftan depremler, bu Corona virüsü’nün sağlık etkisi, Corona virüsü’nün ekonomik etkisi, bir yandan çekirge istilasından bahsediliyor. Bunun gibi 4-5 tane daha var. Ya ne oluyor 2020 yılında? Hakikaten bir sıkıntı mı var ? Ya ben şuna inanıyorum: Biz insanlık olarak bu kainatın yaratıcısının emir ve yasaklarına evet daha önce de itaat etmeyen belki çok insan vardı ama herhalde artık zıvanadan çıktı diye bir tabir var ya, zıvanadan çıktı ve artık kainatın yaratıcısı, Dünya ve içindekilerin yaptıklarından memnun değil, razı değil. Dünya’daki insanlar zengin bir şekilde yaşayacaklar, öteki tarafta ağlayacaklar. Kusura bakmayın ama mazlumun o ahı var ya o yürekten çıkan “ah” var ya işte o arşa çıkar. Hani bir paylaşım var görmüşsünüzdür Aylan bebek kıyıya vurmuş üzerinde şu yazılmış: “Ah çocuk senin gidişinden belliydi Dünya’nın böyle olacağı, Dünya ağlıyor aheste aheste hem de çocukları öldürmeyen bir virüs ile.” Ben bu olaya baktığımda kader noktasında… Biz Dünya’nın çocuklarını ağlattık, biz o Avrupa’nın yolunu tutan mülteci Suriyelileri ağlattık, o kadın bottan düşüp boğulurken, acı çekerken, çocuğununda can çekiştiğini görürken ayriyeten acısı ikiye katlanırken, o çocuğun semaya olan yakarışları, o annenin semaya olan yakarışları ve bizim onlara sahip çıkmamamız, Dünya olarak onlara sahip çıkmamamız, birleşti birleşti birleşti ve o ahlar Dünya’yı yaktı ve çocukları öldürmeyen bir virüs ile yakmaya başladı ilginç değil mi? “Kader hakiki illetlere göre hükmeder.” diyor. Şimdi bir takım arkadaşlar belki itiraz edecekler diyecekler: “Ya bu konunun din ile ne alakası var.” Biz deist miyiz ya. Biz Müslümanız, biz Allah’ın bu kainatı yarattığını ve yarattıktan sonra çekildiğine inanmıyoruz. O deist düşüncesi. Allah kainatı yaratmıştır ve tasarrufatı ve kudreti devam etmektir. Yani bir yaprak bile Allah’ın izni olmadan yere düşmüyor biz buna inanıyoruz Müslümanlar olarak. Peki bütün bu olaylar gerçekleşirken, Allah haşa bizi bırakmış, çekilmiş. “Yiyin birbirinizi.” demiş. Kendi çözümümüzü kendimiz bulacağız. Böyle bir kafa mı? Bu tamamen İslam itikadına ters bir düşünce. Allah’ın haberi var ve Allah isterse tabii ki bu olaylara engel olabilir. Bizim şunu düşünmemiz lazım: Neden Allah bize bu musibeti verdi? Şimdi ben bir öğretmen olsam, Emir sen de matematik ödevini yapmayan bir çocuk olsan ve sana bir ceza versem. Daha sonra sen gelip “Ya hocam, matematik ödevini yapmadım ama şiir yazdım size.” desen, ben sana ne derim? Git. Matematik ile ilgili ödev yapmanı istiyorum. Sonra geliyorsun, “Hocam şiir yazdım.” Ya bak çok basit ya. Şu dört işlemi yap, gel. Şimdi sen ne yaptın? İstediğim şeyi vermediğin için yine olmadı. Şimdi biz de bir takım şeyleri Dünya’da düzeltmek istiyoruz. Ama oturup şöyle bir düşünmemiz gerekmiyor mu? Allah bizden ne istiyor? Biz neyi yanlış yapıyoruz? Yanlış yaptığımız şeyi düzeltelim ki Allah bu musibetin hükmünü bizden kaldırsın. Yani yoksa Allah bu musibetin hükmünü bizden kaldırmazsa, Dünya’nın bütün bilim adamları birleşse hiçbir şey yapamayacaktır. Yani yeryüzündeki bu keşfiyatlar; ampulün bulunması, elektriğin bulunması, teleskopun bulunması… Hepsi Allah’ın yeryüzündeki bir kuluna ilham etmesiyledir. Müslüman olur, kafir olur. Kim çalışırsa, Allah ona verir. Dolayısıyla bunun aşısı bulunacaksa, evet buna ihtiyacımız var. Yana yakıla dualar edip ve yanlışımız neyse anlayıp, bir an önce düzeltmeye ihtiyacımız var. Saçma sapan tartışmalar dönüyor. Bir doktor kaç imam eder, bir imam kaç doktor eder? Ya böyle saçma sapan tartışmaların içine girmeye gerek var mı ya? Ben laboratuvara girmem. Ben doktor değilim. Bu işten anlayan birisi değilim. Ben kavli dua ederim. Yalvarırım, yakarırım Allah’a. Sen bilim adamısın. Gir labavatuara, fiili duanı yap. Benim kavli duam hürmetine, sana Cenab-ı Hak doğruyu ilham eder ve sen de o fiili yapmış olduğun duanla bunun bulunmasına ve geçmesine vesile olabilirsin. Mutasyon geçirir virüs, bir bakmışsın bir ay sonra, 15 gün sonra hiçbir şey kalmamış. Hayatımıza normal bir şekilde devam ediyoruz. Bütün bu Allah’ın razı olmadığı şeylere insanlar daldıkça, böyle musibetler de başımızdan eksik olmuyor. İşte biz de eğer bu musibetin hükmünün kalmasını istiyorsak, Allah’ın bu virüsü geçirmesi için bir sebebi halk etmesini istiyorsak, Allah’ın emir ve yasaklarına göre hareket edeceğiz. Ve Rabbimize sığınacağız, dualar edeceğiz. Allah isterse anında çözülür dedik ya, Allah istemezse de hiçbir bilim adamı, hiçbir şey de bulamaz. Beş yüz sene de çalışsa, Allah o fikri ilham etmedikçe hiçbirisi, hiçbir şey bulamaz. O yüzden “Bir doktor kaç imam eder, bir imam kaç doktor eder?” gibi saçma sapan tartışmalar girmeyelim. Hatalarımızı anlayalım, önce şahsi olarak kusurlarımızı, namazımızı, ibadetimizi, her şeyimizi düzeltelim. Dualarımız makbul olsun. Ellerimizi açalım sabahlara kadar hatimler okuyalım, dualar edelim. Bir yandan da bilim adamlarımız laboratuvara girsinler, bunun çözümü için dertlensinler. Bu musibetin hükmünü kaldıralım. Gidelim camilerimize artık ya Fatih. Gidelim ya. Ben böyle çok umut ediyordum, diyordum ki ya Ramazan’a yetişir miyiz acaba? Düşünsene, Ramazan gelmiş. Ramazan 1 ve salgın bitmiş. Camilere insanlar hücum ediyor. Hani şimdi bize diyorlar ya “Ya işte bak barlar, pavyonlar, kapandı. Şunlar, bunlar ne oldu.” Onlar da diyor ki “Camiler de kapandı. Ne olacak?” Bilmiyorlar ki biz Müslümanlar, daha güçlü bir şekilde o camilere gireceğiz. Şimdi artık Cuma’nın farzını kıldıktan sonra tüyen adam, artık son sünnete, Cuma namazına, tesbihata devam etmesi gerektiğini biliyor. “Ya Sabah namazını evde kılarım hacı ağabey, ne olacak?” diyen adam, camiye gitmek için can atıyor. Şu anda biriktik. Özellikle o cami cemaati böyle dedelerimiz var ya, biriktiler artık. Böyle içlerine sığmıyor. Şu an da Müslümanlar, camiler açılsa ve sağlık problemi olmasa böyle hücum edecekler camilere. Düşünsene, Allah bu musibetin hükmünü kaldırmış Emir. وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ Değil mi? Her şeye gücü yeten değil mi? Bir anda bu musibetin hükmü kalmış birkaç hafta içinde ve teravih gelmiş. İlk teravihimizi kılıyoruz. Bak sana samimi olarak söylüyorum. O camilerin içi, avlusu, önündeki cadde, arka sokak trafiği kitleyecek kadar tıkanmazsa ben hiçbir şey bilmiyorum. Sokaklar böyle coşacak. Hani böyle teravih namazında dört rekat aralarda böyle tekbirler getiriyoruz ya… Yani en azından bilmiyorum teravih 1’e yetişir mi? Belki 15. gün yetişir, belki son gün yetişiriz bilmiyorum. Ama bayramların da buruk geçmesi, özellikle yaşlılarımız için çok ciddi bir psikolojik çöküntü olabilir. Düşünsene Fatih, 70 yaşındasın. Bayram gelmiş. Bayram namazı? Kusura bakma camiler bizi almıyor. Neden? Daha hatamızı anlamamışız. Kabe? Kabe yetim. Ne yapacağız, bayram namazına gitmeyeceğiz mi? Gitmeyeceksin. Evinde. Sonra? Oturuyorsun. 70-80 yaşındasın. Kim geliyor? Kimse gelmiyor. Kimse gelmiyor, kimse gitmiyor. Elini öpen yok. Herkes evinde bayram geçiriyor. Çok sönük olmaz mı ya? Bu, Dünya’da ilk kez yaşanmıyor. Daha önce bir sürü salgınlar olmuş. Ve Allah o musibetin hükmünü kaldırmış. Yani virüs böyle sürekli insanları öldürmeye devam etmemiş. Virüs gelmiş, insanlar hatalarını anlamış, bir kısmı anlamamakta ısrar etmiş. Bu virüsten mi ölürüz bilmiyorum ama bir gün kanserden, trafik kazasından veya ecelinden, başka bir şeyinden gideceğiz. Peki. Allah’a emanet kardeşlerim. Görüşmek üzere, hoşça kalın.
Tebliğ et!