Haberleri takip ediyor musunuz bilmiyorum ama haberler gerçekten hiç olmadığı kadar kötü. Dünya gündemi, Türkiye gündemi, her yerde sıkıntılar, musibetler var. Yani şöyle bir dünyanın haline ve musibetlerin çokluğuna baktığın zaman sanki şunu söylüyorsun: Dünyayı yaratan yaratıcı, bizim halimizden hiç memnun değil galiba diyorsun değil mi? Gerçekten de öyle. Hani Çin diyorsun mesela Dünya’da 700 milyon ateistin yaşadığı bir yer. Avrupa ülkeleri zaten berbat. E Türkiye de zaten hani ibadet noktasında ne kadar sıkıntılar var değil mi? Yani biz bu Dünya’ya niye geldik kardeşim? Kainatın yaratıcısını tanıyıp, iman ve ibadet etmek için. Doğru mu? Bunun için geldik bak. Amacımız bu. Geldik, kainatın yaratıcısını tanıyıp iman ve ibadet edeceğiz. Bunun dışında ikinci, üçüncü şeyler neler? Rızkımızı temin etmek, okuldur şudur budur, dünyevi şeylerdir. Değil mi? Ama birinciyi şöyle bir yirminci sıraya atıp, ötekileri birinci sıraya alınca, Allah da musibetleriyle uyandırıyor. Uyandırmasa daha kötü. Düşünsene şurada yangın çıkmış, hepimiz yatıyoruz. Annen de seni uyandırmaya kıyamıyor. Yangın da böyle geliyor. Şimdi annen seni uyandırmazsa merhametli olur mu? Merhametsiz olur. Değil mi? İşte biz de Dünya’ya böyle kilitlemişiz kendimizi. 200 km hızla Dünya’ya koşturuyoruz. Dünyaperest olmuşuz. Allah bizi uyandırsın mı? Yoksa gidelim cehenneme doğru koşturalım. Cehennem de mi uyanalım? O yüzden Allah… Bu tarz Corona virüs’ü gibi olaylar, aslında müslümanlara bakıyor. Bugün bunu anlatacağız arkadaşlar. Haberler kötü, Ramazan ağabey. 40 tane ülkede şu anda Corona Virüs’ü var. Güney Kore, İtalya, Fransa gibi… Yani İtalyanlar şu anda bu işle boğuşuyor ve Fransız haberlerinde sürekli bu Corona virüs. “Bundan nasıl kurtulabiliriz? Bizim ülkemize girdi. Nasıl tedbir alabiliriz?” diye düşünceler var. Ve şu anda Türkiye haritasına baktığınız zaman, ortada kalmışız. Etrafımız hakikaten hani dört tarafımız sarıldı diyoruz ya, öyle bir harita var. Yani şu anda Gürcistan’dan tut Yunanistan’a, Irak’a, İran’a kadar. Şu yeşil gördüğünüz yer Türkiye. Etrafı kıpkırmızı ve geliyor yani virüs. Şimdi yani yalan da söylemeyelim. Virüs geliyor arkadaşlar. Çok iyimser olmaya gerek yok yani. Etrafı bu kadar çevrelenmiş olan bir ülke. Bakıyorsun, İran’da özellikle çok fazla var. Hatta sağlık bakanı yardımcısı Corona virüsü’ne yakalanmış. Ve gerçek rakamları sakladığı söyleniyor. Yani şu bize gösteriyor ki, Corona virüs inşâAllah olmaz ama Türkiye’ye de girecek gibi. Şu an Suudi Arabistan, umreleri iptal etti. Geçici olarak şu anda umreye gidemiyorsun yani iptal oldu. Durumun hani ne kadar vahim olduğunu anlayalım diye söylüyorum bunu. Hatta bir tane çok büyük bir gemi… Hani turistik amaçlı gezen bir tane geminin içine virüs bulaşıyor ve gemiyi şu anda karaya çıkartmıyorlar. Nerede o? Japonya’da mıydı o? Japonya’da karaya çıkartmıyorlar gemiyi. Gemi karantina halinde. Hatta ben de söyleyeyim size. Yani maske fiyatlarına girdim. İntenetten baktım. Ağabey, tedbir. Çünkü burada 35-40 tane medrese talebesi var. Bunlar toplu ulaşıma biniyorlar. Yani metrobüse biniyorlar, metroya biniyorlar. Bu masklere gireyim dedim. İnternetten siparişi verecektim ağabey. Fiyatlara baktınız mı? 50’li, 20’li paketler var. Kalitelilere falan şöyle bir baktım. 250, 450 liralar konuşuluyor. Hani bunu biraz ranta çeviren insanlar da var. Ve hastanede eczane ile ilgili birimlere bakan arkadaşlarıma sordum. Ali ağabey, “Kardeşim, normalde olur. Biz de de şu an hastanede maske pek yok.” dedi. Anlatabildim mi? Millet yavaş yavaş tedbirini almaya başlamış. Şimdi bir tane video gördüm. İnsanlar… Ağabey, sokaklar bomboş. Ve insanlar eve girmişler, birbirlerini motive etmek istiyorlar, evden çıkamıyorlar ve şöyle bir video çekmişler. Apartmanların yüksek binalarında evlerin içi tıka basa insan dolu. Ve insanların birbirlerini motive etmek amacıyla Çince “stay strong” diye çevirmişler. Yani ayakta dur, güçlü dur diye birbirlerine burada bağırıyorlar. Şimdi size onu… Yani apartmanlardan apartmanlara insanlar, birbirini motive etmek için böyle vatan severlik cümleleri kullanıyorlar. Hani “ayakta durun, sıkı durun” gibi… Gerçekten çok acayip bir psikoloji. Bakalım ne olacak, ne bitecek? Dünya Sağlık Örgütü de gerçekten insanı korkutan bir açıklama yaptı. Diyor ki “Dünya toplumunun Corona virüs pandemik hâl almasına hazır olması gerekiyor.” Bu hastalık, pandemik bir hâl alabilir. Pandemik ne demek diyeceksiniz. Pandemik, hızla yayılan, dünya çapında olan hastalıklara deniyor. Mesela bir ara bu Veba vardı biliyorsunuz. Veba ile ilgili çok ilginç bir yazı okudum. Yani donup kalacaksınız. 1347 ve 1351 arasında Avrupa’da, Veba’dan 25 milyon kişi ölüyor. İşte pandemik hâl alabilir. Dünya Sağlık Örgütü diyor ki… Yani açıyorum size. Dünya ülkeleri! Bize virüs gelmez ya, ne olacak? Biz ortada bak. Türkiye… Biri de yorum yapmış. Espiri mi yaptı anlamadım. “Bak işte biz çok sadaka veriyoruz ya. Bize bulaşmıyor virüs.” diyor. Kardeşim yani sanki ülkenin %99’u namaz kılıyormuş gibi konuşuyorsun. Şimdi bak. 1347-1351 arasında 25 milyon insan gitmiş ağabey. Yani acayip bir rakam. “Çin ve Orta Asya’da başlayan Veba, Kırım’daki bir Ceneviz ticaret merkezini kuşatan Kıpçak ordusunun Veba’lı cesetleri mancınıkla kentin içine atmasıyla Avrupa’ya taşındı.” Savaşta kullanılmış insanlar ya. Mancınıklara takıyorlar. Avrupa’ya doğru içeriye doğru fırlatıyor. Sonra Avrupa’nın içine Veba bir başlıyor ağabey… İşte bu 25 milyon olayı. “O zamanki Avrupa nüfusunun 3/1’i telef oldu. Fakat ilginç olan, hastalığın aşırı hızlı yayılmasının, bizzat salgının da sonunu hazırlamasıydı.” Hızlanınca salgın bitmiş. Neden? “Salgının belirli bir dönemde virüs o kadar güçlü bir hâle gelmişti ki bulaştığı insanları öldürme süresi hızla kısalmaya başlamıştı.” Hani normalde… Atıyorum, 1 ayda öldürüyorsa… Virüs artık çok kısa bir süre. 1 gün, 2 gün… Rakamları sallıyorum. 1 gün, 2 günde öldürmeye başlıyor. “Bu da virüsü kapmış olanların başka insanlarla pek fazla temas edip, onlara da Veba bulaştırmaya imkan bulamadan ölmeleri ve kireç çukurlarına gömülmeleri anlamına geliyordu.” Yani hızlanması, hastalığı bitirmiş. “Zamanla içinde yaşayacağı yeni canlı vücut bulamayacak kadar güçlenen virüs… O kadar güçleniyor ki canlı içinde yaşayacak vücut bulamıyor. Kendi kurbanlarının arasında yerini aldı.” diyor. Şimdi Çin’i seviyor musunuz? Peki Çin derken neyi kastediyorsunuz? Topraklarını mı sevmiyorsunuz? İnsanlarını. Peki insanların hepsi zalim mi? İçinde Çin’li Müslümanlar var biliyorsunuz. Çocuklar var. Günahsız. Yani çocuğun günahı ne? Yani arkadaşlar, bir şeye düşmanlık ederken toplu düşmanlık etmeyelim. Çin, dünyanın en büyük güçlerinden ya birincisidir, ya ikincisidir. Doğru mu ağabey? Dünya ekonomisine yön veren, dünyanın fabrikası olarak tanımlanan, şurada büyük ihtimalle üzerimizdeki bir çok giyeceğin, saatin yani her şeyin fabrikası. Dünya.. Fabrika nerede dünyada? Çin’de diyebileceğimiz kadar üretimin çok olduğu bir yer. Ve ekonomi inanılmaz güçlü. Adamlar, Doğu Türkistan’da Müslüman kardeşlerimize zulmediyorlar. Ama herkes sessiz. Niye? Çin kadar güçlü olmadıkları için belki de. Doğru değil tabii ki sessiz olmaları. Güçsüz de olsak, kaybedeceğimizi bilsek de mutlaka zulüme zulüm demeliyiz. Ama kimse dokunamıyor. Hani şey gibi… Mahallede, okulda bir tane çocuk var. Böyle çok güçlü. İzbandut gibi. Gelene geçene haraç kesiyor. Herkes ayar oluyor ama kimse bir şey söyleyemiyor. Çin de böyle Dünya’yı sallamaya başlıyor, işte ekonomiye yön veriyor, ona zulmediyor, buna zulmediyor, Müslüman kardeşlerimize neler yapıyor, aynı eve sokuyor. Yani durduramadığımız bir zulüm var. Ama Allah diyor ki tabir-i caizse, Dünya’nın en büyük gücü olabilirsin. Dünyanın en büyük ekonomisine de sahip olabilirsin. “Ya Çin’e kim kafa tutabilir ağabey! Türkiye mi kafa tutacak, İran mı kafa tutacak, Avrupa mı kafa tutacak?” diye belki onu yenilmez olarak aklında kabul ediyor olabilirsin. Kardeş, sadece bir kelime var. O kelime Çin’i yıkabilir mesela. كُنْ فَيَكُونُ (Allah ol der, olur.) Ne kadar zor? كُنْ… Yani Allah bir şeyi yıkmak istediğinde sebep mi yok? Bak bir virüs ya. Bak Veba… 25 milyon insanı Allah bu dünyadan silmesine izin verebilir. İşte bu virüs de… İnşâAllah bir an önce tedbirler alınır, insanlar sağlıklarına kavuşur. Ama bizim de… Sadece Çin’in değil bizim de bunda bir ilahi bir ikazı hissetmemiz lazım arkadaşlar. Yani dünyanın en büyük güçlerini bile böyle perişan edebilecek bir güç var ve bizden ibadet istiyor, bizden ona yönelmemizi istiyor. Biz gaflet edersek, adama derler “Kardeş, sen kime kafa tutuyorsun ya? Sen nasıl cesaretli bir adammışsın.” derler yani. Çin bu kadar güçlüyken yerin dibine iniyor bakın. Arkadaşlar, nemrut varmış. Zamanının Çin’i nemrutmuş. Ordularıyla dünyaya zulmediyormuş. Ama Allah onun ordularını yerle bir ettiği gibi.. Tarihi kaynaklarında şöyle anlatılıyor: Nemrutun üzerine öyle bir sinek iniyor ki… Sineklerin sayısını şöyle anlatıyorlar: Güneşin doğmasında böyle bir ışık olur ya. O ışığı farkedemeyeceğin kadar sinek var ortamda. Ve sinekler ortamdan çıktıkları zaman ordunun sadece kemikleri varmış. Perişan ediyor Allah onları. Ve sonra o zalim nemrutu, o sinekler öldürmüyor. Sinekler onu bırakıyor. Allah onu topal bir sineğin eliyle öldürüyor. Burnundan giren o sinek, nemrutun kafasını artık balyozlara vurmasına sebebiyet vererek, etrafındaki insanlarda ona acıyarak, gelip kafasına vurup hani bir an önce artık ölsün diye yardım ettiği aciz bir insan derekesine düşüyor. Bak nemrutsun, ordu yok. Sen… Topal bir sinek niye peki? Neden hani bütün sinekler ona girmemiş? Allah diyor ki “Seni topla bir sineğin eliyle bile öldürebilirim. Sen kimsin?” diyor tabir-i caizse. Peki arkadaşlar, Firavun’un sarayını kim yıkıyor? Karıncalar yıkıyor Firavun’un sarayını. Bak, Allah en aciz bir mahluka, en cebbar, zalim, kudretli, hatta kendini tanrı ilan eden birisini yerin dibine indirerek diyor ki “Mutlak kudret sahibi benim.” diyor Allah. Anlayana tabii. Arkadaşlar, Wuhan şehrinin videolarını gördüm. Aman Ya Rabbi. Eski şehrin görüntüsünü gördüm. 11 milyon insanın yaşadığı şehir. Ağabey nasıl biliyor musun? Bizim Eminönü falan hikaye. Yani caddeler, ışıklar, insan kalabalığı, işe yetişmek isteyen insanlar, işten dönmek isteyen insanlar, okula gidenler… “Çok önemli işim var bugün. Bugün çok kritik bir gün. Kimseye randevu veremem.” diyen insanlar oralar. Milyonlarca insanlarla dolu olan o meydanlar, şu anda bomboş. Tek tük insan var. Onlar da evde durmaktan, evde hapsolmaktan sıkılmışlar. Çıkıyorlar biraz, “Ne olursa olsun ben gezeceğim. Sağa sola bir bakacağım.” diyenler… Sokakta bazı hayvanlar; kediler, köpekler… Bilmiyorum. Bomboş şehir. Evindesin Ahmet ağabey, çıkamıyorsun ya Ebubekir. Evindesin. Çık dışarı. Ölürsün. Çıkmak istiyorsun, çıkamıyorsun. “Hani evde ne var? Takılırız ağabey” diyor olabilirsin kardeşim. Bir haftadan sonra bir düşünsene. 10 gün, 15 gün, 20 gün… Yani evin içinden çıkamıyorsun. Çok ağır yani. O şehirin mesela kalabalık meydanlarında panayırlar, eğlenceler bomboş. Geziyorlar tozuyorlar, insanlar birbirlerine bir şeyler satıyorlar, birinin önemli bir işi var, biri birisiyle yeni tanışmış, evlenmeyi düşünen iki tane çift orada oturmuşlar, yeni bir mağaza açmış birisi. İşte kahve satıyor, ilk dükkanı açmanın heyecanı… Hepsi bomboş. Hayat yok, hayat felç, sıfır. Yani Allah diyor ki “Mutlak kudret sahibi benim. Kendinize güvenmeyin, teknolojilere güvenmeyin, ekonominize güvenmeyin. 1 gün değil, 1 saat değil, 1 dakika değil. 1 saniyede sizi yerle bir ederim.” Daha önce helak olan kavimleri duydunuz değil mi arkadaşlar? Bak, bizim gibi böyle kanlı canlı insanlarmış. “Peki ağabey tamam. Çin’de şöyle 700 milyon ateist var. Şu, bu falan. Allah dünyaya kim olduğunu hatırlatıyor, dünyanın ne olduğunu hatırlatıyor. Peki bizimle ne alakası var bu meselenin?” Kardeşim, asıl seninle alakası var. Arkadaşlar, biz aciziz. Biz insanlar aciziz. Biz, vücudumuzu bile idare edemiyoruz. Ağzımıza attığımız lokmanın taksimatını bile biz yapmıyoruz. Biz bir mikroba bile, mağlup olan insanlarız. Bu kadar acz içindeyken, sonsuz bir kudrete dayanmak, ondan destek almak istemez misiniz? Ama insan öyle hissetmiyor. Öyle hisseder mi Yasir? Gurur var, enaniyet var, ego var. Kendimizi bir şey zannediyoruz iki tane şey başarınca. Ego yapıyoruz. Bakın üstünüze alınıyor musunuz bilmiyorum ama Ramazan ağabey ene problemimiz var içeride. Bu benlik… Ben yaptım, ben ettim, işte başarılarla övünmek… Ya sen kimsin? Bütün kudret, bütün tesir Allah’tan. Bütün iyilikleri Allah’tan bileceğiz. Kusurlar, günahlar varsa kendinden bilebilirsin. Ama biz ne oluyor? İşte o gurur da arttıkça, Allah bir hastalık gönderiyor… Hiç böyle ağır hasta olanlarınız var mı? Ölümden döneniniz var mı? O hastalık vücuduna bir geliyor, bir yatırıyor seni ağabey 2 hafta, 3 hafta bir yatırıyor, o anda gurur vs. bir şey kalmıyor. Hele bir de öldürücü bir hastalığın eşiğinden geçtiysen, hele böyle “nefes alamıyorum” gibi böyle boğazını sıkan veya canının çıktığını hissettiğin olayları yaşayınca neyi hissediyorsun biliyor musun? Ben hiçbir şey değilim ya. Ben hiçbir şey değilim. Ben acizim. Ben bu dünyanın üzerinde gezen, Allah’a muhtaç, Allah’ın kudretine istinat etmeye muhtaç olan aciz bir kulum. Allah da benim ne olduğumu hatırlamam için böyle musibetlerle, böyle dertlerle, böyle hastalıklarla, böyle virüs gibi Dünya’ya korku salmakla bütün insanların ne olduğunu anlamasını sağlıyor. وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ ayet-i kerimede buyuruyor Rabbimiz. Nedir tefsiri? İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin gayesi, hikmeti kainatın yaratıcısını tanıyıp ona iman ve ibadet etmektir. Bunun için geldik ama hiç buralı değiliz. Başka işlerin peşindeyiz. Yani az önce anlattığım 1 saniyede bile değil, çok daha saniyenin küçük bir biriminde Dünya’yı yerle bir edip perişan edebilecek olan sonsuz güç sahibi bir Allah’a kafa tutmak mantıklı mı? Üzerine alınmıyorsan, eskiden kılmadığın kaza namazlarını düşün kardeşim. Eskiden kılmayıp kazaya kalan, hâlâ bitirmek için uğraşmadığın namazlarını düşün. “Ya ben ne yapmışım ya?” diyorsun değil mi? ” Hayya ale’s-salah” diye Allah beni namaza çağırmış. “Hayye ale’l-felâh” demiş, kurtuluşa demiş. “Ben oturmuşum ya. Oturmuşum Lol oynamışım, Night oynamışım, Counter atmışım.” Ya kardeşim, seni çağırıyor. Sen diyorsun ki “Ben gitmeyeceğim.” Bir daha çağırıyor. Yine “Ben gitmeyeceğim” diyorsun lisan-ı halinle. Veya bilmiyorum karı-kız ortamlarında mı bulundun? Eline alkol mü sürdün? Yoksa gidip o kuponlar var ya kumar kuponları… Hangi takım kazanacak? Gidip onları mı doldurdun? Kumar mı oynadın? Bilmiyorum. Veya “Ağabey ben en az 500 kişinin kul hakkına girmişimdir.” mi dedin? Ama kendini bir kontrol et. Bak bana kafa tutabilirsin. Problem değil. En fazla kavga yaparız, iki, tane yumruk vururum sana o kadar. Ama sonsuz kudret sahibi, böyle bir güç sahibi olan bir Allah’a kafa tutulmaz. Ve bu sonsuz gücünü senin için cennette tabir-i caizse kullanacak Allah. Anlatabildim mi? Hani sonsuz ilim, sonsuz güç sahibi, harika şeyler yapabilen Allah ya neden senin için cenneti yaratmış olmasın? Anlatabildim mi? Hani bu kadar güzel bir yolda gitmek varken, neden biz böyle cehennemin kapılarını böyle zorlar bir vaziyete giriyoruz? Neden adam akıllı bir tövbe yapmıyoruz? Virüs niye verilmiş? Senin için verilmiş kardeşim. Sen akıllan diye. Sen akıllan diye. Ha şunu istiyorsan kendine böyle bir beddua edebilirsin. “Allah’ım ben yanlış yola da girsem beni uyarma, bana musibet verme. Ben hiç böyle diken bile ayağıma batsın istemiyorum Allah’ım. Yanlış yola gitsem de beni elleme.” diyorsan kendine beddua ediyorsun kardeşim. Allah gerektiği zaman hakkında en hayırlısı neyse onu versin. Musibet mi? Evet. Sen labirentin içindesin, önünü göremiyorsun. Labirenti tepeden gören ve sana tarif eden birisi varsa ve güveniyorsan ki güvenmen gerekiyor. Ona tabi ol, o daha iyi biliyor yolu. “Ya hayır ağabey. Ben sağdan gideceğim.” Ya bak, çıkmaz olduğunu söylüyor. “Ben sağdan gideceğim.” Çok ısrar edersen ki hayatımızda hepimiz ısrar etmişizdir. Değil mi? Çok ısrar edersen, Allah da tabir-i caizse “Hadi git bakalım.” diyor. Yolun sonu bazen helaket olabiliyor kardeşlerim. Bediüzzaman hazretleri 29. Mektup’ta diyor ki Ne oluyormuş insan? Bak kendini unutuyorsun. Çok garip bir tabir değil mi İskender? Bak Ahmet’i unuttum, Mehmet’i unuttum, kendini unutuyorsun. Öyle bir dalıyorsun ki sağa sola, başka şeylere… Başka şeylerle ilgilenmekten kendinle ilgilenemiyorsun, kendini unutuyorsun. Çok aciziz, fakiriz. Fakir, ihtiyaçlı demek. Her şeye ihtiyacımız var. Oksijeninden tut, gözünün kapaklarının çalışmasına kadar, kaşına kadar, tırnağına kadar, parmaklara, eklemlere, her şeye ihtiyacımız var ama insan bunu unutuyor. Başka? İnsanın böyle bir hastalığı var. Ebediyen bu dünyada yaşayacak mısın dediğinde, alacağın ortak cevap “Hayır. Tabii ki öleceğiz.” Aklıyla bunu söylüyor. Peki hissettiğin şey ne? Hissettiğin şey o değil. Hissettiğin şey şu: “Dünyada ebediyen kalacağım.” Çünkü hiç ölecek bir adam gibi davranmıyorsun. Buna ne deniyor? Tevehhüm-ü ebediyet deniyor. İnsanlarda böyle bir özellik var. Yani düşünsenize arkadaşlar, 11 milyon nüfusun olduğu orası veya Çin nüfusu veya Dünya nüfusu. Sizce de insanlar, çoğu zaman da biz, Allah’ı unutuyor gibi yaşamıyor muyuz ya? Yani bu günlük hayatta şöyle bir yaşantımıza bir bakalım. Sanki yani o şehrin kalabalığını düşün. New York 5. caddeyi düşünüyorum mesela. Dünya’nın en kalabalık caddelerinden bir tanesi. Ya insan trafiğinin olduğu, insanların karşıdan karşıya geçerken birbirlerine çarptığı bir yer. Böyle bir ortamda herkesin bir işi var. Dosyalar elinde, birisi gidiyor “Oraya yetişeceğim”, biri diyor “Yemeğe çıkaracağım, müşterilerimi yakaladım…” Herkes bir yere koşturuyor. Dünya böyle, herkesin bir işi var. Herkesin bir işi var ama herkes en önemli işini unutmuş. Ya senin bütün ihtiyaçların karşılansa ne olur? En önemli ihtiyacın olan hayat-ı ebediye de karşılanmadıktan sonra her şey senin olsa neye yarar? İşte insanlar böyle sağa sola koştururken bir anda bir ses geliyor. “Durun. En önemli işiniz var ve bunu unutuyorsunuz.” diye işte bize bu musibet ağabeyler, kardeşler bunu söylüyor. Virüs sana bulaşır mı? Merak ediyor musun? Bilmek isterdin değil mi? Yani bu Corona virüsü bulaşır mı? Arkadaşlar virüs, bu salondaki herkese bulaşacak. Sadece bunun zamanını bilmiyoruz. Eninde sonunda ölmeyecek misin ağabey? Ha kanserden gitmişsin, ha Corona’dan gitmişsin, ha bilmem ne virüsünden gitmişsin, ha trafik kazasından gitmişsin, ha apartmandan düşmüşsün, ha kalp krizinden gitmiş. Kalp krizi senin Corona’n olmuş. Yani kıyameti beklemeyin sadece arkadaşlar. Sen öldüğün zaman senin kıyametin kopuyor zaten. Anlatabildim mi? Yani Corona virüs… “Ağabey çok korkuyorum, ne yapacağız?” Oğlum, eninde sonunda Corona virüs gelecek. Kaçarı yok, kaçarı. 3 sene, 1 sene, 1 ay, 6 ay, 20 sene, 30 sene, 50 sene. Kaçarı yok. Tek yapabileceğimiz şey şu: Corona virüs geldiği zaman hazır olmak. Yani nedir? Manevi olarak gideceğimiz ve ebedi yaşayacağımız yere hazır bir halde duralım. Corona virüs isterse yarın gelsin, seni ebedi cennete götürsün, isterse 5 sene sonra gelsin cennete götürsün, isterse 20 sene sonra… Yeter ki gittiğin yer iyi olsun. Yani şu an Azrail (a.s) gelse, “Bugün ölmek istiyor musunuz? Cennete gideceksiniz. Kabul ediyor musunuz?” dese eder misiniz? Dur ağabeycim, dur ya. Değil mi? Durur musunuz 1 dakika diye? Ağabey gittiğinde kesin cennet olsa mesela, o zaman der misin “Ya kardeşim, yarım kalan işlerim var. Hanım beni bekler şimdi.” demezsin değil mi? Bakın arkadaşlar, bu soruyu MAC Araştırma şirketi insanlara soruyor. Diyor ki “Cennete gideceğiniz kesin olsa ölmek ister miydiniz?” diye. Kaç kişi evet diyor biliyor musunuz? Hatırlıyor musunuz? %15 kardeşim. %15 evet diyor. Niye böyle? Çünkü dünyaperest bir asırdayız. Çünkü herkesin bir işi var, herkesin işi yarım. “Cennet mi? Ya çok da oralı değilim.” gibi. Anlatabiliyor muyum? İkinci, üçüncü planda. Ya düşün ya. Bu istatistik ya. Şok oldum ya. İnsan gitmek ister ama öyle bir dünyayı seviyoruz ki cenneti bile istemiyoruz. Belki de cennete inanmıyoruz. Allah muhafaza etsin.
Tebliğ et!